30 Ekim 2021 Cumartesi

Glasgow’dan medet ummak! (Pazar yazıı)

 

30 Ekim 2021 23:05



Fotoğraf: Daniel/Flicker (CC BY 2.0)


Özer Akdemir


Tüm yazıları

Bugün İskoçya’nın Glasgow kentinde başlayacak olan 26. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (COP26) her geçen gün kendisini belli eden iklim krizine çözüm olabilecek mi? Bugüne kadar açıklanan bütün bilimsel raporlar dünya üzerindeki yaşamın “İnsan kaynaklı faaliyetler” nedeniyle meydana gelen iklim krizi yüzünden bir felakete doğru gittiğini gösteriyor. Artık bu krizin baş sorumlusu, G20 ülkelerinin bile (Küresel ısınmaya neden olan sera gazı emisyonlarının yüzde 80’i bu ülkeler tarafından salınıyor) “utangaçca” itiraf ettikleri üzere dünyaya egemen olan kapitalist sistemdir. Hal böyle iken ne kapitalistler tüm bilimsel verilere rağmen çözüme yönelik ciddi bir adım atıyor, ne de bu yönde çaba gösterdikleri algısına oynamaktan vazgeçiyorlar. Öte yandan çözümün bu sistem içindeki iyileştirmelerle, krize yol açanların (kapitalistler) sistemlerinde gerçekleştirecekleri reformlarla (Fosil yakıt yerine yenilenebilir enerji kullanımı gibi) yoluna gireceğini düşünen liberallerde de bu yönde bir umut eksikliği görünmüyor.

VERİLER KÖRKÜTÜK İYİMSERLİĞİ YOK EDİYOR

İklim krizi gerçeğinin artık bilimsel bir olgu olarak ortaya konup buna dönük uluslararası toplantıların başladığı yıllardan günümüze kadar yapılan onlarca ‘iklim zirvesi’nde kararlaştırılan programların hiçbir işe yaramadığını gösteren veriler de bu körkütük iyimserliği yok etmeye yetmiyor.

Mesela 1992 yılında Brezilya’nın Rio kentinde imzalanan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nde ortaya konan onca “iyi niyetli” taahhütlere rağmen 1990-2015 arasında yıllık emisyonlar azalmak bir yana iki katına çıktı! Bununla birlikte bugüne kadar yapılan tüm toplantılarda kritik eşik olarak ortaya konan 1.5 °C ısı artışı sınırının 10 yıl içinde aşılacağı Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) son raporunda açıklandı.

Dolayısıyla bundan önceki iklim toplantılarında olduğu gibi COP26 sonrasında da, ne karar alınırsa alınsın, iklim krizinin çözümü doğrultusunda iyimserliğe neden olabilecek bir sonuç çıkmayacağını söylemek ‘karamsar bir yorum’ olmayacaktır. Bu şimdiye kadar yapılan toplantı sonuçlarının ortaya koyduğu bir gerçeklik. Sorunun sistemin kendisinde olduğu gerçeğinden hareketle sistemde köklü bir değişim yaşanmadığı sürece sistem içi çözümlerin bir işe yaramadığına dair her geçen gün ortaya konan raporların gösterdiği şey tam da bu...

 

Fotoğraf: Daniel/Flicker (CC BY 2.0)

HANİ ÖNCEKİ ZİRVELERDE VERİLEN SÖZLER?

Sadece son 1 ay içerisinde iklim krizi ile ilgili yapılan birkaç raporun verilerine bakalım;

BM Çevre Programı (UNEP) tarafından hazırlanan 2021 üretim açığı raporu, hükümetlerin 2030 yılına gelindiğinde küresel ısınmayı 1.5°C ile sınırlandırmak için gereken fosil yakıt üretiminin iki katından fazlasını (yüzde 110) planladığını ortaya koyuyor. Bu, 2°C ısınma hedefindeki sınırın ise yüzde 45 üzerinde seyrediyor. Hani Paris İklim Anlaşması’nda ve önceki zirvelerde verilen sözler?

Climate Transparency’in G20 ülkelerinin iklim değişikliği ile mücadelesine dair değerlendirmelerin karşılaştırmalı olarak sunulduğu 2021 iklim şeffaflığı raporu sera gazı emisyonlarının kovid-19 salgını ile kısa bir düşüş döneminin ardından G20 genelinde yeniden yükselişe geçtiğini ortaya koyuyor. Hani emisyonu sıfırlama, karbon nötr taahhütleri?!

BİNDİĞİ DALI KESEN UCUBE SİSTEM

Avrupa-Akdeniz İklim Değişikliği Merkezinin (CMCC) yayımladığı yeni rapora göre, emisyonları azaltmak için acil olarak harekete geçilmediği sürece, dünyanın en zengin ekonomileri 30 yıl içinde kuraklık, yangınlar, sıcak hava dalgaları ve seller nedeniyle altüst olabilir. Bindiği dalı kesmekten kendini alamayan ucube bir sistem var karşımızda!

The Lancet’in 2021 Lancet sağlık ve iklim değişikliği geri sayımı raporuna hızlı karbonsuzlaştırma, her yıl meydana gelen hava kirliliğinden kaynaklanan 3.3 milyon ölümün çoğunu önleyebilir.

Nature bünyesindeki Scientific Reports dergisinde yayımlanan bir başka araştırmaya göre, küresel sıcaklık artışını 2°C ile sınırlamak, yılda 4.1 milyon insanı sıcak hava dalgalarından ölmekten kurtarabilir. Yüz binlerce insanın ve sayısı dahi bilinmeyen milyonlarca canlının katili belli yani!

Bütün bu verilere rağmen yeşilci, çevreci, liberal kesim COP26 toplantısını öne çıkarma, buradan olumlu sonuçlar çıkacağını umma, bu “olumlu” sonuçların çıkması için hükümetlere baskı yapma niyetiyle toplantı öncesi kamuoyu baskısını arttırmak için alternatif iklim zirvesi gibi çağrılar, çalışmalar yapmaktalar.

Elbette COP26 toplantısı öncesi yapılan bu çalışmaları, bu çabaları küçümsemek değil amacımız. Elbette ki iklim krizinin sorumlularına oluşturacakları yeni iklim politikaları öncesi baskı yapmak ve bunları teşhir etmek son derece önemli. Ancak, bu toplantıdan iklim krizinin çözümüne dönük radikal bir sonuç beklemek ve kağıt üzerinde yazılacak bu politika değişikliklerini olumlayarak insanları sisteme yedekleme çabası içinde olmak (Bilerek ya da bilmeyerek) dünyadaki yaşama yapılacak en büyük kötülüklerden birisidir.

SUUDİ ARABİSTAN NEDEN ALKIŞLANDI?

Öte yandan kapitalist sistem de algıya oynama ve insanları bu algı doğrultusunda yönlendirmek için her dümene başvuruyor. Sadece bir örnek; geçenlerde gazetelerde alkışlarla karşılanan yorumlar eşliğinde Suudi Arabistan’ın 2060 yılında karbon nötr olacağına yönelik açıklaması yer buldu. Oysa Suudi Arabistan’daki petrol rezervlerinin toplam ömrüne zaten 40 yıl biçiliyor. Yani Suudilerin bu durumu “Petrolü son damlasına kadar çıkaracağız” demek yerine “Petrol bittikten sonra karbon nötr olacağız” şeklinde söylemleri alkışlanan!..

Yazıyı uzatmamak için özetle, COP26 İklim Zirvesi de diğer iklim toplantıları gibi iklim krizine yol açan kapitalist ülkelerin kamuoyunun gözünü boyama, oyalama ve kendilerinden asla ümit kesmemeye yeminli liberallerin eline oyalanacakları yeni oyuncaklar verme çabasından başka birşey değil.

Ekoloji mücadelesi antikapitalist bir zemine oturmadıkça, bunun gereği olarak kapitalist restorasyoncu, yeşil yeni düzenci, yeşil mutabakatçı, reformcu politik çizgi ile arasına sınır çekmedikçe doğanın ve emeğin sürdürülebilir sömürüsüne hizmet eden bir gaz alma mekanizması olma tehdidi ile karşı karşıyadır.

https://www.evrensel.net/yazi/89732/glasgowdan-medet-ummak

"İklim acil durumu, gazetecilik acil durumu"... (RSF Bildirisi)



İskoçya'nın Glasgow kentinde 1 Kasım'da başlayacak olan Birleşmiş Milletler COP26 iklim değişikliği konferansının arifesinde, Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) ve 34 farklı milletten 60'tan fazla çevre gazetecisi haber yapma hakkına saygı gösterilmesi çağrısında bulunuyor.

Dünyanın her yerinden ve her tür medyadan gelen ve her türlü geçmişe ve siyasi görüşe sahip olan bu gazeteciler, RSF'ye "İklim acil durumu, gazetecilik acil durumu" başlıklı bir çağrıyı imzalamak için katıldılar.

Gazeteciler hükümetlerden, bu konular hakkında bilgi edinme hakkının, sağlıklı bir çevre ve sağlık hakkının doğasında bulunduğunu resmi olarak kabul etmelerini istiyorlar.

Bildiriyi imzalayan gazeteciler arasında Madagaskar merkezli 2020 Pulitzer Ödülü sahibi Gaëlle Borgia, gıda endüstrisi uzmanı Fransa'dan Morgan Large, 2002'de Sakharov Ödülü'ne layık görülen RSF Basın Özgürlüğü ödüllü Grigory Pasko, Hindistan'dan Soulik Dutta,  çevre suçlarını araştıran Güney Afrikalı Khadija Sharife ve DRC'de çalışan Lucien Kosha, bianet'ten Tansu Pişkin ve Pınar Tarcan var. 

21 çevre gazetecisi öldürüldü

Bildiri, çevresel konuları haberleştirme hakkının 1992'de Rio de Janeiro'daki BM Dünya Zirvesi gibi erken bir tarihte bir ilke olarak tesis edilmiş olmasına rağmen, bu hakka hâlâ saygı gösterilmediğine işaret ediyor.

Dünyanın bazı bölgelerinde çevre sorunlarının ele alınmasıyla bağlantılı tehlikeler nedeniyle son 20 yılda bu konuları araştıran en az 21 gazeteci öldürüldü.

RSF ve çağrıyı imzalayan gazeteciler aynı zamanda uluslararası hukukun somut bir şekilde uygulanması çağrısında bulunuyor. 

TIKLAYIN - İklim Zirvesi başlıyor: Neden kritik?

Bildiri metni: 

İklim acil durumu, gazetecilik acil durumu

Çevre sorunlarını aktarma hakkının uygulanması artık hayati önem taşıyor. 

Tüm kıtalardaki çevre ve iklim konularında uzmanlaşmış gazeteciler ve Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) olarak, 1 Kasım'da Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi'nin 26. Taraflar Konferansı'na (COP26) katılan tüm ülkelere ciddi bir çağrıda bulunuyoruz.

1992'de Rio de Janeiro'daki BM "Dünya Zirvesi"nde yayınlanan bildirgenin 10. ilkesine göre, "her birey, kamu makamlarının elinde bulunan çevre ile ilgili bilgilere erişim hakkına sahip olacaktır."

Otuz yıl sonra hala, bu ilke ne yazık ki somut bir gerçeklik haline gelmedi.

Pek çok ülkede, çevre ve onu etkileyen kamu politikaları hakkında bilgi ve bilimsel veri elde etmek, bu tür bilgiler her ne kadar büyük ölçüde kamu yararına olsa dahali, imkansız değilse de son derece zor.

Ayrıca birçok tesise ve/veya bölgeye erişimimiz sistematik olarak engellenmekte. Bazılarımız da keyfi yargı süreçlerine tabi tutuluyor ve soğukkanlılıkla öldürülmedikleri zamanda da tehditlerin, gözdağının ve hatta fiziksel saldırıların hedefi oluyoruz.

Son on yılda dünya çapında en az 21 gazeteci arkadaşımız yasadışı madencilik, ormansızlaşma, arazi gaspları ve endüstriyel kirlilik gibi hassas konuları araştırdıkları için öldürüldü.

Yaklaşık 30 gazeteci de tutuklandı. Bu ihlallerin yüzde yetmiş beşi, 2015 yılının sonlarında Paris Anlaşması'nın imzalanmasından bu yana gerçekleşti. Savunduğumuz çevre ve iklim gibi, durumumuz da tehlikeli bir şekilde kötüye gidiyor.

Bugün, tüm insanlık için hayati önem taşıyan bu konularda bilgi verme hakkımızı kısıtlayan engelleri kınıyoruz.

Hükümetlerin, çevreyi savunmada ve iklim değişikliğiyle mücadelede medyanın oynadığı rolü dikkate alması acil bir ihtiyaçtır.

Araştırmacı haberlerimiz, paylaştığımız gezegene yönelik artan tehditlere dikkat çekiyor ve ilgili aktörleri davranışlarını değiştirmeye ikna etmeye yardımcı oluyor.

Doğru bir şekilde bilgilendirildiğinde, halk da insanlık tarihinde eşi benzeri olmayan iklim tehdidiyle daha iyi mücadele edebilir. Ve bu sayede hükümetler sorumluluklarını daha iyi üstlenebilirler.

Hükümetlerden, bilgi edinme hakkının sağlıklı bir çevre ve sağlık hakkının doğasında bulunduğunu resmi olarak kabul etmelerini istiyoruz.

En savunmasız olanlarımıza yönelik artan tehditleri sona erdirmek için, gazetecilerin korunmasına ilişkin uluslararası hukukun somut bir şekilde uygulanması için de çağrıda bulunuyoruz.

2015'te kabul edilen BM Güvenlik Konseyi'nin 2222 sayılı Kararı uyarınca, hükümetleri yargı sistemlerine gazetecilere karşı şiddet suçlarının cezasız kalmasıyla mücadele etmeye çağırıyoruz.

Bir şeffaflık şartı, hükümetler ve özel sektör için de geçerli olmalı. Ortak çıkar, ekonomik ve egemen çıkarlardan üstün olmalıdır.

Sadece bir gezegenimiz var. Tehdit veya engelleme olmaksızın bilgi sağlama hakkımızı kullanabilmemizi sağlamak için herkesin üzerine düşeni yapması çok önemli.

İmzacılar: 

1 Özer AKDEMİR, Türkiye

2 Arlis ALIKAJ, Arnavutluk

3 Melis ALPHAN, Türkiye

4 Enkhzaya BAASANJAV, Moğolistan

5 Nathalie BERTRAMS, Almanya

6 Gaëlle BORGIA, Madagaskar

7 Martin BOUDOT, Fransa

8 Kátia BREZİLYA, Brezilya

9 Eliane BRUM, Brezilya

10 Marcelo CANELLAS, Brezilya

11 Andrei CIURCANU, Romanya

12 Lilia CURCHI, Moldova

13 Angelina DAVYDOVA, Rusya

14 Sheila DEBONIS, Amerika Birleşik Devletleri

15 Vanina DELMAS, Fransa

16 Soumik DUTTA, Hindistan

17 Thomas FISCHERMANN, Almanya

18 Emmanuel GAGNIER, Fransa

19 Atokhon GANIEV, Tacikistan

20 Ingrid GERCAMA, Hollanda

21 John GROBLER, Namibya

22 Amina JABLOUN, Tunus

23 Burcu KARAKAŞ, Türkiye

24 Guido KOPPES, Hollanda

25 Lucien KOSHA, Demokratik Kongo Cumhuriyeti

26 Margaux LACROUX, Fransa

27 Morgan BÜYÜK, Fransa

28 Nelly LUNA, Peru

29 Lazaro MABUNDA, Mozambik

30 Fiona MACLEOD, Güney Afrika

31 Konstantina MALTEPIOTI, Yunanistan

32 Eduardo MILITAO, Brezilya

33 Sayana MONGUSH, Rusya

34 Gela MTIVLISHVILI, Gürcistan

35 Zuza NAZARUK, Hollanda

36 Alex NEDEA, Romanya

37 Vadim NEE, Kazakistan

38 Alexandre NHAMPOSSA, Mozambik

39 Mariam NIKURADZE, Gürcistan

40 Anne Sophie ROMAN, Fransa

41 Elena NOVIKOVA, Kazakistan

42 Hazal OCAK, Türkiye

43 Marie PARVEX, İsviçre

44 Grigory PASKO, Rusya (sürgün)

45 Anastasia PAVLENKO, Özbekistan

46 Tansu PİŞKIN, Türkiye

47 Guillaume PITRON, Fransa

48 David QUINTANA, Nikaragua

49 Anna Bianca ROACH, Amerika Birleşik Devletleri

50 Sofya RUSOVA, Rusya

51 Leonardo SAKAMOTO, Brezilya

52 Hélène SERVEL, Fransa

53 Khadija SHARIFE, Güney Afrika

54 Khaled SULAIMAN, Kanada/Irak

55 Pınar TARCAN, Türkiye

56 André TRIGUEIRO, Brezilya

57 Tomasz ULANOWSKI, Polonya

58 Estacio VALOI, Mozambik

59 Jonathan WATT, Birleşik Krallık

60 Tehmine YENOQYAN, Ermenistan

61 Ning YEN, Tayvan

62 AFAQ ÇEVRE DERGİSİ - MAAN GELİŞTİRME MERKEZİ, Filistin personeli

63 REPORTERRE personeli, Fransa. 

(PT) 

 

 

28 Ekim 2021 Perşembe

Marmarislileri sevindiren mahkeme kararı: ÇED yapmadan liman genişletilemez

 



Muğla Marmaris'te MUÇEV tarafından yapılmakta olan yat limanı için Valilik tarafından verilen ÇED gerekli değildir kararının yürütmesi durduruldu.

 

Fotoğraf: Marmaris Kent Konseyi Çevre Grubu

Özer AKDEMİR

Muğla’nın Marmaris ilçesindeki Karacasöğüt Mahallesi’nde MUÇEV tarafından yapılmakta olan yat limanı için Valilik tarafından verilen ÇED gerekli değildir kararının yürütmesi durduruldu. Mahkeme bilirkişi raporuna dayandırdığı kararında oybirliği ile projenin ÇED sürecine tabii olması gerektiğinin altını çizerek, mahkeme sonuçlanıncaya kadar telafisi mümkün olmayan zararları önlemek amacıyla ,ÇED gerekli değildir kararının yürütmesinin durdurulması gerektiğine hükmetti.

VALİLİK MUÇEV'E KIYAK YAPMIŞTI!

Marmaris Karacasöğüt Limanı’ndaki iskelenin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı kontrolünde kurulan özel bir şirket (MUÇEV) tarafından işletmeğe verilmek üzere 60 yat bağlama kapasitesine sahip olan iskelenin 187 tekne-yat yanaşma yeri kapasiteli ‘‘Yat Yanaşma Yeri Kapasite Artırımı” şeklinde büyütülmesi projesine Muğla Valiliği tarafından verilen ‘’ÇED gerekli değildir ‘’ kararı verilmişti. Yöre halkının tepki gösterdiği projenin bölgenin turizm ve tarım açısından ciddi sıkıntılara sebep olacağını ileri sürülerek ÇED Gerekli Değildir kararına karşı Marmaris Belediyesi tarafından Eylül 2020 tarihinde dava açılmıştı. Dava sürecinde 28 Mayıs 2021 tarihinde Karacasöğüt iskelesinde  keşif ve bilirkişi incelemesi yapılırken, bilirkişi raporları projenin ÇED kapsamında olması gerektiği doğrultusunda çıkmıştı.

MAHKEME SONUÇLANINCAYA KADAR YÜRÜTME DURDURULDU

Marmaris Belediyesi dava açtıkları proje için kendilerine inşaat ruhsatı için başvuran MUÇEV'e "yasa gereği" izin vermek durumunda kaldıklarını ileri sürmüştü. Açılan davanın 13 ekim 2021 tarihli duruşmasında mahkeme heyeti bilirkişi raporuna göre yat iskelesi olarak değerlendirilmesi gereken  projenin ÇED sürecine tabi olması gerektiği düşünüldüğünden, mahkeme sonuçlanıncaya kadar telafisi mümkün olmayan zararları önlemek amacıyla, ÇED gerekli değildir kararının yürütmesinin durdurulmasına karar verdi. Mahkeme heyeti kararında itiraz yolunu da kapattı. Mahkeme kararının ardından bölgedeki çalışmaların durdurulması için yöre halkı ve Marmaris Belediyesi zabıtası, Karacasöğüt limanına gittiler.  

ÇED SÜREÇLERİNE YEREL İDARE VE HALKIN KATILIMININ ÖNÜ AÇILDI

Mahkeme kararın ile ilgili değerlendirmelerde bulunan Kent Konseyi gönüllü avukatı Arzu Alper, "Karacasöğüt için çok önemli bir karar. Karacasöğüt limanının ekolojik olarak Gökova Özel Çevre Koruma statüsünde korunması için verilen mücadele açısından da çok olumlu zafer olarak görüyorum. En başından beri öne sürdüğümüz gerekçelerin ne kadar haklı olduğu mahkeme kararıyla da onaylanmış oldu. Bu kararla birlikte telafisi mümkün olmayan yıkımların durdurulması ve ÇED süreçlerine yerel idare ve halkın dahil olmasının önünün açılması sağlanmıştır. Muğla gibi Türkiye için turistik ve doğal değer taşıyan illerde yapılan yatırımlarda da zarar oluşmadan yürütmeği durdurma kararı alınmasının  önemli değeri var “ dedi.

https://www.evrensel.net/haber/446369/marmarislileri-sevindiren-mahkeme-karari-ced-yapmadan-liman-genisletilemez

26 Ekim 2021 Salı

Kartal Dağı'nı korumak için köylüler kararlı

 



Tire Kartal Dağı'nda mermer ocağı için yapılmak istenen ÇED toplantısını yaptırmayan köylüler, yaşam alanlarına sahip çıkacaklarını söyleyerek, “Kartal’da maden ocağı istemiyoruz” dedi.

 

Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel


İzmir'in Tire ilçesi Büyükkale ve Küçükkale köyleri yakınındaki Kartal Dağı'nda işletilmek istenen mermer ocağı ile ilgili ÇED toplantısını köylüler ve çevre örgütleri yaptırmadı.

Kaçakkale, Büykükale, Üzümyer, Mehmetler köylüleri, Ödemiş, Tire, Aydın ve İzmir'den ekoloji örgütleri, Eğitim Sen Dağcılık ve yürüyüş grupları, İzmir Baro Başkanı Özkan Yücel, Koza Der, AYEP, ÇİYAP, Efe Dağcılık, Tire Doğa Sporları, EGEÇEP de eyleme katıldı.

“MADEN OCAĞI İSTEMİYORUZ”

Küçükkale köy meydanında toplanan köylüler ve çevre örgütleri, “Havama, suyuma, toprağıma dokunma” ve “Direne direne kazanacağız” sloganları attı.

“Çevreyi hor gören, geleceği zor görür”, “Burası bizimdir maden zehirdir”, “Kartalda maden istemiyoruz”, “Kartalıma dokunma sabrımızı taşırma”, “Menderes havzası Efe yuvası” yazılı dövizler taşındı.

Madenin Kartal Dağı’na, ormana, Küçük Menderes’e tarım ve hayvancılığa zarar vereceğini dile getiren köylüler, maden ocağını kesinlikle istemediklerini ve buna karşı mücadele edeceklerini söyledi.


“DOĞA RANTA KURBAN EDİLEMEZ”

Tire Belediye Başkan Yardımcısı, Eylül 2021’de ormanlara giriş çıkışın yasak olduğu dönemde madende inceleme yapıldığını söyleyerek, “Bakanlığa sunulan bu dosya sahtedir. Bu sahte beyanlara yapılacak toplantı hiç başlamadan iptal edilmelidir” dedi. İzmir Baro Başkanı Özkan Yücel, “3-5 kişinin çıkarı için doğa katlediyor. Doğa ranta kurban edilemez” dedi.

 

Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

“DİRENİŞ ATEŞİNİ YAKIYORUZ”

Kartaldağı Koruma Platformu Sözcüsü Zeynel Aydın ise, “Biz sizin dosyalarınızdaki süslü lafları bilmeyiz, biz doğayı biliriz. Başımıza musallat oldunuz, sizi istemiyoruz. Direniş ateşini bugün burada yakıyoruz. 20 kişi istihdam edilecek diye bu dağları katlettirmeyeceğiz. Yanımızdaki maden ocağı 10 yıldır bölgeyi mahvediyor zaten. Buradaki madeni defalarca şikayet ettik. Hiçbir sonuç çıkmadı” diyerek yeni bir maden ocağının açılmasına izin vermeyeceklerini söyledi.

ÇİYAP’tan Ahmet Uslu da Çine’deki maden ocaklarının açtığı sağlık sorunlarını anlatarak, “Madenler nedeniyle binlerce kişi silikozis hastası oldu. Ormanlar parçalandı. Tarım, su yok oldu. İnsanlar Çine’yi terk ediyor. Burada maden işletilirse siz de terk etmek zorunda kalacaksınız” diye konuştu.

HEYET ÇAYINI İÇİP GİTTİ

Halkın dışarıda eylemi devam ederken, bakanlık ve şirket yetkilileri ÇED toplantısının yapılamadığına dair tutanak tuttu. Valilik yetkilileri hazırladığı tutanağı imzalarken, köylüler ve çevre örgütleri Tire Belediyesi’nin alternatif olarak hazırladığı tutanağı imzaladı.

“SADECE PARAYI TANIYORSUNUZ”

Köylülerden Serdar Şen, “Benim yaşam alanıma müdahale etmeye utanmıyor musunuz? Yaptığınız anayasaya aykırı. Anayasayı nasıl çiğneyeceğinizi mi anlatmaya geldiniz. Bu bilgilendirme değil dayatma, sadece parayı tanıyorsunuz. Akşam çocuğunuzun yüzüne nasıl bakacaksınız?” diyerek tepki gösterdi. (İzmir/EVRENSEL

 https://www.evrensel.net/haber/446150/kartal-dagini-korumak-icin-koyluler-kararli

25 Ekim 2021 Pazartesi

Kum ocakları Burunören’in nefesini kesiyor

 




25 Ekim 2021 23:22


Kayseri Sarıoğlan ilçesi Burunören köyünün adeta içinde, “ÇED gerekli değildir” kararıyla 4 ayrı ruhsat sahasında 3 farklı şirket tarafından kum ocakları işletiliyor. Köylüler kum ocaklarını istemiyor

 

Kayseri Burunören köyü | Fotoğraf: Mahmut Graf Doğan

Özer AKDEMİR
İzmir

Kızılırmak kenarındaki Burunören köyünde 17 yıldır işletilen kum ocaklarının yörede tarımı ve hayvancılığı bitirdiğini dile getiren köylüler, çevrenin yanı sıra sağlıklarının da artık iyice bozulduğunu ifade ediyor.

"KUM OCAĞI KÖYÜN YAKININDA DEĞİL, İÇİNDE"

Burunören Köyü Çevre ve Doğayı Koruma Derneği Başkanı Mahmut Graf Doğan, 2004 yılından bu yana faaliyet gösteren kum ocaklarına “ÇED gerekli değildir” raporu verildiğini belirterek, “Kum ocağının köyümüze uzaklığı yok desek doğru olur. Çünkü köyün içinde sayılır. Benim evim de dahil olmak üzere diğer köylülerimizin evlerine ve köyümüze sınır bir konumda” dedi.

Irmaktan alınan kumdan dolayı Kızılırmak’ın su seviyesinin 8 ila 10 metre düştüğünü belirten Doğan, “Su seviyesi düştüğü için yer altı suları çekildi. Başta ağaçlar olmak üzere bütün bitki örtüsü kurudu, yok oldu. Yaşamlarını çiftçilik ve hayvancılık ile kazanan köylülerimiz tek gelir kaynaklarını bırakmak zorunda kaldı. Hepsi mağdur oldu” dedi.

 

Kayseri Burunören köyü | Fotoğraf: Mahmut Graf Doğan

TOZDAN KAPI VE PENCERELERİMİZİ AÇAMIYORUZ

Toprak yoldan gelip giden kum kamyonlarının kaldırdığı tozun, rüzgarlarla köyün, bahçelerin ve tarım arazilerinin üzerine yağdığını belirten Doğan, “Kapımızın önünde oturmak tozdan ve kum ocağı eleğinin sesinden, kepçe sesinden, kamyonların motor gürültüsünden mümkün olmuyor. Evlerimizde kapımızı, penceremizi açamıyoruz, çünkü bütün toz evlerimizin içine giriyor. İnsanlarımız astım hastası oldular, nefes darlığı çeken hastalarımız her gün artıyor” dedi.

DAVALAR AÇARAK MÜCADELE ETMEYE ÇALIŞIYORUZ

Kum ocaklarına karşı kendisinin 2.5 yıl önce açtığı davaya zamanla yirmiye yakın köylünün de davacı ve müdahil olarak katıldıklarının altını çizen Doğan, kum ocaklarına karşı devam eden hukuki süreci şöyle anlattı; “Kum ocağına karşı 2 ayrı ruhsat iptali istemi ile dava açıldı. Bu davaların birisini Köy Muhtarı’mız Eren Özel açarken, diğerini açan köylümüz mahkeme keşfine bir hafta kala kum ocağı şirketiyle anlaşarak davadan feragat etti. Şu anda eşim Sandra Graf Doğan ve ben kum ocağına karşı yeni beş dava açma aşamasındayız. Bu davaya köyümüzden 12 kişi de müdahil oldu”.

 

Fotoğraf, Mahmut Graf Doğan'ın kişisel arşivi

MUHTARA ÖNCE RÜŞVET TEKLİFİ SONRA TEHDİT İDDİASI

Kum ocağı şirket sahiplerinin Köy Muhtarı Eren Özel’e davadan çekilmesi karşılığında Kayseri’de istediği bir daireyi vermeyi teklif ettiklerini ileri süren Doğan, “Muhtarımız Eren Özel’in onlara cevabı ‘Biz size istediğiniz parayı verelim köyden gidin’ oldu. İlerleyen zamanlarda da hem muhtarımızı hem de beni tehdit ettiler. Muhtarımız ve ben gerekli mercilere şikayetlerde bulunduk, dava açıldı” dedi.

Kum ocağına karşı 23 Temmuz 2021’de “Burunören direniyor” adı altında bir halk dayanışması etkinliği organize edildiğini belirten Doğan, etkinliğe birçok gazeteci, yazar, sanatçı ve siyasetçinin katıldığını ve destek verdiğini söyledi.

"541 YILLIK ŞAHRUH KÖPRÜSÜ’NÜN AYAKLARI BOŞA ÇIKTI"

Kızılırmak'tan alınan kum yüzünden Karaözü ile Üzerlik köyleri arasında 4-5 km uzunluğunda 8 ila 10 metre derinliğinde bir çukur oluştuğunu aktaran Doğan şunları söyledi; “541 yıllık tarihi Şahruh Köprüsü yıkılma ile yüz yüze. Çünkü ırmakta oluşan 4-5 km’lik çukuru Şahruh Köprüsü’nün ayakları altından aldıkları kumla doldurmaya çalışıyorlar. Şahruh Köprüsü yıkılmasın diye UNESCO tarihi köprünün 600 metre altına yeni bir köprü inşa etti ancak, yeni köprünün ayakları da açılmış durumda”. Kum ocağına karşı Köy Muhtarı Eren Özel tarafından Kayseri İdare Mahkemesine açılan dava dilekçesinde kum ocaklarının yörede çevre, tarım, hayvancılık, sağlık ve kültür varlıkları üzerinde yarattığı sorunlara dikkat çekilerek; “Kızılırmak Deltası’nda yaşayan tüm canlılar ve 541 yaşındaki tarihi Şahruh Köprüsü adına mahkemenize sığındık. Zira güçlü idareye kendimizi, tarihi köprüyü ve diğer canlıları ifade edemiyoruz” denildi.

KÖYLÜLERİN KUM OCAKLARI NEDENİYLE YAŞADIĞI SORUNLARDAN BAZILARI

Kayseri İdare Mahkemesine açılan dava dilekçesinde kum ocakları nedeniyle yaşanan olumsuzluklar şöyle sıralandı:

Köylüler bırakın açık havada yürümeyi, evin içinde dahi nefes alamaz hale gelmiştir. Köy halkı evlerinin pencerelerini açamamaktadır.

Doğa tahribatının tamamen silinmesi on yıllar alacaktır. Yüzyıllar boyunca var olan bu yerleşim yerindeki toplumsal hayat bütünüyle durma noktasına gelmiştir.

Haftanın her günü ve saati süren çalışmalar nedeniyle köyün tamamı tozla kaplanmaktadır. Kronik olarak nefes almada güçlük çeken birçok kişinin sağlık sorunları ilerlemiştir.

Tarım arazilerinin önemli bir kısmı kullanılamaz hale gelmiştir. Kum ocakları tarafından işgal edilen köyün merası da işlerliğini yitirmiştir. Büyükbaş ve küçükbaş hayvan sayıları iyice azalmış, bitme noktasına gelmiştir.

Sessizliği ve sakinliği anlatırken kullandığımız ‘köy hayatı’ tabirini burada yaşayanlar için kullanmamız mümkün değildir. Hiç durmadan çalışan makine ve araçlar nedeniyle gürültü köyün en önemli konularından birisi haline gelmiştir.

https://www.evrensel.net/haber/446104/kum-ocaklari-burunorenin-nefesini-kesiyor

Kayseri'de Burunören halkı kum ocağı istemiyor

 

 

Küçükkale köylüleri madencilerin köye girişini yasakladı

 

 25 Ekim 2021 10:12




Tire Kartal Dağı'nda mermer ocağı için yapılmak istenen ÇED toplantısı öncesi köylüler köyün girişine "madenciler giremez" pankartı astı.

 

Fotoğraf: Kartal Dağı Koruma Platformu

Özer AKDEMİR
İzmir

İzmir Tire ilçesi Büyükkale ve Küçükkale köyleri yakınındaki Kartal Dağı'nda işletilmek istenen mermer ocağı ile ilgili ÇED toplantısı öncesi köylüler "köye madencilerin girmesi yasaktır" pankartı astılar.

Küçükkale köyünde 26 Ekim Salı yapılması planlanan ÇED halkın katılımı toplantısı öncesi köylüler maden ocağına karşı mücadeleye destek çağrısı yaptılar.

VALİLİK 'ÇED GEREKSİZDİR' KARARINI İPTAL ETMİŞTİ

Kartal Dağı Koruma Platformu Sözcüsü Zeynel Aydın bölgenin içme suyunun geldiği, Küçük Menderes yöresinin tarımı ve hayvancılığının can damarı sayılan Kartal Dağı'nda tamamı ormanlık bir bölgede işletilmek istenen mermer ocağının geçtiğimiz yıl gündeme getirildiğini belirterek, "Önceki proje de madenci şirket ÇED'den kaçmak için 24,9 ha'lık bir alanı proje sahası olarak göstermişti. Tepkilerin ardından İzmir Valiliği "ÇED gereklidir" kararı vererek topu Bakanlığa attı. Proje bakanlığa gidince 24,9 ha alanı 106 hektara çıkarttılar. Ruhsat sahasını da yaklaşık 200 ha'a genişlettiler" dedi.

DAĞIN GÜNEY YAMACI TAMAMEN MADEN SAHASI GÖRÜNÜYOR

Mermer ocağının İzmir Aydın otobanındaki Selatin Tüneli’nden başlayarak Kartal Dağı’nın bütün yamacını kapsadığını belirten Aydın "Zaten bu tünelin solunda bir maden var. Bu madenin bitiği yerden başlıyor yeni proje ve dağın güney yamacı yani ovaya bakan bütün yamacı, Küçükkale, Üzümler, Büyükkale'yi içine alıyor, Akyurt'un sırtına kadar gidiyor. Bu sahanın tamamı ormanlık bir alan" dedi.

Sahada bulunan sandal ağaçlarının OGM tarafından ağaç sınıfına sokulmadığını, makilik olarak tarif edildiğini kaydeden Aydın, "Bu bölge sandal ağacıyla dolu ve sandal ağacı da doğal türlerin besin zincirini oluşturuyor. Ama kimse buna dikkat etmiyor" diye konuştu.

Kartal Dağı

Fotoğraf: Zeynel Aydın

BÖLGEDE ORMANLIK ALANIN İÇİNDE BİRÇOK KÜLTÜR VARLIĞI VAR

Bölgede maden işletmesi için iki ayrı ÇED dosyası olduğunu ifade eden Aydın şu bilgileri verdi: "Birinci ÇED dosyasında yani Küçükkale tarafındaki dosyada orman alanı içerisinde dağınık olarak bulunan kültür varlıkları var. Bunlar müze tarafından tespit edildi. Anıtlar Kurulundan geldiler, incelediler ancak bir karar çıkmadı henüz. Tescil etmeleri lazım, çünkü yapılar orada çok bariz bir şekilde belli. Alan 60 hektarlık alan içerisinde sınırlı bir alan. Etrafında başkaca kültür varlıklarının olabileceğini düşünerek yüzeyin araştırılmasını istiyoruz ama maalesef kimse buna bakmıyor.”

KARTAL DAĞI MADENCİLERE TESLİM EDİLEMEYECEK KADAR DEĞERLİ

Bölgedeki ikinci ÇED dosyasında da ormanlık alanda kültür varlıkları olma olasılığının yüksekliğine dikkat çeken Aydın, "Büyükkale dediğiniz zaman 2000 yıl öncesinden yerleşim alanı burası. 2000 yıl önceki tepelerin stratejik önemini düşünürseniz tepelerin boş olması mümkün değil. Tepelerin en üstünde zaten askeri üs niteliğinde bir alan var ki iki hafta önce anıtlar kurulundan burasını tescil için geldiler. Ayrıca dağın Aydın tarafına bakan yüzünde, yani tepenin hemen güneyinde 110 dönümlük bir kilise alanını Aydın Anıtlar Kurulu tescil etti. Yani dağ her taraftan boş değil. Ancak incelenip tespit edilmesi gerekiyor. Yani buralar hem doğal örtüsü hem de kültür varlıkları itibariyle maden ocaklarına teslim edilecek kadar değeriz değil" dedi.

https://www.evrensel.net/haber/446066/kucukkale-koyluleri-madencilerin-koye-girisini-yasakladi

23 Ekim 2021 Cumartesi

Çepeçevre Yaşam Seçki_AYEP

 

Aydın Ekoloji ve Yaşam Platformu (AYEP) kuruluş etkinliğinde gösterilen Çepeçevre Yaşam seçkisi.

Dağları madenler, ovası jeotermal santralleri, suları sanayi kuruluşları tarafından kirletilen Aydın'da ki ekoloji mücadelesinin son 10 yılından kesitler...

Siyanür sızıntısını ortaya çıkardı, sözleşmesi feshedildi (Pazar yazısı)

 

23 Ekim 2021 23:41

 


Fotoğraf: Av. Nefne Atik

 

Dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi ülkemizde de altın işletmeciliği süreçleri hukuksuzluğun, sermaye-şirket iş birliklerinin, rüşvet ve kayırmacılık iddialarının, maden karşıtı mücadelelere yapılan baskı ve zorbalığın örnekleri ile doludur. Bergama’da işletilen altın madeni sürecinin tek başına incelenmesinden bile yukarıda yazılanları doğrulayacak onlarca örnek çıkarılabilir.

Uzun uğraşlar, aylarca süren davalar, bilirkişi raporları sonrası altın madenleri ile ilgili “Siyanürle yapılacak altın madenciliğinde kamu yararı yoktur” denilen kesinleşmiş yargı kararının bir gecede Bakanlar Kurulu prensip kararı ile yok sayılması hukukun nasıl çiğnendiğinin örneklerinden birisidir. Maden Kanunu’nda şirketler lehine yapılan onlarca değişikliği de bu hukuksuzluk süreçlerine ekleyebiliriz.

AKP hükümetleri sürecinde bu doğa talanı hız kesmeden devam etti. Yerli, yabancı sermayenin doğayı rahatça yağmalaması için ülke adaletten, hukuktan ‘arındırıldı’!

ULUSLARARASI ANALİZ ŞİRKETİNİN SÖZLEŞMESİ SONLANDIRILDI MI?

Geçtiğimiz aylarda Orta Anadolu’da, Kayseri Develi yakınlarında Kanadalı Centerra Gold - Öksüt şirketi tarafından işletilen altın madeni ile ilgili yaptığımız birkaç haber bile bu emperyalist sömürü sürecinin tüm hızıyla sürdüğünü, doğa talanının yanı sıra bu maden işletmelerinde emek sömürüsü ve işçi sağlığının da hiçe sayıldığını ortaya koyuyor. Yapılan kimyasal maden işletmeciliği nedeniyle kanlarında kurşun çıkan işçiler, maaşlarını alamadıkları için günlerce eylemler, yürüyüşler yapmışlardı. Yine madenin toprağa siyanür sızdırdığına dair ihbar mektupları ve sızıntıyı kanıtlayan analiz sonuçlarını da haberlerimizde işlemiştik.

Şimdi gelen yeni bilgilere göre bizim “ihbar mektubu” yazımızın ardından Centerra Gold Öksüt Madencilik, madende analizleri yapan uluslararası Bureau Veritas Şirketi ile olan sözleşmesini Ocak 2022 tarihi itibarıyla sonlandırmaya karar vermiş. Hem de üzerine 1.4 milyon dolar vererek! 


ŞİRKET KENDİ KENDİNİ DENETLEMEK İSTİYOR!

Uluslararası bir analiz laboratuvarı Bureau Veritas şirketinin analizlerinde siyanür tespit edilmesi ve bunların Evrensel’de haber olması altıncı şirketin hiç hoşuna gitmemiş anlaşılan. Centerra Gold - Öksüt analiz laboratuvarını kendisi işletmeyi düşünüyormuş. Böylece kanuna aykırı davranışlarını daha rahat örtbas edeceklerini umuyorlar muhtemelen. 

Uluslararası bir analiz laboratuvarı Bureau Veritas şirketinin analizlerinde siyanür tespit edilmesi ve bunların Evrensel’de haber olması altıncı şirketin hiç hoşuna gitmemiş anlaşılan. Centerra Gold - Öksüt analiz laboratuvarını kendisi işletmeyi düşünüyormuş. Böylece kanuna aykırı davranışlarını daha rahat örtbas edeceklerini umuyorlar muhtemelen.

Bu tür madenlerin denetlenmesi ve analizlerin yapılmasını altın işletmeciliği konusunun uzmanlarından Jeoloji Yüksek Mühendisi Tahir Öngür şöyle anlattı: “Örnek alırken de, analiz sırasında da, raporlamada da sonuçları kaydırmak çok kolay. Bu uluslararası laboratuvarlar da sonuçta ticari kuruluşlar. Hem de dünya altın piyasasının unsurları. Bu konu da ısrarla istenmesi yerinde olacak şey KAMU LABORATUVARLARINI yeğlemek ve sonuçları eleştirel bakışla izlemek olmalı”.



KIRGIZİSTAN’DA NELER OLUYOR?

Aslında Centerra Gold şirketinin bu sıralar şansı hiç de iyi gitmiyor. Sadece Türkiye’deki madenleri ile ilgili çıkan bu haberler, işçi eylemleri, yeni açmak istedikleri madene karşı gösterilen tepki sonrası projeden vazgeçmek zorunda kalmak (Özkonak projesi) sıkmıyor canlarını. Kırgızistan’da işlettiği Kumtor Altın madeninde de tam anlamıyla kabus gibi gelişmeler yaşanıyor şirket açısından. Kırgızistan hükümeti tarafından Kumtor Altın madenine, buzullara pasa dökümü, devlet görevlilerine rüşvet vermek ve vergi kaçırmak gibi suçlamalarla geçtiğimiz mayıs ayında el konulmuştu. Kırgızistan’ın Eski Başbakanı Coomart Otorbayev de altın madeni soruşturması çerçevesinde gözaltına alındı. Otorbayev’in işbaşında iken Devlet Çevre Koruma ve Orman Dairesinden bir komisyona Kumtor madeninin ana planının çevresel incelemesini yapması için baskı yaptığı ve Kırgızistan’ın Su Kanunu’nu ihlal ederek, Kumtor Gold Company (Centerra Gold Inc.) yararına hareket ettiği, bununla birlikte Lısıy ile Davıdov buzullarının yok edilmesine rıza gösterdiği ileri sürülüyor.

KAÇAKLARA TÜRKİYE’DE İŞ VERİLDİ

Geçtiğimiz haftalarda Kırgız Hükümeti ayrıca Centerra Gold’un eski yöneticileri İan Atkinson, Michael Fischer ve John Suter hakkında Orta Asya ülkelerinde tutuklama kararı çıkarttı. Haklarında tutuklama kararı çıkarılan bu kişilerden Michael Fischer ve John Suter, Centerra Gold’un Türkiye’de faaliyet gösteren Öksüt madencilik şirketinde 2015-2016 yılları arasında genel müdür ve yönetim kurulu üyesi olarak çalışmışlardı. İşin daha da enteresan yanı ise Suter ve Fischer hakkında 2013 yılında yurt dışına 200 milyon dolar kaçırmak suçundan Kırgızistan’da tutuklama kararı çıkartılmış olması! Centerra Gold’un bu kaçakları Kırgızistan’dan ülkemize kaçırılarak şirketin Türkiye’deki yatırımı Öksüt madencilik şirketi yönetimine dahil edilmiş! Kanada ve Türkiye arasında suçluların iadesi anlaşması bulunmadığı göz önüne alınırsa durum daha iyi anlaşılır sanırım.

Kırgızistan’da, altın madenleri ile ilgi yaşanan gelişmelerin onlarca kat büyüğünün önümüzdeki dönemde Türkiye’de de yaşanacağını söylemek bir kehanet değil. Bu cenahtaki pisliğin, hukuksuzluğun korkunç boyutlarda ulaştığını bilmek için müneccim olmaya gerek yok!

Geçtiğimiz günlerde CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun bürokratlara yaptığı “Kanunsuz emirlere uymayın, yoksa siz de sorumlu tutulacaksınız” uyarısını bir de bu açıdan değerlendirelim. Yarın iktidar değiştiğinde bundan önceki yazılarımızın yanı sıra bu yazımız da açılacak davaların dosyalarına eklenecek. Hiçbir suç cezasız kalmayacak ve yapılan bu kanunsuzluklar, rüşvet, vergi kaçırma vs. usulsüzlüklerin mutlaka bir bedeli olacak!..


https://www.evrensel.net/yazi/89693/siyanur-sizintisini-ortaya-cikardi-sozlesmesi-feshedildi

Aydın Ekoloji ve Yaşam Platformu (AYEP) kuruluşunu ilan etti

 





Yıllardır çok çeşitli çevre sorunlarıyla boğuşan Aydın da ekoloji mücadelesine yeni bir soluk: Aydın Ekoloji ve Yaşam Platformu kuruluşunu ilan etti.

 

Aydın Ekoloji ve Yaşam Platformu | Fotoğraf: Evrensel

Yıllardır birçok ekolojik sorunla boğuşan Aydın’da bir süredir örgütlenme çalışmalarını sürdüren Aydın Ekoloji ve yaşam Platformu (AYEP) dün gerçekleştirdiği bir etkinlikle kuruluşunu ilan etti. Etkinlikte konuşan Efeler belediye Başkanı Fatih Atay milyon dolarlar kazanan JES şirketlerinin kendisini satın alamadığını ancak bazı belediye başkanlarını satın aldığını belirterek, “Şimdilik susuyorum” dedi.

“TÜRKİYE DÜNYANIN, AYDIN TÜRKİYE’NİN ÇÖPLÜĞÜ YAPILMAK İSTENİYOR”

Adnan Menderes Parkı Sosyal tesislerinde gerçekleştirilen kuruluş etkinliğine Aydın, Çine, Söke, Germencik, Tire gibi yakın çevrelerden yaşam savunucuları, kurum temsilcileri ve köyüler katıldılar.

Etkinliğin açılış konuşmasını yapan Av. Hicran Danışman “Türkiye dünyanın, Aydın Türkiye’nin çöplüğü olarak kullanılmak isteniyor” dedi. Aydın da önemli çevre ve sbağlık sorunlarına yol açan JES, maden işletmeleri, sanayi kuruluşları ve diğer ekolojik sorun kaynaklarına vurgu yapan Danışman, “AYEP, yaşanabilir bir Aydın, aydın bir gelecek mücadelesini hep birlikte örmek için kuruldu. Herkesi yaşamı savunma mücadelemizde birlikte omuz omuza mücadeleye davet ediyoruz” dedi. Açılış konuşmasının ardından Evrensel İzmir temsilcisi Özer Akdemir’in Aydın ve yöresindeki çevre sorunları ve ekoloji mücadelelerinden derlediği Çepeçevre Yaşam seçkisi gösterildi.

 

Aydın Ekoloji ve Yaşam Platformu | Fotoğraf: Evrensel

“JES’ÇİLER BAZI BELEDİYE BAŞKANLARINI SATIN ALDI”

Daha sonra konuşan Efeler Belediye Başkanı Fatih Atay, “bu seçkide yaşam alanları, canları yandığı için çığlıklar atan halkımızdan tüm siyasetçiler ve yerel yöneticiler adına özür diliyorum. Bu bizim yaşamımız. Birileri çok para kazanacak diye yaşamımıza son verilmesine sessiz kalmayacağız. Kimseden de korkmayacağız. Milyon dolarlar kazanan JES’çilerin satın alamadığı bir belediye başkanıyım. Bazılarını satın aldı onlar. Hepsini bilen bir kişi olarak şimdilik susuyorum” dedi.

BİZİ BİZDEN BAŞKA DİNLEYEN, DUYAN YOK!

Etkinlikte evinin 60 metre yanında patlatmalarla madencilik yapılan Topçam Köylüsü Ali Coşkun “maden geldi artık kuş sesi duymuyoruz. Derelerimizden su akmıyor. Yaşanabilecek bir köyümüz kalmadı. Yetkililer sesimizi duymuyor. Birlikte mücadele ile bu sorunu çözebiliriz. Bizi bizden başka dinleyen yok” dedi. ÇİYAP sözcülerinden Ahmet Uslu ekoloji mücadelesi ve emek mücadelesinin birlikte olması gerektiğine vurgu yaparken, AYEP’den Gönül Hastaoğlu ise “Halk doğasını devletin elinden korumak zorunda kalıyor maalesef” dedi. (Aydın/EVRENSEL)

 https://www.evrensel.net/haber/445941/aydin-ekoloji-ve-yasam-platformu-ayep-kurulusunu-ilan-etti

22 Ekim 2021 Cuma

Prof. Dr. Doğanay Tolunay: İklim krizinde bıçak kemiğe dayanmadan etkili önlem alınmaz

 

22 Ekim 2021 23:54



 

Prof. Dr. Doğanay Tolunay, Paris İklim Anlaşması’nın iklim krizi üzerinde bir etkisi olup olmayacağına ve Türkiye’nin anlaşmayı onaylamasının ne anlama geldiğine dair sorularımızı yanıtladı.

 

Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

Özer AKDEMİR
İzmir

Türkiye, ilk imzacılarından olmasına rağmen TBMM’de onaylanmadığı için yasal olarak yürürlüğe giremeyen Paris İlkim Anlaşması’nı geçtiğimiz hafta Meclisten geçirdi. Önümüzdeki ay Glasgow’da yapılacak olan iklim zirvesi öncesi Türkiye’nin zirvede gözlemci statüsünden daha karar verici bir konumda bulunma çabası ve aynı zamanda 6 yıldır yararlanamadığı İklim Fonundan yararlanma hamlesi olarak değerlendirilen bu tutum değişikliğini İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Orman Fakültesi Toprak İlmi ve Ekoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğanay Tolunay’a sorduk. Tolunay, Paris İklim Anlaşması’nın iklim krizi üzerinde bir etkisi olup olmayacağına ve Türkiye’nin  anlaşmayı onaylamasının ne anlama geldiğine dair sorularımızı yanıtladı.

"PARİS ANLAŞMASI’NIN YÜRÜRLÜĞE GİRMESİ EMİSYONLARI AZALTMAK BİR YANA ARTTIRDI"

Paris İklim Anlaşması iklim krizini durdurmaya yeterli mi sizce?

Kesinlikle değil. Çünkü ülkelerin 2015 yılında hazırladıkları 2030 yılı için emisyon projeksiyonları incelendiğinde sera gazı emisyonlarının azaltılması bir yana artacağı görülüyor. Bu projeksiyonlara göre 2015 yılında 50 milyar ton CO2 eş değeri civarında olan küresel emisyonların 2030 yılında 65 milyar tona çıkması olasılığı var. Nitekim 2019 yılında 59 milyar ton CO2 eş değeri emisyon olmuş, 2020 yılında salgın koşullarında dahi 56 milyar ton olarak gerçekleşmişti. Halbuki yüzyıl sonunda sıcaklık artışlarının 2 derecenin altında tutmak için 2030 yılında küresel sera gazlarının 25-30 milyar ton CO2 eş değerinin altında tutulması ve 2050’de de net sıfır emisyon olması gerekiyor. Özetle Paris Anlaşması’nın yürürlüğe girdiği 2016 yılı sonrasında emisyonların azalmadığı tam tersine arttığı ortada. Tüm dünya olarak azaltım yapmadığımız takdirde yüzyıl sonunda küresel olarak 3 derece civarında bir sıcaklık artışıyla karşı karşıya kalabiliriz. Bu artışlar ülkemizde 5-6 derece civarında olabilir.

TÜRKİYE PARİS İKLİM ANLAŞMASINI NEDEN 6 YIL BEKLEDİKTEN SONRA ONAYLADI?

Türkiye’nin Paris İklim Anlaşması’nı imzalaması ne anlama geliyor? Neden şimdiye kadar bekletildi de şimdi imzalandı?

Ülkemiz Paris Anlaşması’nı ilk imzalayan ülkeler arasında olmasına rağmen TBMM’den geçirmediği için Anlaşma’ya taraf olmamıştı. Paris Anlaşması’na 2015 yılından itibaren İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin (İDÇS) tarafı olan 197 ülkenin 191’i Paris Anlaşması’na taraf oldu. Kalan altı ülke Libya, İran, Irak, Yemen ve Eritre ile birlikte Türkiye’ydi. Ülkemizin Paris Anlaşması’na taraf olmak için bazı istekleri bulunuyordu. Bunlar İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin Ek-1 listesinden çıkmak ve iklim değişikliğinden etkilenen ülkelere yardım etmek için oluşturulan Yeşil İklim Fonundan yararlanmak olarak sıralanabilir. Bunlardan özellikle İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin Ek-1 listesinden çıkma ısrarı uzun yıllardır devam etmekte olup, Sözleşme’nin ve daha sonra sera gazı salımlarını azaltmak için hazırlanan Kyoto Protokolü’nün imzalanması da ancak ülkemizin gelişmiş ülkelerin yer aldığı Ek-1 listesinde özel statü verilip sera gazı emisyonları azaltılması yükümlülüğü kaldırıldıktan sonra gerçekleşmişti. Her ne kadar Paris Anlaşması’nda ülkelere herhangi bir sera gazı azaltım zorunluluğu getirilmese ve azaltımlar tamamen gönüllülük esasına bağlansa da ülkemiz Ek-1 listesinden çıkma ısrarını sürdürdü. Bu ısrarın altında Ek-1 listesindeki ülkelerin Yeşil İklim Fonu’ndan yararlanamaması bulunuyordu. Ancak 31 Ekim-12 Kasım 2021 tarihleri arasında Glasgow’da yapılacak 26. Taraflar Konferansında ülkemizin Paris Anlaşması’na taraf olmaması nedeniyle sadece gözlemci olarak yer alacak olması, bu nedenle müzakerelerde söz hakkı bulamayacak olması Paris Anlaşması’nın onaylanmasındaki ilk gerekçe olarak görülebilir. Ancak diğer yandan Dünya Bankası, Fransa ve Almanya’dan ülkemizin Paris Anlaşması’nın gereklerini yerine getirmesi için toplam olarak 3.1 milyar avroluk bir kredi sağlanması ve bu kredi için Paris Anlaşması’na taraf olunması şartının bulunması da adımları hızlandırdı. Ayrıca karar vericilerin kararlarında ne kadar etkili olduğu bilinmez ama özellikle 2021 yılında yaşanan seller, orman yangınları ve kuraklıkların da Paris Anlaşması’na taraf olunmasında etkisi olabilir. Süreci hızlandıran diğer bir etken de AB’de Yeşil Mutabakat’ın devreye girmesi olabilir. Özellikle sınırda karbon vergisi gibi bazı uygulamalar başta karbon yoğun özel sektörler olmak üzere ihracat yapan özel sektörü zor durumda bırakacağı için sektör temsilcilerinin iklim değişikliği konusunda bazı adımlar atılması yönünde ilgili bakanlıklarla görüştükleri biliniyor.

 

"KÖMÜRLÜ TERMİK SANTRALLER KAPATILMADAN NET SIFIR HEDEFİNE ULAŞMAK OLANAKSIZ"

Paris İklim Anlaşması’nı imzalamak Türkiye’nin emisyon politikalarında ne gibi değişikliklere yol açacak? Mesela termik santraller kapatılacak mı?

Ülkemizin bundan sonra hızlı bir şekilde emisyon azaltım hedefleri oluşturması gerekiyor. Hatta Paris Anlaşması gereği 2050 yılında kadar net sıfır karbon emisyonu hedefine ulaşmak için yol haritası oluşturmalı. Nitekim ülkemizde 2050 olmasa da 2053 için bu hedefin olduğu açıklandı. Net sıfır karbon emisyonu atmosferden alınan ve atmosfere verilen sera gazları emisyonunun eşit olması anlamına geliyor. Bunun için 2019 yılında 506 milyon ton CO2 eş değeri olan emisyonlarımızın ormanlar ve diğer doğal ekosistemlerin atmosferden aldığı 84 milyon ton CO2 eş değerinin altına indirmesi gerekli. Başka bir ifadeyle önümüzdeki 30 yıl içinde 422 milyon ton CO2 eş değeri azaltım yapmak zorundayız. 506 milyon ton CO2 eş değeri emisyonun 364 milyon tonu enerjiden kaynaklandığı için önceliğin enerji sektörüne verilmesi zorunluluğu var ve Anlaşmanın hedeflerine kömürlü termik santraller kapatılmadan ulaşmak neredeyse imkansız. Çünkü azaltımların çok daha zor olduğu örneğin tarımdan kaynaklanan ve 68 milyon ton CO2 eş değeri civarında olan emisyonlar dikkate alındığında bir an önce enerji, ulaşım ve sanayiden kaynaklanan emisyonları azaltmak için bir yol haritası oluşturmalıyız. Üstelik bunları karbon yutakları olan ormanlar ve diğer doğal ekosistemleri tahrip etmeden yapmalıyız. Çünkü bu ekosistemler tahrip oldukça depolayacakları karbon da azalmakta ve daha fazla azaltım yapmak zorunlu hale gelecektir. Ancak ülkemizde karbon yutaklarınca atmosferden alınan CO2 miktarları da son yıllarda azalmakta. Örneğin 2017 yılında 100 milyon ton CO2 eş değeri olan atmosferden alınan karbon miktarı 2019 yılında 84 milyon ton CO2 eş değerine gerilemiştir.

"KARAR VERİCİLERE İKLİM POLİTİKALARINDAN VAZGEÇMELERİ İÇİN BASKI YAPMALIYIZ"

Anlaşmaya eleştirel bir gözle bakarsanız nasıl bir değerlendirme yaparsınız?

Paris Anlaşması, tüm ülkelerin iyi niyetle hareket edeceği ve azaltım hedeflerini net sıfır emisyona yönelik hazırlayacakları düşünülerek hazırlanmış. Çok tartışılan iklim adaletinin sağlanması için de sera gazı emisyonlarının başlıca sorumlusu olan gelişmiş ülkelerin destekleyeceği bir fon oluşturularak sorumlu olmayan ancak iklim değişikliğinden etkilenen ülkelerin bu fondan yararlanmaları öngörülmüş. Ancak aradan geçen zaman gösterdi ki ne emisyonlar azaldı ne de Yeşil İklim Fonunda öngörülen yardımlar toplanabildi. Bu nedenle şimdiye kadar başarısız olduğu söylenebilir. Ancak azaltım konusunda yükümlülükler getirilmesinin de etkili olmadığını Kyoto Protokolü’nden biliyoruz. Taraflar konferanslarındaki görüşmelerin daha çok pazarlıklar üzerinden gitmesi ve ‘Sen daha fazla kirlettin ben daha az kirlettim’ ekseninde kalmasının çözümün önündeki en büyük etken olarak görüyorum. Bu nedenle bizlerin karar vericilere kısa vadeli ve tamamen ekonomi üzerinden oluşturulan iklim politikalarından vazgeçilmesi için baskı yapılması bu kısır döngüden çıkmamızı sağlayabilir.

"GLASGOW’DAN UMUDUM YOK!"

Son olarak kasım ayında Glasgow’da yapılacak toplantıdan umutlu musunuz? Sizce toplantıda ne çıkar ve bu sonucun iklim krizine etkisi ne kadar olur?

Daha önce 25 defa toplanan taraflar konferanslarının birçoğuna büyük umutlarla gidilmiş ve sonrasında devrim niteliğinde kararlar alındığı da açıklanmıştı. Ancak geçen yıl hariç 1995 yılından itibaren her yıl düzenlenen taraflar konferanslarına rağmen sera gazı salımları giderek arttı, iklim değişikliğinden etkilenen ülkelere söz verilen yardımlar yapılmadı. Bu nedenlerle 26. Taraflar Konferansından da umutlu değilim. Toplantıdan ülkelerin daha fazla sera gazı emisyonu azaltımı yapmaları, Yeşil İklim Fonuna yardımlarını aksatmamaları ve ilki 2015 yılında verilen 2030 yılı emisyon projeksiyonlarını içeren katkı niyet beyanlarını güncellemeleri için bir takvim oluşturulması kararları alınabilir. Bu kararların da iklim değişikliğinin etkilerinin azaltılması için çok fazla bir etkisi olmaz. Biraz karamsarca olabilir ama tüm dünya olarak iklim değişikliği konusunda bıçak kemiğe dayanmadığı sürece çok etkili önlemler alınması mümkün görünmüyor.


https://www.evrensel.net/haber/445890/prof-dr-doganay-tolunay-iklim-krizinde-bicak-kemige-dayanmadan-etkili-onlem-alinmaz

 

21 Ekim 2021 Perşembe

Dalaman’daki taş ocakları tehlike saçıyor

 21 Ekim 2021 01:30

Kalker-taş ocakları hem çevreye hem tarıma hem de tarihe zarar veriyor. Ocaklar, dik şevleri, derin çukurları ve yol açtıkları toprak kaymaları nedeniyle de büyük tehlike saçıyor.

Fotoğraf: Eşref Atabey

Özer AKDEMİR
İzmir

Muğla’nın Dalaman ilçesine bağlı Kayadibi Mahallesi yakınlarında işletilen kalker-taş ocakları hem çevreye hem tarıma hem de tarihe zarar veriyor. Ocaklar, dik şevleri, derin çukurları ve yol açtıkları toprak kaymaları nedeniyle çevrede yaşayan canlılar açısından da büyük bir tehlike barındırıyor.

TAŞ OCAKLARI ZEYTİNLİKLERE YA SINIR YA DA İÇİNDE

Bölgede yaşayan Jeoloji Yüksek Mühendisi ve Tıbbi Jeoloji Uzmanı Dr. Eşref Atabey taş-kalker ocaklarının her şeyden önce yöredeki zeytinliklere zarar verdiğini söyledi. Ramazan Gezer adlı kişiye ait olan kalker ocağının zeytinliklere sınır, Madentaş Kalker Ocağının ise zeytinliklerin içine girdiğini belirten Atabey, 3573 sayılı Zeytincilik Yasası’na göre bu kalker ocaklarının kapatılması gerektiğini ifade etti. Atabey, kalker ocaklarının birinin proje tanıtım dosyasında (PTD) “ÇED alanına 500 m-2 km mesafede verim çağında zeytinlik alanlar olduğu görülmüştür” denildiğine dikkat çekerek, “Kalker ocakları Zeytinlik Kanunu’na aykırıdır” dedi.

PATLATMALAR LİKYA KAYA MEZARLARINA ZARAR VERİYOR

Kayadibi Mahallesi’nde Likya kaya mezarları olduğunu aktaran Atabey, bu mezarların kalker ocağındaki patlatmalardan etkilendiğini ifade etti. Kalker ocağından birisinin tanıtım dosyasında bölgede sit alanı dışarıda kalacak şekilde ÇED alanı belirlendiğinin yazdığına dikkat çeken Atabey, Muğla Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun 2014 yılında bölgedeki 1. derece arkeolojik sit sınırlarını yeniden revize etiğini aktardı.

‘SU DEPOLARI DOLOMİT KAYAÇLAR YOK EDİLİYOR’

Kalker ocakları için ÇED gerekli değildir kararları verildiğini vurgulayan Atabey şunları söyledi; “Projenin alternatif yer seçimi düşünülmemiş. Patlatmalı açık ocak işletmeciliği yapılacak ve 380 bin ton kalker kırılması planlanıyor. Yılda 113 kilo ANFO ve 3 bin 780 kilo dinamit olmak üzere 60 patlatma yapılacak. Ocakların güney sınırında Tersakan Çayı ve çayı besleyen kolları taş ocaklarının bulunduğu alandan doğuyor. Özellikle dolomitik kireç taşı ve dolomit kayaları birer su deposudurlar. Proje alanında bu kayalar yok edildiğinden birer su hazne kayası niteliğinde olan ve yer altı suyunu besleyen kayaçlar ortadan kaldırılmaktadır”.

ZEYTİN VE NARENCİYE AĞAÇLARI KURUMAYA BAŞLADI

Atabey, proje alanı ile sınır, tarım alanı ve zeytinliklerin bulunduğunu belirterek, “Ocaktan kaynaklı tozların bitkilere ve ekili alanlarına zararı olacaktır. Tarım alanında toprağın nemi azalacak ve toprak kuruyacak, tarımsal faaliyette ve içme amaçlı kullanılan yer altı suyu seviyesi düşecek, azalacak, ağaçlar kuruyacaktır. Proje alanı tamamen orman içindedir. Orman alanında açılan bu taş ocağı, ormanı yok ettiğinden topraktaki canlıların yok olmasına, toprak suyunun kaybıyla ağaçların büyümelerini olumsuz etkilemiştir” dedi. Atabey, Kayadibi Mahallesi’ndeki taş ocaklarının faaliyetlerine son verilmesi ve çevresinde gerekli önlemler alınması gerektiğini söyledi.

"OCAKLARDAN ÇIKARLAN MALZEME DALAMAN GİBİ DEPREM BÖLGELERİNDE KULLANILMAMALI"

Ocaklarda üretilen malzemenin kalker değil dolomit olduğunu belirten Atabey, “Dolomit kayasından üretilen malzeme sergi ve dolgu, hazır beton ve asfalt için uygun değildir. Deniz kumu beton için uygun değilse, dolomit malzeme de binaların emniyeti bakımından uygun değildir. Dolayısıyla bu taş ocaklarından üretilen dolomit malzeme en riskli deprem bölgesinde yer alan Dalaman’daki inşaatlarda kullanılmamalı” dedi. Kalker ocaklarının falezli ve derin çukurlar oluşturduğunu kaydeden Atabey, ocakların Kayadibi aktif deprem fayı üzerinde bulunduğu ve çevrelerinde güvenlik önlemi alınmadığını dile getirdi.


https://www.evrensel.net/haber/445647/dalamandaki-tas-ocaklari-tehlike-saciyor?utm_source=twitter&utm_medium=twitter_ap&utm_content=80&utm_campaign=21-10-202112:04

'Çarktaki Türkiye'


 Avrupa kamuoyunun Türkiye'deki sorunları daha iyi anlamaları için yayınlanan 'Çarktaki Türkiye' adlı kitapta, "Türkiye’de ekoloji mücadelesinin gelişimi ve güncel durumu" başlığı ile yayınlanan yazım ve kitabın PDF'sini indirmek için link Aşağıyı işaret etmek









https://oezlem-alev-demirel.de/wp-content/uploads/2021/04/Carktaki-Tuerkiye-Web.pdf

20 Ekim 2021 Çarşamba

İzmir Akdeniz Akademisi tarafından yayınlanan Yeniden Akdeniz dergisinin 2021 "Ekoloji"

 

İzmir Akdeniz Akademisi tarafından yayınlanan Yeniden Akdeniz dergisinin 2021 "Ekoloji" sayısında "İzmir’in Ekoloji Gündemlerine Ekoloji Mücadelelerinden Bakmak" söyleşimiz yayınlandı. Söyleşiyi ve derginin tümünü okumak isteyenler için indirme linki



https://www.izmeda.org/wp-content/uploads/2021/10/ekoloji-s02-WEB-SPREAD.pdf

19 Ekim 2021 Salı

Çevrecilerden Bilim Kurulu Üyesi İlhan'a dava: Akademik sorumluluk ve vicdana aykırı davrandı

 19 Ekim 2021 08:13

TTB'nin 15 gün meslekten men ettiği Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Mustafa Necmi İlhan hakkında çevre örgütleri de dava açtı. Davada, Akkuyu bilirkişiliği nedeniyle de İlhan’ın cezalandırılması istendi.

Mustafa Necmi İlhan | Fotoğraf: DHA

Özer AKDEMİR
İzmir

Bursa DOSAB Termik santraline olur verdiği bilimdışı bilirkişi raporu nedeniyle Türk Tabipleri Birliği (TTB) tarafından 15 gün meslekten uzaklaştırma cezası verilen Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Mustafa Necmi İlhan hakkında çevre örgütleri de harekete geçti. İlhan'ın Akkuyu Nükleer santrali bilirkişi raporundaki bilimdışı görüşü hakkında soruşturma açılması talebi öğretim üyesi olduğu Gazi Üniversitesi tarafından reddedildi. Buna karşı çevre örgütleri Ankara Nöbetçi İdare Mahkemesine dava açtı.

BİLİRKİŞİLER ŞİKAYET EDİLMİŞTİ

Avukat İsmail Hakkı Atal tarafından verilen dava dilekçesinde Çevre ve Tüketici Koruma Derneği Adana Şubesi, Antakya Çevre Koruma Derneği, İskenderun Çevre Koruma Derneği, Erzin Çevre ve Tarihi Varlıkları Koruma Derneği, Tarsus Çevre Koruma Kültür ve Sanat Merkezi Derneği Gazi Üniversitesi Rektörlüğünün Prof. Dr. Mustafa Necmi İlhan hakkında soruşturma açılmaması yönündeki idari işleminin iptali istendi. Akkuyu Nükleer santraline karşı açılan davada bilirkişi olarak görev yapan 15 akademisyen hakkında mayıs 2021 tarihinde YÖK Başkanlığına şikayet dilekçesi gönderilmişti. Şikayet dilekçesinde söz konusu bilirkişilerin "görevini ihmal etmek/veya görevi kötüye kullanmak suretiyle, suretiyle düzenlemiş oldukları bilirkişi raporundan dolayı cezalandırılmaları” talep edilmişti. YÖK Başkanlığına yapılan şikayet başvurusunda; şikayet edilen akademisyen bilirkişilerin düzenlediği raporun ‘hukuka ve bilime aykırı’ olduğu ileri sürülerek, bu bilirkişi raporuna dayanarak Akkuyu Nükleer santrali ÇED iptal davasının Danıştay 14. Daire tarafından reddedildiği dile getirildi.

CEZALANDIRILSIN TALEBİ

Şikayet edilen bilirkişilerden İlhan'la ilgili öğretim üyesi olduğu Gazi Üniversitesinin soruşturma izni vermemesi kararına karşı açılan davanın dilekçesinde raporun bilimsel suç niteliğinde olduğu dile getirilerek “Milyonlarca insanın kanser basta olmak üzere öldürücü hastalıklara yakalanmasına neden olabilecek böyle bir projede inceleme ve değerlendirme yapmaksızın, akademik ve vicdani sorumluluklarına aykırı bir sakilde bilirkişi raporuna imza atmaları kabul edilemez” ifadelerine yer verilerek İlhan’a soruşturma açılması ve cezai müeyyide uygulaması talep edildi.

Çevrecilerden Bilim Kurulu Üyesi İlhan'a dava: Akademik sorumluluk ve vicdana aykırı davrandı

17 Ekim 2021 Pazar

Madran Baba mengisi (Pazar yazısı)

 16 Ekim 2021 23:07

Mezarlıklar

Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

P

Otomobilimiz tozu toprağa katarak zemini derin çukurlarla dolu dağ yolundan ilerlerken yolumuzun solu uçurum, sağı kalem gibi uzayan kızılçamlarla kaplıydı. Tatarmemişler köyünden çıkalı on beş yirmi dakika olmuştu ki bir tepenin yamacında durduk. Otomobili sarp bir kayalığın dibine yanaştırıp yürüyerek devam ettik yola.

Kızılçamların gölgesinde yatan Tahtacı Türkmenlerinin mezar taşlarının yanına vardığımızda gün öğleyi çoktan devirmişti. Yosun bağlamış, yer yer kararmış mezar taşlarının üzerinde kazayağı motifleri seçiliyordu sadece. Başkaca bir yazı ya da işaret görünmüyordu. Hiç farkında bile olmadan, sanki bu mezarların içinde yatan ölüleri rahatsız etmekten korkar gibi kısık sesle konuştuğumuzu fark ettim neden sonra. Belki de koyu gölgeli çam ormanlarının içinden süzülüp gelen, mezarların üzerindeki yaban çiçeklerini usul usul okşayan rüzgarın o iniltiye benzeyen sesinin büyüsüne kapılmıştık biz de. Sadece o sesi duymak ve onun dışında bir ses yokmuş gibi davranmak istedik bir süre.

Bir insan öldükten sonra elbette sesler, ışık, duygular, dağ rüzgarları da gerisinde kalır. Bir anlamı yoktur artık tüm bunların. Yine de insanın ölünce gömülmek isteyeceği yerlerden birisi diye düşündüm Madran'daki bu Tahtacı mezarlarını görünce.

Oysa öğrendiğimize göre çok da acıklı bir öyküleri vardı bu mezarlarda yatanların. Bizi buraya getiren arkadaşımızın anlattığına göre yüzlerce yıl önce baş gösteren bir salgında ölenler gömülüymüş mezarlarda. Her kadim bilgi gibi böylesi bir felaketin de unutulmayacağını, kuşaktan kuşağa aktarılacağını bildiğimden söylediklerinin doğruluğundan hiç şüphe etmedim.

Mezarların yanı başında, çam oluğundan yıllardır bilek kalınlığında akan suyun bugün artık olmadığını söyledi arkadaşımız. Serçe parmak kadarcık kan gibi ılık bir su akıyordu gerçekten plastik borudan. Madran Tahtacıları atalarının kemiklerini emanet ettikleri bu mezarların üzerindeki kır çiçeklerini sulamak, onları ziyarete geldiklerinde ellerini yüzlerini yumak ve etrafta öbek öbek fışkırmış baygın kokulu zahterlerin kurumasını önlemek için yüzlerce metre öteden çıkardıkları cılız suyu ince plastik bir boru ile getirip akıtmışlar.

Bu mezarların bir mavzer atımı uzağında, toprak bir yolla çıkılan tepede Tahtacıların ziyaretgahı var. Ulu çamların altında, beyaz badanalı taş duvarları ve üç metreyi, beş metreyi bulan upuzun mezarları ile Kirman Ana yatırı burası. Artık hangi kavimden kaldıysa asıl adı "Girmana" olan bu mezar yerini kendi kültürlerine Kirman Ana olarak alan, etrafını taşlarla çevirip içine uzun uzun mezarlar yapan köylüler yılın belli dönemlerinde burada toplanıp kurban keserler, yiyip-içip cem ederlermiş. İşte o zaman dağın kuytuluğuna, rüzgarın uğultusuna, mezar taşlarının iniltisine bağlama ve türkü sesleri karışır, başlarında al kuşaklar, yeşil donlu kadınlar ve erkekler semaha kalkarmış.

Arkadaşım dedi ki, "cem başlayınca mezar taşlarının olduğu yerden sesler duyulur her daim. Belki de bizim buradaki sesler oradan yankılanır, geri gelir bize. Biz, bu sesleri mezarların içindeki atalarımızın ceme katılmasına yorarız. Onların ruhlarının da Tahtacı mengisini duyduklarını, aramıza karıştıklarını, semah döndüklerini, bizimle dem çektiklerini düşünürüz".

"Şu dağların yükseğine erseler

Lale sümbül mor menevşe derseler

Bir güzeli bir çirkine verseler

Güzel ağlar çirkin güler bir zaman"

Olmaz mı bu kadar sizce? Arkadaşımın anlattığı öyküdeki gibi ölüler sesleri duymaz mı? Cem edenlere, dem çekenlere karışmaz mı dersiniz? Duyarlar, sevgili okur, hem de herkesten daha iyi duyarlar! Toprak olmuş, böcek olmuş, ağaç kökü olmuş, rüzgar efiltisi olmuş o ölüler her bir hücreleri ile duyarlar sesleri. Çiçeğe durmuş gonca gibi, peteği ören arı gibi, su gibi damla damla katılırlar mengiye.

Reklam

İnanmıyorsanız eğer denemesi bedava! Varın gidin Madran Baba'daki taşlarında kazayağı motifi işli o gömütlüğe. Yeniköy Tahtacılarının bir cemine denk getirin gidişinizi. Varın bir kızılçamın dibine oturun. Sırtınızı ağaca yaslayıp gözlerinizi yumun ve kulaklarınızı iyice açın. Rüzgar o yüzlerce metre öteden bağlama sesini getirdi miydi, bir Tahtacı semahı havalandırdı mıydı dinleyin o mezar taşları nasıl da uğunuyorlar, kıvranıyorlar...

Taşların uğunmasını, inlemesini duyamıyorsanız gözlerinizi açın. Mezarların üzerinde, yanında yöresindeki çiçeklere bakın, elinizi uzatıp zahterlere dokunun, koklayın. Onların rüzgar altında inleyişlerini, burcu burcu kokuşlarını, usul usul salınışlarını, türkü seslerine, deyişlerin sözlerine karıştıklarını mutlaka göreceksiniz.

Turnalar gibi kollarını savura savura dönen kadınların, erkeklerin neşesi siner ormana birden bire. Tandıra sürülmüş kebap dumanına, kızıl şarap, boz rakı kokusu karışır. Semah yavaş yavaş hızlanır. Kollar daha da bir hareketlenir, havaya kalkar iner, kalkar iner... Uçup karışmak isterler turnalara, göğün en yükseğinde kanat çırpan kazlara...

Kalın pos bıyıkları kızıl şaraba batmış, kara sakallına anason kokusu karışmış bir dede divan sazını bağrına bastırıp üzerine yumulmuş. Bir bozlak açışı yapıyor, bam telinden girip. Bozkırdan, Hacıbektaş diyarından pirin sesini, selamını getiriyor Madran'daki yarenlere. Muharrem babanın, Neşet ustanın, Hacı Taşan'ın gönül dağında esen yelleri, yüce dağ başının boranını anlatıyor. Sonra, gönlü hiç kocamayan, her yaşta güzel seven, sanki güzel sevmek ve güzeli övmek için bu dünyaya gelen Karacoğlan'dan bir mengi çınlıyor kızılçamın kozalaklarında.

"Engine salalım şahini bazı,

Sevmeyen çeker mi sendeki nazı?

Gönül elinde bu kırık sazı,

Güzeller aşkına çalar bir zaman"


https://www.evrensel.net/yazi/89651/madran-baba-mengisi?utm_source=twitter&utm_medium=twitter_ap&utm_content=77&utm_campaign=17-10-20219:30

Reklam

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...