25 Eylül 2022 Pazar

Yuvasız kuşlar gibi... (Pazar yazısı)

 

25 Eylül 2022 04:40


 


Fotoğraf: Özer Akdemir

Eylül ayının ortasındaydık ama Çine’de hava insanı bunaltacak kadar sıcaktı. Yapış yapış bir nem sıcağın boğucu etkisini katlıyordu. Alnımızdan akan teri sildiğimiz kağıt mendil kirli sarı bir renge bürünüyordu.

Yolboyu köyünün Aydın asfaltı tarafındaydık ve dar bir sokakta başımızı sokacak gölge aranıyorduk. Gölge bulan şanslı azınlık sırtını bir duvara ya da ağaca yaslayıp nefes almaya çalışıyordu.

Bilirkişi heyetinin adliyeden yola çıkması daha bir saati bulur diye haber gelince ben de bir gölgeye sığınıp heyeti beklemek yerine köylülerle söyleşi planımı öne aldım.

Birkaç köylüyle birlikte içinde beş altı ineğin tembel tembel dolandığı ağılı geçip güneşten kavrulan tozlu bir yoldan zeytinliğe doğru yürüdük. Zeytinlik Çine Aydın yolunun üzerindeki Eysim Madencilik şirketi tesislerinin sınır komşusuydu. Bulunduğumuz yerden 40-50 metre ilerideki tesislerde geçen seneye oranla bir farklılık vardı ama ne olduğunu bir türlü anlayamıyordum.

30-40 yaşında gösteren genç bir zeytin ağacının (Zeytinin binlerce yıl yaşayabildiği göz önüne alınırsa bebek bile denebilirdi ama bunların üzerinde artık meyveler vardı) gölgesinde konuştuğumuz köylülere sordum geçen yıldan bu yana ne değiştiğini.

YEŞİL BEZDEN BİR ÖRTÜ

Geçen sene haziranda, yine böyle sıcak bir öğle sonrasında geldiğimiz Yolboyu köyünde, şimdi bulunduğumuz zeytinliğe giden toprak yolun üzerinde çekimler yapmıştık. O zaman arka tarafta tepeleme yığılmış maden cevheri gözümün önüne gelmişti ki köylülerden Erol Tosun merakımı giderdi.

“İşletme ile tarlamızın arasına eni iki metreyi geçen yeşil bir örtü çektiler. Şimdi öte yanı göremiyoruz”.

Yaklaşık 200-300 metre boyunca uzayan bu örtünün hemen dibine de bir kanal açmış şirket. Kanalın öyküsünü de anlattı Erol Tosun:

“Kaç kere gittim geldim bu kanalı açtırmak için. Büyük patrona zaten ulaşamıyoruz da müdürle kaç kez konuştum bilmiyorum. İşletmede cevher yıkanan suyun eğim nedeniyle tarlama aktığını, bu su yüzünden ürünlerimin kuruduğunu fotoğraflayıp kaç kere gönderdim ama tınmadılar hiç. Ne zaman ki bu davayı açtık hemen önlemler almaya başladılar. Su kanalını açtılar, bez örtü gerdiler. İşletmenin içine tozu önlemek için birkaç farklı noktadan yağmur gibi su püskürten sistemler bile yaptılar. Gerçi onu da çalıştırdıkları pek görülmüş değil ama... “

Geçen yıl da Erol Tosun ve eşiyle konuşmuştuk. Değişen pek bir şey olmamış yaşamlarında. Çine pazarında tezgah açmayı bırakmışlar sadece.

“Belediyeden kiraladığımız tezgah yerimiz bomboş duruyor. Artık yetiştirdiğimiz ürünleri satamıyoruz. Lahananın içi tozlu diye bir müşteri öyle beddualar etti ki! Sonrasında baktım haklıymış ama vallahi bilmiyordum böyle toz olduğunu. Zaten Yolboyu köyünden geldiğini öğrendikleri hiçbir şeyi almıyor vatandaşlar” dedi. Bu yüzden bırakmışlar pazarlara çıkmayı.

Ürünlerini satamadıkları bir yana hediye olarak akrabalarına götürdükleri meyve ve sebzelerin bile istenmediğini, götürdükleri hediyeyi gerisin geri getirdiklerini söyledi eşi Emir Ayşe Tosun.

“Oğlanı evlendireceğiz ama git evimizi bir gör. Her gün yıkamamıza rağmen tozun toprağın içinde” dedi başındaki mor desenli eşarbının ucuyla göz ucunu kurulurken.

“Eşim KOAH hastası oldu iki üç yıl önce. Ben sara hastasıyım. Üzüldükçe nöbetler sıklaşıyor. Ne yapacağımızı şaşırdık kardeşim!”

 

Fotoğraf: Özer Akdemir

KUŞLAR YUVA KURMUYOR AĞAÇLARA

İnce yeşil yapraklarının üzerlerinde toz birikintileri görünen zeytin ağacının altında konuştuğumuz diğer köylü Ünal Ankara da KOAH hastası olduğunu söyledi. Öyle içten sözlerle anlattı ki maden işletmesinin yaşamlarına ve doğaya etkisini...

“Köyümüzün üzerinden yıllardır tek bir kuş sürüsünün geçtiğini görmedim. Kumrular, güvercinler geçmiyor. Serçe dahi yok, tozdan etkilendikleri için. Gezin bakın köyümüzdeki ağaçların üzerinde bir tane kuş yuvası göremezsiniz. Kuşlar dahi yaşamıyor bu memlekette, yuva kurmuyor. Kuşsuz gökyüzü olur mu? Ben bu madenlerin patronlarına soruyorum; acaba kafalarını klimalı odalarından çıkarıp bu toz nereden çıkıyor diye bakıyorlar mı? Hiç sanmıyorum! Akşam eve gittiklerinde kafalarını yastıklara dayayıp rahat uyuyorlar mı? Uyuyorlardır! Bu patronların kasası dolsun diye ben hasta oluyorum. Yazın tozdan kapı pencere açamıyorum. Mecbur klima kullanıyorum. Elektrik faturasına bile güç yetirecek halimiz kalmadı. Soruyorum patronlara; şu tesislerde 25 yıllık sigortalı süresini tamamlayıp emekli olan bir tane işçi var mı?”

 


Silikozisle mücadele eden Sedat Kara yaşamını yitirdi

SEDAT KARA’NIN CAN BEDELİ

Ünal Ankara’nın son sözleri gözümün önüne Sedat Kara’yı getirdi. Sedat Kara bu köydendi. Eysim’de çalışırken yakalandığı silikozis hastalığı nedeniyle işten çıkarılmış, ömrünün sonuna kadar hastane köşelerinde sürünmüştü. Bir yudum nefes alabilmek için çırpınmıştı yıllarca ve geçen sene daha 40 yaşındayken ölmüştü. Şirket patronu can bedeli olarak Sedat Kara’nın eşini işi almıştı. Üç küçük çocuğu bulunan kadın eşinin katili olan işletmede çalışmak zorunda kalmıştı.

Sedat Kara’yı sorduğumda kameraları kapattırıp anlattı Ünal Ankara.

“Bir gün Sedat’ın çalıştığı yere, bir iş için onu görmeye gittim. Tozdan göz gözü görmüyordu. Eve döndüğümde karıma anlattım bunu. Sedat orada kesin hasta olur dedim. Altı ay sonra silikozis olduğu haberi geldi!”

*

PATRONUN ZORUNA GİTMİŞ!

Bizim bu çekimlerden yaklaşık 45 dakika sonra geldi bilirkişi heyeti. Biraz da avukat arkadaşların çabasıyla köydeki keşfi ben de izleyebildim. Bana anlattıklarının aynısını bilirkişilere de anlattılar. Bilirkişiler bir bakışta üzerlerindeki tozların göründüğü zeytinlerden, bamyalardan ve lahanalardan örnek aldılar. Heyet köylülerin tarlalarını, evlerini gezerken işletme yetkilileri ise uzaktan olan biteni izliyorlardı.

Keşfin sonunda bilirkişilerin işletme içinde inceleme yapmalarına gelinmişti ki şirket yetkililerinin keşfi izleyen tek gazeteci olan benim işletmeye girmeme izin vermedikleri bilgisi geldi. Oysa geçen seneki çekimlerimiz sırasında bizi işletmeye kahve içmeye çağırmıştı müdürleri. Hatta patron 1 Mayıs’tan hemen sonra işçileri için beş yıldızlı otelde düzenledikleri emek bayramı kutlamasına davet etmişti beni. “O sofrada silikozis hastası edip işten attığınız işçilerin kanı var. Hızırpaşa sofrasında bizim işimiz olmaz” diyerek gitmemiştim! Bu mu zorlarına gitmişti acaba?!

KUŞ UÇMAYAN BİR GÖKYÜZÜ!

Bilirkişi keşfinden sonra köyde yapılan basın açıklamasının ardından Ünal Ankara’nın evine gittik. Çine yolundan köye döndükten sonraki ilk evdi. Bize işletmenin tozu nedeniyle kuruduğunu söylediği erik ağacını gösterdi. Ünal’ın eşi, eşinin Sedat Kara ile ilgili anlattıklarını doğruladı ama o da kamera açıkken konuşmak istemedi. Hem madenden hem komşularından çekiniyorlardı belli ki.

Öğle sıcağında geldiğimiz köyü ikindi üzeri terk ederken iki şey dönüp duruyordu kafamda; biri silikozisten genç yaşta ölen Sedat Kara ve genç yaşta üç çocukla dul kalan eşinin kederli yaşamları. Diğeri köyün gökyüzünü terk eden kuşlar! Yedi yılda ağaçlarına kuşların bile yuva yapmadığı bir köy haline gelmişti Yolboyu. Maden nice yuvaları yıkmış, nice kuşları yuvasız bırakmıştı!..

(*)


https://www.evrensel.net/yazi/91666/yuvasiz-kuslar-gibi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...