30 Kasım 2017
Açık Radyo Ekoloji Ekonomi Programında Serkan Ocak'la "Uranyum Uğruna/Dilsiz Çocukları Egenin" kitabı hakkında konuştuk.
Radyo Linki:
http://acikradyo.com.tr/podcast/197984
30 Kasım 2017 Perşembe
26 Kasım 2017 Pazar
Latmos’un sonbaharı
26 Kasım 2017 06:07
Yok edilen 8500 yıllık kaya resimleri, fıstık çamları,
milyon yıllık kayalar ve Anadolu Parsı. Özer Akdemir Latmos’un sonbaharını
yazdı…
Özer AKDEMİR
Hava kararmaya başlarken içi oyuk taşın altına girdi. İki
insanı alacak genişlikte, oturur halde başı tavana değmeyecek yükseklikte bir
oyuktu bu. Sürünerek girilebiliyordu, giriş yeri bir insanı geçebileceği
kadardı sadece. İçeri girince girişi hemen yan taraftaki kocaman ağır bir taşla
kapattı. Mızrak dişli canavarların saati gelmişti. Birazdan gelir, içine
girdiği oyuğu uzun uzun koklar, iri taşın altını kazarak kendisine ulaşmaya
çalışırdı. Oysa içi oyuk taş da topraktan yüksekte, çok daha büyük bir kayanın
üzerindeydi.
Yumuşak tüylü bir postun üzerine uzandı, başka bir postu da
başının altına koyup gözlerini tavana dikti. Parmaklarını yan tarafta genişçe
çukur bir yaprağın üzerindeki kırmızı kile batırıp tavana şekiller çizdi. Tüm
avucunu bulaştırdı kile ve elinin izini bıraktı duvarlarda. Çizdiği şekillere
bakıp gülümserken dışarıdan gelen sesle irkildi. Büyük kayanın üzerine bir
hayvan tırmanıyordu. Pençe seslerini, soluğunu, öfkeli hırıltısını duydu.
Uzanıp oyuğun dip kısmındaki açıklıktan dışarıya baktı.
Kocaman bir ayın etrafında kümelenen yıldızlı bir gökyüzü vardı. Ormanın
çığlıklarını kulaklarına kadar getiriyordu rüzgâr. Dışarıdaki canavar boşuna
bir gayretle oyuğu kapatan iri kayaya pençeler savurdu. Öfkeli hırıltılarla
taşın altını oymaya çalıştı. Dakikalarca sürdü bu uğraş, umudunu kesip gidene
kadar ay tepeye çıkmıştı.
***
Kuars madeninin müdürü ruhsat alanı genişletme başvurusunun
olumlu sonuçlanacağına emindi. Beş yıldır Beşparmak dağlarında madencilik
yapıyorlardı. “Latmos” diyorlardı köylüler buralara. Antik çağdan kalan adın
hala köylerde kullanılmasına şaşırıyordu müdür.
Burada ki taşlar, kayalar sanki tanrı tarafından kendilerine
bir lütuf gibi koca vadinin her yerine dağılmıştı. Üzeri yosunla kaplanmış
kocaman bir kurbağa, hortumu kısa kalmış bir fil kafası, uzun saçlı toparlak
yüzlü bir kadın başı ve yelesi taş kesmiş bir aslanı andırıyor, şekilden şekile
giriyordu taşlar. Bazıları kocaman apartman iriliğinde, bazıları bir otomobil
kadar olan bu taşları Peri bacalarına benzetirdi hep.
Ruhsat genişleme talebine bakacak daireden gönderilecek
heyetin arazide keşif gezisi yapmasından bir gün önce son bir kontrol için
gelmişti bölgeye. Bu son kontrollerin ne kadar önemli olduğunu beş yılda çok
iyi öğrenmişti. Birisinde bir kilise kalıntısı çıkmıştı karşılarına. Hem de tam
heyetle gezerlerken! Koca bir kayanın içine doğru uzayan mağaranın tavanındaki
kanatlı melek resimlerine bakarken renkten renge girmiş, 'eyvah' demişti.
Mağaraya birlikte girdikleri heyetteki arkadaşı, diğer tarafta etrafı seyreden
öteki heyet üyelerinin kendilerine bakıp bakmadığını kontrol ettikten sonra,
muzipçe gülümseyip sus işareti yapmasa oracıkta kalp krizinde gidebilirdi.
O 'sus' işareti çok pahalıya mal olmuştu ama kendilerine.
Arkadaşının bu iyiliğini bir akşam, Kuşadası’nın lüks bir lokantasındaki
rakı-balık ziyafetinin ardı sıra, gizlice eline tutuşturduğu epeyce kalın bir
zarfla karşılıksız bırakmamıştı.
Üç yılı geçen bu olaydan sonra her ruhsat artışı talebinin ardından bu olay aklına gelir, bir gün önce araziye giderek son bir kontrolle gerekli önlemleri alırdı. Antik bir yolu taşlarını teker teker söktürerek yok etmişti mesela birinde. Birinde fıstık çamları arasında gördüğü sütun kalıntılarını iki işçiye toplattırmış, madenin kırma makinesinde mıcır haline getirtmişti. Başka birinde ise kayaların iç kesiminde kırmızı boyalı el izlerinin görülmemesi için üzerlerini çamurla örttürmüştü.
Tam karşısında, büyük kayanın üzerine salyangoz misali
yapışmış irice bir taşın altındaki oyuğu görmeden önce kontrolleri bitirmek
üzereydi. İç güdüsünden öte deneyimleri o taşın altında bir şeyler
olabileceğini söylüyordu. Yan taraftaki başka bir kayanın üzerine çıkıp iri
kayaya atladı. Koca kabuklu bir salyangoza benzettiği kayanın dip kısmında
insan gövdesi genişliğinde bir oyuk vardı. Eğilip oyuğa doğru baktı. İçeriye
doğru genişliyor, yükseliyordu. İçinde bir hayvan olmadığına emin olduktan
sonra sürünerek girdi. Sırtını oyuğun duvarına verip oturdu ve o zaman gördü
karşısındaki işaretleri.
Diğer gördüklerine benziyordu bunlarda. Kırmızı boyayla
yapılmış, Cin Ali çizimleri gibi insan figürleri. Bir insanın beş parmağının
kaya duvarına çıkan izleri. İnsan figürleri yan yana dizilmişti, parmakların
uçları birbirine değiyorlardı. "Sanki halay çekiyorlar gibi" diye
geçirdi aklından. Küçük oyuğun tavanında ise farklı bir insan figürü vardı.
Karın kısmı geniş bir yarım daire halinde gösterilen uzun saçlı bir ‘Cin Ali’!
"Hamile bir kadın" dedi içinden, güldü. Bir çocuk çizimi aradı
duvarlarda, bulamadı. Adamlar, hamile bir kadın, uzun boyunlu, mızrak dişli bir
hayvan şekli gördü. Çok tehlikeliydi bunlar. Madeni kapattıracak kadar
tehlikeli!
Sürünerek çıktı tekrar oyuktan. Aşağıda kendisini bekleyen
iki işçiye kocaman bir kayayı taşıttı yukarıya ve elleriyle kapattı oyuğun
ağzını. "Gene mi Cin Ali resmi buldun müdürüm" diye sırıtan işçiye
ters ters baktı. "Bırak zevzekliği!" diye çıkıştı. “Tek kelime
etmek yok bununla ilgili. Bu resimlerden birisi bile bulunursa ne maden kalır,
ne siz!" demeyi de ihmal etmedi. Hep işe yarardı bu tehdit.
Bir hafta sonra büyük kepçe o kayayı ve altındaki oyuğu tuz
buz edince rahatlayabildi müdür. Bu 8500 yıl önceden kalan Cin Aliler yine
uykusunun içine etmişler, izin kağıdı onaylanana kadar diken üstünde
bekletmişlerdi kendisini.
***
Latmos'un kaya altlarını ev yapan kadim insanların
"mızrak dişli canavar" dedikleri son Anadolu Parsı 50 yıl kadar
oluyor ki bir kayanın dibinde tüfekle vuruldu. Nesli yok oldu!
8500 yıl önce Beşparmak dağlarındaki bu küçük oyuklara resimler çizen, beş parmağının izini bırakan insanların ataları da bu resimleri un ufak edip tuvalet taşı yapmakla meşguller şimdi!..
8500 yıl önce Beşparmak dağlarındaki bu küçük oyuklara resimler çizen, beş parmağının izini bırakan insanların ataları da bu resimleri un ufak edip tuvalet taşı yapmakla meşguller şimdi!..
Bir fıstık çamı daha toprak altında yok oluyor. Son yörük
göçünü toplamış yaylasından iniyor ovaya. Dağın dumanına belki de son kez bakıyor.
Görüyor, kıl çadır, orta direk, kervan yükü zamanlarının geçtiğini. Ve devir
devranın zalim çıngırağının Latmos’un sonbaharını vurduğunu biliyor…
Son Düzenlenme Tarihi: 26 Kasım 2017 09:25
Ekolojik Haklar Merkezi çalışmalarına başladı
26 Kasım 2017 05:16
Ekoloji temelli sorunların, ortaya çıkmadan önlenmesi ve
ortaya çıkan sorunların giderilmesini amaçlayan Ekolojik Haklar Merkezi
çalışmalarına başladı
Özer AKDEMİR
Ekoloji temelli sorunların, ortaya çıkmadan önlenmesi ve
ortaya çıkan sorunların giderilmesi için temel yurttaşlık haklarının
kullanılmasını sağlamayı hedefleyen Ekolojik Haklar Merkezi (EHM) çalışmalarına
başladı. İstanbul’da bir otelde gerçekleştirilen tanıtım etkinliğine ülkenin
çeşitli yerlerinden ekoloji mücadelesi temsilcileri ve gazeteciler katıldılar.
Ekoloji Kolektifinin bir çalışması olarak ortaya konan EHM
tanıtım etkinliğinde, EHM’nin yurttaşlara, karşılaştıkları ekolojik sorunların
çözümünde haklarının neler olduğunu ve bu hakları aktif olarak nasıl
kullanabileceklerine dair yardım sunmayı hedeflediği dile getirildi. Merkez;
bireylerin bilgilenme, başvuru ve katılım haklarını kendi başlarına
kullanmasına önayak olmanın yanı sıra kullanılmayan ancak var olan hakların su
yüzüne çıkması, aktif olarak kullanılmasını da sağlamayı amaçlıyor.
HAKLARI BİLME VE ETKİN KULLANMA
Merkezin tanıtım etkinliğinde ekolojik ve kentsel
adaletsizlikler toplumun genelini etkilemeye başladığına dikkat çekilerek; sel,
kuraklık, hava kirliliği, kimyasal kirleticiler, gıda, su bozulması,
aşırı tarımsal ilaç kullanımı gibi sorunlardan dolayı insanların ve tüm
canlıların yaşam kalitesinin bozulduğu ifade edildi. Temiz hava, iyi gıda,
nitelikli su gibi ekolojik hakların evrensel haklar olduğuna vurgu yapılan
etkinlikte Ekolojik Haklar Merkezinin oluşturulması düşüncesi şöyle dile
getirildi; “Yurttaşların kamu politikasına katılımını sağlayan ulusal ve
uluslararası düzeyde güvence altına alınmış haklarını kullanması, iyi bir kent
ve ekoloji için elzem görünüyor. Yurttaşların gündelik kentsel ve ekolojik
sorunlarında da başvuru ve bilgi edinme hakkı gibi hakları etkin kullanması
halinde sorunların hızlı bir biçimde çözülebileceğine inanıyoruz. Bu hakların
etkili kullanılması için Ekoloji Kolektifi Derneği olarak bir yardım masası
oluşturduk. Bu yardım masasının adı: Ekolojik Haklar Merkezi”.
AVUKATLIK HİZMETİ DEĞİL
Ekolojik Haklar Merkezinin çevresel ve kentsel karar alma
süreçlerine katılım yollarının, başvuru ve bilgilenme haklarının yurttaşlar
tarafından daha etkin kullanılabilmesi hedefi ile yola çıktığının ifade edildiği
etkinlikte, EHM’nin, başvuruda bulunan yurttaşlara bu bağlamda bilgi sunacak
bir platform olduğu belirtildi. Etkinlikte EHM’nin bir avukatlık hizmeti
olmadığı, yurttaşların çevresel ve kentsel konularla ilgili doğru bilgiyi nasıl
alabilecekleri, doğru kamu idaresine nasıl yönelebileceklerine yönelik
bilgilendirme dışında hukuki anlamda herhangi bir destek sunulmadığının da altı
çizildi. EHM, sitesinden canlı destek ya da telefon, faks, e-mail yolu
ile başvurulara yanıt verirken, konuya dair yayımlanan kaynak kitap ve metinler
de yer alıyor.
DOĞRU KURUMLARA DOĞRU ÇÖZÜMLERE YÖNLENDİRME
EHM aşağıdaki türden sorular karşısında yurttaşların doğru
kurumlara ve doğru çözümlere yönelmesine yardımcı olmayı amaçlıyor:
* Başvuru HakkıBilgilenme HakkıKatılma HakkıBelediyeye
dilekçe verdim, ne zaman yanıt gelir? Dilekçemi verdim, şimdi ne olacak?
Dilekçeme yetkili biz değiliz yanıtı verildi, ne yapmalıyım?Bilgi edinme yolu
ile Bakanlığın kent meydanı projesi görüşünü öğrenebilir miyim?
* Bakanlık hangi durumlarda, aldığı görüş yazılarını
vermez?Mahallemizdeki AVM’nin ÇED süreci hakkında nere-den bilgi edinebilirim?
* Her AVM için ÇED süreci işletilmesi zorunlu
mudur?
19 Kasım 2017 Pazar
Bozkırda bir Selanikli_Pazar yazısı
19 Kasım 2017 05:03
'Gönüllerini ve 10 yıldır oylarını verdikleri partileri bu
kötülüğü onlara yapmazdı. Tarlalarının ortasına siyanür sızdırmazdı...
Yapamazlardı!'
Özer AKDEMİR
Dışarıdaki tipinin sesi, kalınlığı yarım metreyi bulan
duvarları geçerek yattığımız odaya kadar geliyordu. Odanın ortasında gri
renkli, varile benzeyen kocaman silindir bir soba yanıyordu. Yarım saat önce
kapatmıştık lambaları. Sobanın kızıllığı aydınlatıyordu odayı. İçinde çıtır
çıtır odunların yandığı sobadan tatlı bir sıcaklık yayılıyordu.
Aynı odayı paylaştığımız, biri halk sağlığı profesörü, öbürü
çevre davaları ile ünlü Egeli bir avukat olan iki arkadaşım hafif horultularla
uykuya geçmişlerdi. Bende ise ne zamandır unuttuğum bu tipi sesini dinleme
özlemi uykuya baskın gelmişti.
Bir süredir tipi sesinin içinde, sanki onun bir parçası,
sanki o eşsiz müziğin en güzel ögelerinden birisiymiş gibi kesik kesik duyulan
köpek havlamalarına odaklanmıştım. Kimi uzun uzun, kimi kısa-kesik, kimi sert
daha hırçın, kimi daha yumuşak perdede sanki onlarca köpek, belli bir ritimle,
belli aralıklarla, bozkırın bu en güzel senfonisine, tipinin görünmez
notalarına, birer orkestra elamanıymışçasına seslerini katıyorlardı.
Geniş tahtalardan yapılmış, duvara gelen kısımlarına üzeri
resimlerle bezeli, kadife örtülü hasır minderler dizilmiş bir sedire serili
kalın döşekli yatağımdan doğrulup, hemen altında yattığım pencereden dışarıya
baktım. Buğulanmış camların ötesinde beyazlara bürünmüş bir bozkır, bembeyaz
bir kış ovaya doğru uzanıp gidiyordu. Pencerenin önünde tipinin sesi daha
belirgin geliyordu kulaklarıma. Bozkır, bir orkestra şefi gibi zemheri
rüzgarlarını oradan oraya savuruyor, kurumuş ağaçlara, kerpiç evlere, dokunanın
yapışıp kaldığı bakırdan elektrik tellerine, akşamın koynunda koyu yeşil
hayaletler gibi süzülen, rüzgarın şiddetinden gıcırtılar çıkararak sallanan
telgraf direklerine çarpıyor, oradan incecik tüten bacalardaki dumanı alıyor,
ıpıl ıpıl yağan kara karıştırıp köyün dar sokaklarında savuruyordu.
Gece ve kış tüm haşmetiyle çökmüştü bu Anadolu’nun
ortasındaki köyün üzerine. Mart ayının başlarıydı ve zemherinin tam ortası
sayılırdı bu zamanlar bozkırda. Dolunay vardı gökte. Tek tük bulutlar geçiyordu
ayın önünden. Ay, hırçın rüzgarın da yardımıyla bulutun perdesini kısa zamanda
yırtıp ışığını esirgemeden döküyordu küçük köye. Bitimsiz gibi görünen ovada,
tek tük kavak, alıç, söğüt ağaçlarının dalları ay ışığıyla yıkanıyordu.
Ay, bozkır senfonisinin en mutlu dinleyicisi gibi
görünüyordu. Tipinin uğultusuna, köpeklerin havlamalarına, karşıki yassı
tepelerden doğru gelen belli belirsiz kurt ulumaları karışıyordu. Senfoninin
içinde, bütün bu seslerin arasında kurt ulumalarını yakalamaya çalışırken
uykunun bedenimi yavaşça sardığını anlıyordum.
Uykuya, en güzel bozkır senfonisi eşliğinde geçilirdi.
Bozkır çocuklarının en güzel ninnisi bu senfoniydi, bilirdim. Uyku, en güzel,
en derin, en dingin bu senfoniye yakışırdı, anlardım. Uyumadan önce, bana bin
yıllar gibi gelen uzun bir zaman öncesinde, bozkırın öbür ucunda geçen
çocukluğumu anımsadım. Anadolu’nun tam ortasında kalan başka bir bozkır
köyünde, zemheri gecelerinde düşleri tipinin sesine karışan o küçük çocuk oldum
yeniden, sıkıca yorganıma sarılıp, uykuya teslim oldum...
***
Sabah köyün meydanından altın madeni tesislerinin bulunduğu
yere doğru köylülerin yürüyüşü sırasında tipi hızını kesmiş olsa da devam
ediyordu. Yaşamlarında ilk kez bir yürüyüşe katılan, bunu da kendi yaşam
alanlarını koruma derdi ile yapan köylüler, bir iki dakika sonrasında
acemiliklerini üzerlerinden atmışlardı. Kimsenin bir direktif vermesine gerek
kalmadan kendi ürettikleri sloganlarla, önceden hazırladıkları dövizlerle altın
madenini istemediklerini dile getiriyorlardı. Kar, kış, zemheri ayazında
onlarca köylü, sıkıca gocuklarına sarılmış, çoluk çocuklarıyla, İngiliz altın
şirketinin gelip konduğu, daha düne kadar buğday, arpa, yulaf ektikleri
tarlaların arasından yürüyorlardı.
Çok büyük bir çoğunluğu iktidar partisine oy vermiş ve hâlâ
ondan umut kesmemiş bu köylüler, aslında şaşkındılar. Bir parça da
umutluydular. Gönüllerini ve 10 yıldır oylarını verdikleri partileri bu
kötülüğü onlara yapmazdı. Tarlalarının ortasına siyanür sızdırmazdı.
Çocuklarının sakat doğmasına, kuzularının ölmesine razı olmazdı.
Yapamazlardı!
Selanik’ten göçüp geldikten sonra kendilerine yurt olarak
verilen, vatan belledikleri bu toprakların, yabancı bir şirket tarafından
kirletilmesine razı olmazlardı. O yüzdendir ki, maden işletmelerinin kapısı
önünde basına yaptıkları açıklamada, “Biz iktidar partisindeniz. Biz hâlâ
onlara hayranız. Onlar da bu kötülüğü bizi yapmasınlar” diyebildiler.
Olay da zaten orada bitti. Tek başına yıllardır iktidar
olup, her dediğini kanun gibi yaptıran parti elbette ki Yozgat Boğazlıyan
Eğlence köylülerinin de gözünün yaşına bakmadı! Maden, bozkırın ortasını doymak
bilmeyen bir canavar gibi kemirdi kemirdi. Kemirdikçe kirletti etrafını.
Siyanür damla damla sızdı bozkırın bağrına...
***
Yürüyüşün ardından çay içmeye davet edildiğimiz evde,
etrafına çekinerek bakan genç köylü, “Gel bir şey göstereceğim sana” deyip evin
öbür odasına götürdü beni. Kendilerinin köydeki tek ‘solcu’ aile olduklarını
söyleyen genç adam, odanın girişinde, kapının hemen yanındaki duvarda asılı
fotoğrafı göstererek, “Bu fotoğraf bu köyde sadece bizim evde asılıdır” dedi.
90 yıl önce Selanik’ten göçüp Anadolu’nun ortasındaki bozkıra yerleşmiş
bu köyde, bana gizli gizli gösterilen fotoğrafta da mavi gözlü bir Selanikli
gülümsüyordu...
https://www.evrensel.net/haber/338382/bozkirda-bir-selanikli
https://www.evrensel.net/haber/338382/bozkirda-bir-selanikli
18 Kasım 2017 Cumartesi
‘Devinen Akdeniz’ Bergama köylü mücadelesiyle devam ediyor
18 Kasım 2017 12:29
Devinen Akdeniz Sempozyumu’nun ikinci gününde tarım, yer
altı suları, zeytin ağacı ve Bergama Köylü mücadelesi konuşuldu.
Akdeniz Akademisi, 'Devinen Akdeniz Sempozyumu’nun ikinci
gününde “Devinen Çevre” başlıklı oturumda tarım, yer altı suları, zeytin ağacı
ve Bergama Köylü mücadelesinden günümüze Ege’de ekoloji mücadelesi konulu
sunumlar yapıldı.
YER ALTI SULARINA FRANSA İLGİSİ
Ahmet Adnan Saygun Sanat merkezinde gerçekleştirilen
sempozyumun ikinci günü yapılan devinen çevre oturumunu Ege Üniversitesi emekli
öğretim üyesi Prof. Dr. Ümit Erdem yönetti. Fransa’dan gelen Dr. Marcel Kuper
“Kuzey Afrika’nın yer altı suları ekonomisi Bağlamında coğrafi ve
sosyo-profesyonel hareketler” başlıklı sunumunda Cezayir’de son dönemde gelişen
tarım uygulamaları hakkında bilgiler verdi. Paris Nanterre Üniversitesi doktora
öğrencisi Selin Le Visage ise İzmir Kemalpaşa yöresinde sulama kooperatifleri
ve yer altı suları kullanımı ile ilgili yaptığı araştırmaları aktardı. Tarımla
geçinenlerin yer altı ve yerüstü suları ortak karıştırarak kullanmayı tercih
ettiğini, yeraltı su çekiminde elektirik maliyetinin önemli bir girdi olduğunu
dile getiren Le Visage, çözüm önerileri olarak küçük ölçekli barajların çözüm
olabileceğini ileri sürdü. İstanbul Bilgi Üniversitesi doktora öğrencili Orkun
Doğan Ölmez Ağaç’tan Ah’lar ağacına zeytinin önemi başlıklı sunumunda, zeytin
ağacının yerleşikliği temsil ettiğini belirterek ülkemizde zeytin ağacının ve
zeytincilikle ilgili politikalar hakkında bilgiler verdi. Doğan zeytinyağı ve
zeytinin AB üyelik sürecinde avantaj olabileceğini iddia etti.
BERGAMA KÖYLÜLERİNDEN GÜNÜMÜZE EKOLOJİ HAREKETİ
Evrensel’in İzmir Muhabiri ve EGEÇEP Yürütme Kurulu üyesi
Özer Akdemir ise Bergama köylülerini siyanürlü altın işletmesine karşı
başlattığı mücadele ile ekoloji mücadelesinde önemli bir dönüşüme neden
olduğunu belirterek, “Bergama köylüleri ekoloji mücadelesinin bir yaşam
mücadelesi olduğunu, aynı zamanda bu mücadelenin emek, demokrasi mücadelesi,
yani sınıf mücadelesi ile de doğrudan ilişkisini ortaya koymuşlardır. Hal böyle
olunca da devletin hışmına uğramış, ortaya konan çeşitli psikolojik savaş yöntemleri
ve en son olarak şiddet kullanılarak sönümlendirilmişlerdir” dedi.
Akdemir sunumunda, Ege bölgesinde son 20 yıl içerisinde
gelişen ekoloji mücadeleleri, bunların hangi çevresel sorunlara karşı ortaya
çıktığı ve güncel durumları hakkında da bilgiler verdi. Oturumun son
konuşmacısı olan Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi öğretim üyesi Prof.
Dr. Gökhan Orhan “Bir ortak yaşam alanı olarak Akdeniz’in korunması ve
Barselona Protokolü” başlıklı sunumunda Akdeniz ülkelerinin Akdeniz’in
korunmasına dönük işbirliği süreçlerini anlattı. (İzmir/EVRENSEL)
16 Kasım 2017 Perşembe
Devinen Akdeniz Sempozyumu başladı
16 Kasım 2017 15:07
Akdeniz Akademisi tarafından gerçekleştirilen 'Uluslararası
Devinen Akdeniz Sempozyumu' başladı.
Akdeniz Akademisi tarafından gerçekleştirilen “Uluslararası
Devinen Akdeniz Sempozyumu” başladı. Sempozyumun açılış konuşmalarında
Akdeniz'in tarih boyunca sürekli bir değişim ve dönüşüm içinde olduğunun altı
çizildi.
Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi'nde gerçekleştirilen
sempozyumun açılış konuşmasını yapan Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Dr.
Buğra Gökçe sempozyumdaki temel hedefin Akdeniz kimliğini yaşatmak, tanıtmak ve
Akdeniz kentleri arasında işbirliği gerçekleştirebilmek olduğunu söyledi. Gökçe,
tüm dünyayı saran şiddet sarmalı sürecinde İzmir'in barış ve hoşgörü kültürünü
yeşertme konusunda dünyaya bir model olabileceğini söyledi.
AKDENİZLİLİK KAVRAMININ YAŞI
İzmir Akdeniz Akademisi Kültür-Sanat Birimi Koordinatörü
Doç. Dr. Serhan Ada tarafından kolaylaştırıcılığı yapılan sempozyumun açılış
oturumunda ODTÜ öğretim üyesi Doç. Dr. M. Fatih Tayfur, "Doğu
Akdeniz’de Geleceğe Geçmişten Bakmak" Doğu Akdeniz'de merkezinde Türkiye,
Kıbrıs ve Yunanistan'ın bulunduğu alternatif bir düzen ütopyasını
anlattı. İzmir Akdeniz Akademisi Kurucu Onursal Başkanı Prof. Dr. İlhan Tekeli
ise, ‘'Mobilite' Olgusu, 'Akdeniz' ve 'Akdenizlilik' Olgusuyla Nasıl Bir Araya
Geliyor?" başlıklı sunumunda "Akdenizlilik" kavramının çıkışı,
süreç içerisinde değişimi ve bugününe ilişkin görüşlerini paylaştı. Akdenizin
coğrafi olarak oluşumunun M.Ö. 8 bin yıllarına denk geldiğini belirten tekeli,
bunun jeolojik zamanlar bakımından dün gibi yakın bir zaman olduğunu dile
getirdi. Akdenizlilik kavramının en iyimser tahminle 4 bin yıllık bir tarihi
olduğunu kaydeden Tekeli, Akdenizliliği farklı farklı dönemlere ayırarak
incelemek gerektiğine dikkat çeken Tekeli "Farklı dönemlerde farklı
Akdenizlilik ile karşı karşıyayız. Artık Akdenizin geleceği iç dinamikleri
belirleyemiyor. Dünya yönetilemiyor. Ulus devletlerden meydana gelen sistem
dünyayı yönetemiyor. İklim değişikliği, göçler... Niye insanlar göç ediyor?
Dünya yönetilemediği için. Bir dünya demokrasisine dönüşünce Akdenizlilik
potansiyelini yeniden kurma olanağına sahip olacağız. Böyle bir Akdenizlilik
kaçınılmaz olarak barışçıl olacak" dedi.
MUHABİRİMİZ 'DEVİNEN ÇEVRE' BAŞLIĞINDA SUNUM YAPACAK
18 Kasım'a kadar sürecek olan sempozyumda yurtiçinden katılan
akademisyenlerin yanı sıra Yunanistan, İngiltere, Fas, Tunus, Cezayir,
Finlandiya, Amerika Birleşik Devletleri, Kanada ve Fransa'dan bilim insanları
ve uzmanlar katılıyor. “Devinen İnsanlar”, “Devinen Sermaye ve Emek”, “Devinen
Fikirler” “Devinen Sanat, Mimari ve Tasarım”, “Devinen İktidar ve Direniş” ve
“Devinen Çevre” başlıkları altında bildirilerin kabul edildiği uluslararası
sempozyumda, bugün gazetemiz İzmir muhabiri Özer Akdemir de "Bergama Köylü
Hareketinden Günümüze Ege'de ekoloji mücadelesi" başlıklı sunumunu
yapacak. Ayrıca Sempozyum etkinlikleri kapsamında 30 Kasım tarihine kadar yine
Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi alt kat sergi salonlarında iki resim sergisi
de yer alacak. "Devinen Hafıza" karma sergisinde sanatçılar “Devinen
Akdeniz” teması altında buluşarak kendi kurgusal hafızalarından ortaya çıkan
özgün çalışmalarını sergilerken, "Akdeniz'de Savaş ve Göç" başlığıyla
gerçekleşecek sergide, 21. yüzyılın en önemli gündemi olan kitlesel göç dramına
ilişkin belgesel fotoğraf çalışmaları sergileniyor.(İzmir/EVRENSEL)
PROGRAM:
17 Kasım 2017 Cuma
III. Oturum 10.30-12.10
DEVİNEN İNSANLAR-2
Oturum Başkanı: Onur Yıldırım (Prof. Dr., Orta Doğu Teknik Üniversitesi) -teyit edilecek
- Ergün Laflı (Prof. Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi)
Devinen Doğu Ege: Eskiçağ'da İzmir'e ve İzmir'den Göçler
- Füsun Baykal (Prof. Dr., Ege Üniversitesi)
Geçmişten Bugüne Akdeniz'de Turist Hareketliliği
- Volkan Zoğal (Arş. Gör., Ege Üniversitesi) - Ersin Demir (Arş. Gör., Ege Üniversitesi)
Akdeniz Havzası'nda Yeni Bir Turizm Hareketi: Alternatif Konaklama Olanakları ve Konut Değiş-Tokuşu
- Özge Biner (Dr., Sosyal Bilimler Lisansüstü Öğrenim Okulu)
Sınır Geçme Sürecinde Görünürlük ve Hareketlilik: İzmir’deki Göçmenlerin Sınır Hattındaki Etkileşim ve Pazarlıkları
Öğle Arası 12.10-13.30
IV. Oturum 13.30-14.50
DEVİNEN SERMAYE VE EMEK
Oturum Başkanı: Erkan Serçe (Yrd. Doç. Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi)
- Eyüp Özveren (Prof. Dr., Orta Doğu Teknik Üniversitesi) - Seven Ağır (Yrd. Doç. Dr., Orta Doğu Teknik Üniversitesi)- Çınla Akdere (Yrd. Doç. Dr. Orta Doğu Teknik Üniversitesi)
Tahıl Ticareti ile İlgili Akdeniz Düşüncelerinin Avrupa’ya Aktarımında Bir Köşe Taşı: Ferdinando Galiani’nin, Dialogues sur le commerce des bleds Adlı Yapıtı
-İrfan Kokdaş (Yrd. Doç. Dr., Katip Çelebi Üniversitesi)
Hem Köylü Hem Zanaatkar; Ne Kırsal Ne De Şehirli, Çiftlikler ve Kent Ekonomileri Arasındaki İş Gücü Hareketliliği, Selanik-İzmir 1720-1840
- Alp Yücel Kaya (Doç. Dr., Ege Üniversitesi, İzmir Akdeniz Akademisi Tarih Birimi Koordinatörü)
Akdeniz Perspektifinden XIX.Yüzyılda Balkanlarda Kapitalist Tarım ve Toprakbent Köylüler
14.50-15.05 Ara
V. Oturum 15:05-17:05
DEVİNEN ÇEVRE
Oturum Başkanı: Ümit Erdem (Prof. Dr., Emekli Öğretim Üyesi)
- Marcel Kuper (Dr., Umr G-Eau)
Devinen Tarım: Kuzey Afrika’nın Yeraltı Suları Ekonomisi Bağlamında Coğrafi ve Sosyo-Profesyonel Hareketlilikler
-Selin Le Visage (Doktora Öğrencisi, Paris Nanterre Üniversitesi)
Kırsal Alan ve Yeraltı Sularının Yönetişimindeki Dönüşüm: İzmir’in Sulama Kooperatiflerindeki Tarımsal, Ekonomik ve Sosyal Değişiklikler
-Orkun Doğan (Doktora Öğrencisi, İstanbul Bilgi Üniversitesi)
Ölmez Ağaçtan, Ah'lar Ağacına: Zeytin Ağacının Değeri?
-Özer Akdemir (Ege Çev re ve Kültür Platformu-EGEÇEP)
Bergama Köylü Hareketinden Günümüze Ege’de Ekoloji Mücadelesi
- Gökhan Orhan (Prof. Dr., Bandırma On yedi Eylül Üniversitesi)
Bir Ortak Yaşam Alanı Olarak Akdeniz'in Korunması Sürecinde İşbirliği ve Katılım: Barcelona Rejiminin Oluşumu ve Gelişimi
III. Oturum 10.30-12.10
DEVİNEN İNSANLAR-2
Oturum Başkanı: Onur Yıldırım (Prof. Dr., Orta Doğu Teknik Üniversitesi) -teyit edilecek
- Ergün Laflı (Prof. Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi)
Devinen Doğu Ege: Eskiçağ'da İzmir'e ve İzmir'den Göçler
- Füsun Baykal (Prof. Dr., Ege Üniversitesi)
Geçmişten Bugüne Akdeniz'de Turist Hareketliliği
- Volkan Zoğal (Arş. Gör., Ege Üniversitesi) - Ersin Demir (Arş. Gör., Ege Üniversitesi)
Akdeniz Havzası'nda Yeni Bir Turizm Hareketi: Alternatif Konaklama Olanakları ve Konut Değiş-Tokuşu
- Özge Biner (Dr., Sosyal Bilimler Lisansüstü Öğrenim Okulu)
Sınır Geçme Sürecinde Görünürlük ve Hareketlilik: İzmir’deki Göçmenlerin Sınır Hattındaki Etkileşim ve Pazarlıkları
Öğle Arası 12.10-13.30
IV. Oturum 13.30-14.50
DEVİNEN SERMAYE VE EMEK
Oturum Başkanı: Erkan Serçe (Yrd. Doç. Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi)
- Eyüp Özveren (Prof. Dr., Orta Doğu Teknik Üniversitesi) - Seven Ağır (Yrd. Doç. Dr., Orta Doğu Teknik Üniversitesi)- Çınla Akdere (Yrd. Doç. Dr. Orta Doğu Teknik Üniversitesi)
Tahıl Ticareti ile İlgili Akdeniz Düşüncelerinin Avrupa’ya Aktarımında Bir Köşe Taşı: Ferdinando Galiani’nin, Dialogues sur le commerce des bleds Adlı Yapıtı
-İrfan Kokdaş (Yrd. Doç. Dr., Katip Çelebi Üniversitesi)
Hem Köylü Hem Zanaatkar; Ne Kırsal Ne De Şehirli, Çiftlikler ve Kent Ekonomileri Arasındaki İş Gücü Hareketliliği, Selanik-İzmir 1720-1840
- Alp Yücel Kaya (Doç. Dr., Ege Üniversitesi, İzmir Akdeniz Akademisi Tarih Birimi Koordinatörü)
Akdeniz Perspektifinden XIX.Yüzyılda Balkanlarda Kapitalist Tarım ve Toprakbent Köylüler
14.50-15.05 Ara
V. Oturum 15:05-17:05
DEVİNEN ÇEVRE
Oturum Başkanı: Ümit Erdem (Prof. Dr., Emekli Öğretim Üyesi)
- Marcel Kuper (Dr., Umr G-Eau)
Devinen Tarım: Kuzey Afrika’nın Yeraltı Suları Ekonomisi Bağlamında Coğrafi ve Sosyo-Profesyonel Hareketlilikler
-Selin Le Visage (Doktora Öğrencisi, Paris Nanterre Üniversitesi)
Kırsal Alan ve Yeraltı Sularının Yönetişimindeki Dönüşüm: İzmir’in Sulama Kooperatiflerindeki Tarımsal, Ekonomik ve Sosyal Değişiklikler
-Orkun Doğan (Doktora Öğrencisi, İstanbul Bilgi Üniversitesi)
Ölmez Ağaçtan, Ah'lar Ağacına: Zeytin Ağacının Değeri?
-Özer Akdemir (Ege Çev re ve Kültür Platformu-EGEÇEP)
Bergama Köylü Hareketinden Günümüze Ege’de Ekoloji Mücadelesi
- Gökhan Orhan (Prof. Dr., Bandırma On yedi Eylül Üniversitesi)
Bir Ortak Yaşam Alanı Olarak Akdeniz'in Korunması Sürecinde İşbirliği ve Katılım: Barcelona Rejiminin Oluşumu ve Gelişimi
18 Kasım 2017 Cumartesi
VI. Oturum 10:00-12:00
DEVİNEN SANAT, MİMARİ VE T ASARIM
Oturum Başkanı: Tevfik Balcıoğlu (Prof. Dr. Yaşar Üniversitesi)
-Hee Sook Lee-Niinioja (Dr.)
Akdeniz Siculo-Norman Menreale'inde Somut-Soyut Hareketler
-Zeliha Kayahan (Arş. Gör., Gazi Üniversitesi)-Naile Çevik (Öğr. Gör., Gazi Üniversitesi)
Akdeniz Uygarlıkları Gemi Resimlerinin Kültürlerarası Etkileşimler Açışından Önemi ve Ekslibris Uygulamaları
- Fatih Hakan Kaya (Arş. Gör. Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi)
Roma Dönemi'nde Anadolu Kökenli Bezemeli Mimari Elemanların Yayılım Alanı: Sanat ve Sanatçının Devinimi
- Tülin Selvi Ünlü (Dr., Mersin Üniversitesi Akdeniz Kent Araştırmaları Merkezi)
Akdeniz’de Değişen Kentsel Mekan: XIX. Yüzyıldan XX. Yüzyıla Doğu Akdeniz Liman Kenti
Öğle Arası 12:00-13:00
VII. OTURUM 13:00-15:00
DEVİNEN FİKİRLER
Oturum Başkanı: Eyüp Özveren (Prof. Dr., Orta Doğu Teknik Üniversitesi)
-Zeynep Aydoğan (Doktora Öğrencisi, Humboldt Ünivesitesi)
Hareket Halindeki Uçlar: Geç Ortaçağ Anadolu Türk Destanlarından Bazı Coğrafi Temsiller
- Samet Budak (Doktora öğrencisi, Michigan Üniversitesi)
Orta Çağ Sonları Doğu Akdeniz’inde Bilim İnsanlarının Hareketliliği
https://www.evrensel.net/haber/338139/devinen-akdeniz-sempozyumu-basladi
VI. Oturum 10:00-12:00
DEVİNEN SANAT, MİMARİ VE T ASARIM
Oturum Başkanı: Tevfik Balcıoğlu (Prof. Dr. Yaşar Üniversitesi)
-Hee Sook Lee-Niinioja (Dr.)
Akdeniz Siculo-Norman Menreale'inde Somut-Soyut Hareketler
-Zeliha Kayahan (Arş. Gör., Gazi Üniversitesi)-Naile Çevik (Öğr. Gör., Gazi Üniversitesi)
Akdeniz Uygarlıkları Gemi Resimlerinin Kültürlerarası Etkileşimler Açışından Önemi ve Ekslibris Uygulamaları
- Fatih Hakan Kaya (Arş. Gör. Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi)
Roma Dönemi'nde Anadolu Kökenli Bezemeli Mimari Elemanların Yayılım Alanı: Sanat ve Sanatçının Devinimi
- Tülin Selvi Ünlü (Dr., Mersin Üniversitesi Akdeniz Kent Araştırmaları Merkezi)
Akdeniz’de Değişen Kentsel Mekan: XIX. Yüzyıldan XX. Yüzyıla Doğu Akdeniz Liman Kenti
Öğle Arası 12:00-13:00
VII. OTURUM 13:00-15:00
DEVİNEN FİKİRLER
Oturum Başkanı: Eyüp Özveren (Prof. Dr., Orta Doğu Teknik Üniversitesi)
-Zeynep Aydoğan (Doktora Öğrencisi, Humboldt Ünivesitesi)
Hareket Halindeki Uçlar: Geç Ortaçağ Anadolu Türk Destanlarından Bazı Coğrafi Temsiller
- Samet Budak (Doktora öğrencisi, Michigan Üniversitesi)
Orta Çağ Sonları Doğu Akdeniz’inde Bilim İnsanlarının Hareketliliği
https://www.evrensel.net/haber/338139/devinen-akdeniz-sempozyumu-basladi
15 Kasım 2017 Çarşamba
'Altınova denizinden demir değil altın çıkaracaklar!'
15 Kasım 2017 04:23
Altınova halkı, bölge denizinde demir madeni işletilmesi
projesini yargıya taşıyor. Bilim insanları ise çıkarılmak istenenin altın
olduğu kanısında…
Özer AKDEMİR
İzmir
İzmir
Ayvalık Altınova beldesi açıklarında denizin içinde demir
madeni işletilmesi projesine yönelik yöre halkının tepkileri sürüyor. Yöre
halkı denizin içindeki maden projesine karşı dava açmaya hazırlanırken Aksaray
Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü Hidrojeoloji Bölümü Başkanı Yrd. Doç.
Dr. M. Murat Kavurmacı konuya dair hazırladığı raporda Altınova denizindeki
maden arama işleminin demir değil altın olabileceği iddiasını ortaya attı.
Kavurmacı, deniz tabanındaki cevherleşmenin yapısının incelendiğinde çıkarılmak
istenen madenin demir değil altın olduğu kanısının güçlendiğini söyledi.
ASIL HEDEF DEMİR DEĞİL ALTIN!
Firmanın hazırladığı proje tanıtım dosyasındaki bilgiler
üzerine değerlendirmelerde bulunan Kavurmacı, dosyanın alt hedefler ve
stratejiler başlığı altındaki "Nitelikli maden türevlerinin
çıkarılması" ifadesine dikkat çekerek, "asıl hedefin demir olmadığı
söz konusu bölgeden altın çıkarılmak istenildiği kanısı oluşturmuştur"
iddiasında bulundu. Deniz tabanındaki cevherleşmenin jeolojik anlamda plaser tipi
yatak olarak tanımlandığını ifade eden Kavurmacı, "demir
cevherleşmelerinin plaser tipi yataklarda bulunmadığı fakat altın
cevherleşmelerinin plaser tipi yataklarda bulunduğu düşünüldüğünde söz konusu
kanının bilimsel gerçeklere dayandığı görülmektedir" dedi. Firma
hazırladığı dosyada "Proje sahasının bulunduğu alanda magmatik kayaçlardan
çözünüp akarsularla taşınmış olan demir cevherinin varlığı söz konusudur"
ifadesinin gerçekliğinin şüpheli olduğunu dile getiren Kavurmacı,
"Hazırlanan raporda herhangi bir kayaç jeokimyasının verilmediği göz
önünde bulundurulduğunda demir cevherinin ekonomik anlamda varlığı tartışmaya
açıktır" dedi.
TANITIM DOSYASI GERÇEKLERDEN UZAK
Kavurmacı, Altınova'daki yazlık konutlara bin 300 metre uzaklıkta yer
alan demir madeni projesi tanıtım dosyasının birçok konuda gerçeği
yansıtmadığını ileri sürdü. Denizde yer alan saha içinde 1608,33 Ha alanın 23,66 Ha kısmında metalik
maden (Demir) arama ve çıkarma faaliyeti yapılması planlandığına dikkat çeken
Kavurmacı, firmanın "taban kumunun jet pompası yardımıyla emilerek
seperatöre alınması" işleminde deniz tabanından sadece kum boyutunda
malzemenin alınmasının jeolojik ve teknik anlamda mümkün olmadığını belirtti.
Hazırlanan tanıtım dosyasında "Projede kum çakılın alımı yapılmayacak olup
sadece kumun içerisindeki metalik maden (Demir) fiziksel işlem ile
ayrıştırılmış olacaktır" cümlesindeki fiziksel işlemle neyin
kastedildiğinin tam olarak açıklanmadığını aktaran Kavurmacı, deniz tabanında
bulunan düşük tenörlü cevherlerin alınmadan önce çeşitli yöntemlerle
zenginleştirilmesi gerektiğine dikkat çekerek, "Demir cevherinin
zenginleştirilmesinde kullanılan yöntemlerin tamamında denizden çekilen
malzemenin küçültülmesi gerekecektir. Boyutları küçülen ve mühendislik
özelliklerini kaybeden malzeme daha kolay ayrışacak, temel jeolojik özellikleri
değişen malzeme deniz dibinde çökme, kayma, akma, tuzlu su girişimi gibi birçok
konuda jeolojik ve hidrojeolojik anlamda riski artırır hale gelecektir"
dedi.
DENİZ EKOSİSTEMİ İÇİN RİSKLİ
Firmanın hazırladığı dosyada işlemler sırasında “kırma
işlemi yapılmayacak” şeklinde açıklamanın da gerçeği yansıtmadığını kaydeden
Kavurmacı, “Firma dosyada zenginleştirme tesisinin dört tamburlu manyetik
ayırıcı ile yapılacağını belirtmiştir. Dakikada 20 devir yapan bir tanburdan
geçen çakıl, kum boyutundaki jeolojik malzemenin fiziksel ayrışmaya uğramaması
mümkün değildir” dedi. Kavurmacı, demir cevheri zenginleştirmek için
kimyasallar da kullanılabileceğini, bu maddelerin deniz ekosistemi için risk
içereceğini ifade etti. Kavurmacı, deniz içinde maden arama ve çıkarma
faaliyetinin iptal edilmesi gerektiğini dile getirdi.
Proje tanıtım dosyasını değerlendiren EGEÇEP Yürütme Kurulu
Üyesi ve Jeofizik Yüksek Mühendisi Erhan İçöz de projenin birçok deniz canlısını
öldürebileceği, ağır metal kirliliği yaşanabileceğini uyarılarında bulundu.
MADDE MADDE RİSKLER
Aksaray Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü
Hidrojeoloji Bölümü Başkanı Yrd. Doç. Dr. M. Murat Kavurmacı’nın raporunda
altını çizdiği riskler şunlar;
YERALTI SULARI TUZLANACAK
■ İşlemler kıyı bölgesinde yer alan tatlı su akiferlerinin
kirlenmesine neden olacaktır. Bölgede tatlı su akiferlerinin tuzlanması bağ,
bahçe ve tarım alanlarının sulanmasına olumsuz etki ederek maddi ve manevi
ekolojik kayıpların oluşmasına sebebiyet verecektir.
■ Ruhsat sahası bölge kıyı erozyonu etki alanı
içerisindedir. Yapılacak uygulamaların kıyı erozyonunu artırıcı yönde etki
edeceği açıktır.
SUDAKİ CANLILARIN ETKİLENMEMESİ MÜMKÜN DEĞİL
■ Firmanın proje tanıtım dosyasında atıfta bulundukları
Balıkesir Üniversitesi Coğrafya Bölümü hocaların bölgenin jeolojik,
hidrojeolojik ve maden özelliklerini yorumlayabilmeleri ve oluşabilecek risk
etmenlerini tam olarak ortaya çıkarabilmeleri bilimsel açıdan mümkün
değildir.
■ İşlenmesi düşünülen malzemenin yıllık miktarı ve oluşacak
risk oranı firmanın inisiyatifine bırakılmıştır.
■ İşletme sırasında oluşacak gürültü seviyesinin ve deniz
tabanından malzeme çekilmesi sırasında deniz tabanında yaşayan canlıların
etkilenmemesi mümkün değildir. Çekilecek malzeme ile birlikte deniz tabanında
yaşayan canlılarda seperatörlerin içerisine çekilecek ve
ayrıştırılacaktır.
Tabiatı bozuk yasa bir kez daha Mecliste
15 Kasım 2017 13:22
AKP'nin 2010 yılından beri yasalaştırmak istediği ancak
başaramadığı Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu tekrar TBMM'nin
gündemine geldi.
Özer AKDEMİR
İzmir
İzmir
AKP iktidarının 2010 yılından beri yasalaştırmak istediği
ancak başaramadığı Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu tekrar
TBMM'nin gündemine geldi.
SERMAYENİN 17 YILLIK RÜYASI
Tasarı ile ilgili değerlendirmelerde bulunan İstanbul
Üniversitesi Orman Fakültesi Öğretim üyesi Prof. Dr. Doğanay Tolunay, Kanun
Tasarısı ile ilgili ilk çalışmaların 2000’li yılların başında başladığını
aktardı. 2000-2006 yıllarını kapsayan dönemde STK’ların, Üniversitelerin
ve kamu çalışanlarının katılımı ile ilgili bir taslak hazırlandığını belirten
Tolunay, 2010 yılında katılımcı bir anlayışla hazırlanan bu taslak yerine
bambaşka bir taslak hazırlanarak TBMM Çevre Komisyonunda görüşüldüğünü dile
getirdi. Yoğun itirazlarla karşılaşan ve STK’ların itirazları doğrultusunda
bazı değişiklikler yapılan tasarının seçim süreci nedeniyle görüşülemediğini
ifade eden Tolunay, Çeşitli değişikliklerden sonra 2011 ve 2012 yıllarında
Tasarının yeniden hazırlanarak TBMM Çevre komisyonunda görüşülüp kabul
edildiğini, ancak kamuoyu baskısı nedeniyle TBMM’de görüşülerek
yasalaşamadığını hatırlattı. Tolunay, son olarak da 2016 yılında daha önce
sunulan taslaklardan küçük farklılıklarla hazırlanan tasarının 2017 yılında yeniden
Çevre Komisyonunda gündeme alındığını kaydetti.
TASARININ GEREKÇELERİ İLE MADDELER BİRBİRİNE UYMUYOR
Tolunay, şu an Çevre Komisyonunda görüşülmeye başlanan
tasarının maddeleri ile gerekçenin örtüşmediğini aktararak biyolojik çeşitlilik
açısından önemli olan yaklaşık 5,5 milyon ha kadar alanın kanun tasarısının
dışında bırakıldığını dile getirdi. Teklif edilen kanun tasarısı ile Milli
Parklar Kanununun tamamen kaldırıldığına dikkat çeken Tolunay,
"Dolayısıyla Kanun yasalaştığı anda ülkemizde tabiatı ve biyolojik
çeşitliliği koruma konusunda 4 kanun yürürlükte olacaktır. Bu durumda da
kaldırılması hedeflenen yetki karmaşası halen devam edecektir" dedi.
Tasarının bir diğer gerekçesi olarak AB üyelik sürecinde kuş direktifi ve
Habitat direktifine uygun bir mevzuat hazırlanması zorunluluğunun sunulduğunu
ifade eden Tolunay, "Ancak bu direktiflerde yer alan sulak alanlar ile
tuzlu habitatlar, kıyılar, kumullar, tatlı su habitatları, kurakçıl çalıların
yetiştiği habitatlar, taşlık habitatlar gibi ülkemizde de önemli alanlara sahip
habitatlar kanun kapsamı dışında kalmaktadır" dedi.
TASARI KORUMA KAVRAMININ FELSEFESİNE AYKIRI
Kanun tasarısının gerekçeleri içinde tartışmalı olan en
önemli konunun korunan alanların turizm başta olmak üzere HES, RES, Madencilik
amaçlı kullanımlara açılabilmesinin alt yapısını oluşturan ifadeler olduğuna
işaret eden Tolunay, "Örneğin tasarının korunan alanlardaki izin irtifak
haklarını düzenleyen 17. Maddesi doğa koruma kavramının felsefesine aykırıdır.
17. Madde ile korunan alanda her türlü faaliyete alanın planlarına uygun olması
şartı ile izin verilebileceği açıklanmaktadır. Tasarı gerekçelerinde izin ve
irtifakların üstün kamu yararı açısından önemli görülen faaliyetleri
kapsayacağı açıklanmıştır. Buradaki üstün kamu yararı oldukça muğlak bir
ifadedir ve görecelidir. Toplumun önemli bir kısmı korunan alanların mutlak
olarak korunmasında üstün kamu yararı görürken, yöneticilerin enerji, maden
üretiminde üstün kamu yararı olduğunu düşünmektedirler. Yine 14. Maddede
korunan alanlarda yeniden değerlendirme yapılabileceği açıklanmaktadır. Benzer
bir yeniden değerlendirme yakın zamanda Sit alanları için yapılmış ve birçok
yerde sit alanları daraltılmıştır" tespitlerini yaptı.
KORUNAN ALANLAR SÜRDÜRÜLEBİLİR KULLANIMA AÇILIYOR
Tasarı ile korunan alanların sürdürülebilir kullanımına izin
verilmesinin de amaçlandığını kaydeden Tolunay "Teoride korunan alanlarda
koruma kullanma dengesi korumaya esas olan değerlere zarar vermeden korunan
alanlardan yararlanmayı ifade etmektedir. Tasarının 17. Maddesinde verilen izin
irtifakların (ulaşım, haberleşme, su isale hattı, doğalgaz, petrol, enerji,
iletim hattı, alt yapı tesisi, gölet, mezarlık) koruma kullanma dengesi
ile ilgisi bulunmamaktadır. Kanun bütünüyle değerlendirildiğinde kanun amacının
korunan alanlarda yürürlükte olan Milli Parklar kanunuyla oldukça zor olan bu
izin irtifaklara onay verilmesinin önünün açılmaya çalışıldığı
anlaşılmaktadır" dedi.
KORUMANIN TAM OLARAK YAPILAMADIĞI ORTADA
Doğa koruma ve biyolojik çeşitliğin korunmasının son
yıllarda giderek önem kazandığının altını çizen Tolunay, bu konuda son 50 yılda
çok sayıda uluslararası sözleşme imzalandığını hatırlattı. Ülkemizde son
yıllarda başta ormanlar olmak üzere doğal alanların, mera ve tarım alanlarının,
kıyılar ve denizlerin baskı altında kaldığını kaydeden Tolunay,
"Hazırlanan Kanun Hükmünde Kararnameler ile doğal alanlarımızın tahribine
yol açan uygulamalara izin verilmektedir. Doğa koruma ile ilgili ulusal
mevzuatımızda eksiklikler olduğu ve ülkemizde doğayı ve biyolojik çeşitliliği
korumanın tam olarak yapılamadığı da ortadadır" dedi.
TASARIDAKİ OLUMLU ADIMLAR
Var olan sorunların ortadan kaldırılması hem de uluslararası
sözleşmeler ve AB Direktifleri doğrultusunda korunan alanların etkin bir
şekilde korunmasını sağlayacak doğadaki tüm canlıların yaşama hakkını koruyacak
bir yasal düzenlemeye gereksinim bulunduğuna dikkat çeken Tolunay, etkin bir
doğa ve biyolojik çeşitlilik korunması konusunda eksik kalan tasarı da getirilen
yasaklar, habitat ve tür koruma alanları ile listeleri oluşturulmasının olumlu
adımlar olduğunu belirtti.
KORUNAN ALANLAR YATIRIMA AÇILACAK
Tasarı genel olarak değerlendirildiğinde iddia edildiği
üzere koruma kullanma dengesinin gözetilmediği, bu dengenin kullanma yönünde
bozulmasına yol açacak hükümlerin yer aldığına işaret eden Tolunay,
"Yapılacak değişikliklerle korunan alanlarda yapılaşmanın, madencilik,
enerji, turizm gibi faaliyetlere öncelik verilmesinin kolaylaşabileceği,
böylelikle yeni yatırım alanları oluşturulmaya çalışıldığı
değerlendirilmiştir" dedi.
MADDE MADDE TASARININ EKSİKLİKLERİ
Tolunay yasa tasarısının eksikliklerini maddeler halinde
sıralayarak yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini belirtti;
* Korunan alan kategorilerinin belirlenmesine yönelik
kriterlerin tasarı da yer almaması,
* Tasarının yaklaşık 15 yıllık bir süredir gündemde olmasına
rağmen habitat ve tür listelerinin halen hazırlanmaması,
* Bu tür ve habitatların koruma alanlarının halen
belirlenmemesi,
* Tasarıda anılan korunan alan statülerinin haricinde Çevre
ve Şehircilik Bakanlığı yetki alanında bulunan sulak alanlar ve Ramsar alanları
gibi korunan alanlardaki biyolojik çeşitlilik ve doğa koruma çalışmaları,
planlamaları ve yönetimi ile ilgili boşluklar olması,
* Orman ve Su İşleri Bakanlığı ile Çevre ve Şehircilik
Bakanlıkları arasındaki koordinasyonun nasıl sağlanacağına dair bir hüküm getirilmemesi,
* Orman vasfı dışında kalan örneğin bozkır ekosistemleri
gibi alanlarda korunan alanların ilanı, tür ve habitatı koruma alanlarının
hangi bakanlığın sorumluluğunda olacağının ortaya konmaması,
* Korunan alanların yeniden değerlendirilmesi ile birlikte
habitat, tür ve korunan alanların zarar görme riskinin oldukça fazla olması,
* 17. Madde ile birlikte korunan alanlarda korunan alan
vasfına uygun olmayan izin ve irtifakların önünün açılması,
* Korunan alanlardaki izin ve irtifakların yönetim
planlarına uygun olması halinde izin verilebileceği hükmü ile uzun devreli
gelişim planları ve yönetim planlarının hazırlanmasında içlerinin
boşaltılacağı,
* Altı doldurulmamış ekolojik etki değerlendirmesi yaklaşımı
ile korunan alanların kullanıma açılması riskinin arttırılması,
* Korunan alanlardaki faaliyetlerde ÇED kapsamında
kalanlarda Çevresel etki değerlendirilmesi yapılacağı hükmü ile ÇED
yönetmeliğine göre izin verilmeyen korunan alanlardaki faaliyetlere izin
verilmesi sürecinin başlayabileceği,
* Tasarı ile oluşturulması düşünülen kurullardaki bürokrat
sayısının fazla olması,
* Korunan alanların durumunun takip edilmesinde son derece
önemli olan izleme mekanizmasının sadece veri toplama ile kalması, izleme
sonuçlarının korunan alan yönetimine aktarılmaması,
* Milli Parklar Kanunun kaldırılması ile korunan alanların
tahribine yol açan faaliyetler hakkında açılmış birçok davanın düşecek olması,
* Korunan alanların etkin bir şekilde korunması ve
yönetilmesi açısından korunan alanlarla ilgili tüm paydaşların görüşlerinin,
işbirliği yapıldığı ve aktif katılımla kararların alındığı mekanizmalara yer
verilmemesi
https://www.evrensel.net/haber/338017/tabiati-bozuk-yasa-bir-kez-daha-mecliste
https://www.evrensel.net/haber/338017/tabiati-bozuk-yasa-bir-kez-daha-mecliste
13 Kasım 2017 Pazartesi
Bergama buluşması: Ekoloji mücadelesi birleşme yolunda
13 Kasım 2017 15:17
Bergama’da 11-12 Kasım tarihlerinde yapılan 'Ekoloji
Örgütleri Bergama Buluşması'nda ekoloji mücadelesinin birliği tartışıldı.
Özer AKDEMİR
İzmir
İzmir
Türkiye ekoloji hareketi birleşme yönünde önemli bir
dönemeci daha geride bıraktı. Bergama’da 11-12 Kasım tarihlerinde yapılan
“Ekoloji Örgütleri Bergama Buluşması”nda ülkenin dört bir yanından gelen
ekoloji örgütü temsilcileri ekoloji mücadelesinin birliğini ve ortak örgütlenme
konusunu tartıştı.
BİRLİK NEDEN GEREKLİ, KAYGILAR NELER?
Bergama Kültür Merkezinde gerçekleştirilen buluşmanın ikinci
günü barış bildirisine imza attığı için KHK ile ihraç edilen Ankara
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Kent, Çevre ve Yerel Yönetim
Politikaları (Kentleşme ve Çevre Sorunları) Anabilim Dalı öğretim üyelerinden
Prof. Dr. Aykut Çoban'ın “Ekoloji Mücadelesinde Birlik ve Ortak Örgütlenme”
başlıklı sunumu ile başladı. Çoban sunumunda mücadele biçimleri - sınırları,
birlikte mücadele için gerekçeler ve birlik karşıtı gerekçeler gibi konu başlıklarında
görüşlerini paylaştı.
HUKUK DÜZENİNİN KURALLARI TIKANDI
Sunumunda “Mücadele biçimleri sınırları, birlikte mücadele
için gerekçeler, birlik karşıtı gerçekler” başlıklarında konuşan Çoban,
yargısal süreçlerin tıkandığını, mücadele edenlerin hukuktan ne istenilen
sonuçları alabildiğini ne de çıkan olumlu mahkeme kararlarının
uygulanabildiğini dile getirdi. Çoban, “Hukuk düzeninin kurallarını yitirdiği
bir Türkiye’deyiz. Yargı yolları kullanılmasın demiyorum ancak yargının hali
hazırda var olan sorunları aşılmadan o yolda yürümenin çok zor olduğu ortada”
dedi.
MERKEZE KARŞI MUTLAKA BİRLİK OLMAK GEREKİYOR
Yaşam alanlarını korumaya çalışan yerel mücadelelerin
karşısında devlet/sermaye iş birliği ile -oluşturulmuş büyük bir merkezi güç
olduğunu ifade eden Çoban, yerel mücadelelerin bu merkeze karşı koyabilmek için
mutlaka birlik olması gerektiğini ifade etti. Birleşik mücadelenin bir
gereksinim olduğunu anlatan Çoban, bazı yerel hareketlerde ortaya çıkan
merkezileşme, bürokratlaşma gibi kaygıların neden temelsiz olduğuna dair
görüşlerini sıraladı. Çoban, yine de var olan kaygıları giderebilmek, ortak
mücadele pratiği ile yol alabilmek adına ekoloji örgütlerinin en gevşek
örgütlenme modeli olan konfederasyon ya da benzer bir örgütlenme biçiminde
birlikleşebileceğini belirtti.
AYNILAR AYNI AYRILAR AYRI YERDE KÜMELENMELİ
Çoban, bu birliği oluşturabilecek mücadelelerin ortak
paydasının doğanın metalaştırmasına ve ticarileştirilmesine karşı bir araya
geliş olabileceğini dile getirdi. Çoban, sunumunda son kertede birleşik bir
ekoloji mücadelesinin, emek mücadelesi ve diğer toplumsal mücadelelerle yan
yana gelerek faşizme karşı birleşik cephede yerini alması gerektiğini ifade
etti. Devlet/sermaye merkezine karşı yerel direnişlerin oluşturduğu ekoloji
mücadelelerindeki birliğin mutlak bir gereksinim olduğunu aktaran Çoban,
konuşmasını “Aynılar aynı yerde, ayrılar ayrı yerde kümelenmeli” diye bitirdi.
BİRLİK İÇİN YENİ BULUŞMA
Çoban’ın konuşmasının ardından söz alan ekoloji örgütü
temsilcilerinin hemen hepsinin birlik konusunda ortak görüş bildirmesi dikkat
çekti. Birliğin biçimi, ilkeleri, bileşenleri ile ilgili tartışmaların devam
etmesi, Bergama Buluşmasına katılan örgütlerin dışındaki ekoloji örgütlerine de
ulaşılarak sürecin içine katılmalarının sağlanması gerektiği yapılan
konuşmalarda öne çıkan konular olurken, bunun için yeni bir buluşmaya ihtiyaç
olduğu da genel kabul gören görüşler arasındaydı. Bergama buluşmasının sonuç
bildirgesinin hazırlanması için çağrıcı örgütlerin taslak metin üzerinde
çalışma yapması ve daha sonra bu metni buluşmaya katılan tüm örgütlerle
paylaşarak buradan gelecek geri dönüşlerin ardından paylaşması kararı alındı.
Toplantı sonunda birlik çalışmalarının devamı için ekoloji örgütü
temsilcilerinin katılımı ile bir hazırlık komisyonu oluşturulması ve bu
komisyonun en kısa zamanda yeni katılmış örgütlerin de içinde yer aldığı ikinci
bir buluşmayı örgütleme çalışması yapması alınan bir diğer karar oldu.
Meclisteki Torba Yasa Tasarısı ve tekrar gündeme getirilen Tabiatı ve Biyolojik
Çeşitlilik Yasa Tasarısı ile ilgili buluşmaya katılan ekoloji örgütleri
önümüzdeki günlerde ortak bir açıklama ve kampanya başlatma kararı aldı.
BULUŞMADAN NOTLAR
* Bergama Ekoloji Buluşmasına ülkenin birçok bölgesindeki 35
yerel ekoloji mücadelesinden temsilciler katıldı.
* İlk gün öğleye kadar olan bölümler dışında bireysel katılıma ve basına kapalı yapılan oturumlara yerel ekoloji örgütlerinin temsilcilerinden oluşan yaklaşık 150-200 kişi katıldı.
* İki günlük oturumlar boyunca salona yerel örgütlerin pankart, flama ve dövizlerinin yanı sıra, yaşamını yitiren ekoloji mücadelesine emek vermiş yaşam savunucularının fotoğrafları da asıldı.
* Pazar günü öğleden sonra sona eren buluşmanın ardından katılımcılar Bergama’nın ören yerlerini gezdiler.
* İlk gün öğleye kadar olan bölümler dışında bireysel katılıma ve basına kapalı yapılan oturumlara yerel ekoloji örgütlerinin temsilcilerinden oluşan yaklaşık 150-200 kişi katıldı.
* İki günlük oturumlar boyunca salona yerel örgütlerin pankart, flama ve dövizlerinin yanı sıra, yaşamını yitiren ekoloji mücadelesine emek vermiş yaşam savunucularının fotoğrafları da asıldı.
* Pazar günü öğleden sonra sona eren buluşmanın ardından katılımcılar Bergama’nın ören yerlerini gezdiler.
Son Düzenlenme Tarihi: 13 Kasım 2017 15:20
12 Kasım 2017 Pazar
Çok mu zor güzel kardeşim?_Pazar yazısı
12 Kasım 2017 05:20
Çok mu zor güzel kardeşim hazan mevsiminde baharlardan söz
etmek. Adı direniş olan ulu ağacın tohumunu aynı topraklara yeniden ekmek...
Özer AKDEMİR
“Çok mu zor güzel kardeşim?”, dedi Süleyman Muhtar. Çine
Doğa Derneğinin küçük odasının önünde oturmuş çay içiyorduk. Sonbahar güneşi
derneğin bulunduğu hanın avlusuna vururken serince bir yel de betonun
üzerindeki gazelleri süpürüyordu.
Kavruk, kuru yüzünden eksik olmayan gülümsemesi,
dudaklarının iki yanına doğru sarkan bıyıklarıyla kara yağız bir adamdı muhtar.
Eski muhtardı aslında ama herkes hâlâ muhtar diyordu. 40-45 yaşlarında
gösteriyordu.
Siyah üzümleri andıran küçük gözlerinin üzerine saçından
düşen bir tutam perçemi kasketinin içine sokarken şunları söyledi; “Biz orada,
Madran Dağı’nın doruğundaki Direniş Çeşmesi’nin başında, ya da İbrahimkavağı’nı
Kavşit’ten ayıran yolun dönemecinde jandarmalarla birbirimize girmişken,
Karadeniz’de çay toplayan kadınlar duysun bize yapılanı. Dağımıza her biri dev
gibi 80-100 tane RES direği diktirmek istemediğimiz için dayak yediğimizi
öğrensinler. Mesela Diyarbakır’da bir kahvede konuşulsun bu. Ürgüp’te bir
patates tarlasında çalışan köylüler yüzlerce yılda gözümüz gibi koruduğumuz
ormanlarımızın hoyratça kesilip bir kenara atılmasına gönlümüz razı olmadığı
için gözümüze biber gazı sıkıldığını bilsin. İzmir’de Karşıyaka vapurunda
gençler yolculara bizim neden direndiğimizi, neden kadın-erkek, çoluk-çocuk
dayak yediğimizi anlatsın. Çok mu zor bu gasteci kardeşim, benimle aynı havayı
soluyan, aynı kuru ekmeği bölüp paylaşan, gömleğinin, pantolonunun yamasını
gizlemeye uğraşan, yokluktan yoksulluktan benzi solanların birbirinin derdini
duyması, dinlemesi, el ele vermesi? Hep böyle sessizlikte boğulacak mı bizim
çığlıklarımız? Çok mu zor, birbirimizin derdine yoldaş, yarasına merhem olmak?
Çok mu zor güzel kardeşim?”
Derneğin umutlarla açıldığı ilk gün bunları söyleyen Topçam
Köyü Eski Muhtarı Süleyman Yıldız aradan çok zaman geçmeden derneğe yapılan
baskında yaralananlardan birisiydi. Bir önceki dönem Çine belediye başkanı, o
zamanlarda milletvekili olan RES şirketi patronunun şoförü, yanındakilerle
birlikte, “Sizler neden karşı geliyorsunuz bu işe” diye derneği basmış, cam
çerçeve indirmiş, elindeki sopayla önüne gelenin kafasını gözünü yarmaktan geri
durmamıştı. Sonra, gözaltına aldı polis bu kişiyi. Ardı kuvvetliydi tabii.
Karakolda ağırlanıp ertesi gün salıverildi. Açılan davadan da bir sonuç
çıkmadı. Muhtar Süleyman, İbrahimkavağı köylülerinden Mehmet Çoban yedikleri
sopalarla kaldılar.
Bir zaman sonra eski muhtarın kanser olduğu duyuldu. O gün, Çine’de bir hanın kare şeklindeki geniş avlusunda kavak, asma gazellerini süpüren güz rüzgarları, muhtar Süleyman’a da uğramış, onun ömrünün gazellerini de erken dökmüştü.
Bir zaman sonra eski muhtarın kanser olduğu duyuldu. O gün, Çine’de bir hanın kare şeklindeki geniş avlusunda kavak, asma gazellerini süpüren güz rüzgarları, muhtar Süleyman’a da uğramış, onun ömrünün gazellerini de erken dökmüştü.
***
Çanakkale dönüşü, sırtını Kaz Dağı’na yaslayıp, yüksek çam
ağaçlarının arasından Ege’nin maviliklerine bakan Nusratlı köyünde mola verdik.
Ulu bir çam ağacının altında durmuş, karşı vadide hafif duman çökmüş ormanlık
tepeye bakıyordu. On dakika önce, önü rengarenk çiçeklerle süslü küçük evin bahçesinde
kahverengi gözlü beyaz köpekle gülerek şakalaşan o değil başka biriydi sanki.
Dalmış gitmişti uzaklara. Dağın mavi dumanına karışan düşünceli sessizliğini
bozmaktan çekinerek iki kare fotoğrafını çektim. Onun, çektiğim son
fotoğrafları olduğunu bilmeden!
Çanakkale’deki toplantıda anlatılan onca öyküyü, acıyı,
yaşanmışlığı dinledikten sonra insanın omuzlarına çöken çaresizlik duygusunu
atmak istermiş gibi sormuştu dönüş yolunda: “Herkes kendi yarasını deşti.
Başkasınınkini dinleyip bazen içinden şükretti. Çok mu zor yaralı yanlarımızın
dermanını aramak. Birlikte arasak bulacağız oysa.” Elele Hareketinin sözcüsü,
güler yüzlü doktorun yeşil gözlerine inen kederi dağıtacak sözcükler o zamanlar
henüz kimsenin diline gelmiyordu.
Bu yolculuktan bir süre sonra kanser olduğu haberi geldi.
Gizlemiş önce hastalığını. Sonra, hasta ziyaretlerini istemediği söylendi.
Vücudunu kısa bir zamanda saran hastalığın amansız olduğunu çok iyi bilen
Doktor Şeyma “Beni bu halimle hatırlamayın” demiş.
Bir sonbahar günü yeşil gözlerini yuman ve bir daha açmayan
doktorun 52 yıllık ömrü erken gazel döken ağaçlara benzedi. Bugün Ege
Üniversitesinin bir köşesindeki Botanik Bahçe-si’nde yaşıyor Şeyma Gümüştüs’ün
adı. Dökülen gazelin bir son değil yeni başlangıçlar için ilk adımlar olduğunu
anlatmak ister gibi her bahar yeniden çiçekleniyor bahçe.
***
Bu yazıyı okuduğunuz şu anlarda İzmir Bergama’da yapılmakta
olan bir toplantı Muhtar Süleyman ile Doktor Şeyma’nın özlemlerinin yanıtı
olabilir belki. Yurdun dört bir yanından gelen ekoloji örgütleri birleşmeyi,
birlikte mücadele etmeyi konuşuyorlar. Dok-tor Şeyma’nın, Muhtar Süleyman’ın,
Karaburun’un rüzgarlarına karışan İpar’ın düşü, “Çok mu zor kardeşim”
serzenişleri belki de bir karşılık bulacak Bergama’da. Bu ülkeye ekoloji mücadelesinin
yaşam mücadelesi olduğunu öğreten köylülerin bereketli topraklarında…
Güzün ardı kara kış. En narin dallarımızdan gazellerimiz
düşüyor birer ikişer. Çok mu zor güzel kardeşim hazan mevsiminde baharlardan
söz etmek. Adı direniş olan ulu ağacın tohumunu aynı topraklara yeniden ekmek...
11 Kasım 2017 Cumartesi
Ekim Devrimi'nin doğaya ve insanlığa bıraktığı soru
11 Kasım 2017 04:19
100 yıl sonra Ekim Devrimi'nin doğaya ve insanlığa bıraktığı
soru: Yaşam mı yok oluş mu?
Özer AKDEMİR
Dünyada yeni bir Ekim Devrimi’nin tam zamanı! Dünya yeni bir
Ekim Devrimi’ne muhtaç. Sosyalist bir sisteme mecbur. Yoksa çok geç olacak!
Doğa insan türünü kendi yarattığı cehennemde yok edeceğinin sinyallerini
çoktandır veriyor çünkü...
Temelsiz değil bu yazdıklarımız. Kara bir ütopya resmi
çizmek değil elbette ki amaç. Hepsi bilimsel kanıtlar üzerine kurulu
değerlendirmeler sonucu gelinen acı gerçek bu! Kapitalistler ne kadar inkar
ederse etsin bilim sosyalizmden başka bir çıkar yol olmadığını ortaya
koyuyor.
Anlatmaya çalışalım;
Dünyanın yeni bir küresel ısınma dönemine girdiği konusunda
bilim insanlarının tamamına yakını hemfikir durumda.
Bugün, sanayi çağının ardından atmosfere salınan CO2’nin, bu
tarihten önceki seviyesine inmesi için on binlerce yıl gerektiği dile
getiriliyor.
Bununla birlikte, metan gazının küresel ısınmaya etkisinin CO2’nin 21 katına ulaştığını, atmosfere bırakılan metanın yüzde 40-70’inin de insan kaynaklı olduğunu belirtelim. “Kıyamet senaryosu” da denilen olay şu: “Dünya tahmin demeyeceğimiz bir hızla ve miktarda ısınacak. Yaşamın büyük çoğunluğu yok olacak!”
Bununla birlikte, metan gazının küresel ısınmaya etkisinin CO2’nin 21 katına ulaştığını, atmosfere bırakılan metanın yüzde 40-70’inin de insan kaynaklı olduğunu belirtelim. “Kıyamet senaryosu” da denilen olay şu: “Dünya tahmin demeyeceğimiz bir hızla ve miktarda ısınacak. Yaşamın büyük çoğunluğu yok olacak!”
İKLİM RAPORLARI BİLE ‘KIYAMET’E İŞARET
Dünya İklim Raporuna göre 2012 yılının ilk on ayı 19.
yüzyıldan bu yana kayıtlara geçen en sıcak aylar oldu. NASA kayıt altındaki 136
yılın verilerine dayanarak, 2016 yılının gelmiş geçmiş en sıcak yıl olduğunu
açıkladı. Son 30 yılın 1400 yılın en sıcak dönemi olduğu dile getiriliyor. Bu
gidişle Kuzey Kutbu’ndaki buz kütlelerinin 2050 yılına kadar eriyeceği tahmin
ediliyor. Ama bakın bunu bile kâra çevirebiliyor kapitalizm! Çin ve Japonya
gibi ülkelerin uluslararası taşımacılık şirketleri eriyen buzullar nedeniyle
yeni oluşan deniz yollarını kullanmaya başladılar bile. İklim değişiminin
kapitalist sistem ve sanayileşme ile birlikte artan sera gazı salınımından
kaynaklandığı artık biliniyor. Bu sera gazı emisyonlarının hangi ülkelerce
yapıldığını ortaya koymak bile dünyayı bir felakete sürükleyen ülke ve sistem
hakkında bilgi veriyor; “1850-2000 yılları arasında yaratılan toplam sera
gazı emisyonlarının, yüzde 30’u ABD’nin, yüzde 27’si 25 AB ülkesinin, yüzde
8.2’si Rusya’nın, yüzde 7.2’si Çin ve binde 4’ü Türkiye’nin payını
oluşturmaktadır”*
(*) Çoban, Aykut. Prof. Dr. Doğa kent Hakkı için
Siyasal Stratejiler. Ekoloji kolektifi
EN ZENGİNLER ZEHRİ EN YOKSULLARA İTMENİN DERDİNDE
Dünya Bankası verilerine göre en yüksek gelir grubuna sahip
ülkeler doğayı en çok kirletenler iken en düşük gelir grubundaki ülkeler ise
çok daha az emisyon meydana getiriyor. Yine gelir grubu yüksek olan kişiler
düşük olanlara göre kat kat fazla oranda sera gazı salınımına katkıda
bulunuyor.
Kapitalist büyüme ve sermaye birikiminin iklimsel etkileri
böyle iken buna karşı dünya çapındaki adaletsizliklerin en önemlilerinden
birisi de burada kendisini gösteriyor. Dünyadaki iklim değişikliğinin
oluşmasında en az sorumluluğu olanların iklim değişikliğinden en çok
etkilenenler olması iklim adaletsizliğinin en önemli görüntüleri
arasında.
En düşük kişi başı emisyona sahip Afrika, iklim
değişikliğinden kuşkusuz en çok etkilenen bölge. Buna karşın kuzeyin zengin ülkeleri
ABD, Kanada, Rusya, AB ülkeleri yarattıkları canavardan en az etkilenenler
arasında.
Tabii gelir durumuna göre de iklim değişikliğinin etkileri
farklılaşıyor. Yoksul ülkelerin ve halkların yaşadığı yerlerde iklim
değişikliği yoksulluğu katmerleştirirken, ücretli emeğin kötüleşmesi, gıda ve
su güvenliğinin yok olması, emekçi kesimlerin hayat pahalılığı arasında
ezilmesi sonuçları da olumsuzluklar arasında.
KIYAMETTEN KURTULUŞ
Dünyaya egemen olduğu günden bu yana doğayı ve insan emeğini
iliğine kadar sömüren kapitalizm yeryüzünü “kıyametine” götürürken, bu durumu
“akıl tutulması” olarak yorumlamak bir anlamda doğru ama yetersiz bir
tanımlama. Evet tam bir akıl tutulması ya da bindiği dalı da kesme durumu var
ama kapitalist akıl ancak olayın kârlılık yönünü düşünür. Doğa, canlı yaşamı,
tarih, kültür, hatta o çok sevdikleri söylenen “vatan-millet-kitap” da
paranın gücü karşısında anlamsızlaşır bu sistemde. Sürekli üretme,
tüketme ve kâr üzerine kurulu bu sisteme hizmet edenlerin dini imanı da para
endeksli.
***
Ülkemizde olduğu gibi dünyanın ve onun üzerinde yaşayan
canlıların geleceği “çok acil” alınması gereken kararlara, önlemlere bağlı
artık.
“Dünya ekonomisi kararlı bir şekilde küçültülmezse, enerji altyapısı yenilenebilir kaynaklara dönüştürülmezse, tarım, fosil yakıtlar ve gübre kullanımının zararlarından arınacak şekilde yeniden yapılandırılmazsa, taşımacılık sistemleri toplu taşımacılığın esas alındığı bir şekilde örgütlenmezse…”
“Dünya ekonomisi kararlı bir şekilde küçültülmezse, enerji altyapısı yenilenebilir kaynaklara dönüştürülmezse, tarım, fosil yakıtlar ve gübre kullanımının zararlarından arınacak şekilde yeniden yapılandırılmazsa, taşımacılık sistemleri toplu taşımacılığın esas alındığı bir şekilde örgütlenmezse…”
Tüm bunları bu sistem içinde yapmak olanaklı mı peki?
Kapitalist düzen içinde önerilen çözümlerle sorunu ‘halının altına süpürme’nin
de zamanı geçti artık.
***
Kapitalizm insanı doğasından koparıyor. Kapitalizm doğayı
yok ederek insanın kendine yabancılaşmasına, emeğin sömürüsüne, bireyci, bencil
bir yaratık haline gelmesine neden oluyor. O yüzden, insan türünün devamı kadar
yakın bir gelecekte insanın özünü bulması da kapitalizmin yok edilmesine,
yerine doğayla barışık, insan onuruna yaraşır, her türlü sömürüyü reddeden
sosyalizme geçmesi ile olanaklıdır ancak. O yüzden insanlık ve tüm canlı yaşamı
için yeni ekim devrimleri “sürdürülebilir yaşam mı yok oluş mu?” sorusu
kadar net ve bir o kadar da elzem...
KAPİTALİZMİN FITRATI ZENGİNİ DAHA DA ZENGİN YAPMAK
İklim değişikliğinden çocuklar ve kadınlar en çok etkilenen
grup. Küresel ısınmaya bağlı çevre felaketlerinde çocuk ve kadınların ölme
oranı erkeklere göre 14 kat daha fazla! Kirlenen havadan, sudan şirketler,
kapitalistler sorumlu. Ama en çok etkilenen yine yoksul, emekçi halk. En az
sorumlusu olduğu iklim değişikliği yüzünden ölen Afrikalı çocuklar, yoksul kadınlar
ve maden ocaklarında, inşaatlarda, olumsuz çalışma koşullarında canından olan
işçiler hep kapitalist sistemin kurbanları. Soma’da grizudan ölen arkadaşının
başında ağıt yakan, Zonguldak’ta tıka basa dolu işçi servislerinin kazası
sonrası canından olan çalışma arkadaşlarına bakarak “Neden hep biz ölüyoruz?”
diye soran işçiler yanıtı buralarda aramalı. “İyi de madenler
çıkarılmasın, enerji üretmeyelim de ekonomi küçük mü kalsın? Enerji, elektrik,
gıda istemiyor musunuz? CO2 emisyonlarının artışı ekonominin, sanayinin
büyümesinin bir sonucu, ne yapalım! Ekonomi büyüsün ki halkın refah düzeyi de
artsın” diyen kapitalistlerin bu tezlerine karşı Türkiye örneğine bakmak bile
gerçeğin görülmesi için yeterli. “2005-2014 yıllarında milli gelirdeki yıllık
ortalama büyüme yüzde 4.3’tür. Aynı dönemde kamu işçisinin ortalama reel
ücretleri ise artmamış, tersine binde 2 azalmıştır....”* Kapitalist sistem
zengini daha zengin yoksulu daha yoksul yapmakta. Çünkü düzeni, mantığı,
“fıtratı” bu kapitalizmin.
(*) Çoban, Aykut. Prof. Dr. Doğa kent Hakkı için
Siyasal Stratejiler. Ekoloji kolektifi
SOSYALİZME GEÇİŞLE EKOLOJİK TOPLUMA GEÇİŞ AYNI ŞEY
“Sosyalizm, kapitalizmin yol açtığı ekolojik sorunların
çözümü noktasında ne yapacak?” diye bir soru akla gelecektir mutlaka. Her
türden sömürü çarkının kırılması, özel mülkiyetin ortadan kaldırılması, insanın
doğa üzerindeki, insanın insan üzerindeki tahakkümüne son verilmesi ile
başlayacak onarım. Yeni bir toplum, yeni bir insan yeni sistemin kâr değil
toplumsal ihtiyaçlar üzerinden yeniden örgütlenmesi... Her alanda; enerji,
eğitim, tarım, gıda, sağlık, ekonomi, kültür, ulaşım... Akla gelen her alanda
toplumsal yarar, doğayla uyum içinde bir yaşam sosyalist sistemin önüne
koyacağı programın temel taşlarından olacak. Sosyalizme geçişle aynı zamanda
ekolojik topluma da geçiş olacak ve doğayla barışık, gereksinmelerini üretirken
ona saygıyı esas alan ve sadece kendi ihtiyaçlarını değil, gelecek kuşağın ve
bir bütün olarak yaşamın ihtiyaçlarını gözeten bir sistem kurulacak.
10 Kasım 2017 Cuma
Ekoloji hareketleri Bergama'da buluşuyor
Türkiye'nin dört bir yanından ekoloji örgütleri, 11-12
Kasım'da sorunlar karşısında ortak mücadeleyi tartışmak için Bergama'da bir
araya geliyor.
10 Kasım 2017
Özer AKDEMİR
Türkiye ekoloji hareketi çok önemli bir dönemeçte. Ekoloji
mücadelesinin köşe taşlarından bir mücadeleye sahne olan Bergama, ülkenin belli
başlı ekoloji örgütlerinin buluşmasına ev sahipliği yapacak. Yurdun dört bir
yanından 11 çağrıcı örgütün düzenlediği 11-12 Kasım Ekoloji Örgütleri Bergama
Buluşması iki gün sürecek ve en önemli gündem maddesi ise mücadelenin sorunları
karşısında ortak mücadele ve ortak örgütlenme olacak.
EKOLOJİ HAREKETİNİN ACİL SORUNLARI
Buluşmanın çağrı metninde yaşamın her alanında Kapitalist
sistem kaynaklı saldırıların çığ gibi büyüdüğü belirtilerek, siyasi iktidarın
tam desteğini alan şirketlerin, doğa talanını, acımasızca yürüttüğü dile
getirildi. Hukukun ayaklar altında olduğu, yaşamı savunucularının kazandığı her
davanın, arkadan dolanılarak işlevsiz hale getirildiğine dikkat çekilen çağrı
metninde, en küçük barışçıl eyleme acımasızca saldıran kolluk güçlerinin adeta
sermayenin emrindeki milisler gibi davrandığı ifade edildi. Bu durum karşısında
"ne yapmalı nasıl yapmalı?" sorusunun acil olarak Türkiye ekoloji
hareketinin önünde durduğunun altını çizen çağrı metninde şu görüşlerde yer
verildi: "Bu güne kadar, yurdun her köşesinde yürütülen mücadeleler
gösterdi ki sadece yerel mücadeleler yeterli olamıyor. Sermayenin gücü
karşısında küçük kazanımlar dışında yeterli bir direnç gösterilemiyor. Öyleyse,
bir araya gelip, mücadelelerin kalıcı çözümler sağlayabilmesi için bundan sonra
nasıl mücadele edilmesi gerektiğini, güçlerimizi nasıl birleştirebileceğimizi,
bunun için neler yapabileceğimizi konuşup tartışmamızın zamanı geldi."
ORTAK ÖRGÜTLENME
Çağrı metninde "Ekoloji Örgütleri Bergama Buluşması'nda
ortak dertlerden çok çözüm yollarını konuşmak, güçleri, mücadeleleri,
birleştirmenin yol ve yöntemlerini tartışmak, Türkiye Ekoloji Hareketi'nin
ortak örgütlenmesini, mücadele birliğini oluşturmak üzere, ön yargısız, 'o
olursa ben olmam' zafiyetine düşmeden" bir araya gelme çağrısı
yapıldı.
Bergama Kültür Merkezi'nde gerçekleştirilecek etkinliğin
Cumartesi günü öğlene kadar olan kısmı kamuoyuna açık olacak. Buluşmanın
sonraki bölümleri ise çağrıcı ve davetli ekoloji örgütlerinin katılımı ile
yapılacak.
ÇAĞRICI EKOLOJİ ÖRGÜTLERİ
1. Bartın Platformu
2. Bergama Çevre Platformu
3. Derelerin Kardeşliği Platformu (DEKAP)
4. Doğu Akdeniz Çevre Platformu
5. DOSAB Termik Santraline Hayır Platformu
6. Ege Çevre ve Kültür Platformu (EGEÇEP)
7. Kuzey Ormanları Savunması (KOS)
8. Mezopotamya Ekoloji Hareketi (MEH)
9. Muğla Çevre Platformu
10. Munzur Koruma Kurulu (DEDEF)
11. Yeşil Artvin Derneği
EKOLOJİ ÖRGÜTLERİ BERGAMA BULUŞMASI PROGRAMI
11 Kasım Cumartesi
09.30-10.00 Açılış konuşmaları (Belediye Başkanı ve
toplantıyı örgütleyen örgütlerin temsilcisi)
10.00-10.45 Bergama’dan Cerattepe’ye ekoloji
mücadeleleri (Görsellerle sunum) (EGEÇEP Dönem Sözcüsü Prof. Dr. Ali Osman
Karababa )
10.45-11.00 Ara
11.00-12.00 Forum (Bireysel katılıma açık olan bu
kısımda, 'Buluşma'ya gelenler, güncel çevre sorunları, deneyimler ve çözüm
önerilerine dair görüşlerini aktarılabilecek.)
12.00-13.00 Öğle yemeği
13.00-18.00 Ekoloji mücadelesi
sorunlarımız (Programın bundan sonraki oturumları örgütsel düzeydeki
katılımlarla gerçekleşecek)
Bu ana başlık altında aşağıdaki ara başlıkların
tartışılması, örgüt temsilcilerinin bu konulardaki görüşlerini iletmeleri
13.00-14.00 Ekoloji mücadelesi ve siyasal sorunlar
(Ülkedeki siyasal atmosferin ekoloji mücadelesindeki yansımaları
ve buradan kaynaklanan sorunlar)
14.00-14.15 Ara
14.15-15.15 Ekoloji mücadelesi ve hukuksal sorunlar
(Ülkede hukuksal süreçlerin geldiği durum, ekoloji mücadelesinin bu durum
karşısındaki konumu)
15.15-15.30 Ara
15.30-16.30 Ekoloji mücadelesi ve toplumsal - örgütsel
sorunlar (OHAL, yasaklar, demokrasinin açmazları, tıkanan mücadele araçları)
16.30-16.45 Ara
16.45-18.00 Ekoloji mücadelesinde finansal ve diğer
sorunlar (Mücadelenin gereksinim duyduğu maddi kaynağın yaratılması süreçleri,
sorunlar. Fon/proje gibi dış destek konusuna yaklaşımlar, görüşler....)
Akşam yemeği
Niyazi Koyuncu konseri
12 Kasım 2017 Pazar
09.00-09.45 Ekoloji mücadelesinde birlik ve ortak
örgütlenme (Ankara Ünversitesi siyasal Bilgiler Fak. Kentleşme ve Çevre
Sorunları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Aykut Çoban)
09.45-10.00 Ara
10.00-15.00 Ekoloji mücadelesinde yeni yöntemler; neyi
nasıl yapalım?
(Bu ana başlık altında önceki günkü oturumlarda tartışılan
ekoloji mücadelesinde ortaya koyulan sorunları nasıl, hangi yol ve yöntemlerle
aşabileceğimize dair görüşlerin tartışılmasının yanı sıra asıl olarak çağrı
metninde de yer alan ekoloji mücadelelerinin birliği ve ortak örgütlülüğü
konusunda görüş - öneriler ortaya konacak. Üç oturum şeklinde planlanan bu
ana başlık sonunda bir Sonuç Bildirgesinin hazırlanması ve bundan sonrası da
burada konuşularak sonuç bildirgesine yansıtılacak)
10.00-11.00 1. Oturum
11.00-11.15 Ara
11.15-12.15 2. Oturum
12.15-13.00 Öğle yemeği
13.00-15.00 3. Oturum ve sonuç bildirgesi
15.00 Bergama gezisi
9 Kasım 2017 Perşembe
Mordoğan RES'lerinin imar planları iptal edildi
09 Kasım 2017 12:31
Karaburun Mordoğan'daki RES projelerinde ormanlık alandan geçmek
için 6 metre
yol izni alıp 20-30 metre
yol açmışlar!
Özer AKDEMİR
İzmir
İzmir
İzmir'e bağlı Karaburun Mordoğan'da yapımı süren RES
projelerinin imar planları istinaf mahkemesince iptal edildi. Çevre ve Ekoloji
Hareketi Avukatları (ÇEHAV) tarafından açılan Mordoğan Egenda RES projesinin
imar planlarının iptali davası yerel mahkemede reddedilmiş, dosya istinaf
mahkemesine götürülmüştü. ÇEHAV adına Cem Altıparmak mahkeme kararı sonrası
projenin faaliyetini durdurmasının yanı sıra ormanlık alanlardan yol genişletme
için çalınan bölgelerin de ağaçlandırılması gerektiğini ifade etti..
ORMAN AĞI PROJENİN ATARDAMARI
RES projelerinin iptaline giden süreci özetleyen Altıparmak,
şirketin proje için izinler alınırken Orman ve Su İşleri Bakanlığı'na
"Orman içi türbin ulaşım yollarının genişliği maksimum 6 metre olacaktır"
şeklinde taahhütte bulunarak Bakanlık izni aldığını belirtti. Ancak iş imar
planı hazırlamaya gelince, taahhüde aykırı olarak yolun genişletildiğini, 10
metre-12 metre
olarak plana işlenirken, bazı yerlerde fiili olarak 20-30 metrelere varan
genişlikte açıldığını dile getiren Altıparmak, “Biz bu durumun hukuka aykırı
olduğunu öne sürerek imar planının iptali istedik ancak yerel mahkeme davamızı
reddetti. Bunun üzerine davayı istinafa taşıdık. Projenin konumlandığı alanın
ormanlık saha olduğunu, türbin ulaşım ağının projenin atardamarları olduğunu,
ormanlık sahalarda da doğaya yönelik en büyük tahribatın bu ulaşım ağının
açılması esnasında verildiğini, Bakanlığa 6 metre yol genişliği
taahhüt edip, gerçekte 2-3 katı genişlikte yol açmanın, ormanlık sahaya verilen
zararın katlanmasına yol açtığını söyledik. Oysa ormanlık sahalarda
açılacak orman içi yolların genişliğinin yasalara göre 6 metreyi geçemeyeceği
hükmü var. Bakanlığın da bu yüzden açılacak yolların 6 metreyi geçmemesi
şartını aradığını belirttik" dedi.
YENİ İMAR PLANI YAPILMAK
ZORUNDA
İstinaf mahkemesinin bu gerekçeleri kabul edilebilir bularak
projenin imar planlarını iptal ettiğini kaydeden Altıparmak bundan sonra
yapılması gereken işlemlerle ilgili şu bilgileri verdi: “Şimdi davalı Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı, yol genişliklerinin 6 metre ile
sınırlandırıldığı yeni imar planları yapmak zorunda. Bu yapılana kadar da o
projenin faaliyetine devam etmesi hukuken mümkün değil. Aksi halde Bakanlık ve
firma görevlileri suç işlemiş olurlar.”
İŞGAL EDİLEN ORMAN AĞAÇLANDIRILMALI
Mahkeme kararının sadece yeni imar yapılması sonucunu
doğurmayacağına dikkat çeken Altıparmak, usulsüz olarak 6 metrenin üzerinde
açılan tüm yolların 6 metreye çekilmesi ve haksız işgal edilen ormanlık
sahaların ise yeniden ağaçlandırılarak kamuya terk edilmesi gerektiğini
söyledi. Bu iki hususun da yakın takipçisi olacaklarını ifade eden Altıparmak,
"Yenilenebilir enerji dendiğinde, önlerinde akan suların durmasını
isteyenlerin ve kendilerine her yolun mubah olduğunu düşünüp, bu ve benzeri
çevre davalarında haklı ve hukuki itirazlarını yükseltenleri vatan hainliği ile
suçlayan zihniyetin gideceği yol çıkmaz sokaktır. O yüzden, karar alıcılara,
özellikle yenilenebilir enerji projelerinde, doğa haklarına saygılı, yöre
halkının katılımının, söz ve karar hakkının ön planda olduğu bir planlama
sürecinin işletilmesi çağrımızı yeniliyoruz” dedi.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)
24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...
-
07 Ağustos 2018 14:41 CHP Milletvekili Gülizar Biçer Karaca, Menderes Nehri ve havzasındaki kirliliği Meclise taşıdı:...
-
13 Aralık 2020 14:35 Çiçekbaba Dağı günümüzde ülkemizdeki binlerce dağın kaderini paylaşıyor. Çiçekbaba da Kazdağları, Bolkarlar, Istranca...
-
08 Temmuz 2018 03:20 Tüm yazıları Günün şavkı Erciyes’e vurup, beyaz doruklarını kızı...