20 Haziran 2021 04:18
Fotoğraf: Özer Akdemir I Evrensel
Geçenlerde açıklanan bir mahkeme kararı ve bu kararla ilgili hukukçuların yorumları aslında o kadar çok şeyi anlatıyordu ki. Gözünüzden kaçmıştır belki diye bu yazıda tekrar altını çizmek istedim.
Kararın beni hiç mi hiç şaşırtmadığını baştan söyleyeyim. Hukukçuları da şaşırtmadığını düşünüyorum. Mesele, olaylara bakış açısında ve politik duruşta düğümleniyor.
Yukarıda yazdıklarımı açacak olursam; geçtiğimiz hafta içerisinde İzmir Dikili yakınlarındaki Koza Şirketi tarafından işletilen Çukuralan Altın Madeninin 3. kapasite artışına verilen ÇED olumlu kararından bahsediyorum. Açılan davalarda iki bilirkişi raporunda da “Burada bu maden işletilemez. Doğaya, sulara, ormanlara çok büyük zararı olur” şeklindeki görüşe paralel mahkemelerin ÇED iptal kararlarına rağmen 2009/7 Genelgesi’ne dayanarak yeni ÇED izni verildi. 2009/7 genelgesi çıktığı günden bu yana şirketler için “AKP’nin lütfu” oldu.
MAYMUNCUK GİBİ GENELGE
Yıllarca süren, yoksul köylülerin, emekçi halkın üçer beşer kuruş toplayarak kıt olanakları ile açabildiği mahkemenin sonucu kazanılan dava sonuçlarının yok sayılarak şirketlere yargının iptal ettiği iznin yeniden verilmesi anlamına geliyor bu genelge. Çukuralan’a Bergama Belediyesinin dava açtığı yıllarda (Yerel seçimlerde AKP kazanınca belediyenin yaptığı ilk işlerden birisi davadan çekilmek oldu) avukatlığını yapan Serdar Sinan’ın deyimi ile “bir maymuncuk” gibi açamadığı kapı yok bu genelgenin!
Avukat Sinan’ın bu tanımının ardından söyledikleri ise çok daha çarpıcı bana göre; “Mevcut durumda bu genelge bir şekilde ortadan kaldırılmadıkça çevre davalarında alınan kararlar birer Pirus zaferi olmaktan öteye gidemiyor”.
HUKUK ÇEVREYİ KORUMUYOR
Yani yıllarca süren hukuk mücadeleleri, duruşmalar, keşifler, bilimsel raporlar vs. ile kazanılan mahkeme kararının bir anlamı olmadığını ortaya koyuyor bu cümle. Aslında bir anlamda Sisyphos mitindeki gibi onca emekle omuzlayarak dağın doruğuna çıkardığınız kayanın tam zirveye vardım derken tekrar dağın eteklerine yuvarlanması gibi bir şey olan biten.
Ekoloji mücadelesinde yıllarca hukuksal mücadelenin diğer mücadelelerin önünü açtığını, hatta bu mücadelelere meşruiyet kazandırdığını ile süren davanın bir başka avukatı Arif Ali Cangı da, Çukuralan’da kapasite artışı ÇED’i mahkemece iptal ettiğinde “Eğer bu karar da madeni kapatmazsa çevre hukukunun koruyuculuğu kalmamış demektir” demişti. Sonuçta, maden kapanmadı ve bir ay bile olmadan yeni ÇED izni aldı. Cangı’nın “eğer” dediği şey oldu yani!
Cangı, bu son ÇED iznini “Genelge Anayasa’yı yendi” sözleriyle yorumluyordu. Her iki hukukçu yine de hukuku adres göstererek bu genelge ile ilgili AİHM’de açılan davanın sonucunun çok önemli olduğunu, oradan gelecek olumlu bir kararın bu “ucube genelge”den kurtuluşu sağlayacağını ileri sürdüler.
MAHKEMEDEN MEDET UMMAK!
Bu görüşler “iki hukukçunun meslekleri gereği” ya da “Her olaya pozitif yaklaşma çabası” veya politik olarak “ekoloji mücadelesine liberal bakış” vb, ne şekilde yorumlanırsa yorumlansın içinden geçtiğimiz hukuksuzluk iklimine hâlâ güvenildiği, güvenilmek istendiğinin de bir göstergesi kanımca. Memlekette hukuk ve adalet adına tüm yaşanan olumsuzluklara, bırakın mahkeme kararlarını, AYM ve AİHM kararlarının bile uygulanmadığı onlarca örnek ortadayken hâlâ başka bir mahkemenin kararından medet ummanın kitlelere boş ümit vermekten öte bir anlamı olabilir mi?
Tıpkı, HDP İzmir İl Örgütüne yönelik saldırıda öldürülen Deniz Poyraz’la ilgili CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun akşam yayımladığı bir video ile “dürüst-vatansever savcıları” göreve çağırması gibi!
HSYK ve Adalet Bakanlığı eliyle tamamen siyasallaşan yargıdan hâlâ bir şey beklemek...
Videolu mesajla çağrı yapmak dışında “Aman sokağa çıkmayın” diye kitleleri olan biteni internetten izleyip, sosyal medya üzerinden harekete geçirmeye çalışmak...
Ülkenin kaderinin bir mafya liderinin ifşaatı, “cesur-namuslu” savcıların açacağı dava ile düzeleceğini umut etmek...
Ne diyeyim, bilemiyorum!
SONUCU BAŞTAN BELLİ OYUN OYNANIR MI?
“İyi de ne yapalım? Hukuktan tamamen vaz mı geçelim?” cümleleri gelir bu eleştirilerin ardından. Tıpkı, “Termik-nükleer yapmayalım da elektriksiz mi kalalım?” yaklaşımı gibi. Oysa kimsenin hukuktan vazgeçelim, elektriksiz oturalım dediği yok. Sonucun daha baştan belli olduğu bir oyunu oynamayı reddetmek, oyunun kurallarının değişmesi için mücadele etmek, denilen bu. Siyasi iktidara, çiğnediği Anayasa’ya var olan hukuk kurallarına uygun davranması için baskı oluşturmaktan bahsediyorum. Kıralım, dökelim, bağırıp, çağıralım anlamında bir baskı değil dediğimiz.
“Zor oyunu bozar” diyerek, halkın anayasal sağlıklı çevrede yaşama hakkı kapsamında meşru müdafaasının oluşması için çaba sarf etmek, bunu için de fiili direnişi örmeye çalışmak, tüm bunlar yapılırken hukuksal süreci de bu kitlesel direnişi desteklemek için sürdürmenin doğru yol, yöntem olduğunu düşünüyorum.
ÖRNEK BİR DİRENİŞİN GÜNCESİ: GERZE
Bunun nasıl olacağı, oyunun sonucunun değişip değişmediği, halkın nasıl mücadeleye katılacağı gibi bir sürü sorunun yanıtını bulabileceğiniz bir kitap daha yeni çıktı. Nota Bene Yayınlarından çıkan, Gerze direnişinin içinden bir ismin, Ferhan Hançer Öğretmen’in yazdığı, termik santral karşıtı direnişin anlatıldığı “Direniş Günlüğü” tüm bu aradığımız soruların yanıtlarını veriyor. Halkın kararlı direnişinin bir kenti, kentlinin kaderini, kadınlarını, gençlerini, hatta kedilerini ve arılarını (Polis mücadelesinde gazdan etkilenen kedinin adını direniş koymuşlardı Gerzeliler ve jandarmayla göğüs göğüse mücadele ederken arı kovanlarını bir direniş öznesi olarak kullanmışlardı) nasıl değiştirdiğini öğreniyoruz bu kitaptan. Arkasına iktidarın desteğini alan büyük sermaye gruplarının nasıl püskürtüldüğünü anlatan bu çok önemli çalışmayı “Hukukun kalmadığı yerde nasıl direnilir?” sorusunun yanıtı olarak okumak, okutmak gerekiyor.
https://www.evrensel.net/yazi/88949/hukukun-olmadigi-yerde-nasil-direnilir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder