Zonguldak Çevre Koruma Derneğinin düzenlediği, “Zonguldak’ta
ve Türkiye’de doğanın talanı ve ekoloji mücadelesi” panelinde konuşan Dernek
Başkanı Ahmet Öztürk ile Evrensel Gazetesi Çevre Muhabiri Özer Akdemir, ülkede
yaşayan herkesin birebir yaşadığı ekolojik sorunların ancak birlikte mücadele
ile aşılabileceğini söyledi.
22 Aralik 2019 15:19:01
Zonguldak Çevre Koruma Derneğinin düzenlediği, “Zonguldak’ta
ve Türkiye’de doğanın talanı ve ekoloji mücadelesi” panelinde konuşan Dernek
Başkanı Ahmet Öztürk ile Evrensel Gazetesi Çevre Muhabiri Özer Akdemir, ülkede
yaşayan herkesin birebir yaşadığı ekolojik sorunların ancak birlikte mücadele
ile aşılabileceğini söyledi.
Zonguldak Çevre Koruma Derneğinin düzenlediği, “Zonguldak’ta
ve Türkiye’de doğanın talanı ve ekoloji mücadelesi” başlıklı panel yapıldı.
TMMOB Maden Mühendisleri Odası Lokali’nde yapılan panele konuşmacı olarak
Zonguldak Çevre Koruma Derneği Başkanı Ahmet Öztürk ile Evrensel Gazetesi Çevre
Muhabiri ve İzmir Temsilcisi Özer Akdemir katıldı. Gökçebey, Devrek ve
Çaycuma’dan da katılımın olduğu panelde ilk konuşan Ahmet Öztürk, “Bugün
kentimizin en batısındaki Alaplı’dan girip en doğudaki Devrek’ten çıkacağımız
Mengen sınırına kadar her noktada bir başka ekoloji sorunu yaşanıyor. Bu
ülkenin değerlerine adeta düşman birileri doğayı talan ediyor. Artık ayyuka
çıktığı, termik santral yapılması planlanan bölgelerde karşı duruşları
örgütlemek isteyen ekolojistlerle yerel yönetimlerin, ‘Bakın termik santral
kurulunca ortaya böyle bir rezalet çıkacak’ diye insanları otobüslere doldurup
getirdikleri Çatalağzı-Muslu bölgesindeki termik kirliliğe çok fazla
değinmeyeceğim. Mesela Alaplı’da dünyanın en yaşlı ormanları var. Burada biri
4,115 yaşında olmak üzere yaşı binin üstünde onlarca ağaç bulunuyor. Ülkenin
dört bir yanında yaşı iki yüzü, üç yüzü geçmiş ağaçlar önlerine tabelalar
asarak koruma altına alınırken, burada bin yaşındaki ağaçlara kimse dönüp
bakmıyor bile. Bizim bu varlığı çok iyi değerlendirmemiz, orayı bir doğal
koruma alanı olarak kentin bir büyük zenginliğine dönüştürmemiz gerekirken, bu
ülkenin tüm değerlerine düşman bir Vandal anlayış, orada altın arama
faaliyetinde bulunuyor. Yetinmiyor, Alaplı’dan Devrek Adatepe Köyü sınırına
kadar yüzlerce kilometrelik bir coğrafyada yeni bir arama faaliyeti başlatıyor.
Bu şu demek, Anadolu’nun akciğerleri durumunda olan ve büyük bölümü doğal
ağaçlardan oluşan Batı Karadeniz ormanlarının tahrip edilerek Türkiye soluksuz
bırakılacak” dedi.
KANDİLLİ GÖKÇELER’DE YAŞANAN KATLİAM, KAZ DAĞLARINI ARATMIYOR
Kandilli Gökçeler’de Kaz Dağları’nda tüm ülkeye ayağa
kaldıran görüntülerin aynısının bulunduğunu söyleyen Öztürk, “Burnumuzun
dibinde Kandilli Gökçeler’de, Düzce’de faaliyet yürüten bir firma, silis madeni
çıkarmak için sözcüğün tam anlamıyla doğayı talan ediyor. Elbette Kaz Dağları
önemli. Türkiye’nin çok önemli bir coğrafyasında bulunuyor. Endemik türler
açısından çok zengin. Mitolojik olarak da önem taşıdığı gibi, dünyanın oksijen
açısından en zengin bölgelerinden biri olarak niteleniyor. Ancak ağaç sıklığı
ve orman altı bitki örtüsü zenginliği açısından baktığımız da Kandilli
Gökçeler’de yaşanan katliam, Kaz Dağlarında yaşananlardan çok fazla. Böyle bir
çalışma yapıldı mı bilmiyorum, ama hepimizin gözlemi de odur ki, Karadeniz
ormanlarında birim başına düşen ağaç sayısı, Ege ve Akdeniz ormanlarından iki
üç kat daha fazla. Dolayısıyla burada yürütülen faaliyet diğer yerlerde yapılan
faaliyetlerden çok daha büyük katliama neden oluyor. Bu sahaları şirketlere
Türkiye Taşkömürü Kurumu kiralıyor. Biliyorsunuz TTK’nin uhdesindeki Zonguldak
Kömür Havzası Akçakoca’dan Kastamonu Azdavay’a kadar uzanıyor. TTK
yetkililerinden aldığım bilgiye bu coğrafyanın birçok yerinde silis madeni bulunuyor.
Bu şirket bu sahaların işletilmesi konusunda da girişimlerde bulunmuş. Bilgi
doğruysa, sözünü ettiğim bölgenin birçok yerinde aynı görüntülerle
karşılaşacağız” dedi.
HERKESİN YAŞAM ALANLARI SALDIRI ALTINDA
Bizzat Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından “Sakarya
Irmağı’ndan Kızılırmak Deltası’na kadar olan bölgenin en değerli ekosistemi”
olarak tanımlanan Filyos Vadisi’nde planlan Filyos Vadisi Projesi’nin bölgenin
tek akarsuyunun yanında planlandığını söyleyen Öztürk, sözlerini, “Bu proje
hayata geçtiğinde yaşadığımız çevre sorunları kendini iki ile üç ile çarpacak.
Zaten tarım toprağı açısından son derece yoksul bölgede, ekebileceğimiz bir
karış toprak kalmayacak. Tüm bunlara baktığımızda ülkenin tüm değerlerine
düşman bir güruh, nerede bir doğa parçası varsa hepsini yok edelim diyor adeta.
Yapılan doğa talanının akılla izah edilebilir bir yanı yok. Bugün toplumsal
muhalefetin temel dinamiğini çevre mücadelesi oluşturuyor. Bu mücadelenin içine
girmemiş neredeyse bir insan dahi kalmadı. Herkesin yaşam alanları saldırı
altında. ‘Bu devletle hiçbir zorum yok arkadaş’ diyen insanlar bile, burnunun
dibinde kendine hiç sorulma ihtiyacı duyulmadan bir anda geliştirilen proje
nedeniyle, polisle, jandarmayla karşı karşıya geliyor. Hatta gaz yiyor, cop
yiyor. Tüm bunları önlemenin tek yolu var, birlikte mücadele. Bizlerin
çabalarını birleştirmeleri, daha çok bir araya gelmesi, birlikte mücadeleyi
büyütmesi lazım diyerek” sözlerini tamamladı.
EKOLOJİ MÜCADELESİ BİR YAŞAM MÜCADELESİDİR
Daha sonra söz alan Evrensel Gazetesi Çevre Muhabiri, İzmir
Temsilcisi Özer Akdemir, “Ülkenin her yanından ekolojik sorunlar, ekoloji
mücadelesi var. Yılanın dokunmadığı da kimse yok. Aslında insanlar devleti
tanıyor, devletin ne olduğu görmeyen kalmayacak bu gidişle. Devlet her sorunda
öyle ama ekoloji meselesinde çok daha fazla dişini göstererek, herkese
dokunuyor” dedi. Sunumuna ülkenin dört bir yanında çektiği, doğanın talanı ve
acımasız şekilde tahribini gösteren fotoğrafların eşliğinde sürdüren Akdemir,
“Çözüm nerede ve nasıl?” sorusuna da yanıt vermeye çalıştı. Akdemir, “Bu
dönemde ne yargı bağımsızlığından ne hukuk güvencesinden, ne de çevre hakkından
söz edebiliyoruz. Hukuksal süreçlerden toplumun sıkıldığını ve alınan
sonuçların toplumda yılgınlık yarattığını bizzat ülkenin en önemli hukukçuları
söylüyor. Ekoloji mücadelesi bir yaşam mücadelesidir. İki kişi kaldık, bir kişi
kaldık diye hayıflanmamız lazım. Yalnız Efe Ahmet ağabey gibi tek başımıza
kalsak da mücadeleyi sürdürmemiz lazım. Keçi çobanlığı yapan Ahmet Karaçam’ın
bağı altın madeninin hemen dibinde. Madenin çalışmaya başlaması için bağı
alması lazım. Ahmet ağabey direniyor, bağını satmıyor. Ona el arabasıyla ancak
taşınabilecek miktarda para ve ayrıca iki ev vaat ediyorlar. Ahmet ağabeyi yine
de ikna edemiyorlar. Sonuçta bu şekildeki tarım alanlarına 200 metre olan koruma
bandını 100 metreye düşürüp öyle çalışmaya başlıyorlar. Ahmet ağabey hâlâ
direniyor. Yani bir kişinin direnişi bile çok önemli” dedi.
EKOLOJİ BİRLİĞİ, EKOLOJİ MÜCADELESİ İLE DEMOKRASİ
MÜCADELESİNİ BİRLEŞTİRİYOR
Birlikte mücadelenin önemine de değine Akdemir, “Geçtiğimiz
günlerde Ankara’da üçüncü meclis toplantısını yaptığımız Ekoloji Birliği’ni
yerel ekolojik örgütlerin ortak dayanışma ve mücadele birliği olarak kurduk.
Birliğin içinde ülkenin dört bir yanından ekoloji örgütleri var. Her birimiz
kendi yerelimizde yalnız kaldığımız için, devletin, sermayenin büyük gücüne
karşı duramıyoruz. Ya da seslerimiz yeterince duyulmuyor. Ekoloji Birliği
mücadelelerimizi ortaklaştırmak, sesimizin daha fazla duyulmasını sağlamak,
daha güçlü karşı çıkışlar örgütleyebilmek amacıyla kuruldu. Ekoloji Birliği bir
yandan ülkenin dört bir yanındaki ekoloji mücadelesini birleştirirken diğer
yandan demokrasi mücadelesinin de içinde olacak. Çünkü ekoloji mücadelesi aynı
zamanda siyasi mücadeledir de. Emek mücadelesi ile bağlarını da kurmalıdır. Biz
Ankara’da yapmak istediğimiz ancak Valilikçe izin verilmeyen ekoloji mitingini,
tam da bu anlayışla DİSK, KESK, TMMOB ve Türk Tabipler Birliği ile birlikte
örgütledik. Bu doğrultudaki çabalarımız devam edecek. Ben burada başta
Zonguldak Çevre Koruma Derneği olmak üzere, bölgede ekoloji mücadelesi içinde
olan tüm örgütleri Ekoloji Birliği içinde yer almaya çağırıyorum” dedi.
KAPİTALİST SİSTEM İÇİNDE TEMİZ ENERJİ DİYE BİR ŞEY YOKTUR
Sorulan bir soru üzerine nükleer enerjiyle ilgili
görüşlerini de paylaşan Akdemir, “Bir kere şunu bir kenara yazalım, kapitalist
sistem içinde temiz enerji diye bir şey yoktur. En temiz şey bile kapitalist
sistemin mantığı içinde kirlenir. Şunu kabul etmemiz lazım, kapitalizm
kirlidir, her şeyi kirletir. Kar mantığı ile düşündüğü için doğayı düşünmediği
gibi kamu yararı gibi kavram da aklının ucundan geçmez. Meseleye bir bu
noktadan bakmamız lazım. İkincisi, nükleerin çok farklı boyutları var. Bütün
Avrupa nükleer santralleri kapatır, bu enerjiyi en çok kullanan Fransa terk
eder, Amerika keza Almanya vaz geçerken bizim hâlâ Akkuyu’da, Sinop’ta nükleer
santral peşinde koşmamız kabul edilemez. Bunun akılla, mantıkla izah edilebilir
bir yanı yoktur. Tabii iktidarın hevesleri başka. Bunlardan birincisi bu
santraller üzerinden rant aktarımı sağlamak istiyor. İkincisi buradan elde
ettiği deneyimle nükleer silah yapma sevdası içinde. Bu heveslerle ülkeyi bir
bilinmeyen maceralara sürüklüyor. Çernobil’de, Fukushima’da yaşananlar
ortadayken, artık geri kalmış denilebilecek bir teknoloji ile nükleer santral
kurmaya çalışmak kabul edilemez. Japonya’nı hem teknolojide eriştiği boyut hem
de güvenlik konusundaki hassasiyeti iyi biliniyor. Bu durumda bile Fukushima
felaketi yaşandıysa ben Türkiye’de olacakları düşünemiyorum. Hele
Akkuyu’nun yeri hepten yanlış” dedi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder