15 Ocak 2023 04:29
Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
Geçtiğimiz günlerde Bursa Su Kolektifinden Caner Gökbayrak’la Bursa otogarında buluşup Uludağ’a çıktık. Ama öncesinde Nilüfer ilçesi sınırları içerisinde, bir pazar yerinin önünde açılan imza masasındakilerle kısa bir görüşme yaptık. Birkaç aydır iyice gündeme oturan ve geçtiğimiz günlerde de TBMM’deki komisyondan geçen Uludağ alan başkanlığı yasa tasarısına karşı toplanıyordu imzalar.
Elindeki megafonla alan başkanlığının Uludağ ve Bursa açısından ne demek olduğunu anlatmaya çalışan Candan Göz, bir iki gün içerisinde, sadece öğleden sonra açtıkları masada dört-beş saatte üç bin imza topladıklarını söyledi. “Sadece bir noktadan bu kadar imza toplamak aslında halkın bu olaya karşı ne kadar da tepkili olduğunu gösteriyor. Bu imzaları Meclise götürdük ve oradaki muhalefet milletvekillerinden yasa genel kurula geldiğinde hayır oyu kullanacaklarının da sözünü aldık” dedi.
Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
ÇEVRE MÜCADELESİNDE YAŞ SORUNU
Meclisteki muhalefetin sayısı yetmiyor yasa teklifinin reddedilmesine, evet. Yine de son dakikaya kadar teklife karşı durmaları ve oylama sırasında salonda yerlerini almaları lazım milletvekillerinin. Öbür türlü her yasal düzenlemede muhalefet milletvekilleri “Sayımız yetmiyor, ne yapalım” diyerek Meclis salonuna gelmezlerse iktidara çok az bir çoğunluk ile güle oynaya geçirmelerinin yolu açılıyor.
İmza toplayanların yaş ortalamasının genelde ellinin üzerinde olması dikkat çekiyordu. Aslında çevre-ekoloji mücadelelerinin genel bir sorunuydu bu; mücadelenin orta yaş ve üzeri kişiler tarafından sırtlanması. Gençler, kendilerini o kadar yoğun bir gündem (okul, sınav, ekonomik sıkıntılar, sosyal konulardaki zorluklar vs.) içinde buluyorlar ki ekoloji ve çevre konularına ancak bu konular doğrudan kendilerini ilgilendirirse duyarlılık gösteriyorlar.
Bu ve benzeri nedenlerle özellikle kentlerde çevre-ekoloji mücadelesi genelde orta yaşın üzerinde, orta sınıftan yurttaşların bir uğraşı olarak şekilleniyor. Kırsala gittikçe mücadelenin öznelerinin daha çok köylülere dayandığını, köylü kadınların ve gençlerin de bu süreçte mücadelenin içerisinde aktif olarak yer aldıklarını söylemek mümkün.
Semt pazarındaki imza masasının önünde görüştüğümüz Habip Göbelek, Bursalılara alan başkanlığının ne anlama geldiği konusunda hiçbir bilgi verilmediğinden yakındı. Bunu aşmak için kentteki çevre-ekoloji örgütleri olarak bir süredir imza, basın açıklaması gibi işler yapmaya çalıştıklarını söyleyen Göbelek’e göre kentteki diğer kurumlar da hâlâ bu meselenin önemini yeterince anlayabilmiş değil.
Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
ULUDAĞ’DA KAR OLMAZSA
Ekoloji Birliği kuruluş sürecinden tanıdığım Caner Gökbayrak ile günlük güneşlik bir havada Uludağ’a doğru tırmanırken bu mevsimde karla kaplı olması gereken dağda neredeyse hiç kar olmadığını gördük. Neredeyse diyorum çünkü dağın zirvelerinde ve ormanın kuytuluklarında bir avuç da olsa, kar, kırağı, buz vardı.
Özellikle eski Türk filmlerinde, zenginlerin gözde tatil mekanları olduğu için sıkça gördüğümüz Uludağ otellerine şimdi yenileri eklenmişti. İkinci oteller bölgesi denilen yerde üzerinde Ağaoğlu yazan devasa bir otel yapılmıştı. Bu otelin hemen yanında bir başka çirkin otel daha vardı. Cumartesi günü olmasına rağmen birkaç tur otobüsüyle gelenleri ve gezintiye çıkmış üç beş turisti saymazsak oteller bölgesinde yoğun bir kalabalığın olmaması gözümüzden kaçmadı. Kar olmayınca Uludağ’ın da pek bir cazibesi kalmıyordu demek ki...
Dağcılıkla da uğraşan Caner, son beş-on yıldır Uludağ’daki kar yağışı azlığının giderek daha belirgin olduğunu söyledi. “Burasının bu mevsimde normali böyle değildi elbette. Şimdi kardan yukarıya çıkışımız bu kadar kolay olmamalıydı ve bulunduğumuz yerlerde de insanlar kayak yapmalıydı” dedi.
Yaklaşık 20 milyon metrekare yani 2 bin 800 futbol sahası büyüklüğüne ulaşan bir alanın alan başkanlığı sınırları içerisine alınmak istendiğini anlatan Caner, “Diyorlar ki eğer alan başkanlığına bağlansaydı Uludağ’a hem yatırım hem de kar yağacaktı. Turist gelince, yani para çok olunca yapay kar yağdıracaklarmış! Oysa yalan söylüyorlar! Yapay kar yağdırmayı daha önce de denediler. Uludağ yeteri soğukluğa ulaşamadığı için bir işe yaramıyor” diye konuştu.
Bir yanda Uludağ’ı milli park korumasından çıkarıp, daha çok turist gelsin diye ranta açma çabası öbür tarafta küresel ısınmanın etkilerinin her geçen süre daha çok hissedilmesi nedeniyle yağmayan kar ve dolayısıyla düşen turist sayısı...
Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
YAĞMALA GİTSİN!
Aslında tam da bu nedenle yarın bu alan başkanlığı cinliği de bir işlerine yaramayabilir. O yaptıkları oteller boş kalınca ne dediğimizi daha iyi anlarlar!
Bu yasa tasarısına “cinlik” diyoruz çünkü; tam da doğayı, ormanları, karbon yutak alanı olarak nitelenen su yapılarını, gölleri, meraları korumanın gerekliliği ile ilgili bir sürü laf, söz ettikten sonra alan başkanlığı ile 6 kurumun yetkisini tek elde toplayıp milli parkı yapılaşmaya açmak istiyorlar. Yani bir anlamda “yalan ve talan başkanlığı” oluşturmak istiyorlar. Denetim yok, şu kurumdan izin çıkar mı derdi yok, hesap soran yok, ceza alırım korkusu yok! Bundan âlâ ortam mı olur, yağmala gitsin!..
Oysa kendi ayaklarına sıkıyorlar, hâlâ farkında değiller. Gözlerini rant bürümüş çünkü!..
Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan şöyle bir tweet attı: “2053 vizyonumuzu dünyanın tamamıyla birlikte ülkemizi de yakından ilgilendiren yeşil kalkınma atılımlarının etrafında şekillendiriyoruz. Hedefimiz 2053’te Paris İklim Anlaşması’yla taahhüt ettiğimiz net sıfır emisyona ulaşmak”.
Söylediklerinizle yaptıklarınız örtüşürse eğer uluslararası alanda sözüne güvenilir ve ciddi bir ülke olarak anılabilirsiniz. “İtibardan tasarruf olmaz” meselesine bir de bu pencereden bakmak lazım. Her şey saray, uçak, koruma ordusu, yat, kat değil çünkü!..
Bir yan da net sıfır emisyondan bahsedecek diğer taraftan milli parkı yapılaşmaya açacak düzenlemeleri yasalaştıracak, zaten iyice azalan orman varlığınızı, yani karbon yutak alanlarınızı daha da daraltacaksınız!
Caner’in anlattıklarına göre milli park içerisinde kılıfına uydurularak yapılan oteller tam da “Kırkpınar” denilen su kaynaklarının üzerine dikilmiş. Aylardır doğru dürüst yağış düşmüyor memlekete. Kuraklık bu kadar yakıcı gündem arasında belki de henüz yeteri kadar öne çıkmış değil. Ancak kesinlikle çıkacak! Musluklarımızdan sular akmadığında, çeşmelerimiz sustuğunda, göllerimiz kuruduğunda, nehirler artık kanalizasyon atıklarını bile taşıyamaz hale geldiğinde bu kapitalistler paranın suyun yerini tutmadığını anlayacaklar mı dersiniz? O günün gelmesini bekleyeceksek vay halimize!..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder