17 Ekim 2021 Pazar

Madran Baba mengisi (Pazar yazısı)

 16 Ekim 2021 23:07

Mezarlıklar

Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

P

Otomobilimiz tozu toprağa katarak zemini derin çukurlarla dolu dağ yolundan ilerlerken yolumuzun solu uçurum, sağı kalem gibi uzayan kızılçamlarla kaplıydı. Tatarmemişler köyünden çıkalı on beş yirmi dakika olmuştu ki bir tepenin yamacında durduk. Otomobili sarp bir kayalığın dibine yanaştırıp yürüyerek devam ettik yola.

Kızılçamların gölgesinde yatan Tahtacı Türkmenlerinin mezar taşlarının yanına vardığımızda gün öğleyi çoktan devirmişti. Yosun bağlamış, yer yer kararmış mezar taşlarının üzerinde kazayağı motifleri seçiliyordu sadece. Başkaca bir yazı ya da işaret görünmüyordu. Hiç farkında bile olmadan, sanki bu mezarların içinde yatan ölüleri rahatsız etmekten korkar gibi kısık sesle konuştuğumuzu fark ettim neden sonra. Belki de koyu gölgeli çam ormanlarının içinden süzülüp gelen, mezarların üzerindeki yaban çiçeklerini usul usul okşayan rüzgarın o iniltiye benzeyen sesinin büyüsüne kapılmıştık biz de. Sadece o sesi duymak ve onun dışında bir ses yokmuş gibi davranmak istedik bir süre.

Bir insan öldükten sonra elbette sesler, ışık, duygular, dağ rüzgarları da gerisinde kalır. Bir anlamı yoktur artık tüm bunların. Yine de insanın ölünce gömülmek isteyeceği yerlerden birisi diye düşündüm Madran'daki bu Tahtacı mezarlarını görünce.

Oysa öğrendiğimize göre çok da acıklı bir öyküleri vardı bu mezarlarda yatanların. Bizi buraya getiren arkadaşımızın anlattığına göre yüzlerce yıl önce baş gösteren bir salgında ölenler gömülüymüş mezarlarda. Her kadim bilgi gibi böylesi bir felaketin de unutulmayacağını, kuşaktan kuşağa aktarılacağını bildiğimden söylediklerinin doğruluğundan hiç şüphe etmedim.

Mezarların yanı başında, çam oluğundan yıllardır bilek kalınlığında akan suyun bugün artık olmadığını söyledi arkadaşımız. Serçe parmak kadarcık kan gibi ılık bir su akıyordu gerçekten plastik borudan. Madran Tahtacıları atalarının kemiklerini emanet ettikleri bu mezarların üzerindeki kır çiçeklerini sulamak, onları ziyarete geldiklerinde ellerini yüzlerini yumak ve etrafta öbek öbek fışkırmış baygın kokulu zahterlerin kurumasını önlemek için yüzlerce metre öteden çıkardıkları cılız suyu ince plastik bir boru ile getirip akıtmışlar.

Bu mezarların bir mavzer atımı uzağında, toprak bir yolla çıkılan tepede Tahtacıların ziyaretgahı var. Ulu çamların altında, beyaz badanalı taş duvarları ve üç metreyi, beş metreyi bulan upuzun mezarları ile Kirman Ana yatırı burası. Artık hangi kavimden kaldıysa asıl adı "Girmana" olan bu mezar yerini kendi kültürlerine Kirman Ana olarak alan, etrafını taşlarla çevirip içine uzun uzun mezarlar yapan köylüler yılın belli dönemlerinde burada toplanıp kurban keserler, yiyip-içip cem ederlermiş. İşte o zaman dağın kuytuluğuna, rüzgarın uğultusuna, mezar taşlarının iniltisine bağlama ve türkü sesleri karışır, başlarında al kuşaklar, yeşil donlu kadınlar ve erkekler semaha kalkarmış.

Arkadaşım dedi ki, "cem başlayınca mezar taşlarının olduğu yerden sesler duyulur her daim. Belki de bizim buradaki sesler oradan yankılanır, geri gelir bize. Biz, bu sesleri mezarların içindeki atalarımızın ceme katılmasına yorarız. Onların ruhlarının da Tahtacı mengisini duyduklarını, aramıza karıştıklarını, semah döndüklerini, bizimle dem çektiklerini düşünürüz".

"Şu dağların yükseğine erseler

Lale sümbül mor menevşe derseler

Bir güzeli bir çirkine verseler

Güzel ağlar çirkin güler bir zaman"

Olmaz mı bu kadar sizce? Arkadaşımın anlattığı öyküdeki gibi ölüler sesleri duymaz mı? Cem edenlere, dem çekenlere karışmaz mı dersiniz? Duyarlar, sevgili okur, hem de herkesten daha iyi duyarlar! Toprak olmuş, böcek olmuş, ağaç kökü olmuş, rüzgar efiltisi olmuş o ölüler her bir hücreleri ile duyarlar sesleri. Çiçeğe durmuş gonca gibi, peteği ören arı gibi, su gibi damla damla katılırlar mengiye.

Reklam

İnanmıyorsanız eğer denemesi bedava! Varın gidin Madran Baba'daki taşlarında kazayağı motifi işli o gömütlüğe. Yeniköy Tahtacılarının bir cemine denk getirin gidişinizi. Varın bir kızılçamın dibine oturun. Sırtınızı ağaca yaslayıp gözlerinizi yumun ve kulaklarınızı iyice açın. Rüzgar o yüzlerce metre öteden bağlama sesini getirdi miydi, bir Tahtacı semahı havalandırdı mıydı dinleyin o mezar taşları nasıl da uğunuyorlar, kıvranıyorlar...

Taşların uğunmasını, inlemesini duyamıyorsanız gözlerinizi açın. Mezarların üzerinde, yanında yöresindeki çiçeklere bakın, elinizi uzatıp zahterlere dokunun, koklayın. Onların rüzgar altında inleyişlerini, burcu burcu kokuşlarını, usul usul salınışlarını, türkü seslerine, deyişlerin sözlerine karıştıklarını mutlaka göreceksiniz.

Turnalar gibi kollarını savura savura dönen kadınların, erkeklerin neşesi siner ormana birden bire. Tandıra sürülmüş kebap dumanına, kızıl şarap, boz rakı kokusu karışır. Semah yavaş yavaş hızlanır. Kollar daha da bir hareketlenir, havaya kalkar iner, kalkar iner... Uçup karışmak isterler turnalara, göğün en yükseğinde kanat çırpan kazlara...

Kalın pos bıyıkları kızıl şaraba batmış, kara sakallına anason kokusu karışmış bir dede divan sazını bağrına bastırıp üzerine yumulmuş. Bir bozlak açışı yapıyor, bam telinden girip. Bozkırdan, Hacıbektaş diyarından pirin sesini, selamını getiriyor Madran'daki yarenlere. Muharrem babanın, Neşet ustanın, Hacı Taşan'ın gönül dağında esen yelleri, yüce dağ başının boranını anlatıyor. Sonra, gönlü hiç kocamayan, her yaşta güzel seven, sanki güzel sevmek ve güzeli övmek için bu dünyaya gelen Karacoğlan'dan bir mengi çınlıyor kızılçamın kozalaklarında.

"Engine salalım şahini bazı,

Sevmeyen çeker mi sendeki nazı?

Gönül elinde bu kırık sazı,

Güzeller aşkına çalar bir zaman"


https://www.evrensel.net/yazi/89651/madran-baba-mengisi?utm_source=twitter&utm_medium=twitter_ap&utm_content=77&utm_campaign=17-10-20219:30

Reklam

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...