29 Ekim 2015 Perşembe

Altın şirketlerinin savaşı ve Koza’ya kayyum atanması


Av. Fevzi Özlüer
Piyasa ilişkilerinin varlık zemini demokrasiye, parlamenter bir rejime dahi tahammül edebilecek durumda değil Türkiye’de. Bu durum, ülkenin iktisadi büyüme formuyla da çok yakından ilgilidir. 1980 sonrasından sonra uzun yıllar, özelleştirmelerle kamu varlıklarının satışı temelinde, iktisadi krizlerini öteledi. Türkiye ve piyasayı canlandırdı.
2000’li yıllarla birlikte ise doğa varlıklarının satışı ve pazarda mal haline getirilerek iktisadi büyümenin mümkün olacağı sanısı yaratıldı. Doğanın bir ham madde olarak satışı hızlandı. Bir yandan enerji diğer yandan madencilik faaliyeti şirketler için büyümenin kilit yatırım alanları oldu. Devlet bu sektörlerde yapılan üretimi teşvik etti, alım garantisi sağladı, ucuz işçilik süreçlerini güvence altına altı.
Değerli madenlerin çıkartılması ve bu madenlerin sanayide işlenmeden ham madde olarak satışı da bu bağlamda önemli bir döviz kalemi olarak görüldü. Ekonomiye çok önemli bir katkısı olacağı ileri sürüldü. Altın ve gümüş madenlerinin işletilmesi, altın ve gümüş üretilmesiyle kişi başına düşen gelirimizin artacağı ve iktisadi olarak da büyüyeceğimiz hikayesi son yirmi yıl içinde sıkça anlatıldı.
Bugünden geriye baktığımızda bu madenler aracılığıyla sanayi malı üretilmediği sürece, iktisadi büyüme ve halkın genel gelirinin artması pek mümkün değil. Ancak altın madenciliğine yatırım yapan şirketler için durum pek öyle değil. Altın madenciliğini elinde bulunduran şirketler, aynı zamanda güçlü bir finansal yapıya da kavuştukları için Türkiye’de uzun yıllar boyunca altın madenciliğinin önünün açılması için sıkı bir propaganda faaliyeti yürüttüler. Bu faaliyetlerin özünde ise “Altın madenciliğinin genel ülke çıkarına” olduğu tezini işlediler.

1’İ DEVLETE, 9’U CEBE, FATURASI HALKA
Şirketler kendi çıkarlarını ülke çıkarı haline getirmişlerdi. Madencilik Kanunu ile beyana tabi olarak çıkartılan madenin yüzde onu devletin payı olarak ayrılırken, büyük pay şirketlerin hanesine yazılıyordu. Tabii çevresel ve sosyal maliyetler de yine toplumun sırtına.
Hammadde satışına dayalı büyüme rejimi sermayenin farklı cepheleri için bir sınırı da işaret ediyor. Türkiyeli sermayedarlar yeni sömürge alanları inşa edemiyor. Pazarları daralıyor. Bu durumda da mevcut pastanın büyüğünü almak için kavga şiddetleniyor.
Bu hikayenin sonucunda da, günümüz Türkiye’si, egemen sınıflar arasında siyasal biat ağlarıyla örülü ve fakat iktisadi bir kavganın ekseninde de şekilleniyor. Bu kavganın şiddeti gösteriyor ki Türkiye’de sermaye el değiştiriyor. İktisadi kaynakların sınırlı olması ve bu kaynaklara kimin el koyacağı, kimin yöneteceği sorunu aynı zamanda geniş halk kesimlerinin yönetim sürecinden de uzaklaştırılmasına yol açıyor.

ALTIN SEKTÖRÜNDE BİR ORTAK KOZA
Koza grubu tarafından altın madenlerinin satın alınması ardından madenlerin bulunduğu bölgede başta muhtarların, yerel örgütlenmelerin, kimi inanç örgütü temsilcilerinin altın madeni ve işletmesine ikna turları hızlanmıştı.
Siyasal iktidardan, uluslararası güçlerden alınan destek, yerel güçlerden alınacak destekle pekiştirilmek isteniyordu. 2005 yılında altın işletmesinin bulunduğu Ovacık’ta çevrecilerin yapacağı “çevre günü” eylemlerine giden otobüslere “turuncu tulumlu” kişilerce saldırı düzenlendi. Bu saldırılar sonrasında yıllarca süren yargılamalar sonrasında, işletme yöneticisi Akın İpek, tam 6 yıl sonra sanık oldu.
Akın İpek’in bu cansiperane tutumu sonucunda Koza Altın Madencilik büyük ve kârlı bir işletme haline geliyordu. Türkiye’de çıkartılan altının yüzde onu onların oluyordu.
Bu altı yılda pek çok izin alınmış, Bergama başta olmak üzere Türkiye’de altın madenciliğinin ve siyanür liçi yöntemiyle altın işletmeciliğinin önü açılmıştı. On beş yıl önce verilen çevreci yargı kararlarının yerinde yeller esiyordu.
Maden Kanunu ve bu kanun ekseninde devletin muazzam bir desteği vardı altın işletmeciliğine. Bu destek ile orman, mera, tarım arazisi her yer altın madenciliğinin hizmetine giriyordu. Uşak Eşme, Bergama, Havran, Gümüşhane, Sivas, Artvin, Erzincan, Ulukışla altına madenleriyle bu son on yılda tanıştı. Maden arama ve işletme ruhsatı alan şirketler çok hızla büyüdü.
Ancak, altın gibi “değerli” madencilik faaliyetinde, eşitler arasında birinci olmak, iyi işletmecilikle mümkün olamazdı. Hem siyasal iktidarla hem de uluslararası iktisadi düzenle sıkı bağların olması zorunluluk taşıyor. Bu şirketlerin iktisadi büyümeleri, siyasi ve tarikat bağlantıları güçlü birer politik odak haline gelmelerine ve siyaseti de belirler olmalarının yolunu açtı. 2011 yılından sonra iktidar bloku içinde altın madenciliği alanında ağırlığı olan Fetullah Gülen ekibinin ağır topu Akın İpek’de düne kadar iktidarın tüm nimetlerinden gani gani yararlandı.

ENTEGRASYON İÇİN ÖNEMLİ NİMET
Altın üretimi şirketler için yaptıkları yatırımlarının kredi aracı olarak da görülüyordu. Uluslararası sisteme entegre olmak isteyen şirketler için altın çok önemli bir metadır. Egemen blokun bir arada hareket ettiği yıllarda, ortak çıkar ekseninde altın firmalarına “dokunan yanıyordu”.
İlhan Cihaner, Erzincan İliç’te başlattığı bir soruşturmanın ucu bölgede altın madenciliği yapan çok uluslu bir firmaya ve ortakları arasında Çalık Grubu bulunan bir firmaya dokunduğu için hakkında davalar açıldığını, makamın basıldığını ve savcılık mesleğinden uzaklaştırıldığını söylüyordu.
Her şey o kadar hızlı oluyordu ki, Erzincan’da operasyon ile uzaklaştırılan İlhan Cihaner’i makamından paldır küldür gözaltına alanlar, birkaç yıl sonra paldır küldür göz altına alınıyorlardı. Hatta aynı siyasal akımın bir holdingi kayyuma devrediliyordu. Bu kavganın gün yüzüne çıkan kısmında, AKP ve Fettullah Gülen arasında yaşandığı varsayılan siyasal bir çatışmanın merkezi rol aldığı ileri sürülüyor. Bu çatışmanın mahiyeti üzerinde durmadan, aynı zamanda ortada bir çatışma var ise aynı zamanda iktisadi bir çatışma da yaşandığını vurgulamak gerekir.

İKTİDARIN KIRILGAN ŞİRKETLERİNE ÇİMENTO
Enerjide etkinliği olan AKP merkezine yakın blokların son zamanlarda hızlıca altın sektöründe varlık göstermek istemesi de bu açıdan manidardır. Yıllardır, Artvin Cerratepe’de olduğu gibi Cengiz Holding veya Çalık gibi asıl olarak enerji ve inşaat sektörlerinde varlık gösteren şirketlerin de madencilik sektöründe pay sahibi olmaya yöneldiğini işaret etmek gerekiyor. Ancak Türkiye’nin dünya altın piyasası içinde maliyetleri düşük ve rezervi bol maden yatakları olsa da bu yatakların doğrudan ekonomiye bir katkısı yok. Fakat, bu maden yataklarındaki altını çıkartan ve buna sahip olan firmaların uluslararası sistemde daha güçlü olacağı kesin.
Bu sınırlı pazar içinde, altın madenine daha önceden sahip olan Fetullah Gülen’e yakınlığı ile bilinen şirketlerin, rekabet gücünün devlet gücüyle kontrol altına alınmasını bu açıdan değerlendirmek mümkündür. Enerji ve inşaat gibi kırılgan sektörlerde yatırım yapan ve fakat kredi ihtiyacı duyan mevcut iktidara yakın şirketlerin finansal yapısının güçlendirmek için de sermayenin egemen blok içinde el değiştirmesi gerekiyor.
Bu anlamda da siyasal iktidarı taşıyacak olan sermaye gruplarının kırılgan bir iktisadi pozisyonu olduğu anlamına geliyor olabilir. Bu el değiştirmelerin, egemen bloka yakın sermaye sınıfının iktisadi açıdan daha da güçlendirilmesi ve devlete bağımlı bir sınıfın desteklenmesi için gerekli olduğu söylenebilir.
Sermaye sınıfı bileşenlerinin arasındaki çatışmanın iktisadi zeminini de işte bu siyasal ve hukuki görünümlü kavgada belirginleşiyor. Tabii sermaye sınıfının iç kavgası da son derece acımasızca gelişiyor. Bu sınıf tarafından, göz göre göre, hiçbir hukuk kuralı bırakılmadığı için, olabildiğince nobran manzaraların cereyan etmesi normal. Hukuka karşı konumlanmış piyasa kültürü ve değerlerinin sonucunu yaşıyoruz.

SIRADA KOÇ VE DOĞAN MI VAR?
Enerji sektörünü elinde bulunduran blokun acil kredi, finans ihtiyacı için altın gibi kredibilitesi yüksek kaynaklara duydukları ihtiyaç çatışmanın dozajını yükseltti ve siyasal bir ölüm kalım mücadelesinin ortaya çıkmasına yol açtı.
Seçim sonrası işaret edilerek altın üreticisi Koç ve Doğan grubundan da bu anlamda “hesap sorulacağı”nın ifade edilmesi de sermayenin el değiştirmesinin kapsamının genişleyebileceğini gösteriyor. Koza Grubuna fiilen el konulması veya hukuken kayyum atanması durumunu bu eksenden anlamak mümkündür. Kayyum atama kararına baktığınızda, altın madeni vurgusu çok önemli bir gerekçe olmuş. Özellikle Koza şirketinin bildirim esasına dayalı olarak çıkartılan altınları üzerinden vergi kaçırdığı da vurgulanmış. Oysa altın çıkartılırken “bildirim esası” Maden Kanunu’nun gereği, yani yasal zorunluluk kayyum atamanın gerekçesi sayılmış. Ama zaten mesele de bu değil. Kayyum hikayesine biraz da bu sermaye sınıfının çatışması ekseninden bir de böyle bakmak gerekir…

SEÇİMLE DEMOKRASİ GELECEĞİNİ ZANNETMEK!
Türkiye’nin parlamenter demokrasi hattında siyasetinin devam edip etmeyeceği neredeyse genel seçimlerin yapılıp yapılamayacağına indirgenmiş durumda. Ancak, parlamenter demokrasinin olmazsa olmazı olan hukuk devleti ekseninden ve yargı kararlarına uygun karar alma pratiklerinden Türkiye’nin keskin bir biçimde kopuşunun yirmi yıllık bir geçmişi var.
Bu geçmiş içinde, parlamenter demokrasi çizgisinden ülkenin kopuşunu tetikleyen sürecin, mevcut siyasal grubun iktidara yapışmasından daha derin iktisadi bir süreçle karşı karşıya kaldığımızın üzeri ise örtülüyor.
Böyle olunca da parlamenter demokrasi kanalına, yeniden, bir siyasal iktidar değişikliği ile gireceğimiz sanrısı yaratılıyor. Oysa maalesef durum böyle değil. Türkiye’de sermayenin büyüme rejimi itibariyle, parlamenter demokrasinin ve hukuk devletinin varlığından özellikle ’80 sonrasındaki küresel sistem içinde konum tutan piyasa düzeninin de hiç de hoşnut olmadığını söylemek mümkün.

ALTIN KAVGASININ ÖNCESİ
Türkiye’nin kapılarının uluslararası altın tekellerine açılması için yasal, yönetsel dönüşüm Madencilik mevzuatıyla birlikte şekillendi. Ancak, Türkiye’de ’90’lı yıllarla birlikte çevrenin korunmasına yönelik duyarlılık, alternatif kalkınma modellerinin gündeme getirilmesi sonucunda altın madenciliği toplumsal mücadelenin konusu oldu. Özellikle Bergama’da altın madenciliğine karşı başlayan mücadele çok önemliydi.
Uzun mücadele sürecinden mahkemeler Bergamalılar ve çevre lehine 88 karar verdi. Hiçbiri uygulanmadı. 27 Mart 2002’de Bergamalı köylüler Boğaz Köprüsü’nü trafiğe kapatarak “Yetti gari, hükümet mahkeme kararlarını uygula” dese de yirmi yıla yakın süredir yargı kararları uygulanmadı. Yargı kararlarının uygulanmamasının yanı sıra 2010 sonrası şirketler paramiliter unsurlara yaslanmaya başladı. Çevrecilerin ve köylülerin yargı kararının uygulanması için yaptıkları eylemler şirkette çalışan işçiler tarafından saldırılar organize edildi. AİHM kararları bile hiçe sayıldı.

Eklenme Tarihi: 29 Ekim 2015

26 Ekim 2015 Pazartesi

Hasankeyf Göbeklitepe ile çağdaş

hasankeyf.jpg görüntüleniyor


Sulara gömülmek istenen Hasankeyf Höyüğü tarihi yeniden yazdırabilir

Özer AKDEMİR
Hasankeyfi sular altın bırakacak olan Ilısu Barajı'nın inşaatı hızla devam ederken, yirmiye yakın uygarlığa beşiklik etmiş Hasankeyf'in arkeoloji bilimi açısından önemi her geçen gün daha da belirginleşiyor. 2005 yılında bulunan ve 2011 yılında kazılmaya başlanan Hasankeyf Höyüğü, bu tarihi kentin şu an için gizemini koruyan en önemli keşiflerinden birisi olmaya aday.

İLK İNANÇ YERİ Mİ?
Geçtiğimiz Haziran ayında Hasankeyf Höyüğü kazı heyeti Başkanı Prof. Dr. Abdüsselam Uluçam'ın basına yansıyan açıklamaları arkeoloji çevrelerinde büyük bir heyecanla karşılanmıştı. Uluçam, Hasankefy Höyüğünü "tarihin bilinen ilk inanç merkezi" olarak nitelenen ve kazıldıkça dünya tarihinin yeniden yazılmasına yol açan bilgiler ortaya koyan Göbeklitepe ile karşılaştırıyordu. Uluçam gazetecilere, "Hasankeyf'in tarihinin 12 bin yıl öncesi olduğunu gösteren önemli bulgular elde ettik. Dünyanın en eski yerleşim birimlerinden Göbeklitepe'den daha eski bir mabetin ortaya çıkarılması ise çok önemli bir gelişme, Bulduğumuz dikilitaşla ilk ibadet yerinin Hasankeyf'te olduğu belgelendi" diyordu.

‘BULUNTULAR GİZLENMİYOR’
20 Eylül Dünya Hasankeyf günü etkinlikleri için gittiğimiz Hasankeyf'te höyükle ilgili duyduklarımız arasında höyükte çıkarılan buluntuların gizlendiği iddiaları da vardı. Bu iddia höyüğün arkeoloji bilimi açısından öneminin ortayı çıkmasının, Ilısu Barajına milyonlarca dolar harcayan siyasi iktidar tarafından istenilmediği iddialarıyla birlikte ortaya atılıyor, iddiaya kaynak olarak da yöredeki bir üniversitede görev yapan bir bilim insanı gösteriliyordu.

Hem bu iddia, hem de Hasankeyf Höyüğü ile ilgili daha çok bilgi edinmek için kazı heyetinde görev yapan arkeologlara bazı sorular yönelttik. Kazı heyeti Başkanı ve Batman Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Abdüsselam Uluçam Höyükteki buluntuların gizlendiği iddialarını kesin bir dille reddetti. Uluçam, höyükte bulunan ve üzerinde çalışmalardın tamamlandığı tüm eserlerin Batman Müzesinde olduğunu belirterek, "Bilimsel arkeolojik kazıların hiç bir safhası ve bulgusu gizli kapalı değildir. Kayıt ve koruma altındadır. Üzerinde yapılması gereken işlemler atölye ve laboratuarlarda tamamlandıkça müzeye teslim edilmektedir" yanıtını verdi.

Höyüğü Türkiyeli arkeologlarla birlikte kazan Japonya Tsukuba Üniversitesi’nden Prof. Dr. Yutaka Miyake höyükteki buluntuların gizlendiği iddialarına Uluçam'dan daha sert bir tepki verdi, "Çok saçma ve kesinlikle olamaz. Hatta çok komik bile diyebiliriz"!


KAZI HEYETİ BAŞKANINDAN GERİ ADIM
Uluçam'ın Haziran ayında basına yansıyan açıklamaları üzerine höyüğün yaşı ve Göbeklitepe ile kıyaslanması konusu ise biraz daha karışık. Uluçam, kendi sözlerini referans göstererek sorduğumuz bu soruya birkaç ay öncesinden daha farklı bir yanıt verdi. Daha önce, höyükteki buluntuların Hasankeyf'in tarihini 12 bin yıl önceye götürdüğünü, Göbeklitepeden bile daha eski bir mabedin ortaya çıkarıldığını açıklayan Uluçam konuyla ilgili sorumuzu; " Size ulaşan bilgiler biraz spekülatif. Ulaşabildiğimiz en erken kültür katmanları akeramik Neolitik döneme ait (MÖ. 11.500 yıl öncesi)" diye yanıtladı. Oysa bizim ulaştığımız bu bilginin kaynağı da bizzat kendi açıklamalarıydı! Haziran ayının sonların da basına yansıyan sözlerinde bu bilgi vardı. Uluçam Haziran ayındaki bu önemli iddialarından geri adım atmış görünüyor. 

‘O TARİHİ ULUÇAM'A BEN SÖYLEMİŞTİM’
Japon kazı heyeti başkanı Prof. Miyake de sorularımız üzerine höyüğün yaşı ile ilgili ayrıntılı bir açıklama yaptı; Ellerinde Hasankey Höyüğünden 50'ye yakın Karbon 14 tarihleri olduğunu aktaran Miyake, şunları dile getirdi, "Bunların çoğu MÖ 9500 ile 9000 yıllar arasına düşüyor. Buna dayanarak, biz Hasankeyf Höyük'ün tarihi 11.500 yıllık diyoruz"

Miyake höyüğün Göbeklitepe ile karşılaştırılmasında esas sorunun Göbeklitepe'nin tarihlendirilmesinden kaynaklandığı görüşünde. Daha önce Göbeklitepe'nin Neolitik tabakalarının, MÖ 8600 yılları civarına tarihlendirildiğini belirten Miyake, "Ben de daha önce bu tarihlere dayanarak, Prof. Uluçam'a Hasankeyf'in Göbeklitepe'den daha eski olabileceğini anlatmıştım.  Ancak son yıllarda Göbeklitepe III. tabakanın (görkemli yuvarlak yapıların bulunduğu tabaka),  MÖ 10. binin ikinci yarısına (yani MO 9500-9000) tarihlendirilebileceği öne sürülmeye başladı, kazı ekibi tarafından. Göbeklitepe'de karbon yaşlandırmaya uygun bitki kalıntılarına pek rastlanmadığını belirtiyordu eskiden. Ancak son yıllarda iyi örnekleri toplanabildiğini duydum ve bu yeni tarihlerde o örneklerden alınmış olabilir. Bu tamamen yeni gelişmedir" dedi.

GÖBEKLİTEPE İLE ÇAĞDAŞ
Göbeklitepe'deki tarihleme süreci ile ilgili bu değerlendirmeleri yapan Miyake'nin sonuç cümlesi ise Hasankeyf Höyüğü'nün ne kadar da önemli olduğunu ortaya koyar nitelikte; "Eğer bu yeni tarihlerden yola çıkarsak, Hasankeyf Höyük ve Göbeklitepe III. tabakanın hemen hemen çağdaş olduğu söylenebilecek".

Hasankeyf Höyüğünü bir yerleşim yeri olarak değerlendirdiklerini söyleyen Miyake buna karşın yerleşmenin ortasındaki diğerlerinden farklı özellikler taşıyan törensel özellikte yapıya rastlandığını dile getirdi. Miyake buna benzer bir durumu daha geç bir döneme denk gelmekle birlikte Çayönü Höyüğü ve Nevali Cori'de rastlandığını aktardı.

BARAJ YAPIMI TÜM HIZIYLA SÜRÜYOR
Son olarak höyüğün baraj suları altında kalması ile neleri kaybedeceğimiz, höyükteki kurtarma kazılarında nelerin kurtarılacağı, ömrü 50-60 yıllık bir baraja böylesine önemli bir arkelojik buluntunun tercih edilmesinin ne derece doğru olduğu gibi sorularımıza iki bilim insanından da doyurucu bir yanıt alamadık.

Abdüsselam Uluçam, baraj konusu ile ilgili birçok gazete, dergi, tv ve panelde konuşmacı olduğunu, bu konunun altında farklı beklentiler ve yönlendirmeler gördüğünü ileri sürerek içinde bulunduğu duygu durumunu şu sözlerle özetledi; " Artık yoruldum, gerildim ve usandım. Bunun için yoruma yönelik bu sorulara muhatap olmuyorum. Üzgünüm".

Höyükteki kazılar Hazirandan sonra tekrar başlayan çatışmalı ortam nedeniyle durmuş durumda. Bölgedeki tüm barajların derhal durdurulmasını isteyen PKK'nin dönem dönem baskınlarına yeni korucu alımlarıyla yanıt veren siyasi iktidar, Ilısu Barajı inşaatına tüm hızıyla devam ediyor. (İzmir/EVRENSEL)

Eklenme Tarihi: 26 Ekim 2015

24 Ekim 2015 Cumartesi

Tüm altın madenlerini kapatacağız

Efemçukuru altın madenini vekillere sordular
HDP İzmir Milletvekili Müslüm Doğan çevresel koşulları uygun hale gelene kadar tüm maden ocaklarını kapatacaklarını söyledi.
EGEÇEP’in basın toplantısında konuşan Müslüm Doğan, daha önce Efemçukuru ile ilgili Meclis’e soru önergesi verdiğine dikkat çekti ve “Yaşanabilir bir dünya hepimizin talebi olmalı. Siyasi farkı farkları olmamalı. Partimizin bu konuda ne kadar duyarlı olduğunu ileride göreceksiniz” diyerek, EGEÇEP ve benzeri kuruluşların bu yöndeki mücadelelerinin örnek teşkil ettiğini ve çok değerli olduğunu söyledi.
İzmir’in en önemli su havzalarından olan Efemçukuru’nda 2011 yılından beri altın arayan şirketin ÇED raporunun iptal edilmesine rağmen çalışmalarını durdurmasını ve yaklaşan tehlikeyi kamuoyuyla paylaşmak için EGEÇEP’in düzenlediği basın toplantısına HDP Milletvekili Müslüm Doğan, milletvekili adayları Gülistan Kılıç Koçyiğit, Eylem Yıldız ve İbrahim Akın da katıldılar.
EGEÇEP Dönem sözcüleri Merih Yücel, Cezmi Tomrukçu, Turgut İnel ve EGEÇEP Avukatı Arif Ali Cangı’nın katıldığı basın toplantısında, açıklamanın okunmasından sonra söz alan HDP Milletvekili Doğan, daha önce Efemçukuru ile ilgili Meclise soru önergesi verdiğine dikkat çekti ve “Çevresel koşulları sağlanana kadar tüm madenleri kapatacağız. Yaşanabilir bir dünya hepimizin ortak hedefi olmalı” dedi. “HDP iktidarda söz sahibi olduğunda yapacaklarımızı hepiniz göreceksiniz” diye söz de veren HDP Milletvekili Müslüm Doğan, EGEÇEP gibi kuruluşların mücadelelerinin çok değerli olduğunun altını çizdi ve “Yaşanabilir çevre konusunda siyasi parti farkı olmamalı” ifadesini kullandı.
Tüm altın madenlerini kapatacağız
KOCAOĞLU İZMİRLİYİ YANINA ÇAĞIRSIN, BİZ ONUN YANINDAYIZ
HDP İzmir Milletvekili adayı İbrahim Akın ise yaptığı konuşmada İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’na çağrı yaptı. “Aziz Kocaoğlu İzmir halkını yanına çağırsın, biz Aziz Kocaoğlu’nun yanındayız” diyen Akın şöyle devam etti: “Aziz Kocaoğlu Efemçukuru konusunda sağlam dursun, biz arkasındayız. Mevcut hükümet yasal olarak engel oluyorsa açıkça ilan etsin, biz HDP olarak arkasındayız”
“İzmir’in sağlıklı içmesuyu hakkını sağlamak ve korumak yerel yönetimlerin sorumluluğundadır” diyen Akın, İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne İzmir halkıyla birlikte hükümetin karşısında yerel yönetimden gelen yetkilerini kullanma çağrısında bulundu.
SUYUMUZ PET ŞİŞE İÇİNE GİRDİĞİNDE TEPKİ VEREBİLSEYDİK
HDP İzmir Milletvekili adayı Gülistan Kılıç Koçyiğit de basın toplantısında söz alarak “İçme suyumuz pet şişelere girdiğinde topyekûn tepki verebilseydik, bugün Efemçukuru için mücadele etmek zorunda kalmayabilirdik” dedi. HDP’nin parti programında ekolojinin temel başlıklardan biri olduğunun altını çizen HDP’li vekil adayı Koçyiğit “EGEÇEP’in başarılı mücadelesini selamlıyor ve bugüne kadar yapamadıklarımız için bugünden sonra yanınızda olma sözü veriyorum” ifadesini kullandı.

HDP Milletvekili adayı Eylem Yıldız da ülkenin sağ hükümetler tarafından hep genelgelerle yönetildiğinin altını çizdi ve “Uluslararası sözleşmeler bir tarafta, yılların direnişleri kazanım olarak bir tarafta dururken, hiyerarşi gereği en alt sıralarda yer alması gereken genelgeler, bizim ülkemizde birinci sırada. Su hakkımız da genelgelerle elimizden alınıyor” dedi. Yıldız HDP’nin sloganının inadına Barış olduğu kadar, İnadına Yaşanabilir Çevre olduğuna da vurgu yaptı ve “İzmir’in suyu damla damla zehirlenirken, Kıbrıs’a İsrail’e su götürmeye çalışmamız çok acı” dedi.

MİLLETVEKİLLERİ VE MİLLETVEKİLİ ADAYLARI BASIN AÇIKLAMASI TOPLANTIMIZ EFEMÇUKURU FORUMUNA DÖNÜŞTÜ
23 Ekim Cuma günü Alsancak Türkan Saylan Kültür Merkezi'nde yaptığımız, "Efemçukuru ile Elele İzmir Milletvekili Adaylarına Soruyor: Zehir Saçan Altın Madeni ve Çamlı Barajı Hakkında Hedef ve Programınız Nedir" basın açıklamamız aday ve milletvekillerinin katkılarıyla bir saati geçen bir foruma dönüştü.
Efemçukuru ÇED İnceleme Değerlendirme Komisyonu'nun Efemçukuru toplantısından çıkartılan CHP İzmir Milletvekili Kamil Okyay Sındır, Geçici Hükümet'te bir süre Kalkınma Bakanlığı yapan HDP İzmir Milletvekili Müslüm Doğan, HDP İzmir Milletvekili adayları Eylem Yıldız, Gülistan Kılıç Koçyiğit ve İbrahim Akın(Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi kökenli) da katıldı.
Her iki milletvekili, adaylar birer konuşma yaptı. Elele Dönem Sözcüleri Merih Yücel, Turgut İnel, Cezmi Tomrukçu, Egeçep Derneği Yürütme Kurulu Üyeleri Oya Otyıldız, Arif Ali Cangı ve Jeoloji Mühendisleri Odası İzmir Şubesi'nden Savaş Dilek son kısımda kısa hatırlatmalar, milletvekili ve adaylarına önemli bilgilendirmeler yaptılar. 22 Ekim günü Efemçukuru Köyü'nde yolu Maden çalışanları tarafından kesilen ve Jandarma'nın konuya dahil olmasıyla yoluna devam edebilen Barış Özel de söz aldı.
Müslüm Doğan, bakanlık görevi süresinde benzer bir şirket raporunun önüne geldiğinde, danışmanlarıyla yaptığı kısa incelemenin ardından, raporun çelişkiler, tutarsızlıklar ve çarpıtmalarla dolu olduğundan ve konunun çevre açısından zararlar doğurabilecek nitelikte olduğunu tespit ettiğinden ve kağıdın üzerine kocaman bir çarpı attığından bahsetti. Gelecek HDP iktidarlarında çevre konusundaki duyarlılıklarının aynı olacağını ve zaten HDP'nin Parti Programı ve Seçim Bildirgesi'nin çevre konusunda gerekli düzenlemeleri ve ilkeleri içerdiğini söyledi. Risk şüphesi barındıran tüm madenlerin işletilmesinin toplu bir şekilde gerekli tedbirler alınana dek durdurulacağının sözünü verdi. Ayrıca Doğan'ın Efemçukuru konusunda, 25. Dönem'de verdiği bir Soru Önergesi uzun süredir yanıtlanmayı bekliyor.
Kamil Okyay Sındır, EGEÇEP ile birlikte, İzmir Zıraat Mühendisleri Odası Başkanlığı sırasında yaptığı çevre mücadelelerinden, Efemçukuru için yaptıklarından bahsetti. “İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin bu süreçteki tavrı, duruşu ve bakışını da çok iyi biliyorum. O meseleye girmeyeceğim ama şunu söyleyeyim en nihayetinde Büyükşehir Belediyesi de artık Çamlı Barajı’nın yapılması ve orada bu madencilik işletmesinin olmaması gerektiği konusunda taraftır” dedi.
Kamil Okyay Sındır'ın Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nda 20 ağustosta yapılan İnceleme Değerlendirme Komisyonu'nun Olaylı Efemçukuru Toplantısı'yla İlgili Çarpıcı Açıklamaları:
Kamil Okyay Sındır, 20 Ağustos 2015 günü Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından düzenlenen İDK Toplantısı'na, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ali Osman Karababa ile birlikte katıldıklarını, toplantının katılımcısı olan milletvekilleri, Bakanlık yetkilileri ve Şirket ortaklarının buna çok şaşırdıklarını, böyle bir durum beklemediklerini belirtti. Kendilerine söz hakkı verildikten sonra dışarıya davet edildiklerini, bir süre itiraz ettikten sonra olayın büyümemesi için salonu terk ettiklerini söyledi. "Kendi aralarında konuştuklarından, planladıkları gizli bilgi ve belge paylaşımlarının kamuoyu tarafından öğrenilmesinden endişe ediyorlardı" dedi.
Ancak toplantıda yaşananlar Sayın Milletvekili'nin alçakgönüllülükle anlattığının çok ötesindedir. Dışarıya davet sonrası yaptığı konuşma son derece ağır, muhattapları açısından yüz kızartıcı ve çevre savunması adına tarihe geçecek nitelikteki sözlerden oluşmaktadır. En altta verdiğimiz bağlantıdan konuşmayı okuyabilirsiniz.
HDP İzmir Milletvekili adayı Gülistan Kılıç Koçyiğit “İçme suyumuz pet şişelere girdiğinde topyekûn tepki verebilseydik, bugün Efemçukuru için mücadele etmek zorunda kalmayabilirdik” dedi. Parti Programı'nda ekolojinin temel başlıklardan biri olduğunun altını çizen Koçyiğit “EGEÇEP’in başarılı mücadelesini selamlıyor ve bugüne kadar yapamadıklarımız için bugünden sonra yanınızda olma sözü veriyorum” dedi.
HDP Milletvekili adayı Eylem Yıldız da ülkenin sağ hükümetler tarafından hep genelgelerle yönetildiğinin altını çizdi ve Anayasa'nın 90. Maddesi'ndeki "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır" hükmünden bahsederek, “Uluslararası sözleşmeler bir tarafta, yılların direnişleri kazanım olarak bir tarafta dururken, hiyerarşi gereği en alt sıralarda yer alması gereken genelgeler, bizim ülkemizde birinci sırada. Su hakkımız da genelgelerle elimizden alınıyor” dedi. Yıldız, HDP’nin sloganının "İnadına Barış" olduğu kadar, "İnadına Yaşanabilir Çevre" olduğuna da söyledi ve “İzmir’in suyu damla damla zehirlenirken, Kıbrıs’a İsrail’e su götürmeye çalışmamız çok acı” dedi.
Söz Alan Diğer Kişilerin Konuşmalarından Önemli Kısımlar:
Savaş Dilek (Jeoloji Mühendisleri Odası İzmir Şubesi bünyesinde hazırladığı bilimsel raporlarla, mahkeme kararlarına dayanak olmuş Jeoloji Yüksek Mühendisi)
Savaş Dilek şu iki noktaya dikkat çekti:
1. Bilimsel, teknik ve hukuksal mücadele yeterli değildir. Mücadele siyasi olmalıdır. İktidar şirketlerin yanında duruyor. Halkın yanında durması için demokratikleşmelidir.
2. Son Bilirkişi Raporu'ndan önce, bir tek, 2005 ÇED Raporu ile ilgili, 9 Eylül Üniversitesi'nden Hidrojeolog Doç. Dr. Gültekin Tarcan, Alper Baba ve bir diğer öğrencisine yaptırttığı yerinde incelemeye dayalı yeraltı suları ve akış yönleriyle ilgili tezi temel alan bir rapor hazırlamıştır. Geri kalan raporların tümü kuramsal ve varsayımsaldır, yerinde incelemeye dayanmamaktadır.
2012 ÇED Raporu'nun Mahkeme'ce iptal edilmesine dayanak olan, şimdiye kadar Efemçukuru hakkında yazılmış beşinci bilirkişi raporu, yerinde örnekler alarak, şirket tarafından hazırlatılmış önceki raporları test etmiş; kuru atık ve pasadadan(ekonomik olmayan kaya) aldığı beş örnekte, ağır metal ve asit maden drenajına neden olacak sülfürlü mineral tespit etmiş, en az 20 yıl olması gereken pasa geçirimsizliğini 58 gün olarak saptamıştır.
Bu rapor, yerinde inceleme ile, alınan pasa, kuru atık ve su örnekleri önceki raporların gerçekleri yansıtmadığını faş etmiştir. (açığa vurmuştur)
Bu Bilirkişi Raporu da, ilgili Mahkeme Kararı da çok önemlidir. Bunu her yerde, her ortamda vurgulamalıyız.
Arif Ali Cangı (Egeçep Derneği Hukuk ve Yazışmalar'dan Sorumlu Yürütme Kurulu Üyesi, Avukat)
2009/7 Genelgesi, şirketlerin çevre davalarını arkadan dolaşmalarına olanak sağlıyor. Bir bakan imzasıyla yürürlüğe girmiş bir genelge, Yasa'nın, Anayasa'nın üzerinde görülüyor. Yargı yoluyla genelgeyi iptal ettiremedik. Yasama yolu ile iptal ettirilmesi gerekiyor. Bu konuda değerli milletvekillerimize ve milletvekili adaylarımıza çok görev düşüyor.
Oya Otyıldız (Egeçep Derneği Basın, Organizasyon'dan Sorumlu Yürütme Kurulu Üyesi, Doktor)
Efemçukuru Altın Madeni'nin açılmasını bu girişimin yıllarca engellediğini, bu çabalar olmasa tahribatın 2011'de değil belki de çok daha önceki yıllarda, 2000 yılında başlamış olacağını belirtti. Salonda bulunan ve bulunmayan çok değerli yaşam savunucuların, hiçbir ücret talep etmeden mücadele yürüten avukatlarımızın başardıklarının, Bergama ile başlayan süreçte, şirketlere ve İdare'ye karşı 20 yılı aşkın böylesine bir mücadele yürütmenin çok, çok zor olduğunu söyledi.

22 Ekim 2015 Perşembe

ÇEPEÇEVRE YAŞAM_Çandarlı termik sant 1. ve 2. bölüm_22 ekim_29 ekim 2015

DSC_3273.JPG görüntüleniyor
Dikili Çandarlı yakınlarında zeytinliklerin yanı başında termik santral yapılmak isteniyor.  Verimli Bakırçay ovası, Bergama köylü hareketinden bu yana en canlı ve kitlesel çevre direnişine sahne oluyor.
Özer AKDEMİR'in hazırlayıp sunduğu ÇEPEÇEVRE YAŞAM
Kuzey Ege'deki bu yaşam nöbetini ekranlarınıza taşıyor.

22 Ekim Perşembe Saat: 20.00'de Hayat Televizyonu'nda
DSC_3329.JPG görüntüleniyor

Programın tanıtımı: 
https://youtu.be/A3FYj4t9xgQ

Programın tamamı: 
https://youtu.be/DZacZxBu63M

Programın tamamı (Panel): 
https://www.youtube.com/watch?v=KX28hmFCp20

İlgili haber: 
http://ozerakdemir.blogspot.com.tr/2015/10/bakrcay-termik-santrale-kars-ayakta.html

21 Ekim 2015 Çarşamba

RES'çilerden skandal savunma: Kediler de kuşlara zarar veriyor!

Özer AKDEMİR
İzmir
Çalık Grubunun Karaburun’da yapmak istediği RES’lere karşı açılan davanın duruşmasına devam edildi. Davada Çevre Bakanlığı ve şirket avukatları, bilirkişi raporunu ve bilirkişi heyetini hedef aldı.
AKP iktidarına yakınlığı ile bilinen Çalık Holding Grubunun Karaburun Sarpıncık ve Hasseki köyleri yakınlarında yapmak istediği RES’lerin yapımına karşı açılan davanın duruşmasında, mahkemenin verdiği yürütmeyi durdurma kararına karşı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı şirketin yanında davaya müdahil oldu. Çevre Bakanlığı hukuk müşavirinin bizzat katıldığı duruşmada çevreyi korumakla görevli bir kurumun, çevreye zarar vereceği gerekçesiyle izni durdurulan bir faaliyet için şirketin yanında yer alması Karaburunlular tarafından tepkiyle karşılandı.
IMG_20151019_152006.jpg görüntüleniyor
‘TEMİZ ENERJİ’ KILIFIYLA ÇED’DEN KAÇIYORLAR
İzmir 4. Bölge İdare Mahkemesinde gerçekleştirilen duruşmada Karaburunlular adına söz alan avukatlardan Hilal Küey, mahkemenin atadığı bilirkişilerin hazırladıkları raporda bölgede yapılmak istenen RES’lerin yöreye, canlı yaşamına ve sosyal dokuya büyük zarar vereceğinin ortaya konduğunu belirterek, bu rapora karşı şirketin dinletmek istediği uzmanların ve mahkemeye sunduğu raporların ticari olduğunu söyledi. EGEÇEP hukuk komisyonundan Av. Arif Ali Cangı hiçbir faaliyetin ÇED raporundan muaf olamayacağına dikkat çekerek, ‘yenilenebilir, temiz enerji’ kılıfıyla RES’lerin ÇED’den kaçırılmak istenmesini eleştirdi. Çevreyi korumakla görevli Çevre Bakanlığı müşavirinin şirket lehine davaya katılmasının da ‘içini yaktığını’ kaydeden Cangı, mahkeme heyetine, şirket ve bakanlık yetkililerine ‘Karaburun’a kıymayın’ diye seslendi.
PICT0258.JPG görüntüleniyor
HALK İSTEMİYOR
EGEÇEP hukuk komisyonundan Av. Berrin Esin Kaya da RES’leri yöre halkının istemediğini belirterek enerji adı altında doğanın talan edilmesine izin verilmemesi gerektiğine işaret etti. Kaya, Evrensel’in “G20 üyelerine RES mektubu” haberini okuyarak, RES’lerin birçok zararlarının ortaya çıktığını ve artık tüm dünyada tepki gösterildiğine dikkat çekti. Yöre halkı adına söz alan Karaburun Kent Konseyi Başkanı İpar Buğra Dilli, RES kurulmak istenen yerlerin tarım alanı ve meraların üzerinde olduğuna dikkat çekerek, bu faaliyetlerin sosyal dokuya da önemli zararlar verdiğini ifade etti.
IMG_20151019_140028.jpg görüntüleniyor
SUÇ KEDİLERE KALDI!
Yöre halkının ve avukatlarının bu sözlerine karşı Çevre Bakanlığı Hukuk Müşaviri Zeynep Erben bilirkişi raporunu eleştirerek RES’lerin yörede yaratacağı riskleri sıralayan bilirkişilerin ÇED raporunda bu risklere karşı alınan önlemleri görmezden geldiğini ileri sürdü. Erben, faaliyetin ÇED yönetmeliğine uygun olduğunu bu nedenle açılan davanın reddedilmesi gerektiğini söyledi. Mahkemede konuşan şirket avukatları da bilirkişilere ve hazırlanan rapora yüklenerek bilirkişilerin yetersiz olduğunu, raporu hazırlarken kamu yararını görmezden geldiklerini, kümülatif etki hesabının da soyut kaldığını iddia ettiler. Şirket avukatlarının RES’lerin kuş göç yollarında bulunması nedeniyle kuşlara zarar vereceği iddialarını “Kediler de kuşlara zarar veriyor” diye küçümsemesi, RES’lerle ikinci konut evleri kıyaslamaları, duruşmaya katılanların Karaburun’da oturup oturmadıklarını sorgulamaları tepki çekti. Mahkeme heyeti kararı yazılı olarak bildireceklerini belirterek duruşmayı karar için erteledi.
Eklenme Tarihi: 21 Ekim 2015

18 Ekim 2015 Pazar

Bakırçay termik santrale karşı ayakta


İZMİR SAHİPSİZ DEĞİL
Foça Çevre Kültür Platformu Bahadır Doğutürk, “İzmir’in kuzey aksında kirli bir oyun oynanıyor. Avrupa'nın çöplüğü Türkiye'ye, Türkiye'nin de Aliağa'ya geliyor. İzmir'in sahipsiz olmadığını göstermemiz gerek” ifadelerinde bulundu.

DAHA ÖNCE YAPTIRMADIK
EGEÇEP üyesi Avukat Berrin Esin Kaya; “Sizin göstereceğiniz karşı duruş çok önemli. Biz EGEÇEP’te hukuk komisyonu olarak sizinle bildiklerimizi paylaşacağız, yanınızda olacağız. İzmir’in termik santralleri yeni değil, 1989’dan bu yana başlıyor. Türkiye ekolojik hareketine de öncülük ediyor. Daha önce yaptırmadık. Şimdi de karşı bir duruşla bu termik santrali yaptırmayacağız. ÇED yönetmelikleri halk ve hukuk yararına değil, sermayenin yararına yapılıyor. Çevre, halk, doğa yararına olana dek mücadeleme etmeliyiz. Örgütlü halkı kimse yenemez” şeklinde konuştu.

HALK HUKUKÇULARIN ARKASINDA OLMALI
Gazeteci Özer Akdemir ise, “Hepimiz heyecanlandık. Bu son zamanlarda en kitlesel toplantılardan birisi. Türkiye’nin ekolojik mücadelesini bu topraklardan öğrendi herkes. Hukukçulara en önemli destek halktan gelecek. Halk hukukçuların arkasında olmazsa istenildiği kadar haklı olsunlar, olumsuz kararlar çıkıyor. Bu topraklarda termik santral yapılmayacak, yaptırmamalıyız” dedi.


Özer AKDEMİR
Dikili Çandarlı yakınlarında yapılmak istenen termik santrale karşı yöre halkının yaptığı panel salona sığmadı. Verimli Bakırçay ovası, Bergama köylü hareketinden bu yana en canlı ve kitlesel çevre etkinliğine sahne oldu. 
Dikili Çandarlı’da gerçekleştirilen panel halkın Belediye Konferans Salonuna sığmaması üzerine düğün salonuna alındı. Panele Dikili, Çandarlı, Aliağa, Bergama ve İzmir’den de çok sayıda vatandaş ve ekoloji örgütü temsilcileri katıldı. Aliağa, Bergama, Dikili, Foça ve Şakran’dan ekoloji örgütleri tarafından ortaklaşa gerçekleştirilen “Çandarlı’ya termik santral yaptırmayacağız” panelin açılış konuşmasını yapan Bergama Çevre Platformu sözcüsü Erol Engel, Bakırçayın büyük bir tehlike ile karşı karşıya olduğunu belirterek, “Termik santral bu bölgede tarımın, sağlığın, canlı yaşamının hatta kültürel varlıklarımızın sonu olur. Buna asla izin vermeyeceğiz. Gerze nasıl başardıysa biz de başaracağız” dedi. Dikili Belediye Başkanı Mustafa Tosun, Çandarlıya kurulmak istenen termik santralden 15 gün önce haberinin olduğunu belirterek, “Zeytin alanlarına çok olumsuz etkileri olacağını düşünüyorum. Bu tür santraller hiçbir yerde yapılmamalı” dedi. 

'KEPÇENİN ÖNÜNDEN KAÇMAYACAĞIZ'
Bergama Belediye Başkanı Mehmet Gönenç Çandarlı Zeytindağ yakınlarındaki termik santral girişiminin 2012 yılında başladığını belirterek, “Zeytindağı belediyesi tarafından planları yapılmış. Planda termik santral lafı hiç geçmiyor, doğalgaz çevrim santrali deniyor. İlgili kurumlardan gerekli izinler alınmamış. Hatta Ulaştırma Bakanlığı olur vermemiş. Alan Bütünşehir yasasından sonra bize geçti. Bergama Belediye meclisi bu planın iptali ile ilgili bir karar alacak büyük olasılıkla ama bu yeterli olmayacak. Çevre şehircilik Bakanlığının plan yapma yetkisi var. Şirket bu yolu deneyip bakanlığa plan yaptırma isteyecektir” dedi.

Termik santralin yılda 1 milyon 600 bin ton ithal kömür yakacağını bunun günde 200 kamyon kömür demek olduğunu kaydeden Gönenç, “Yılda 280 bin ton kül cüruf çıkacak. Bu malzemelerde Bergama’da akropole 900 ve ime suyumuzu sağlayan Kestel barajına 750 metre yakında depolanacak. Bu santrale kesinlikle izin vermeyeceğiz. Kepçenin önüne yatmak gerekiyorsa da kaçmayacağız” diye konuştu. Gönenç, 12 Kasımda Zeytindağ’da yapılması planlanan ÇED toplantısına daha kitlesel ve kararlı katılacaklarını söyledi. 

GÜNDE 350 BİN KİŞİNİN SUYUNU KULLANACAK
Etkinliğin panel kısmında ilk konuşan Dokuz Eylül Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümünden Yard. Doç. Dr. Enver Yaser Küçükgül şunlaır söyledi; “Dünyanın pek çok yerinde termik santral gördüm önemli olan çevre koruma sistemlerinin işletilmesidir. 60 yaşına geldim Türkiye’de böyle bir şey görmedim”. Küçükgül termik santrallerin çevresel etkileri, su kullanımı, hava ve toprağa etkilerini anlatırken, 1000 mgwatlık bir termik santralin günde 350 bin kişinin suyunu kullandığın bunun da su fakiri bir ülke olan Türkiye için ‘hovardalık’ olduğunu söyledi. 

Şakranlı Dr. İnci Köseoğlu yörede çevrenin tam bir kuşatma halinde olduğunu belirterek, termik santralin insan sağlığına etkilerini anlattı.  Yörede ekolojik tarım yaptığını söyleyen kimya mühendisi Seda Ay da alternatif enerji kaynaklarının, daha temiz bir çevre ve yaşamın mümkün olduğunu söyledi.  Panel daha sonra serbest kürsü şeklinde devam etti. Panelin ardından dinleyiciler toplu halde Çandarlı sokaklarında termik santrale karşı hazırlanan bildirileri dağıttılar. (İzmir/EVRENSEL)
Eklenme Tarihi: 18 Ekim 2015



İZMİR SAHİPSİZ DEĞİL
Foça Çevre Kültür Platformu Bahadır Doğutürk, “İzmir’in kuzey aksında kirli bir oyun oynanıyor. Avrupa'nın çöplüğü Türkiye'ye, Türkiye'nin de Aliağa'ya geliyor. İzmir'in sahipsiz olmadığını göstermemiz gerek” ifadelerinde bulundu.

DAHA ÖNCE YAPTIRMADIK

EGEÇEP üyesi Avukat Berrin Esin Kaya; “Sizin göstereceğiniz karşı duruş çok önemli. Biz EGEÇEP’te hukuk komisyonu olarak sizinle bildiklerimizi paylaşacağız, yanınızda olacağız. İzmir’in termik santralleri yeni değil, 1989’dan bu yana başlıyor. Türkiye ekolojik hareketine de öncülük ediyor. Daha önce yaptırmadık. Şimdi de karşı bir duruşla bu termik santrali yaptırmayacağız. ÇED yönetmelikleri halk ve hukuk yararına değil, sermayenin yararına yapılıyor. Çevre, halk, doğa yararına olana dek mücadeleme etmeliyiz. Örgütlü halkı kimse yenemez” şeklinde konuştu.

HALK HUKUKÇULARIN ARKASINDA OLMALI
Gazeteci Özer Akdemir ise, “Hepimiz heyecanlandık. Bu son zamanlarda en kitlesel toplantılardan birisi. Türkiye’nin ekolojik mücadelesini bu topraklardan öğrendi herkes. Hukukçulara en önemli destek halktan gelecek. Halk hukukçuların arkasında olmazsa istenildiği kadar haklı olsunlar, olumsuz kararlar çıkıyor. Bu topraklarda termik santral yapılmayacak, yaptırmamalıyız” dedi.

15 Ekim 2015 Perşembe

ÇEPEÇEVRE YAŞAM ALMANYA ÇEVRE ÇALIŞTAYI_15 ekim 2015


Yenilenebilir enerji kullanımı açısından Avrupa'nın en ileri ülkelerinden olan Almanya yakın bir zamanda nükleer ve termik santralleri kapatmayı planlıyor.
Özer AKDEMİR'in hazırlayıp sunduğu Çepeçevre Yaşam
Almanya'daki 'enerji dönüşümü'nü, nükleer santralleri ve buna karşı verilen mücadeleleri yerinde gözlemledi.

Program tanıtımı: 

Programın tamamı:
https://www.youtube.com/watch?v=J7X0esGX0FY

İlgili haberler: 

Nükleer Almanya’nın baş belası
http://www.evrensel.net/haber/262585/nukleer-almanyanin-bas-belasi


Almanya enerjide çözümü çatılarda arıyor
http://ozerakdemir.blogspot.com.tr/2015/10/almanya-enerjide-cozumu-catlarda-aryor.html


Biz bu yollardan geçeli 60 yıl oldu!
http://ozerakdemir.blogspot.com.tr/2015/10/biz-bu-yollardan-geceli-60-yl-oldu.html

12 Ekim 2015 Pazartesi

Nükleer Almanya’nın baş belası

Özer AKDEMİR
Almanya
Çevre İçin Medya İletişim Ağı Çalıştayı için gidilen Almanya’da üçüncü gün Grohnde Nükleer Santrali görüldü. 1980’lerde 400 tane nükleer santral projesi olan Almanya’nın şimdi var olanları kapatabilmek için çabaladığı dile getiriliyor. Nükleer santral karşıtları, Merkel hükümetinin ayak diremesine rağmen santrallerin derhal kapatılması için çabalıyorlar.
IMG_0182.jpg görüntüleniyor
Almanya’daki gezinin üçüncü gününde Hameln kenti sınırları içerisinde bulunan Grohnde Nükleer Santrali görüldü. Santralin dibine kadar giden yerel ekoloji mücadelesi temsilcileri ve gazetecilerden oluşan grup, burada bol bol fotoğraf çektirdi. İki dev bacası ve nükleer güç ünitesi ile geniş bir alana yayıldığı gözlemlenen santralin önünde “Santrale hayır” yazısı ile poz veren grup, santralin hemen yanı başındaki bir biyogaz üretme çiftliğini de gezdi. 
IMG_0398.jpg görüntüleniyor
Öğleyin “Fareli Köyün Kavalcısı” efsanesinin geçtiği Hameln kentini gezen ekip, her gün saat 15.35’te bir kilise duvarında kuklaların gerçekleştirdiği efsane ile ilgili tiyatroyu da izlediler.  

Öğleden sonra Beilefeld kentine geçilerek burada nükleer santrallere karşı mücadele örgüt temsilcileriyle görüşüldü. Almanya’da nükleere santral karşıtı mücadelenin başlangıcı, gelişimi ve bugünü hakkında bilgiler veren Grohnde Konferansı adlı nükleer karşıtı örgüt temsilcileri, Bielefeld Belediyesinin Grohnde Nükleer Santral ortağı olmasına karşı da mücadele ettiklerini söylediler. 2000 yılında hükümetin nükleerden çıkış kararı almasına rağmen sonradan ömürlerinin uzatılmasına dönük çalışmalar üzerine nükleer karşıtı birliğin kurulduğunu dile getiren Alman nükleer santral karşıtları, Merkel hükümetinin Fukishima’dan sonra santrallerin tamamen kapatılması konusunda ayak diremekten vazgeçtiğini aktardı. 
IMG_0729.jpg görüntüleniyor
Yine de Merkel’in bu kapatma planını eleştiren ve çıkarılan kapatma yasasındaki boşlukların nükleer santral şirketlerinin işine yaradığını kaydeden nükleer santral karşıtları, kendilerinin ise santrallerin bir gün bile gecikmeksizin kapatılması için çaba gösterdiklerini dile getirdiler. Nükleer santrallerin atıklarının hâlâ bir çözüme kavuşturulamadığını kaydeden Alman ekolojistler, faaliyet yürüttükleri diğer alanlar hakkında da bilgi aktardılar. Nükleer santral karşıtları sunumlarında yaptıkları eylemlerle ilgili de bilgi verdiler. Türkiye’den gelen yerel direniş temsilcilerini dinleyen Alman nükleer santral karşıtları ile yapılan toplantıda ortak mücadele yol ve yöntemleri de konuşuldu. 
Eklenme Tarihi: 12 Ekim 2015 

10 Ekim 2015 Cumartesi

Almanya enerjide çözümü çatılarda arıyor


Özer AKDEMİR
Daha çok Karadeniz yöresi yerel ekoloji mücadelesi temsilcileri ve gazetecilerin katılımıyla gerçekleştirilen Çevre İçin Medya İletişim Ağı Çalıştayı Almanya gezisi etkinlikleri devam ediyor. Gezinin üçüncü gününde Almanya Wesfalya eyaleti Paderborn kenti yakınlarındaki RES çiftlikleri gezildi. 400 kadar irili ufaklı RES’in bulunduğu alanda elektrik üretimi yapan şirket yetkilileri tarafından sunum yapıldı. RES direği dibinde yapılan sunumda RES’in kanat seslerinin duyulmadığı görülürken, sadece direk içinden çalışan makinelerin seslerinin gelmesi dikkat çekti. Alman firma yetkilileri, Türkiye’deki RES’lerin kanatlarının dönerken çıkardığı seslerle bu sessiz RES’lerin farkını “eski/yeni teknoloji” olarak açıkladı. Tribünleri imal eden şirketin Türkiye’ye de RES direkleri sattığı öğrenilirken iki direk arasındaki bu ses ve teknoloji farkını Almanya’da yaşayan Nükleer Santral Karşıtı Hekimler Birliği Üyesi Dr. Alper Öktem, “Türkiye kapitalisti ucuz olanı alıyor” diye açıkladı.


RES’LER İÇİN KATI KURALLAR VAR
Neredeyse tamamının tarım arazilerinin ortasına kurulu olduğu gözlenen RES’lerin araziye büyük bir zarar vermediğini, sadece direklerin çapı ve çevresini oluşturan yaklaşık 100 metrekarelik bir bölgeyi etkilediğini ileri süren firma yetkilisi Kertsin Haarmann, buna karşılık arazi sahiplerine kira bedeli ödediklerini söyledi. RES direklerinin sağlığa ve canlı yaşamına etkileri konusunda son derece katı kurallara uymak zorunda olduklarını aktaran Haarmann, direk yüksekliğine ve çıkan sesin oranına göre değişmekle birlikte en yakın yerleşim yerine 600 metreden daha yakına kurulamayan RES’lerin özellikle kuş göç yolları üzerine dikimine izin verilmediğini belirtti. Haarmann, Almanya’nın yenilenebilir enerjiye geçiş programı çerçevesinde RES’lerin sayılarının her geçen gün artacağını, dolayısıyla toplam enerji üretiminde de payının yükseleceğini iddia etti. Haarmann, büyük enerji tekelleri tarafından Almanya’nın kuzeyindeki denizlere dikilen RES’leri hem maliyet, hem de burada üretilen enerjinin taşınması nedeniyle eleştirdiklerini söyledi.
RES’lerle ilgili şikayetlerin Almanya’da da olduğunu ama sıkı kurallar konulduğunu dile getiren Dr. Alper Öktem, demir çelik ve kömür yöresi olarak bilinen Wesfalen’de enerji üretiminde güneş ve RES’e öncelik verildiğini söyledi.
ENERJİDE DÖNÜŞÜMÜ HALK YAPACAK
Programın öğleden sonraki bölümünde eskiden NATO üssü olan, şimdilerde ise kültür merkezi olarak kullanılan bir hangarda Almanya ve Türkiye’nin enerji politikaları ile ilgili sunumlar yapıldı. İlk sunumu yapan güneş enerji sistemleri konusunda uzman olan Sigrid Quisbrok, Almanya’daki enerji dönüşümünü değişim rüzgarları olarak tanımladı. 2000 yılında çıkan yasanın ardından enerji üretiminde önemli bir gelişim ve değişim olduğunu ifade eden Quisbrok, özellikle yurttaşların kendi elektriğini üretmeleri ve küçük üreticilerin sayılarının çoğalması ile birlikte Almanya’da toplam elektrik üretiminin yüzde 6’sının güneşten karşılandığını aktardı. Quisbrok, Almanya ile Türkiye’yi karşılaştırırken Türkiye’nin en az güneş alan bölgesinin bile Almanya’nın en çok güneş alan yerinden daha iyi olduğu bilgisini verdi.

ÇÖZÜM ÇATILARDA
Quisbrok, enerjide dönüşümün küçük üreticiler sayesinde olacağını belirtirken, “Merkezi bir güneş santrali için çok büyük bir alan lazım. Oysa evlerin çatıları, köylerdeki ahırlar, fabrika çatıları gibi küçük üreticilerin elektrik üretimi çok daha verimli ve önemli” dedi. Kendisini “güneş gönüllüsü” olarak tanıtan Dr. Alper Öktem de sunumunda Almanya’da 1.5 milyon güneş paneli olduğunun altını çizerek, bu panellerin yüzde 87’sinin çatılarda kurulduğunu söyledi. Enerjide yerinde üretip yerinde tüketimin önemine dikkat çeken Öktem, “Çözüm çatılarda. Enerji devrimi çatılardan başlayacak” dedi.
Eklenme Tarihi: 10 Ekim 2015

8 Ekim 2015 Perşembe

ÇEPEÇEVRE YAŞAM_BATMAN PANELİ_8 EKİM 2015


Hasankeyf 20 uygarlığa beşiklik etmiş,tarihi 12 bin yıl hatta daha ötesine uzanan bir dünya kültür mirası. Engel olunamazsa yapımının % 80'i tamamlanan Ilısu Barajı suları altında kalacak. Ömrü 40-50 yıllık bir baraja binlerce yıllık bir tarih feda edilecek.

Çepeçevre Yaşam Hasankeyf'in yaşatılamısna dönük etkinlikle kapsamında Batman'da yapılan "Hasankeyf sonsuza taşınsın paneli" ile ekranlarınızda.

Özer AKDEMİR'in hazırlayıp sunduğu Çepeçevre Yaşam 8 Ekim 2015 Perşembe Saat: 20.00'de HAYAT Tv'de.

Program tanıtım: 
https://www.youtube.com/watch?v=DwXm4CK62AY

Programın tamamı: 
https://www.youtube.com/watch?v=m-StR6cUDBc

İlgili Haber:
http://ozerakdemir.blogspot.com.tr/2015/09/hasankeyfi-suyun-altna-degil-sonsuzluga.html

7 Ekim 2015 Çarşamba

Biz bu yollardan geçeli 60 yıl oldu!


Özer AKDEMİR

Geçtiğimiz Ağustos ayı boyunca 5 farklı Karadeniz ilinde gerçekleştirilen Çevre için Medya iletişim Ağı Çalıştayları kapsamında yapılan Almanya’daki inceleme gezisi devam ediyor. Türkiyeden gazeteciler ve ekoloji mücadelesinden temsilcilerin yer aldığı ekip gezinin ikinci gününde Alman uzmanlarla Almanya ve AB’nin enerji politikalarının yanı sıra Türkiye’nin nükleer, HES ve termik santral politikalarını tartışma olanağı buldu.

2023’TE TÜM NÜKLEER SANTRALLER KAPANACAK
Almanya’nın Detmold kentinde 2. Dünya savaşı sırasında yapılan ve daha sonra kültür merkezine çevrilen büyük bir uçak hangarında yapılan toplantıya özellikle rüzgar enerjisi konusunda uzman olan Max Breiden Segler ve Hangar Kültür Merkezi yöneticisi  Reinhold Seeg katıldılar. Almanya halkının özellikle Fuksihima nükleer kazasının ardından nükleer enerji konusunda %80 oranında nükleer santrallere karşı olduğunu aktaran Segler, 2023 yılına kadar ülkedeki bütün nükleer santrallerin kapatılacağını belirtti. Almanya’da yenilenebilir enerjinin payının toplam enerji içinde %30’a ulaştığını ve bunun her geçen gün arttığını dile getiren Segler, 2000’lerde çıkarılan kanunlarla yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelimin arttığını söyledi. Segler, yenilenebilir enerji maliyetinin nükleer, termik ve HES’lere oranla düşük olması ve teşvikler nedeniyle diğer enerji üretim türlerinin zamanla yok olacağını söyledi.

BİZE DE ‘NÜKLEER OLMAZSA KARANLIKTA KALIRIZ’ DEDİLER
1970’lerde Alman devletinin nükleere halkı ikna edebilmek için “nükleeri yapmazsak karanlıkta kalırız” propagandası yapmaya çalıştığını, Türkiye’nin bugünkü durumunu buna benzediğini söyledi. Segler, nükleer santrallerin atık sorunlarının hala çözülemediğini, diğer risklerinin yanı sıra bu sorun nedeniyle önemli bir kopuşun yaşandığını söyledi. Segler, “enerji üretimini elinde tutan 4 büyük şirket bu nedenle kaybetmeye mahkumlar. Enerji üretimi şimdi rüzgar ve güneşten üretim yapan küçük üreticiler, kooperatiflerce yapılmaya başlandı. Diğer enerji türlerine göre ucuz ve yenilenebilir olması nedeniyle her geçen gün gelişiyor” dedi.

HALK İSTEMEZSE RES YAPILAMAZ
Almanya’nın özellikle kuzey bölgelerine kurulan rüzgar santrallerinin yöreye etkisini kurulmadan önce çok iyi bir şekilde incelendiğini, halktan 1 kişinin bile karşı çıkması durumunda mahkemelere gidilerek RES’lerin engellenebildiğini aktaran Segler, direklerin yüksekliklerine göre en yakın yerleşime 400-600 metre uzakta olması gerektiğini söyledi. 

Kömüre dayalı termik santrallerin son derece katı kurallara uymak zorunluluğu bulunduğunu, ürettikleri ısıyı da yakındaki kentlerin ısınmasına vermek zorunda olduğunu kaydeden Segler, yeni termik ve HES yapımının olmadığını dile getirdi. Segler, “Halk bir projeyi kararlı bir şekilde protesto ederse politikacılar buna göre davranmak zorunda. Bu tür enerji üretimleri kısa vadede bazı şirketlere kar getirebilir ama uzun vadede halka zarar verdiği görüldü. Türkiye Almanya’nın 1960’larda yaptığı hataların aynısını yapıyor şu an. 60 yıl önce bizim gökyüzü de dumandan görünmüyordu. Oysa sisli Almanya’da bile güneş enerjisinden bu kadar elektrik elde edilebiliyorsa Türkiye’de haydi haydi üretim yapılır. Halk yöneticiler 20 yıl sonra nasıl yaşayacaklarına karar vermeleri gerekiyor” dedi.
Toplantıda söz alan gazeteci ve ekoloji mücadelesi temsilcileri Türkiye’deki enerji ve maden uygulamaları hakkında bilgi verip Almanya’daki uygulamalarla ilgili sorularına yanıt aradılar. Almanya Detmold kenti ve çevresinde beş gün sürecek inceleme gezisinde özellikle Almanya’daki RES ve güneş gibi yenilenebilir enerji uygulamaları yerinde gidip gözlenecek ve uzmanlarla değerlendirilecek. (Detmold/EVRENSEL)
Eklenme Tarihi: 07 Ekim 2015

3 Ekim 2015 Cumartesi

Köprübaşı'daki uranyum skandalı yine TBMM gündeminde



Özer AKDEMİR
İzmir
İlk kez Evrensel'in gündeme getirdiği Manisa Köprübaşı ilçesi yakınlarındaki terk edilmiş uranyum madeninin yarattığı risklerle ilgili bir soru önergesi de CHP'den geldi. CHP Manisa Milletvekili Mazlum Nurlu Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına verdiği yazılı soru önergesi ile Köprübaşındaki uranyum madenindeki radyasyon kirliliğinin bilimsel olarak tespit edilmesine rağmen neden hiçbir önlem alınmadığını sordu.
VATANDAŞLAR KANSER RİSKİ İLE KARŞI KARŞIYA
Gazetemiz Evrensel'in 18 Ocak 2014 tarihinde "Manisa'daki Çernobil" başlıklı manşet haberle ilgili yeni bir gelişme yaşandı. Haberin geniş yankı uyandırmasının ardından TBMM'ye verilen soru önergeleri ve araştırma önergelerine bir yenisi daha eklendi. CHP Manisa Milletvekili Mazlum Nurlu'nun Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Ali Rıza Alaboyun'un yanıtlaması talebiyle verdiği soru önergesinde Köprübaşındaki uranyum madeni kaynaklı kirlilik nedeniyle yöre halkının kanser riski ile karşı karşıya olduğu dile getirildi. Eski uranyum madenini olduğu alanda yapılan ölçümlerde dünya genelinde yıllık izin verilen radyasyon limitinin 140 kadı fazla radyasyona rastlanıldığının aktarıldığı soru önergesinde, yörede yapılan bilimsel araştırmalar sonucu da yeraltı-yerüstü sularında, toprakta ve havada uranyum kirliliğinin saptandığına vurgu yapıldı. Bölgede TAEK tarafından yapılan ölçümlerde de limitlerin çok üzerinde radyasyon tespit edildiğini dile getiren Mazlum Nurlu, kirliliğinin yer altı, yer üstü suları ile birlikte yıllarca Demirköprü barajına ve Gediz Nehri’ne karıştığı, sularla ve rüzgarla çevreye yayıldığının bilimsel olarak ortaya konduğunu dile getirdi. bu duruma rağmen yörede hiçbir önlem alınmamasının bölgede yaşayan vatandaşları radyasyona dolayısıyla kanser hastalıklarıyla karşı karşıya bıraktığını kaydeden Nurlu, bölgedeki bazı köylerin boşaltılması gerektiğinin ifade edilmesine rağmen hiçbir şey yapılmadığına dikkat çekti. Nurlu, CHP olarak konunun takipçisi olacaklarını ifade etti.
BAKANA KÖPRÜBAŞI SORULARI
Nurlu Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alaboyun'a yanıtlaması talebiyle şu soruları yöneltti:
1-        Köprübaşı ilçemiz sınırları içerisinde bulunan Uranyum cevher alanları çevresindeki su kaynaklarında ve toprak ve bitkilerde belirlenen uranyum kimyasal kirliliği var mıdır?
2-        TAEK tarafından tespit edilen ve ortalama seviyeden yüksek çıkan bölgedeki radyasyon seviyesinin, insan, hayvan ve bitkiler için zararları nedir?
3-        Köprübaşı ilçemizde yüksek radyasyonla ilgili bu güne kadar neden bir önlem alınmamıştır
4-        Bu zararların etkilerini azaltmak için hangi tedbirler alınacaktır?
KÖPRÜBAŞI URANYUM SKANDALI

Köprübaşı'na yaklaşık 2-3 kilometre uzaklıkta bulunan Kasar köyü civarında 1970-1980 yılları arasında işletilen uranyum cevher alanlarında 2014 Ocak ayında yapılan radyasyon ölçümlerinde dünya genelinde izin verilen yıllık radyasyon değerinin 140 katını bulan değerler ölçülmüştü. Evrensel bu ölçümleri “Manisa’da Çernobil” manşetiyle kamuoyuna duyururken, haberimizin ardından çeşitli milletvekilleri TBMM’ye soru önergesi verdiler.  Haberin yankı uyandırmasının ardından  TAEK bölgede ölçüm yapmış, ama çıkan değerleri ‘normal’ olarak açıklamıştı. Greenpeace de bağımsız uzmanlarla yaptığı ölçümlerde normalin 50 katı üzerinde radyasyon ölçümü saptamıştı. Yine birçok bilimsel raporun yöredeki radyasyon kirliliğine dikkat çektiği ortaya çıkmıştı.
Eklenme Tarihi: 03 Ekim 2015

G20 üyesi ülkelere RES mektubu


Özer AKDEMİR
İzmir
Dünya Doğa Konseyi, Rüzgar Çiftliği Mağdurları, Kuzey Amerika Rüzgar Enerji Karşıtları Platformu tarafından aralarında Türkiye’nin de bulunduğu G20 üyesi ülke başbakanı ve enerji bakanlarına gönderilen açık mektupta, dünya vatandaşlarının enerji dönüşümü ile ilgili önemli kaygıları olduğu dile getirildi.
Bu tür kesintili ve kararsız enerji üretiminin 30 yıldan bu yana yapıldığının belirtildiği mektupta,  bu enerjinin büyük çaplı depolanması sağlanamadığı sürece, kullanım alanının kısıtlı kaldığının altı çizildi. 
ZARARLARI İNKAR EDİLİYOR
Verimsiz rüzgar enerjisi projelerine verilen sübvansiyonların, maliyetleriyle her yerde ekonomiyi boğan ama buna rağmen CO2 salınımında hiç bir azalma sağlamayan, 1.8 trilyon dolarlık bir global endüstri yarattığının belirtildiği mektupta, bu santrallerin çevreye ve sağlığa etkilerinin de her geçen gün arttığı uyarısında bulunuldu.  RES’ler nedeniyle milyonlarla ölçülen kuş ve yarasa katliamlarının inkar edildiği kadar, elektrik fiyatına, istihdama, emlak değerlerine ve turizm potansiyeline verilen zararların da reddedildiğine vurgu yapılan mektupta, RES’ler nedeniyle yaşam kalitesinin feda edildiği dile getirildi. RES’ler nedeniyle yer altı sularının kirlendiği, yeniden dönüştürülemeyen türbin kanatlarının çöp alanlarında biriktiği, türbin imalatında kullanılan nadir toprak elementlerin madencilerin, kadınların, ve çocukların Çin’de ölümüne sebep olduğu bilgilerinin referanslarıyla sıralandığı mektupta şöyle devam edildi; “Tüm bunlar dünya halklarına yedirilmeye çalışılan ‘Yeşil Enerji’, ‘Rüzgar bedavadır’, ve ‘Yenilenebilir enerjiler gezegeni kurtaracak’ gibi yalan söylemlerle devam ettirilmektedir.”
OLUMSUZ ÖRNEK TÜRKİYE
Mektupta Türkiye’deki RES uygulamaları ve yöre halklarının mağduriyetleri ile ilgili örnekler de verildi. Türkiye’de RES için özel mülkiyet alanlarının acele kamulaştırıldığı, Danıştayın verdiği yürütmeyi durdurma kararlarının yerel mahkemelerce uygulanmadığının aktarıldığı mektupta, “Bodrum’da, iş makinelerinin arazilerine tecavüzünü engellemek için yerel halk kendi mülklerini kendileri korumak zorunda bırakılmıştır” denildi.


BALON PATLADI!
Dünyadaki RES karşıtı mücadelelere ve bunların gittikçe şiddetlendiğine dikkat çekilen mektupta, Avrupa’da bazı ülkelerin RES’lerin verimsizliği nedeniyle verdikleri desteği azalttığı, oyuna gecikmeli giren ülkeler olarak gösterilen Avustralya, Kanada, Fransa ve Türkiye’nin ise kör şekilde ilerlemeye çabaladığı kaydedildi. Mektupta şöyle denildi; “Şu anda zarar görenler ve gelecek nesiller namına, tüm hükümetlerinizin enerji politikalarını tekrar gözden geçirmesini şiddetle tavsiye ediyor, ve bu süreçte projeler için bir moratoryum ilan edilmesini talep ediyoruz.”
Eklenme Tarihi: 03 Ekim 2015

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...