Fotoğraf: Daniel/Flicker (CC BY 2.0)
Prof. Dr. Doğanay TOLUNAY
İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Orman Fakültesi Toprak İlmi ve Ekoloji Ana
Bilim Dalı
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 26. Taraflar Konferansı öncesinde iklim değişikliği konusunda duyarlı insanlar oldukça ümitliydiler. Çünkü Paris Anlaşması’nda da yer alan sera gazı emisyonlarının 2030 yılında yarı yarıya azaltılması ve 2050 yılında ise net sıfır emisyonu hedefine ulaşılması için süre kısalıyordu. Giderek artan aşırı hava olaylarının neden olduğu hasar ve kayıplar da artmaktaydı. Tüm dünyada yükselen iklim değişikliği farkındalığının da etkisiyle devrim niteliğinde kararlar alınacağı umuluyordu. Ancak iklim değişikliği konusunda çalışan uzmanlar önceki yıllardaki taraflar konferanslarından çıkan metinleri ve bunların uygulamalarındaki aksaklıkları gördükleri için çok da fazla bir beklenti içinde değillerdi. Nitekim 13 Kasım 2021 tarihinde açıklanan anlaşma metni incelendiğinde de önceki yıllardaki anlaşmalarda yer alan söylemlerin tekrarlandığı görüldü. Bu açıdan kamuoyu tarafından Glasgow Anlaşması hayal kırıklığı olarak algılandı, ama uzmanları çok da şaşırtmadı.
Glasgow Anlaşması’nın en önemli çıktısı kömür tüketiminin aşamalı olarak yavaşlatılması oldu denilebilir. Çünkü ilk defa kömür azaltımı konusu bir taraflar konferansı anlaşmasında yer aldı. Ancak Konferansın son gününde taslak metinde yer alan kömür tüketiminin kademeli olarak sonlandırılması ifadesinin Hindistan’ın araya girmesiyle yavaşlatılması şeklinde değiştirilmesi de bazı ülkelerin halen ekonomik kaygılarının iklim değişikliği kaygısından daha yüksek olduğunun göstergesiydi.
Glasgow’daki konferansın diğer çıktıları ise ülkelerin ormansızlaşmayı ve arazi tahribatlarının önlenmesi konusunda bir taahhütte bulunmaları ve iklim değişikliğinden zarar gören ülkelere verilecek mali desteğin arttırılması konuları ise aslında yeni değil. Örneğin ormansızlaşma ve arazi tahribatlarının önlenmesi 1997 yılından itibaren gündemde olan bir konu. Ancak buna rağmen son 30 yılda ormanlar toplam olarak 178 milyon hektar azaldı. Son 5 yılda yıllık ortalama ormansızlaşma 10 milyon hektar kadar, ancak ağaçlandırmalarla orman alanları genişlediğinden net orman alanındaki azalma yıllık 5 milyon hektar civarında. İklim değişikliğinden etkilenen ülkelere yardım için oluşturulan Yeşil İklim Fonunda her yıl 100 milyar dolar toplanması hedefine ise yıllardır ulaşılamıyor. Ek olarak 26. Taraflar Konferansında Paris Kurallar Kitabı’nın da tamamlandığı açıklandı. Paris Anlaşması’nın uygulanması için yol haritasını oluşturacak bu kurallar kitabının önceki yıllardaki taraflar konferanslarında 2020 yılında uygulamaya konulması hedefi olduğunu hatırlatmak da fayda var. Dolayısıyla bu kurallar kitabının hazırlanması aslında geç kalmış bir karar.
Glasgow kararları Türkiye açısından incelendiğinde ise özellikle kömür kullanımın azaltılmasının oldukça önemli bir karar olduğu söylenebilir. Çünkü ülkemizde halen devam eden ve planlanan kömürlü termik santraller bulunmakta. Bunların önemli bir kısmı ise yurt dışından finanse ediliyor. Glasgow Anlaşması’nda ayrıca verimsiz fosil yakıt sübvansiyonlarının da aşamalı olarak kaldırılması yer alıyor. Ülkemizin 506 milyon ton CO2 eş değeri olan sera gazı salımlarının yüzde 72’sinin fosil yakıtla üretilen enerji sektörü olduğu ve daha birkaç yıl öncesine kadar tüm kömür kaynaklarının kullanılmasının planlandığı dikkate alındığında başta kömür olmak üzere fosil yakıtlardan çıkış için bir yol haritasının acilen hazırlanması gerekiyor.
Özetle dağ fare doğurdu ve iklim değişikliği için ümitler gelecek yıla ertelendi denilebilir. Son Taraflar Konferansı gösterdi ki bugüne kadar olduğu üzere iş iklim değişikliğinden endişeli yurttaşlara kaldı ve anlaşılan o ki karar vericileri iklim politikalarını değiştirmeye zorlamazsak iklimler değişmeye devam edecek. Bu noktada kâr odaklı kapitalizm ya da liberalizm gibi ekonomi politikalarının da sorgulanması gerek. Çünkü ekoloji ekonomiye feda edilmiş gibi görünüyor ve seragazı salımlarını azaltmak için üzerinde durulan karbon ticareti gibi önlemlerin de aslında bu ekonomik sistemlerin sürekliliğini sağlamak üzere geliştirildiği anlaşılıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder