02 Ekim 2021 22:51
Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
Sonbahar nazlanarak geliyor bu sene. Nedenini biliyorum ben. Siz de biliyorsunuz aslında.
Dünyayı değiştirdik, iklimi, doğayı, ağacı ve suyu. Yaşamı kirlettik, nehirlerimizi, dağlarımızı, ovayı ve toprağı. Şimdi ektiğimizi biçiyoruz...
Bu genelleme aslında tam gerçeği yansıtmıyor. “İnsanlık olarak bunu biz yaptık” demek gerçeğin küçük bir kısmına işaret edip, asıl gerçeği perdelemeye yarıyor. Hangi insanlık yaptı bunu? Önce bu sorunun yanıtını arayalım.
Mesela Afrika’da, açlıktan kafaları ve karınları şişen çocukların içinde bulunduğu toplum mu? Onların bir lokma ekmek için didinen anne babası mı kirletti dünyayı? Afrikalı kabileler, Asyalı yoksullar, Güney Amerikalı maden işçileri mi? Ki yarattıkları “sera gazı emisyonu” aç karınları nedeniyle sindirim sistemlerinde oluşan gazın dışarı salınmasından çok fazla da değil bu insanların. Soluk da mı almasınlar?
ABD kentlerinden birisinde yaşayan bir Amerikalının klimasının 1 yılda yol açtığı sera gazı emisyonu yoksul bir Afrikalı ya da Asyalının tüm yaşamı boyunca yol açtığından fazlaysa “İklim krizinden hepimiz sorumluyuz” diyemeyiz.
SORUN TAMAMEN SINIFSAL
Prof. Dr. Aykut Çoban “Sınıf ve ekoloji” başlıklı makalesinde bu durumu çok net özetliyor; “Kuzey Amerika’da ve Avrupa’da kişi başına yılda 83 kg, Afrika’da ise 11 kg et tüketilmektedir. Kişi başına düşen gelirle kişi başına et tüketimi arasında bir ilişki olduğu görülmektedir. Madalyonun öbür yüzünde ise artan et üretimiyle ekolojik sorunlar arasındaki ilişki vardır. Otlatma ve yem üretiminin yol açtığı ormansızlaşma gibi unsurlarla birlikte, et üretiminin yol açtığı salım miktarının, dünya toplam sera gazı salımlarının yüzde 18 ile 25’i arasında olduğu hesaplanmaktadır. Çiftlik hayvanları üretiminde kullanılan su, küresel temiz su kullanımının yüzde sekizini oluşturduğu gibi, bu üretim su kirliliğinin önemli kaynaklarından da biridir”.
Yani sorun tamamen sınıfsal. Yani hepimiz aynı gemide değiliz. Aynı ölçüde kirletmiyoruz dünyayı. En fazla kirletenler ekmekten, etten, sütten ve özgürlüklerden en fazla nasiplenenler aynı zamanda. Kendi özgürlükleri için bizim özgürlüklerimizi kısıtlayanlar da bu varlıklı kapitalist sınıf. İnsanlık diye tanımlanan topluluk tek bir bütünden oluşmuyor yani...
Zengin ülkelerin ve sınıfların yol açtığı iklim krizinin olumsuz etkileri ile ne acı ki bu işte en az sorumluluğu bulunan emekçiler daha fazla yüzleşiyor. Kentlerin bakımsız, kirli ve gürültülü yoksul mahallelerinde yarı aç yarı tok yaşamaya çalışan milyonlarla, geniş yeşilliklerin arasında, kentin kirinden, pasından, gürültüsünden uzakta, etrafını tel örgüler ve kalın duvarlarla çevirerek oluşturdukları sitelerinde yaşayan bir avuç zengin azınlık elbette ki iklim krizinin olumsuzluklarından eşit ölçüde etkilenmiyor. Mesela sel olduğunda bu zengin muhitler düzgün altyapısı, paraya kıyıp alınan önlemler nedeniyle bir zarar görmüyor. Oysa kentin yoksul semtleri, altyapısı dökülen mahalleleri, yolları, işyerleri sular altında yüzüyor!
ELDE VAR EKSİ!
Bir de kapitalist ülkeler hemen her yıl bir uluslararası toplantı düzenleyerek berbat ettikleri dünyayı kendi egemenliklerini de koruyarak daha ne kadar yönetebiliriz, sömürebiliriz derdine düşüyorlar. Onlar da dertliler yani! Dükkan elden gidiyor!
Bu meseleye dair 30 yılda uluslararası düzeyde 26 toplantı yaptılar. Paris’te, Rio’da, Kopenhag’da... Bu toplantılarda birçok rapor ortaya koydular, birçok karar aldılar. Sonuç, elde var sıfır bile değil. Elde var, eksi!
Rio’da İklim Sözleşmesi’nin imzalandığı 1992 yılından bugüne kadar emisyon azaltım sözü veren ülkelerin pratiklerine baktığımızda emisyon azaltmak bir tarafa arttırdıklarını görüyoruz. Hem de iki katı!
Bütün bu olup bitenler ortadayken, şimdi iklim krizini 30 yıl sonrasına ötelemek, 1.5 derece hedefi tutmayınca 1.7 derece, onun da tutmayacağı şimdiden belli iken 2.4 derecelere güncellemek kapitalist sistemin bu krizi çözemeyeceğinin en açık göstergesi. Çözümü yaratan sistem, çözümün parçası olmayacak. Bu çok açık! Tek dertleri sürdürülebilir sömürü...
O halde, çözümü hâlâ kapitalist sistem içi reformlarda arayanlara, “yeşil mutabakat”, “yeşil ekonomi”, “Fosil yakıtlardan yenilenebilir - temiz enerjiye geçiş”, “adil dönüşüm” gibi süslü cümleler altında bize pazarlanmaya çalışılan bu kapitalizm içi çözümlere sırtımızı dönmekle işe başlayalım.
BİR DAHA ASLA!
Onlar sürdürülebilir sömürü istiyor, biz sömürüyü ortadan kaldırmak.
Onlar, dünyayı yaşanmaz hale getirdi ve böyle gitsin ilelebet diyorlar. Biz, özgür bir yaşam, korunmuş bir doğa, eşitlik temelinde bir üretim ve bölüşüm üzerine kuruyoruz düşlerimizi.
Solmuş ve dalından düşmüş yaprakların arasından fışkıran güz çiğdemleridir yaşam. Kendisine hep bir yol bulur. Doğada yok oluş yok. Dalından kopan gazellerin bile ekolojik döngü içerisinde önemli bir işlevi var.
Kapitalizm ise yaşadığı sürece etrafını zehirlemiş, sömürmüş, semirmiş bir sistem olarak ömrünü doldurdu. Sistemler yok olur yerine yenileri gelir. Kapitalizmden bize kalabilecek en büyük iyilik “bir daha asla” sözünün karşılığı olarak onu gösterecek olmamız.
Bizler güz çiğdemleri gibi tüm zorlukların üstesinden gelerek bu yaşamda yer alabilmenin ve “bir daha asla” diyebilmenin bir yolunu bulabiliriz, bulmalıyız...
https://www.evrensel.net/yazi/89567/guz-cigdemleri-ve-bir-daha-asla
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder