20 Aralık 2011 Salı
Turizm beklerken çöplük geliyor!
22 Kasım 2011 Salı
Çevre düşmanları derneğe saldırdı
21 Kasım 2011 Pazartesi
“Her canlıdan bir çift alın gemiye, Nuh kalsın”!...
17 Kasım 2011 Perşembe
“Nükleer enerji dinozorların çektiği at arabasıdır”
14 Kasım 2011 Pazartesi
‘Babam galiba öldü öğretmenim’
Resimdeki yerde yatan kişinin kim olduğunu ve bunun ne anlama geldiğini de sorar; “Babam, öğretmenim” der küçük çocuk: “Galiba benim babam öldü öğretmenim. Eve gelmiyor artık...”
Direnişçi İşçilerden Veli Gençaslan ve İbrahim Karadağ da işten atılmalarının çocuklarını çok kötü etkilediğini dile getiriyorlar. “İkimizin kızı da aynı okulda. Biz İstanbul’a gittiğimizde kızlar teneffüste okulun duvarı dibine gidip birlikte ağlıyorlarmış” diyorlar.
5 Eylül 2011 Pazartesi
İlhan İrem: İnsan kalmayı seçtim
05 Eylül 2011 07:09
Son Güncellenme Tarihi: 28 Temmuz 2022 22:49
"Dünyaya, doğaya, insana yapılan zulümlere, haksızlıklara sessiz kalan… Çevre, kültür, tarih katliamlarına seyirci kalan herkes suç ortağıdır."
GÜNCELLENDİ
67 yaşında hayata gözlerini yuman sanatçı İlhan İrem'in 2011 yılında Özer Akdemir'e verdiği röportajı yeniden paylaşıyoruz.
Özer AKDEMİR
1990’lı yıllardan itibaren kendi deyimi ile “Popüler kültür vitrininden çekilen” ve yaklaşık 20 yıldır bu kararını uygulayan İrem, yayınlamayı sürdürdüğü albümleri ve konserlerle hayranlarına seslenmeye devam ediyor. Çevre sorunlarına olan duyarlılığı ve çevre mücadelelerine verdiği destek ile de tanınan İlhan İrem yaşamı, sanatı, politika ve gelecek hakkındaki sorularımızı yanıtladı.
Türk pop müziğinin efsane isimlerinden İlhan İrem’in adı uzun zamandır gazetelerde, televizyonlarda duyulmuyor. Bunun nedeni ne?
Bu aslında 1980 sonbaharında askerden döndüğüm gün yazdığım şarkı ile başlayan bir süreç. Erzincan’dan dönerken Uludağ’ın eteklerinde sisler içindeki Bursa’yı uzaktan gördüğümde, aracımı yolun kenarına çekip “Olanlar Olmuş” adlı şarkımı yazmıştım. Bu şarkı bir milat oldu. ‘70’li yıllar boyunca 17 yaşından başlayarak ülkenin en parlak yıldızıyken, 1979’da gittiğim Anadolu’dan 1980’de döndüğümde kendimi koyu bir anlamsızlık içinde buldum. Seksen darbesi Türkiye’yi bir daha geri gelmeyecek biçimde yamulttu. Bugünkü demokrasi ve açılım masalcılarının atası olan Özal’ın kılavuzluğunda, ülkenin içsel değerleri boşaltılmaya başlamış, yerine Arap Amerikan orijinli yaşantılar demetiyle, sevgisiz, insansız, aptalca bir tüketim çılgınlığı gelmişti. Gördüklerim su yüzünde görünenden çok daha fazlaydı. Giderek düşünceye dönüşen duygulanımları aktarmaya salt yıldız olmak yetmeyecekti. İnsan kalmayı seçtim! Asıl değerini yitirdikleri yaşantıları bir sanalizasyonun içinde deformasyona uğramış bütün eski tanışlarımı hayatımdan çıkardım. Kendime çekilerek sadece yazıp bestelemeye başladım.
SADECE FİZİK OLARAK YOKUM
Bu süre içinde neler yaptınız?
Makas değiştirip seksenli yıllar boyunca senfonik rock tarzında çalışmalara yöneldim. Daha az da olsa, o yıllarda gazetelerde, radyo ve televizyonlarda yer almayı sürdürüyordum. Ancak doksanlarda gelen çok daha büyük ucuzluk ve duyarsızlık dalgası ile popüler kültür vitrinlerinden tamamen çekilmeye karar verdim. Yaklaşık yirmi yıldır bu kararımı uyguluyorum. Sadece fizik olarak yokum… Yayınlamayı sürdürdüğüm albümlerimle kalabalık bir dinleyici kitlesi bir şekilde buluşuyor. Doğanın, insanın, sevginin, sanatın çöküşünü izlemek acı verici… Dünyanın ölümünü görmemek için yaşarken kendimi öldürdüm ve başka bir boyutta yeniden doğdum. Kainatın ve hayatın zerrelerine girdim. Ruhu ölmeyenler için sevinçler ve kederler çok daha derinlerde ve daha yakıcı… İçimdeki cennetlerde, açık yaralarından canı yanan ve asla teslim olmayan güzel ruhlarla buluşup kendi cumhuriyetimizi kurduk. Çağın sorunu insanların ruhlarını yitirerek otlaşmaları… Türkiye bu anlamda bitkisel hayata girmiştir. Dünya dev bir alışkanlıklar hapishanesinde ölüyor… Üstelik hiç kimse hiçbir şeyin farkında değil. Mutlu bir biçimde tüketip, tükeniyorlar.
SAHNE DÜNYASI BİR KRİZE GİDİYOR
Yeni çalışmalarınız, konser programlarınız var mı? Hayranlarınız sizi tekrar ne zaman dinleyebilecekler?
14 yıllık bir aradan sonra 2006’da İstanbul Harbiye Açıkhava Tiyatrosunda verdiğim konser ile sahnelere dönüş yaptım. İstanbul ağırlıklı nadir solo konserler veriyorum. Sahne dünyasında da büyük değişiklikler gözlemledim. Sanattan bihaber bazı yapımcıların albüm satışlarını bitirmeleri gibi, sahne dünyası da bir krize doğru gidiyor. Birkaç yetkin firma ve isim dışında konser sektörü sanat ve estetikle hiçbir ilgisi olmayan kimselerin eline geçmiş. Mal gibi gördükleri sanatçıları kendi kültürlerince kategorize eden bu kişilerin ahbap-çavuş ilişkileri ile belirledikleri bir sahne dünyası var. Çifte standartlardan oluşan sanal bir star düzeni içinde, tamamen sübjektif değerlerle işler yapılıyor. Yabancı hayranlığında da yüzünü gösteren çifte standart öyle boyutlardaki, bu topraklarda yaşayan bir sanatçı olarak huzursuz olmamak mümkün değil. Çoktan ununu elemiş yabancı sanatçılara yüz binlerce dolar ödeyen, onların akıl almaz taleplerine boyun eğen yapımcılar, bu toprağın yetiştirdiği değerler söz konusu olduğunda bambaşka bir kimliğe bürünebiliyorlar. Maalesef bugün durum böyle… Umuyorum ki, aşağı, karanlıklara doğru bütün çekiştirmelere karşın kaçınılmaz bir çağın içinde değişip, düzelecek. Umutsuzluklar amaçları olan insanları asla yolundan döndürmemeli. Bir süredir albüm çalışmaları nedeniyle konserlerime ara vermiştim. Önümüzdeki aylarda tekrar konserler vermeyi planlıyorum. Sonrasında yeni şarkılardan oluşan bir albüm yayınlayacağım.
İNSAN YA DUYARLIDIR YA DUYARSIZ
Allianoi sağlık yurdu sular altında. Hasankeyf hâlâ aynı tehlikeyle karşı karşıya. Siz, Tarkan, Sezen Aksu dışında sanatçılardan bu kültür ve tarih katliamına karşı doğru dürüst ses çıkmadı. Bu sessizliğin siyasi iktidarı cesaretlendirdiği söylenebilir mi?
Bunun sanatla, sanatçı ile ilgisi yok! İnsan ya duyarlıdır ya da duyarsız. Dünyanın bugün yaşadığı büyük kriz ve kaosun nedeni insanların duyarlılıklarını yitirmeleridir. Duyarlılık çöktüğünde, sevgi, saygı, sorumluluk, özgürlük, vicdan, hakkaniyet, adalet, vefa, inanç, amaç, her şey çöker. Duyarsızlık ilkelliktir! Ama hiçbir şey ile her şeyin yer değiştirdiği ülkelerde bu vahim sağırlık sorun teşkil etmez. Dünyaya, doğaya, insana yapılan zulümlere, haksızlıklara sessiz kalan… Çevre, kültür, tarih katliamlarına seyirci kalan herkes suç ortağıdır.
‘70 VE 80’LERİN KÖTÜLERİ ŞİMDİ TAÇLANDIRILIYOR
Türk müziğinin dünü-bugününü değerlendirecek olursak nasıl bir fotoğraf çıkıyor önümüze? Türk müziği nereye gidiyor sizce?
Her dönemin iyileri ve kötüleri var. ‘70’lerde ve 80’lerde de çok kötü şarkılar ve suiistimaller vardı. Şimdilerde o dönemlerin topyekün taçlandırılmasını, nurlar yağdırılmasını anlamsız buluyorum. Eski yıllarda yayınlanmış ve bugünlerin yaz sakızlarından çok daha anlamsız ve ucuz pek çok şarkı sayabilirim. Az önce anlattığım toplum yapısı ne ise müzik onun aynasıdır. Müziğin bir yere gitmek gibi bir misyonu yok. Sadece bütün sanatlar ve mesleklerde sürünün dışına çıkmış insanlar var… Ki dünya boşlukta fazladan kaç milyon tur atacaksa, o sıra dışı güzellikler sayesindedir.
TEK VE BERBAT BİR RENK DAYATILIYOR
Müzik, yaşamın tam içinde olan ve onu birebir yansıtma özelliği bulunan bir gerçeklik. Bu pencereden baktığımızda ülkemizin günümüzdeki ekonomik-siyasal atmosferi ile müziğimiz arasında ne gibi bir ilişki kurulabilir?
Egemenlerin siyasette, ekonomide, yaşamda ve sanat dedikleri o şeyde dünyaya dayattıkları tek ve berbat bir renk var. Küreselleşmenin tüketim pazarında her şeyin bir örnek olması gerekiyor! Duygu ve aşkı yitirmiş müzisyenlerin bilgisayar programlarından çıkmış şarkıları aynı cins çikolata ambalajları gibi sunuluyor. Çok uluslu şirketlerin güdümündeki emperyalistlerin dünyayı hatta dinleri birleştirmek gibi ulvi görünümlü bir tezgahları var… İsa soslu yeni bir karışımı light maşalarla servise hazırlıyorlar. Robotlaşmış küresel bütünlük masallarının uzağında, insan ve sevgi değerlerinin eğilip bükülmediği saf yürek güzellikleri anlatıyorum. İçinde art niyet barındırmayan başka türlü “BİR” olma hali defolu insan ırkı için ulaşılmaz bir ütopya... Eğer doğa insanın değişimine zaman tanıyacaksa, bu evrilmenin en etkin katalizörü bence sanattır.
MİDE BULANDIRICI BİR ALDIRMAZLIK VAR
Çevre sorunlarına ve tarihi-kültürel varlıklarımıza karşı da son derece duyarlı bir sanatçı olduğunuzu biliyoruz. Sanırım Yeşiller Partisi’nde de politika yaptınız bir dönem. Bir sanatçı duyarlılığı ile son dönemde artan çevre sorunlarına ve buna karşı verilen mücadelelere ilişkin gözlemleriniz neler?
Dünyayı sömürmekte olan ahtapotun kolları bütün ülkelere uzanıyor. Siyasette, dinde, edebiyatta, müzikte, çözülmelere teşne ve vesile olan vantuzlarını kullanıyor. Sözde demokratik söylemlerin maskesi ardında kendi topraklarına düşmanlaşan insanlar, kendi dünyasını da tüketmekte olan bir canavarın dokunaçları olduklarının ayırdına varamayacak kadar bilinçsiz ya da hainler… Yeşile, doğaya, zeytine, ağaçlara, dağlara yapılanlar ise bence en büyük ihanet. Dünyanın haline bir bakın; Sözde bir uyanış yaşayan Arap ülkeleri kaynıyor, diktatörler gidiyor. Egemenler petrol peşinde, gidenlerin yerine kendi düzenlerini getirme derdinde hep birlikte masum insanların üzerine bomba yağdırıyorlar. Japonya’da çağın en büyük felaketi yaşanmış, radyoaktif bulutlar tüm dünyanın atmosferine yayılıyor. Daha geçen hafta Kuzey Denizi’nde, İskoçya kıyıları yakınındaki Shell firmasına ait bir platformdan denize ciddi bir petrol sızıntısı olduğu açıklandı. Afrika Boynuzu’nda son 60 yılın en ölümcül kuraklığı yaşanıyor. 11 milyon insan susuzluk ve açlık tehlikesi ile karşı karşıya. Ekim ayına kadar yeterli yağış olmazsa bölgede kitlesel ölümlerin yaşanacağı bildiriliyor. Ve küresel ekonomik kriz, avronun, doların seyri bunlardan daha büyük bir haber olarak sürekli dünyanın gündeminde… Bir yandan çevreye, doğaya, insan hayatına mide bulandırıcı bir aldırmazlık sürerken, havanda su döven liderler durmadan toplanıp, utanmadan sırıtarak aile fotoğrafı çektiriyor. İnsanlar paralize olmuş vaziyette, sadece tüketiyor, tüketiyor… Büyük derebeylik tüm coğrafyalardaki maşalarıyla hakimiyeti ele geçirmiş. Devasa bir göz boyama sektörü insanların üzerine bir foseptik gibi boşalıyor. Markalar, alışveriş merkezleri, borsa, çığırtkanlar, reklamlar, futbol, magazin, yarışmalar, diziler… Sersemlemiş insanları yöneten hayal tacirleri, devşirme teknolojilerle, gökdelenlerle, duble yollarla, görüntülerle gözbağcılığı yapıp geri planda büyük patronların planlarını sinsice servis ediyorlar. Tehlikeli oyunlarını bozabilecek bütün kurum ve refleksleri temizleyerek ilerleyen ahtapot, altın, gümüş ve su rantının peşinde doğayı da acımasızca sömürüyor. İşte bu noktada dünyanın her yöresinde toprakları kirletilen, sağlıkları hiçlenen insanların siyanürlü madenlere, HES’lere direnişleri büyük anlam kazanıyor. Egemenler planlarına direnen o insanlara her türlü zulmü yapacak, karaları çalacaktır şüphesiz. Buna rağmen, Anadolu’da sadece insanca yaşamak için madenlere, hidroelektrik santrallerine karşı topraklarını, ağaçlarını, tarihlerini koruyan bir kuvva ruhunun hâlâ soluk aldığını görmek umutlarımı diri tutuyor. Ama gelen dalga dünyayı tüketirken kendi sonunu da getirecek kadar bilinçsiz ve çok büyük!
Son olarak, dinleyicilerinize vermek istediğiniz bir mesajınız var mı?
Her şey şimdi başlıyor… Her zaman! Işık ve sevgiyle…
22 Temmuz 2011 Cuma
Neyi, kimden gizleyeceksiniz?
1 Haziran 2011 Çarşamba
Anadolu'nun 'Altın'daki Tehlike / Kışladağ'a Ağıt_Hayat Dergi söyleşi
Evrensel Gazetesi Muhabiri ve Çepeçevre Hayat Programı’nın yapımcısı Özer Akdemir’in uzun yıllar boyu bıkmadan usanmadan takip ettiği çevre mücadelelerine ilişkin yazdığı “Anadolu’nun ‘Altın’daki Tehlike-Kışladağ’a Ağıt” kitabı, Evrensel Basım Yayın’dan çıktı. Hayat Dergi okurları için Özer Akdemir’le bir söyleşi gerçekleştirdik.
Sorunun yanıtı biraz da yukarıdaki son cümlede gizli. 1986’larda başlayan Bergama sürecinin bir gazeteci olarak izlemeye başlamam 2000’li yılların ortalarından itibaren oldu. İzmir’e geldikten sonra Bergama köylülerinin mücadelesini, eylemlerini Evrensel’e haber yapmak için o köylere gide gele Bergama sürecini izlemeye başladım. Bugün Bergama köylülerinin direnişindeki evrelere bakacak olursak 2000’lerde başlayan bu süreç mücadelenin gerileme dönemlerine denk gelmekte. Bir gazeteci olarak başlangıcını, gelişimini ve doruğa ulaştığı zamanları izleyemediğim Bergama sürecinin ancak son dönemine, duraklama ve sönümlenme dönemine tanıklık ettim. Mücadelenin gerilemesi ve zamanla sönümlenmesi kendiliğinden bir seyirde olmadı. Temeli MGK’larda atılan bir Milli Güvenlik Stratejisi çerçevesinde geliştirilen Psikolojik Harp Harekâtı ile Bergama köylü mücadelesi geriletildi. İşin içinde MGK Genel sekreterliği vardı, asker vardı, siyasal iktidar vardı, medya ayağı vardı. “İstihbarat tarihçisi” olmakla övünen ve muhtemelen bu hevesi nedeniyle hala “çözülemeyen” bir “faili meçhul”e kurban giderek “ipi çekilen” bir akademisyen, bugün Ergenekon’la adı anılan mafya babaları, tetikçileri vardı… Son derece ilginç, kişileri, olayları, sonuçları ile bu dönemi anlamaya dönük yeni bir kitap çalışmam tamamlanmış durumda. Basılabilirse, “Kuyudaki Taş” adını vermeyi düşündüğüm bu kitabın, sadece Bergama’nın bu son dönemine değil, günümüzün en önemli tartışma konularına, Ergenekon’a, Gülen Cemaatine ve AKP ile iyice palazlanan “İslami sermayeye” de göndermelerde bulunan bir çalışma olduğunu düşünüyorum.
Neden Kışladağ sorusuna gelirsek; Bunun ilk gerekçesi olarak Bergama’nın aksine Kışladağ altın madeni ve madene karşı verilen mücadelenin başlangıcından günümüze içinde olma, izleme olanağı bulmam diyebiliriz. Kışladağ’a daha ilk kazma vurulmadan, altın madeni henüz kâğıt üzerinde bir proje iken defalarca yöreye ve köylerine gittim. Bir zamanlar genç fidanlarla, ormanlarla kaplı Kışladağ’a ilk kepçe darbesinin vurulduğu gün de oradaydım. Bugün, bitki örtüsü sıyrılmış, üzerine siyanür püskürtülen tepelerle kaplanmış, bağrında yüzlerce metrelik devasa bir çukurun her gün büyüdüğü Kışladağ’ı da görme, kaydetme hüznünü yaşayan bir gazeteci olarak, Anadolu’nun ‘altın’daki tehlikeyi anlatmaya ilk olarak Kışladağ’dan başlamanın doğru olacağını düşündüm. Bugün ülkemizin onlarca yerinde yapılmak istenen altın madenciliğine karşı direniş türküleri söyleyebilmenin yolunun Kışladağ’ın Ağıt’ını bilmekten geçtiğini düşünüyorum.
Altın madenciliği olsun, termik santraller, HES’ler, nükleer, balık çiftlikleri…. Onlarca çevresel sorunun temelinde kapitalist yağma ve talan hırsının yattığı tüm açıklığı ile ortada. “Gölgesini satamadığı ağacı kesen Kapitalizm”, kendi bindiği dalı kesmekte de hiç bir sakınca görmüyor. Küresel ısınma, ozon tabakasındaki delik, artan doğal felaketler, onlarca hayvan ve bitkinin neslinin her geçen gün tükenmesi… İşte Kapitalizm’in bu sınır tanımaz kâr güdüsü nedeniyle. Gelecekte yaşanabilecek bir dünyanın ancak Kapitalizm’in bir sistem olarak ortadan kalktığı bir dünya olabileceğini düşünüyorum. Kapitalizmin “kendini ıslah” edebileceğini, “sürdürülebilir” bir hal alabileceğini olasılık dışı buluyorum. Kapitalizm yaşamın düşmanıdır, sürdürülemez. Sermaye sistemi, kendine karşı yönelen tehditlerin, en azından kendisinin başında bulunduğu yaygın medya eliyle halka duyurulmasına izin vermez. Özünde sınıf mücadelesinin bir parçası olan, Kapitalizme karşı gelişen bu çevreci halk hareketlerinin basında kendisine çok fazla yer bulamamasının nedeni işte bu “tamamen sınıfsal” olgu yüzünden…
Belirttiğiniz gibi, emek-sermaye çelişkisinde emeği temsil etmesi gereken emek örgütlerinin nasıl uluslar arası sermayeden yana çıktıklarını gördük bu süreçte. Çevreciliği, “kendi ve çevresi” olarak algılayan, bu mücadeleyi bir anlamda ranta dönüştürmek isteyen kişi ve kurumlarla tanıştık. Yine, beyninin ışığını sermayenin hizmetine sunan sözde bilim insanlarını, onların utanıp sıkılmadan yazdıkları, baştan sona sahtelik, kandırma ve göz boyamayı hedefleyen “bilimsel raporlarını” okuduk. Bir dönem “Anadolu’nun yol hikâyelerini anlatmakla” övünen, Nazım’ın şiirlerini dilinden düşürmeyen, “parayı bulduğunda” ise “profesyonel sunucu” olarak kendi yolunun türküsünü söyleyen “sahte solcuları, yeni AKP yalakalarını da tanıdık altın mücadelesi içinde.
Daha da benzer onlarcasını göreceğiz, inanın. Ama belki de bundan sonra göreceklerimizden çok azı, bir İl Sağlık Müdürü’nün siyanür zehirlenmesi iddialarına karşı “kanlarda arsenik çıkmamıştır” yönlü ‘komik’ olmaktan öte açıklamalar yapması kadar derin anlamlarla yüklü olacaktır. Ya da, bir ABD Elçisinin “bizim altın madeni için gerekli ruhsatları verin” yönlü “emrine” başüstüne diyecek kadar milliyetçi, ulusal bağımsızlıkçı Bakanlarla tanışabilmenin gururunu da altın madenciliği sayesinde yaşadık! İşin bu yönünden bakınca, bu bile az şeyler değil gibime geliyor!...
Kıbrıs Lefke’de olan işte tam böyle bir şey. Amerikan CMC şirketi bakır ve altın madenlerini aldığı adayı, Türkiye’nin Kıbrıs harekâtını bahane edip apar topar kaçtıklarında arkalarında dünyanın en büyük çevre felaketini bıraktıklarını biliyorlardı elbette. Şimdi ara ki bulasın bu şirketi…
Orta sınıf Kanadalı’ların Toronto borsasına yatırdıkları paraları sermaye yapıp ülkemize giren TÜPRAG Şirketi Kışladağ’ın yanı sıra, ülkenin üçüncü büyük ili İzmir’in içme suyu havzasında altın madeni işletmek için gün sayıyor. Koca kentin içme suyu kirlenecekmiş, kimin umurunda…
Erzincan İliç’te Fırat nehrine 200 metre uzaklıkta dev bir siyanürlü altın madeni, sessiz sedasız çalışıyor. Buradan hiçbir ses çıkmıyor. Ne bir dava açıldı, ne bir karşı çıkan aykırı ses duyuldu. Bir ara Erzincan Savcısı’nın talimatı ile madenden gelen “kötü kokularla” ilgili soruşturma açılması ile basının gündemine gelir gibi oldu, savcının (İlhan Cihaner) başına gelmeyen kalmadı. Dünyanın en büyük maden tekellerinden Rio Tinto’nun bu madenin üretime geçmesinden kısa bir süre önce Başbakan Erdoğan’ın hısımlarından Çalık’lara madenin %20’sini adeta “buyur” etmesi ve bunu da “Türkiye’de ilerideki yapacağımız yatırımlar için stratejik bir ortaklık” olarak açıklaması bu “kötü kokuların” yoğunlaşmasına neden olsa da, işler tıkır tıkır yürüyor.
Kazdağları’nda, Niğde Ulubey’de, Gümüşhane’de, Eskişehir Kaymaz’da, daha onlarca yerde altına hücum sürüyor.
Sorunlar bu kadar genişleyince ve halk yaşam alanlarına yönelen temelinde Kapitalist sömürünün olduğu çevresel sorunlara karşı işin başa düştüğünü ister istemez bir anlamda fark ediyorlar. Bu noktada hukukun da kendilerini çok fazla koruyamadığını, sermaye düzeninde hukukun da sermayenin ihtiyaçları temelinde şekillendiğini ve gerektiğinde bir gecede değiştiğini, “hukuk devleti” denilen sistemde her şeyin üstünde denen mahkeme kararlarının askıya alındığını yaşayıp gördü. İşte Bergama köylülerinin, Eşmelilerin, Ulukışlalıların, Yuvarlakçay Köylülerinin ve dereleri için mücadele eden Karadenizlilerin hukuk alanını da boş bırakmadan, yollara dökülmesi, aylarca çadırlarda dereleri beklemesi, köylerde gece nöbetlerine başlaması çevreci halk direnişlerinin yeni bir aşamaya geldiğinin göstergeleri. Bu direnişler, özü itibariyle iş, ekmek ve özgürlük mücadelelerinin birer parçasıdır ki sınıf hareketinin önündeki en önemli engellerden birisi olan birleşik mücadele sorunu çevre direnişlerinin de en yakıcı sorunu durumunda.
Tüm bu karşı propaganda ve baskılara rağmen Artvin’liler altıncıları topraklarından kovdular. Niğde Ulukışlalılar hala karalı bir şekilde direniyorlar. Yine Manisa Turgutlu halkı İngiliz Nikel şirketini şu an için püskürttü. Yuvarlakçaylılar derelerinde HES yapmak isteyen Afken Holdingi aylarca çadırlarda direnerek topraklarından attılar. Karadeniz de Fındıklılılar Arılı ve Çağlayan Derelerine hala kazma vurdurmadı…
Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Karşıdaki güç ne kadar büyük olursa olsun halkın kararlı direnişi karşısında yenilmeye mahkum olduklarını çok iyi biliyorlar. O nedenle girmekte zorlandıkları yerlere başka yöntemlerle, iftiralarla, halk arasında bölünme yaratarak, ya da bir süre bekleyip uygun anı kollayarak girmeyi planlıyorlar. Örneğin, bundan 25 yıl önce büyük bir direnişle püskürtülen Aliağa’daki termik santralciler, aradan 25 yıl geçtikten sonra koşulların uygun olduğuna karar verip yeniden harekete geçtiler. 40 yıldır varlığı bilinen İzmir Karşıyaka Arapdağı’ndaki altın madenini çalıştırmak için geçtiğimiz aylarda çalışmaların başlaması tesadüf olması gerek…
Mücadelenin gelişim seyri şunu gösteriyor; bu saldırıları durdurmanın tek yolu halkın örgütlü, kararlı mücadelesi. Kendi yerellerinde sıkışıp kaldığı için yalnızlığı içerisinde sönümlendirilmek istenen direnişlerin birleştirilmesinin, Anadolu’nun gözden ırak kırlarında tek tek yanan ateşlerin büyütülmesinin, tüm ülkeyi, hatta dünyayı tehdit eden Kapitalist barbarlığa karşı mücadelede önemli bir ivme yaratacağını düşünüyorum.
Gerek gazeteci kimliği ile gerekse Hayat Televizyonu Çepeçevre Program yapımcısı olarak bu direnişleri olanağımız ölçüsünde izlemeye, uzaktan değil, direnişlerin içerisinden mücadeleyi yansıtmaya çalışan bir anlayışla hareket ediyoruz. Bunu yaparken, yine olanak buldukça ülke dışındaki gelişmeleri de izleyicilerimize yansıtmaya çalışıyoruz. Kıbrıs Lefke’daki terk edilmiş maden alanı, Bulgaristan’daki altın madeni karşıtı mücadele, Gürcistan Batum’un kumsalları, tarihsel dokusu ve birkaç kilometre ötedeki Karadeniz Otoyolu katliamını da bu çerçevede ekranlara taşıma olanağı bulduk.
Son olarak 1 aylık bir Küba gezisini yeni bitirdik. Küba’nın bir ucundan, diğerine görme olanağı bulduk. Havana’yı neredeyse sokak sokak dolaştık. İşin garip yanı Küba’da da bir altın madeni çıktı karşımıza. Hem de dünya kültür mirası olarak korunan Nacional Park’ın bir iki kilometre uzağında Kanadalılara ait bir maden. Önümüzdeki günlerde, bir iki bölüm halinde bu Küba izlenimlerimizi taşıyacağız Çepeçevre Yaşam’a…
24 Nisan 2011 Pazar
Sizin arkanızda kimler var?
Raporun sonunda ise ( sayfa: 45, madde.14), “Raporda belirtilen usulsüzlükler hakkında ilgililerin hukuki ve cezai sorumluluklarının Barbakanlıkça değerlendirilmesi” talep ediliyor. Yani ceza isteniyor. Ayrıca, raporun 13. maddesinde de fazla yapılmış olan ödemelerin firmalardan tahsili isteniyordu.
Yukarıda bahsedilen raporlara rağmen bugün “yatırımların önündeki engel” olarak gördükleri HES karşıtı mücadeleyi “dış güçlerin kışkırtması” olarak niteleyen Ayen Enerji patronu ve Hidro Elektrik Santralleri İş Adamları Derneği (HESİAD) Başkanı Fahrettin Amir Arman’a öngörülen cezalar halen uygulanmamış. HES karşıtlarının değil ama Arman’ın ve HES patronlarının ardında birilerinin olduğu, Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu Raporlarında bahsedilen usulsüzlüklerle ilgili cezaların bir türlü yerine getirilememesinde ortaya çıkıyor. (İzmir/EVRENSEL)
23 Ocak 2011 Pazar
Bu ayıbı örtemezsiniz!...
20 Ocak 2011 Perşembe
Koza patronu neden yargılanamıyor?
5 HAZİRAN 2005 Dünya Çevre Gününü Bergama Çamköyde kutlamak isteyen çevrecilere yönelik altın madeni çalışanlarının saldırısı ile ilgili davanın 4. duruşması önceki gün Bergamada yapıldı. Olaylar sırasında taş ve yumurta yağmuruna tutulan, arabalarının camları kırılan çevrecilerin, saldırının her anını yönettiği iddiasında bulundukları Koza Altın şirketi sahibi Akın İpekin adının dahi geçmediği yargılamada, bazı maden çalışanları ile çevrecilerin ifadeleri alındı.
Bergama Asliye Ceza Mahkemesinde olayların üzerinden 5 yıl geçtikten sonra açılabilen davanın 4. duruşmasında maden çalışanlarının ifadelerinin yanı sıra, şirketin sahibi Akın İpekin adının neden sanıklar arasında olmadığı yolunda tepkiler öne çıktı. Olaylarda saatlerce köylerine giremeyen köylülerin yanı sıra, Çamköyde çevre günü kutlamak için Eşme, İzmir ve Bergamadan gelen altın madeni karşıtı çevrecilerin de sanık olarak yargılandığı duruşmada, işten çıkarılan bir maden işçisinin itirafları yaşanan olaylara ışık tuttu.
ESKİ MADENCİDEN İTİRAFLAR
Olaylar sırasında altın madeninde işçi olduğunu söyleyen Halil Eftal, maden yöneticilerinin piknik adı altında yapılan etkinliğe katılımın tüm işçiler için şart koştuğunu söyledi. Maden Müdürlerinden Hayri Öğüt ve Celalettin Çetinin gelmeyen işçileri kontrol ettiğini anlatan Eftal, olayların ardından Hayri Öğütün kendisine neden taş atmadın diye baskı uyguladığını da belirtti. Eftal, şirketin sahibi Akın İpekin ise bütün olayları yönettiğini iddia etti. 2006 yılında madende meydana gelen bir kazada bir işçinin yaşamını yitirdiğini, kendisinin de bu kazanın ardından işten çıkarıldığını aktaran Eftale savcının Bu yüzden mi böyle konuşuyorsun? sorusuna Eftal, Hayır ama madende çalışsaydım bu ifadeyi veremeyebilirdim diye yanıt verdi. Eftal, çevrecilere yumurta attıklarını ama taş atanları hatırlamadığını söyledi. Duruşmada ifade veren diğer maden çalışanlarının çoğu da yumurta atıldığını ama kimlerin taş attıklarını görmediklerini ileri sürdüler.
20 YILDIR SIĞIRCIKLAR GELMİYOR
Olaylar sırasında tarlasına gitmek isterken madencilerin köy yoluna barikat kurmaları nedeniyle bir hayli zorlandıklarını söyleyen Çamköy köylülerinden Ümit Duran, Bize kendi köy yolumuzu değil
Sanık olarak yargılanan köylülerden Tepeköylü İrfan Keskin mahkemede taş atan maden çalışanları değil, onları yönlendirenler yargılanmalıydı dedi.
Bergama Çevre Platformu Sözcüsü Erol Engel ise Olaylarla ilgili Akın İpeke takipsizlik kararı verilmiş. Akın İpek olayları yönlendiren kişidir. Ben bizzat kendisiyle görüşüp yolu açmalarını istedim. O ise dalga geçer gibi 7-
Akşam saatlerine kadar devam eden duruşma çıkışında bir açıklama yapan Avukat Arif Ali Cangı, davanın zamanaşımına uğraması tehlikesinin devam ettiğini belirterek, Akın İpek hakkında takipsizlik kararı verilmesine Akhisar Ağır Ceza Mahkemesinde itiraz ettiklerini söyledi. (Bergama/EVRENSEL)
17 Ocak 2011 Pazartesi
Harakani Hazretleri yanılmış olmalı!
Başbakan Tayyip Erdoğan, Cuma günkü genişletilmiş il başkanları toplantısında Kars'taki İnsanlık Anıtı'na yönelik 'ucube' sözleri nedeniyle kendisini eleştiren aydın ve sanatçılara "tarihi bunlar sadece bilir. Özgürlüğü savunurlar ancak entelektüel despotturlar" diye yanıt verdi.
Erdoğan, bir kez daha "gözü olanın estetikle ucubeyi birbirinden ayırtadebileceği"ni ileri sürerek sözünün arkasında olduğunu söyledi. Erdoğan'ın bu cümlenin ardından söyledikleri ise bu sözlerden daha çok tartışılmayı ve eleştiriyi hak ediyor: "Hiçbir tarihi eserin olduğu yerde bunu yapamazsınız. Belli bir mesafe konulur. Tarih Tabiat Varlıkları Kurulu'nun verdiği karara rağmen, bunun dikilmesine müsaade edemem".
10 bin yıllık Hasankeyfi, 2 bin yıllık Allianoi antik kentini ve 2400 yıllık Gelin Geçmez Köprüsü (İncekemer Köprüsü)'nü ömürleri 50 yıl ile sınırlı sulama barajları altında bırakmak için yapmadık şey bırakmayan hükümetin Başbakanının, bu sözleri söyleyebilmesi nasıl açıklanabilir?
1988 yılında Yortanlı Barajı inşaatı ile Paşa Ilıcası olarak bilinen yerde yapılan kazılarda bölgenin Allianoi Antik Kenti olduğu anlaşılmıştı. Başbakan Erdoğan Tabiat Varlıkları Kurulunun kararını "ucube" olarak gördüğü heykelin yıkılmasına dayanak yaparken, şimdi kuma gömüp sulara terk ettiği Allianoinin 2001 yılında İzmir 1. No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu (KTVKK) tarafından 1. Derece Arkeolojik Sit olarak tescil edildiğini bilmezden gelmeyi yeğliyor. Üstelik, yoğun siyasi baskılar nedeniyle antik kentin "kuma gömülerek korunması" gibi "ucube" bir karara imza atan İzmir 2 No'lu KTVKK bile 13.10 2005 yılında "... korumaya yönelik önlemlerin Bakanlığımızca çözümlenmesine, çözüm üretilene kadar barajda su tutulmamasına" karar vermişti. Bugün, "Harakani Hazretlerinin türbesini gölgede bırakıyor" diye bir heykeli yıkılması "fetvası"nı veren Başbakan'ın partisinden öyle baskılar geldi ki, aynı İzmir 2 Nolu KTVKK "antik kentin kille kaplanıp, kuma gömülmesinin koruma için yeterli olacağı" gibi Allianoi'nin baraj sularının altında kalmasına yol açacak kararı almak durumunda kaldı.
Nakşibendi tarikatının kollarından birisini meydana getiren Ebul Hasan El Harakani'nin türbesi gölgede kalıyor diye, üstelik kendi belediye başkanı tarafından yaptırılmış heykelin yıkım emrini veren Erdoğan'ın bu davranışı her türlü yoruma açık. Ülkenin onca sorununun önüne bir cümlesi ile heykel tartışmalarını koyan ve günlerce kamuoyunda bundan başka bir şeyin tartışılmamasını sağlayan Başbakanın bu yeteneği ise yoruma gerek bırakmıyor.
Harakani yıllar önce şöyle seslenmiş; "Şu iki kişinin çıkardığı fitneyi, şeytan bile çıkaramaz: Dünya hırsına sahip alim ve ilimden yoksun sufi." Başbakan Erdoğan'ı bu sözlerdeki kişiler arasına koyamayacağımıza göre, Harakani yanılmış olmalı! (İzmir/EVRENSEL)
https://www.evrensel.net/haber/176079/basbakan-yaptigina-bakmadan-konusuyor
Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)
24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...
-
07 Ağustos 2018 14:41 CHP Milletvekili Gülizar Biçer Karaca, Menderes Nehri ve havzasındaki kirliliği Meclise taşıdı:...
-
13 Aralık 2020 14:35 Çiçekbaba Dağı günümüzde ülkemizdeki binlerce dağın kaderini paylaşıyor. Çiçekbaba da Kazdağları, Bolkarlar, Istranca...
-
08 Temmuz 2018 03:20 Tüm yazıları Günün şavkı Erciyes’e vurup, beyaz doruklarını kızı...