30 Kasım 2017 Perşembe

Uranyum Uğruna_Dilsiz Çocukları Ege'nin_Açık Radyo_Ekoloji Ekonomi_Serkan Ocak

30 Kasım 2017

Ana Sayfa

Açık Radyo Ekoloji Ekonomi Programında Serkan Ocak'la "Uranyum Uğruna/Dilsiz Çocukları Egenin" kitabı hakkında konuştuk.

Radyo Linki: 
http://acikradyo.com.tr/podcast/197984

26 Kasım 2017 Pazar

Latmos’un sonbaharı

  
 26 Kasım 2017 06:07
  
Yok edilen 8500 yıllık kaya resimleri, fıstık çamları, milyon yıllık kayalar ve Anadolu Parsı. Özer Akdemir Latmos’un sonbaharını yazdı…
Latmos’un sonbaharı
Özer AKDEMİR
Hava kararmaya başlarken içi oyuk taşın altına girdi. İki insanı alacak genişlikte, oturur halde başı tavana değmeyecek yükseklikte bir oyuktu bu. Sürünerek girilebiliyordu, giriş yeri bir insanı geçebileceği kadardı sadece. İçeri girince girişi hemen yan taraftaki kocaman ağır bir taşla kapattı. Mızrak dişli canavarların saati gelmişti. Birazdan gelir, içine girdiği oyuğu uzun uzun koklar, iri taşın altını kazarak kendisine ulaşmaya çalışırdı. Oysa içi oyuk taş da topraktan yüksekte, çok daha büyük bir kayanın üzerindeydi. 

Yumuşak tüylü bir postun üzerine uzandı, başka bir postu da başının altına koyup gözlerini tavana dikti. Parmaklarını yan tarafta genişçe çukur bir yaprağın üzerindeki kırmızı kile batırıp tavana şekiller çizdi. Tüm avucunu bulaştırdı kile ve elinin izini bıraktı duvarlarda. Çizdiği şekillere bakıp gülümserken dışarıdan gelen sesle irkildi. Büyük kayanın üzerine bir hayvan tırmanıyordu. Pençe seslerini, soluğunu, öfkeli hırıltısını duydu.
Uzanıp oyuğun dip kısmındaki açıklıktan dışarıya baktı. Kocaman bir ayın etrafında kümelenen yıldızlı bir gökyüzü vardı. Ormanın çığlıklarını kulaklarına kadar getiriyordu rüzgâr. Dışarıdaki canavar boşuna bir gayretle oyuğu kapatan iri kayaya pençeler savurdu. Öfkeli hırıltılarla taşın altını oymaya çalıştı. Dakikalarca sürdü bu uğraş, umudunu kesip gidene kadar ay tepeye çıkmıştı.
*** 

Kuars madeninin müdürü ruhsat alanı genişletme başvurusunun olumlu sonuçlanacağına emindi. Beş yıldır Beşparmak dağlarında madencilik yapıyorlardı. “Latmos” diyorlardı köylüler buralara. Antik çağdan kalan adın hala köylerde kullanılmasına şaşırıyordu müdür. 
Burada ki taşlar, kayalar sanki tanrı tarafından kendilerine bir lütuf gibi koca vadinin her yerine dağılmıştı. Üzeri yosunla kaplanmış kocaman bir kurbağa, hortumu kısa kalmış bir fil kafası, uzun saçlı toparlak yüzlü bir kadın başı ve yelesi taş kesmiş bir aslanı andırıyor, şekilden şekile giriyordu taşlar. Bazıları kocaman apartman iriliğinde, bazıları bir otomobil kadar olan bu taşları Peri bacalarına benzetirdi hep. 
Ruhsat genişleme talebine bakacak daireden gönderilecek heyetin arazide keşif gezisi yapmasından bir gün önce son bir kontrol için gelmişti bölgeye. Bu son kontrollerin ne kadar önemli olduğunu beş yılda çok iyi öğrenmişti. Birisinde bir kilise kalıntısı çıkmıştı karşılarına. Hem de tam heyetle gezerlerken! Koca bir kayanın içine doğru uzayan mağaranın tavanındaki kanatlı melek resimlerine bakarken renkten renge girmiş, 'eyvah' demişti. Mağaraya birlikte girdikleri heyetteki arkadaşı, diğer tarafta etrafı seyreden öteki heyet üyelerinin kendilerine bakıp bakmadığını kontrol ettikten sonra, muzipçe gülümseyip sus işareti yapmasa oracıkta kalp krizinde gidebilirdi. 
O 'sus' işareti çok pahalıya mal olmuştu ama kendilerine. Arkadaşının bu iyiliğini bir akşam, Kuşadası’nın lüks bir lokantasındaki rakı-balık ziyafetinin ardı sıra, gizlice eline tutuşturduğu epeyce kalın bir zarfla karşılıksız bırakmamıştı.

  Latmos (Evrensel)
Üç yılı geçen bu olaydan sonra her ruhsat artışı talebinin ardından bu olay aklına gelir, bir gün önce araziye giderek son bir kontrolle gerekli önlemleri alırdı. Antik bir yolu taşlarını teker teker söktürerek yok etmişti mesela birinde. Birinde fıstık çamları arasında gördüğü sütun kalıntılarını iki işçiye toplattırmış, madenin kırma makinesinde mıcır haline getirtmişti. Başka birinde ise kayaların iç kesiminde kırmızı boyalı el izlerinin görülmemesi için üzerlerini çamurla örttürmüştü.
Tam karşısında, büyük kayanın üzerine salyangoz misali yapışmış irice bir taşın altındaki oyuğu görmeden önce kontrolleri bitirmek üzereydi. İç güdüsünden öte deneyimleri o taşın altında bir şeyler olabileceğini söylüyordu. Yan taraftaki başka bir kayanın üzerine çıkıp iri kayaya atladı. Koca kabuklu bir salyangoza benzettiği kayanın dip kısmında insan gövdesi genişliğinde bir oyuk vardı. Eğilip oyuğa doğru baktı. İçeriye doğru genişliyor, yükseliyordu. İçinde bir hayvan olmadığına emin olduktan sonra sürünerek girdi. Sırtını oyuğun duvarına verip oturdu ve o zaman gördü karşısındaki işaretleri. 
 latmos
Diğer gördüklerine benziyordu bunlarda. Kırmızı boyayla yapılmış, Cin Ali çizimleri gibi insan figürleri. Bir insanın beş parmağının kaya duvarına çıkan izleri. İnsan figürleri yan yana dizilmişti, parmakların uçları birbirine değiyorlardı. "Sanki halay çekiyorlar gibi" diye geçirdi aklından. Küçük oyuğun tavanında ise farklı bir insan figürü vardı. Karın kısmı geniş bir yarım daire halinde gösterilen uzun saçlı bir ‘Cin Ali’! "Hamile bir kadın" dedi içinden, güldü. Bir çocuk çizimi aradı duvarlarda, bulamadı. Adamlar, hamile bir kadın, uzun boyunlu, mızrak dişli bir hayvan şekli gördü. Çok tehlikeliydi bunlar. Madeni kapattıracak kadar tehlikeli! 
Sürünerek çıktı tekrar oyuktan. Aşağıda kendisini bekleyen iki işçiye kocaman bir kayayı taşıttı yukarıya ve elleriyle kapattı oyuğun ağzını. "Gene mi Cin Ali resmi buldun müdürüm" diye sırıtan işçiye ters ters  baktı. "Bırak zevzekliği!" diye çıkıştı. “Tek kelime etmek yok bununla ilgili. Bu resimlerden birisi bile bulunursa ne maden kalır, ne siz!" demeyi de ihmal etmedi. Hep işe yarardı bu tehdit.
Latmos (Evrensel)
Bir hafta sonra büyük kepçe o kayayı ve altındaki oyuğu tuz buz edince rahatlayabildi müdür. Bu 8500 yıl önceden kalan Cin Aliler yine uykusunun içine etmişler, izin kağıdı onaylanana kadar diken üstünde bekletmişlerdi kendisini. 
*** 
Latmos'un kaya altlarını ev yapan kadim insanların "mızrak dişli canavar" dedikleri son Anadolu Parsı 50 yıl kadar oluyor ki bir kayanın dibinde tüfekle vuruldu. Nesli yok oldu!
8500 yıl önce Beşparmak dağlarındaki bu küçük oyuklara resimler çizen, beş parmağının izini bırakan insanların ataları da bu resimleri un ufak edip tuvalet taşı yapmakla meşguller şimdi!.. 
Bir fıstık çamı daha toprak altında yok oluyor. Son yörük göçünü toplamış yaylasından iniyor ovaya. Dağın dumanına belki de son kez bakıyor. Görüyor, kıl çadır, orta direk, kervan yükü zamanlarının geçtiğini. Ve devir devranın zalim çıngırağının Latmos’un sonbaharını vurduğunu biliyor…

Son Düzenlenme Tarihi: 26 Kasım 2017 09:25

Ekolojik Haklar Merkezi çalışmalarına başladı

Ekolojik Haklar Merkezi çalışmalarına başladı
  
 26 Kasım 2017 05:16
      
Ekoloji temelli sorunların, ortaya çıkmadan önlenmesi ve ortaya çıkan sorunların giderilmesini amaçlayan Ekolojik Haklar Merkezi çalışmalarına başladı
Özer AKDEMİR
Ekoloji temelli sorunların, ortaya çıkmadan önlenmesi ve ortaya çıkan sorunların giderilmesi için temel yurttaşlık haklarının kullanılmasını sağlamayı hedefleyen Ekolojik Haklar Merkezi (EHM) çalışmalarına başladı. İstanbul’da bir otelde gerçekleştirilen tanıtım etkinliğine ülkenin çeşitli yerlerinden ekoloji mücadelesi temsilcileri ve gazeteciler katıldılar.
Ekoloji Kolektifinin bir çalışması olarak ortaya konan EHM tanıtım etkinliğinde, EHM’nin yurttaşlara, karşılaştıkları ekolojik sorunların çözümünde haklarının neler olduğunu ve bu hakları aktif olarak nasıl kullanabileceklerine dair yardım sunmayı hedeflediği dile getirildi. Merkez; bireylerin bilgilenme, başvuru ve katılım haklarını kendi başlarına kullanmasına önayak olmanın yanı sıra kullanılmayan ancak var olan hakların su yüzüne çıkması, aktif olarak kullanılmasını da sağlamayı amaçlıyor.
HAKLARI BİLME VE ETKİN KULLANMA
Merkezin tanıtım etkinliğinde ekolojik ve kentsel adaletsizlikler toplumun genelini etkilemeye başladığına dikkat çekilerek; sel, kuraklık, hava kirliliği,  kimyasal kirleticiler, gıda, su bozulması, aşırı tarımsal ilaç kullanımı gibi sorunlardan dolayı insanların ve tüm canlıların yaşam kalitesinin bozulduğu ifade edildi. Temiz hava, iyi gıda, nitelikli su gibi ekolojik hakların evrensel haklar olduğuna vurgu yapılan etkinlikte Ekolojik Haklar Merkezinin oluşturulması düşüncesi şöyle dile getirildi; “Yurttaşların kamu politikasına katılımını sağlayan ulusal ve uluslararası düzeyde güvence altına alınmış haklarını kullanması, iyi bir kent ve ekoloji için elzem görünüyor. Yurttaşların gündelik kentsel ve ekolojik sorunlarında da başvuru ve bilgi edinme hakkı gibi hakları etkin kullanması halinde sorunların hızlı bir biçimde çözülebileceğine inanıyoruz. Bu hakların etkili kullanılması için Ekoloji Kolektifi Derneği olarak bir yardım masası oluşturduk. Bu yardım masasının adı: Ekolojik Haklar Merkezi”. 
ekolojik haklar merkezi ile ilgili görsel sonucu
AVUKATLIK HİZMETİ DEĞİL
Ekolojik Haklar Merkezinin çevresel ve kentsel karar alma süreçlerine katılım yollarının, başvuru ve bilgilenme haklarının yurttaşlar tarafından daha etkin kullanılabilmesi hedefi ile yola çıktığının ifade edildiği etkinlikte, EHM’nin, başvuruda bulunan yurttaşlara bu bağlamda bilgi sunacak bir platform olduğu belirtildi. Etkinlikte EHM’nin bir avukatlık hizmeti olmadığı, yurttaşların çevresel ve kentsel konularla ilgili doğru bilgiyi nasıl alabilecekleri, doğru kamu idaresine nasıl yönelebileceklerine yönelik bilgilendirme dışında hukuki anlamda herhangi bir destek sunulmadığının da altı çizildi. EHM,  sitesinden canlı destek ya da telefon, faks, e-mail yolu ile başvurulara yanıt verirken, konuya dair yayımlanan kaynak kitap ve metinler de yer alıyor. 
DOĞRU KURUMLARA DOĞRU ÇÖZÜMLERE YÖNLENDİRME
EHM aşağıdaki türden sorular karşısında yurttaşların doğru kurumlara ve doğru çözümlere yönelmesine yardımcı olmayı amaçlıyor: 
* Başvuru HakkıBilgilenme HakkıKatılma HakkıBelediyeye dilekçe verdim, ne zaman yanıt gelir? Dilekçemi verdim, şimdi ne olacak? Dilekçeme yetkili biz değiliz yanıtı verildi, ne yapmalıyım?Bilgi edinme yolu ile Bakanlığın kent meydanı projesi görüşünü öğrenebilir miyim?
* Bakanlık hangi durumlarda, aldığı görüş yazılarını vermez?Mahallemizdeki AVM’nin ÇED süreci hakkında nere-den bilgi edinebilirim?

* Her AVM  için ÇED süreci işletilmesi  zorunlu mudur?

19 Kasım 2017 Pazar

Bozkırda bir Selanikli_Pazar yazısı


 19 Kasım 2017 05:03
   

'Gönüllerini ve 10 yıldır oylarını verdikleri partileri bu kötülüğü onlara yapmazdı. Tarlalarının ortasına siyanür sızdırmazdı... Yapamazlardı!'
Bozkırda bir Selanikli
Özer AKDEMİR
Dışarıdaki tipinin sesi, kalınlığı yarım metreyi bulan duvarları geçerek yattığımız odaya kadar geliyordu. Odanın ortasında gri renkli, varile benzeyen kocaman silindir bir soba yanıyordu. Yarım saat önce kapatmıştık lambaları. Sobanın kızıllığı aydınlatıyordu odayı. İçinde çıtır çıtır odunların yandığı sobadan tatlı bir sıcaklık yayılıyordu.

Aynı odayı paylaştığımız, biri halk sağlığı profesörü, öbürü çevre davaları ile ünlü Egeli bir avukat olan iki arkadaşım hafif horultularla uykuya geçmişlerdi. Bende ise ne zamandır unuttuğum bu tipi sesini dinleme özlemi uykuya baskın gelmişti.

Bir süredir tipi sesinin içinde, sanki onun bir parçası, sanki o eşsiz müziğin en güzel ögelerinden birisiymiş gibi kesik kesik duyulan köpek havlamalarına odaklanmıştım. Kimi uzun uzun, kimi kısa-kesik, kimi sert daha hırçın, kimi daha yumuşak perdede sanki onlarca köpek, belli bir ritimle, belli aralıklarla, bozkırın bu en güzel senfonisine, tipinin görünmez notalarına, birer orkestra elamanıymışçasına seslerini katıyorlardı.

Geniş tahtalardan yapılmış, duvara gelen kısımlarına üzeri resimlerle bezeli, kadife örtülü hasır minderler dizilmiş bir sedire serili kalın döşekli yatağımdan doğrulup, hemen altında yattığım pencereden dışarıya baktım. Buğulanmış camların ötesinde beyazlara bürünmüş bir bozkır, bembeyaz bir kış ovaya doğru uzanıp gidiyordu. Pencerenin önünde tipinin sesi daha belirgin geliyordu kulaklarıma. Bozkır, bir orkestra şefi gibi zemheri rüzgarlarını oradan oraya savuruyor, kurumuş ağaçlara, kerpiç evlere, dokunanın yapışıp kaldığı bakırdan elektrik tellerine, akşamın koynunda koyu yeşil hayaletler gibi süzülen, rüzgarın şiddetinden gıcırtılar çıkararak sallanan telgraf direklerine çarpıyor, oradan incecik tüten bacalardaki dumanı alıyor, ıpıl ıpıl yağan kara karıştırıp köyün dar sokaklarında savuruyordu.

yozgat

Gece ve kış tüm haşmetiyle çökmüştü bu Anadolu’nun ortasındaki köyün üzerine. Mart ayının başlarıydı ve zemherinin tam ortası sayılırdı bu zamanlar bozkırda. Dolunay vardı gökte. Tek tük bulutlar geçiyordu ayın önünden. Ay, hırçın rüzgarın da yardımıyla bulutun perdesini kısa zamanda yırtıp ışığını esirgemeden döküyordu küçük köye. Bitimsiz gibi görünen ovada, tek tük kavak, alıç, söğüt ağaçlarının dalları ay ışığıyla yıkanıyordu.

Ay, bozkır senfonisinin en mutlu dinleyicisi gibi görünüyordu. Tipinin uğultusuna, köpeklerin havlamalarına, karşıki yassı tepelerden doğru gelen belli belirsiz kurt ulumaları karışıyordu. Senfoninin içinde, bütün bu seslerin arasında kurt ulumalarını yakalamaya çalışırken uykunun bedenimi yavaşça sardığını anlıyordum.

Uykuya, en güzel bozkır senfonisi eşliğinde geçilirdi. Bozkır çocuklarının en güzel ninnisi bu senfoniydi, bilirdim. Uyku, en güzel, en derin, en dingin bu senfoniye yakışırdı, anlardım. Uyumadan önce, bana bin yıllar gibi gelen uzun bir zaman öncesinde, bozkırın öbür ucunda geçen çocukluğumu anımsadım. Anadolu’nun tam ortasında kalan başka bir bozkır köyünde, zemheri gecelerinde düşleri tipinin sesine karışan o küçük çocuk oldum yeniden, sıkıca yorganıma sarılıp, uykuya teslim oldum...

*** 
Sabah köyün meydanından altın madeni tesislerinin bulunduğu yere doğru köylülerin yürüyüşü sırasında tipi hızını kesmiş olsa da devam ediyordu. Yaşamlarında ilk kez bir yürüyüşe katılan, bunu da kendi yaşam alanlarını koruma derdi ile yapan köylüler, bir iki dakika sonrasında acemiliklerini üzerlerinden atmışlardı. Kimsenin bir direktif vermesine gerek kalmadan kendi ürettikleri sloganlarla, önceden hazırladıkları dövizlerle altın madenini istemediklerini dile getiriyorlardı. Kar, kış, zemheri ayazında onlarca köylü, sıkıca gocuklarına sarılmış, çoluk çocuklarıyla, İngiliz altın şirketinin gelip konduğu, daha düne kadar buğday, arpa, yulaf ektikleri tarlaların arasından yürüyorlardı.

Çok büyük bir çoğunluğu iktidar partisine oy vermiş ve hâlâ ondan umut kesmemiş bu köylüler, aslında şaşkındılar. Bir parça da umutluydular. Gönüllerini ve 10 yıldır oylarını verdikleri partileri bu kötülüğü onlara yapmazdı. Tarlalarının ortasına siyanür sızdırmazdı. Çocuklarının sakat doğmasına, kuzularının ölmesine razı olmazdı. Yapamazlardı!

Selanik’ten göçüp geldikten sonra kendilerine yurt olarak verilen, vatan belledikleri bu toprakların, yabancı bir şirket tarafından kirletilmesine razı olmazlardı. O yüzdendir ki, maden işletmelerinin kapısı önünde basına yaptıkları açıklamada, “Biz iktidar partisindeniz. Biz hâlâ onlara hayranız. Onlar da bu kötülüğü bizi yapmasınlar” diyebildiler.

Olay da zaten orada bitti. Tek başına yıllardır iktidar olup, her dediğini kanun gibi yaptıran parti elbette ki Yozgat Boğazlıyan Eğlence köylülerinin de gözünün yaşına bakmadı! Maden, bozkırın ortasını doymak bilmeyen bir canavar gibi kemirdi kemirdi. Kemirdikçe kirletti etrafını. Siyanür damla damla sızdı bozkırın bağrına...
*** 

Yürüyüşün ardından çay içmeye davet edildiğimiz evde, etrafına çekinerek bakan genç köylü, “Gel bir şey göstereceğim sana” deyip evin öbür odasına götürdü beni. Kendilerinin köydeki tek ‘solcu’ aile olduklarını söyleyen genç adam, odanın girişinde, kapının hemen yanındaki duvarda asılı fotoğrafı göstererek, “Bu fotoğraf bu köyde sadece bizim evde asılıdır” dedi. 90 yıl önce Selanik’ten göçüp Anadolu’nun ortasındaki bozkıra yerleşmiş bu köyde, bana gizli gizli gösterilen fotoğrafta da mavi gözlü bir Selanikli gülümsüyordu...

https://www.evrensel.net/haber/338382/bozkirda-bir-selanikli

18 Kasım 2017 Cumartesi

‘Devinen Akdeniz’ Bergama köylü mücadelesiyle devam ediyor


 18 Kasım 2017 12:29
   
Devinen Akdeniz Sempozyumu’nun ikinci gününde tarım, yer altı suları, zeytin ağacı ve Bergama Köylü mücadelesi konuşuldu.
‘Devinen Akdeniz’ Bergama köylü mücadelesiyle devam ediyor
Akdeniz Akademisi, 'Devinen Akdeniz Sempozyumu’nun ikinci gününde “Devinen Çevre” başlıklı oturumda tarım, yer altı suları, zeytin ağacı ve Bergama Köylü mücadelesinden günümüze Ege’de ekoloji mücadelesi konulu sunumlar yapıldı.
YER ALTI SULARINA FRANSA İLGİSİ
Ahmet Adnan Saygun Sanat merkezinde gerçekleştirilen sempozyumun ikinci günü yapılan devinen çevre oturumunu Ege Üniversitesi emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Ümit Erdem yönetti. Fransa’dan gelen Dr. Marcel Kuper “Kuzey Afrika’nın yer altı suları ekonomisi Bağlamında coğrafi ve sosyo-profesyonel hareketler” başlıklı sunumunda Cezayir’de son dönemde gelişen tarım uygulamaları hakkında bilgiler verdi. Paris Nanterre Üniversitesi doktora öğrencisi Selin Le Visage ise İzmir Kemalpaşa yöresinde sulama kooperatifleri ve yer altı suları kullanımı ile ilgili yaptığı araştırmaları aktardı. Tarımla geçinenlerin yer altı ve yerüstü suları ortak karıştırarak kullanmayı tercih ettiğini, yeraltı su çekiminde elektirik maliyetinin önemli bir girdi olduğunu dile getiren Le Visage, çözüm önerileri olarak küçük ölçekli barajların çözüm olabileceğini ileri sürdü. İstanbul Bilgi Üniversitesi doktora öğrencili Orkun Doğan Ölmez Ağaç’tan Ah’lar ağacına zeytinin önemi başlıklı sunumunda, zeytin ağacının yerleşikliği temsil ettiğini belirterek ülkemizde zeytin ağacının ve zeytincilikle ilgili politikalar hakkında bilgiler verdi. Doğan zeytinyağı ve zeytinin AB üyelik sürecinde avantaj olabileceğini iddia etti.
BERGAMA KÖYLÜLERİNDEN GÜNÜMÜZE EKOLOJİ HAREKETİ
Evrensel’in İzmir Muhabiri ve EGEÇEP Yürütme Kurulu üyesi Özer Akdemir ise Bergama köylülerini siyanürlü altın işletmesine karşı başlattığı mücadele ile ekoloji mücadelesinde önemli bir dönüşüme neden olduğunu belirterek, “Bergama köylüleri ekoloji mücadelesinin bir yaşam mücadelesi olduğunu, aynı zamanda bu mücadelenin emek, demokrasi mücadelesi, yani sınıf mücadelesi ile de doğrudan ilişkisini ortaya koymuşlardır. Hal böyle olunca da devletin hışmına uğramış, ortaya konan çeşitli psikolojik savaş yöntemleri ve en son olarak şiddet kullanılarak sönümlendirilmişlerdir” dedi. 
Akdemir sunumunda, Ege bölgesinde son 20 yıl içerisinde gelişen ekoloji mücadeleleri, bunların hangi çevresel sorunlara karşı ortaya çıktığı ve güncel durumları hakkında da bilgiler verdi. Oturumun son konuşmacısı olan  Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Gökhan Orhan “Bir ortak yaşam alanı olarak Akdeniz’in korunması ve Barselona Protokolü” başlıklı sunumunda Akdeniz ülkelerinin Akdeniz’in korunmasına dönük işbirliği süreçlerini anlattı. (İzmir/EVRENSEL)

16 Kasım 2017 Perşembe

Devinen Akdeniz Sempozyumu başladı

  16 Kasım 2017 15:07

Akdeniz Akademisi tarafından gerçekleştirilen 'Uluslararası Devinen Akdeniz Sempozyumu' başladı.
Devinen Akdeniz Sempozyumu başladı
Akdeniz Akademisi tarafından gerçekleştirilen “Uluslararası Devinen Akdeniz Sempozyumu” başladı. Sempozyumun açılış konuşmalarında Akdeniz'in tarih boyunca sürekli bir değişim ve dönüşüm içinde olduğunun altı çizildi. 
Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi'nde gerçekleştirilen sempozyumun açılış konuşmasını yapan Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Dr. Buğra Gökçe sempozyumdaki temel hedefin Akdeniz kimliğini yaşatmak, tanıtmak ve Akdeniz kentleri arasında işbirliği gerçekleştirebilmek olduğunu söyledi. Gökçe, tüm dünyayı saran şiddet sarmalı sürecinde İzmir'in barış ve hoşgörü kültürünü yeşertme konusunda dünyaya bir model olabileceğini söyledi. 

AKDENİZLİLİK KAVRAMININ YAŞI
İzmir Akdeniz Akademisi Kültür-Sanat Birimi Koordinatörü Doç. Dr. Serhan Ada tarafından kolaylaştırıcılığı yapılan sempozyumun açılış oturumunda ODTÜ öğretim üyesi Doç. Dr.  M. Fatih Tayfur,  "Doğu Akdeniz’de Geleceğe Geçmişten Bakmak" Doğu Akdeniz'de merkezinde Türkiye, Kıbrıs ve Yunanistan'ın bulunduğu  alternatif bir düzen ütopyasını anlattı. İzmir Akdeniz Akademisi Kurucu Onursal Başkanı Prof. Dr. İlhan Tekeli ise, ‘'Mobilite' Olgusu, 'Akdeniz' ve 'Akdenizlilik' Olgusuyla Nasıl Bir Araya Geliyor?" başlıklı sunumunda "Akdenizlilik" kavramının çıkışı, süreç içerisinde değişimi ve bugününe ilişkin görüşlerini paylaştı. Akdenizin coğrafi olarak oluşumunun M.Ö. 8 bin yıllarına denk geldiğini belirten tekeli, bunun jeolojik zamanlar bakımından dün gibi yakın bir zaman olduğunu dile getirdi. Akdenizlilik kavramının en iyimser tahminle 4 bin yıllık bir tarihi olduğunu kaydeden Tekeli, Akdenizliliği farklı farklı dönemlere ayırarak incelemek gerektiğine dikkat çeken Tekeli "Farklı dönemlerde farklı Akdenizlilik ile karşı karşıyayız. Artık Akdenizin geleceği iç dinamikleri belirleyemiyor. Dünya yönetilemiyor. Ulus devletlerden meydana gelen sistem dünyayı yönetemiyor. İklim değişikliği, göçler... Niye insanlar göç ediyor? Dünya yönetilemediği için. Bir dünya demokrasisine dönüşünce Akdenizlilik potansiyelini yeniden kurma olanağına sahip olacağız. Böyle bir Akdenizlilik kaçınılmaz olarak barışçıl olacak" dedi. 
MUHABİRİMİZ 'DEVİNEN ÇEVRE' BAŞLIĞINDA SUNUM YAPACAK
18 Kasım'a kadar sürecek olan sempozyumda yurtiçinden katılan akademisyenlerin yanı sıra Yunanistan, İngiltere, Fas, Tunus, Cezayir, Finlandiya, Amerika Birleşik Devletleri, Kanada ve Fransa'dan bilim insanları ve uzmanlar katılıyor. “Devinen İnsanlar”, “Devinen Sermaye ve Emek”, “Devinen Fikirler” “Devinen Sanat, Mimari ve Tasarım”, “Devinen İktidar ve Direniş” ve “Devinen Çevre” başlıkları altında bildirilerin kabul edildiği uluslararası sempozyumda, bugün gazetemiz İzmir muhabiri Özer Akdemir de "Bergama Köylü Hareketinden Günümüze Ege'de ekoloji mücadelesi" başlıklı sunumunu yapacak. Ayrıca Sempozyum etkinlikleri kapsamında 30 Kasım tarihine kadar yine Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi alt kat sergi salonlarında iki resim sergisi de yer alacak. "Devinen Hafıza" karma sergisinde sanatçılar “Devinen Akdeniz” teması altında buluşarak kendi kurgusal hafızalarından ortaya çıkan özgün çalışmalarını sergilerken, "Akdeniz'de Savaş ve Göç" başlığıyla gerçekleşecek sergide, 21. yüzyılın en önemli gündemi olan kitlesel göç dramına ilişkin belgesel fotoğraf çalışmaları sergileniyor.(İzmir/EVRENSEL)
PROGRAM:
17 Kasım 2017 Cuma
III. Oturum 10.30-12.10
DEVİNEN İNSANLAR-2  

Oturum Başkanı: Onur Yıldırım (Prof. Dr., Orta Doğu Teknik Üniversitesi) -teyit edilecek
- Ergün Laflı (Prof. Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi)
Devinen Doğu Ege: Eskiçağ'da İzmir'e ve İzmir'den Göçler
- Füsun Baykal (Prof. Dr., Ege Üniversitesi)
Geçmişten Bugüne Akdeniz'de Turist Hareketliliği
- Volkan Zoğal (Arş. Gör., Ege Üniversitesi) - Ersin Demir (Arş. Gör., Ege Üniversitesi)
Akdeniz Havzası'nda Yeni Bir Turizm Hareketi: Alternatif Konaklama Olanakları ve Konut Değiş-Tokuşu
- Özge Biner (Dr., Sosyal Bilimler Lisansüstü Öğrenim Okulu)
Sınır Geçme Sürecinde Görünürlük ve Hareketlilik: İzmir’deki Göçmenlerin Sınır Hattındaki Etkileşim ve Pazarlıkları

Öğle Arası 12.10-13.30
IV. Oturum 13.30-14.50
DEVİNEN SERMAYE VE EMEK

Oturum Başkanı: Erkan Serçe (Yrd. Doç. Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi)
- Eyüp Özveren (Prof. Dr., Orta Doğu Teknik Üniversitesi) -  Seven Ağır (Yrd. Doç. Dr., Orta Doğu Teknik Üniversitesi)- Çınla Akdere (Yrd. Doç. Dr. Orta Doğu Teknik Üniversitesi)
Tahıl Ticareti ile İlgili Akdeniz Düşüncelerinin Avrupa’ya Aktarımında Bir Köşe Taşı: Ferdinando Galiani’nin, Dialogues sur le commerce des bleds Adlı Yapıtı
-İrfan Kokdaş (Yrd. Doç. Dr., Katip Çelebi Üniversitesi)
 Hem Köylü Hem Zanaatkar; Ne Kırsal Ne De Şehirli, Çiftlikler ve Kent Ekonomileri Arasındaki İş Gücü Hareketliliği, Selanik-İzmir 1720-1840
- Alp Yücel Kaya (Doç. Dr., Ege Üniversitesi, İzmir Akdeniz Akademisi Tarih Birimi Koordinatörü)
 Akdeniz Perspektifinden XIX.Yüzyılda Balkanlarda Kapitalist Tarım ve Toprakbent Köylüler

14.50-15.05 Ara
V. Oturum 15:05-17:05
DEVİNEN ÇEVRE

Oturum Başkanı: Ümit Erdem (Prof. Dr., Emekli Öğretim Üyesi)
- Marcel Kuper (Dr., Umr G-Eau)
Devinen Tarım: Kuzey Afrika’nın Yeraltı Suları Ekonomisi Bağlamında Coğrafi ve Sosyo-Profesyonel Hareketlilikler
-Selin Le Visage (Doktora Öğrencisi, Paris Nanterre Üniversitesi)
Kırsal Alan ve Yeraltı Sularının Yönetişimindeki Dönüşüm: İzmir’in Sulama Kooperatiflerindeki Tarımsal, Ekonomik ve Sosyal Değişiklikler
-Orkun Doğan (Doktora Öğrencisi, İstanbul Bilgi Üniversitesi)
Ölmez Ağaçtan, Ah'lar Ağacına: Zeytin Ağacının Değeri?

-Özer Akdemir (Ege Çev re ve Kültür Platformu-EGEÇEP)
Bergama Köylü Hareketinden Günümüze Ege’de Ekoloji Mücadelesi
- Gökhan Orhan (Prof. Dr., Bandırma On yedi Eylül Üniversitesi)
Bir Ortak Yaşam Alanı Olarak Akdeniz'in Korunması Sürecinde İşbirliği ve Katılım: Barcelona Rejiminin Oluşumu ve Gelişimi 

18 Kasım 2017 Cumartesi
VI. Oturum 10:00-12:00
DEVİNEN SANAT, MİMARİ VE T ASARIM
Oturum Başkanı: Tevfik Balcıoğlu (Prof. Dr. Yaşar Üniversitesi)
-Hee Sook Lee-Niinioja (Dr.)
Akdeniz Siculo-Norman Menreale'inde Somut-Soyut Hareketler
-Zeliha Kayahan (Arş. Gör., Gazi Üniversitesi)-Naile Çevik (Öğr. Gör., Gazi Üniversitesi)
Akdeniz Uygarlıkları Gemi Resimlerinin Kültürlerarası Etkileşimler Açışından Önemi ve Ekslibris Uygulamaları
- Fatih Hakan Kaya (Arş. Gör. Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi)
Roma Dönemi'nde Anadolu Kökenli Bezemeli Mimari Elemanların Yayılım Alanı: Sanat ve Sanatçının Devinimi
- Tülin Selvi Ünlü (Dr., Mersin Üniversitesi Akdeniz Kent Araştırmaları Merkezi)
Akdeniz’de Değişen Kentsel Mekan: XIX. Yüzyıldan XX. Yüzyıla Doğu Akdeniz Liman Kenti

Öğle Arası 12:00-13:00
VII. OTURUM 13:00-15:00
DEVİNEN FİKİRLER 

Oturum Başkanı: Eyüp Özveren (Prof. Dr., Orta Doğu Teknik Üniversitesi)
-Zeynep Aydoğan (Doktora Öğrencisi, Humboldt Ünivesitesi)
Hareket Halindeki Uçlar: Geç Ortaçağ Anadolu Türk Destanlarından Bazı Coğrafi Temsiller
- Samet Budak (Doktora öğrencisi, Michigan Üniversitesi)
Orta Çağ Sonları Doğu Akdeniz’inde Bilim İnsanlarının Hareketliliği
  https://www.evrensel.net/haber/338139/devinen-akdeniz-sempozyumu-basladi

15 Kasım 2017 Çarşamba

'Altınova denizinden demir değil altın çıkaracaklar!'

 15 Kasım 2017 04:23

Altınova halkı, bölge denizinde demir madeni işletilmesi projesini yargıya taşıyor. Bilim insanları ise çıkarılmak istenenin altın olduğu kanısında…
'Altınova denizinden demir değil altın çıkaracaklar!'

Özer AKDEMİR
İzmir
Ayvalık Altınova beldesi açıklarında denizin içinde demir madeni işletilmesi projesine yönelik yöre halkının tepkileri sürüyor. Yöre halkı denizin içindeki maden projesine karşı dava açmaya hazırlanırken Aksaray Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü Hidrojeoloji Bölümü Başkanı Yrd. Doç. Dr. M. Murat Kavurmacı konuya dair hazırladığı raporda Altınova denizindeki maden arama işleminin demir değil altın olabileceği iddiasını ortaya attı. Kavurmacı, deniz tabanındaki cevherleşmenin yapısının incelendiğinde çıkarılmak istenen madenin demir değil altın olduğu kanısının güçlendiğini söyledi.
ASIL HEDEF DEMİR DEĞİL ALTIN!
Firmanın hazırladığı proje tanıtım dosyasındaki bilgiler üzerine değerlendirmelerde bulunan  Kavurmacı, dosyanın alt hedefler ve stratejiler başlığı altındaki "Nitelikli maden türevlerinin çıkarılması" ifadesine dikkat çekerek, "asıl hedefin demir olmadığı söz konusu bölgeden altın çıkarılmak istenildiği kanısı oluşturmuştur" iddiasında bulundu. Deniz tabanındaki cevherleşmenin jeolojik anlamda plaser tipi yatak olarak tanımlandığını ifade eden Kavurmacı, "demir cevherleşmelerinin plaser tipi yataklarda bulunmadığı fakat altın cevherleşmelerinin plaser tipi yataklarda bulunduğu düşünüldüğünde söz konusu kanının bilimsel gerçeklere dayandığı görülmektedir" dedi. Firma hazırladığı dosyada "Proje sahasının bulunduğu alanda magmatik kayaçlardan çözünüp akarsularla taşınmış olan demir cevherinin varlığı söz konusudur" ifadesinin gerçekliğinin şüpheli olduğunu dile getiren Kavurmacı, "Hazırlanan raporda herhangi bir kayaç jeokimyasının verilmediği göz önünde bulundurulduğunda demir cevherinin ekonomik anlamda varlığı tartışmaya açıktır" dedi.
TANITIM DOSYASI GERÇEKLERDEN UZAK
Kavurmacı, Altınova'daki yazlık konutlara bin 300 metre uzaklıkta yer alan demir madeni projesi tanıtım dosyasının birçok konuda gerçeği yansıtmadığını ileri sürdü. Denizde yer alan saha içinde 1608,33 Ha alanın 23,66 Ha kısmında metalik maden (Demir) arama ve çıkarma faaliyeti yapılması planlandığına dikkat çeken Kavurmacı, firmanın "taban kumunun jet pompası yardımıyla emilerek seperatöre alınması" işleminde deniz tabanından sadece kum boyutunda malzemenin alınmasının jeolojik ve teknik anlamda mümkün olmadığını belirtti. Hazırlanan tanıtım dosyasında "Projede kum çakılın alımı yapılmayacak olup sadece kumun içerisindeki metalik maden (Demir) fiziksel işlem ile ayrıştırılmış olacaktır" cümlesindeki fiziksel işlemle neyin kastedildiğinin tam olarak açıklanmadığını aktaran Kavurmacı, deniz tabanında bulunan düşük tenörlü cevherlerin alınmadan önce çeşitli yöntemlerle zenginleştirilmesi gerektiğine dikkat çekerek, "Demir cevherinin zenginleştirilmesinde kullanılan yöntemlerin tamamında denizden çekilen malzemenin küçültülmesi gerekecektir. Boyutları küçülen ve mühendislik özelliklerini kaybeden malzeme daha kolay ayrışacak, temel jeolojik özellikleri değişen malzeme deniz dibinde çökme, kayma, akma, tuzlu su girişimi gibi birçok konuda jeolojik ve hidrojeolojik anlamda riski artırır hale gelecektir" dedi.  
DENİZ EKOSİSTEMİ İÇİN RİSKLİ
Firmanın hazırladığı dosyada işlemler sırasında “kırma işlemi yapılmayacak” şeklinde açıklamanın da gerçeği yansıtmadığını kaydeden Kavurmacı, “Firma dosyada zenginleştirme tesisinin dört tamburlu manyetik ayırıcı ile yapılacağını belirtmiştir. Dakikada 20 devir yapan bir tanburdan geçen çakıl, kum boyutundaki jeolojik malzemenin fiziksel ayrışmaya uğramaması mümkün değildir” dedi. Kavurmacı, demir cevheri zenginleştirmek için kimyasallar da kullanılabileceğini, bu maddelerin deniz ekosistemi için risk içereceğini ifade etti. Kavurmacı, deniz içinde maden arama ve çıkarma faaliyetinin iptal edilmesi gerektiğini dile getirdi. 
Proje tanıtım dosyasını değerlendiren EGEÇEP Yürütme Kurulu Üyesi ve Jeofizik Yüksek Mühendisi Erhan İçöz de projenin birçok deniz canlısını öldürebileceği, ağır metal kirliliği yaşanabileceğini uyarılarında bulundu.   
MADDE MADDE RİSKLER
Aksaray Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü Hidrojeoloji Bölümü Başkanı Yrd. Doç. Dr. M. Murat Kavurmacı’nın raporunda altını çizdiği riskler şunlar; 
YERALTI SULARI TUZLANACAK
■ İşlemler kıyı bölgesinde yer alan tatlı su akiferlerinin kirlenmesine neden olacaktır. Bölgede tatlı su akiferlerinin tuzlanması bağ, bahçe ve tarım alanlarının sulanmasına olumsuz etki ederek maddi ve manevi ekolojik kayıpların oluşmasına sebebiyet verecektir.
■ Ruhsat sahası bölge kıyı erozyonu etki alanı içerisindedir. Yapılacak uygulamaların kıyı erozyonunu artırıcı yönde etki edeceği açıktır. 
SUDAKİ CANLILARIN ETKİLENMEMESİ MÜMKÜN DEĞİL
■ Firmanın proje tanıtım dosyasında atıfta bulundukları Balıkesir Üniversitesi Coğrafya Bölümü hocaların bölgenin jeolojik, hidrojeolojik ve maden özelliklerini yorumlayabilmeleri ve oluşabilecek risk etmenlerini tam olarak ortaya çıkarabilmeleri bilimsel açıdan mümkün değildir. 
■ İşlenmesi düşünülen malzemenin yıllık miktarı ve oluşacak risk oranı firmanın inisiyatifine bırakılmıştır.
■ İşletme sırasında oluşacak gürültü seviyesinin ve deniz tabanından malzeme çekilmesi sırasında deniz tabanında yaşayan canlıların etkilenmemesi mümkün değildir. Çekilecek malzeme ile birlikte deniz tabanında yaşayan canlılarda seperatörlerin içerisine çekilecek ve ayrıştırılacaktır. 



Tabiatı bozuk yasa bir kez daha Mecliste

 15 Kasım 2017 13:22

AKP'nin 2010 yılından beri yasalaştırmak istediği ancak başaramadığı Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu tekrar TBMM'nin gündemine geldi.
Özer AKDEMİR
İzmir

 
AKP iktidarının 2010 yılından beri yasalaştırmak istediği ancak başaramadığı Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu tekrar TBMM'nin gündemine geldi.
SERMAYENİN 17 YILLIK RÜYASI
Tasarı ile ilgili değerlendirmelerde bulunan İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Öğretim üyesi Prof. Dr. Doğanay Tolunay, Kanun Tasarısı ile ilgili ilk çalışmaların 2000’li yılların başında başladığını  aktardı. 2000-2006 yıllarını kapsayan dönemde STK’ların, Üniversitelerin ve kamu çalışanlarının katılımı ile ilgili bir taslak hazırlandığını belirten Tolunay, 2010 yılında katılımcı bir anlayışla hazırlanan bu taslak yerine bambaşka bir taslak hazırlanarak TBMM Çevre Komisyonunda görüşüldüğünü dile getirdi. Yoğun itirazlarla karşılaşan ve STK’ların itirazları doğrultusunda bazı değişiklikler yapılan tasarının seçim süreci nedeniyle görüşülemediğini ifade eden Tolunay, Çeşitli değişikliklerden sonra 2011 ve 2012 yıllarında Tasarının yeniden hazırlanarak TBMM Çevre komisyonunda görüşülüp kabul edildiğini, ancak kamuoyu baskısı nedeniyle TBMM’de görüşülerek yasalaşamadığını hatırlattı. Tolunay, son olarak da 2016 yılında daha önce sunulan taslaklardan küçük farklılıklarla hazırlanan tasarının 2017 yılında yeniden Çevre Komisyonunda gündeme alındığını kaydetti.  
Tabiatı bozuk yasa bir kez daha Mecliste
TASARININ GEREKÇELERİ İLE MADDELER BİRBİRİNE UYMUYOR
Tolunay, şu an Çevre Komisyonunda görüşülmeye başlanan tasarının maddeleri ile gerekçenin örtüşmediğini aktararak biyolojik çeşitlilik açısından önemli olan yaklaşık 5,5 milyon ha kadar alanın kanun tasarısının dışında bırakıldığını dile getirdi. Teklif edilen kanun tasarısı ile Milli Parklar Kanununun tamamen kaldırıldığına dikkat çeken Tolunay, "Dolayısıyla Kanun yasalaştığı anda ülkemizde tabiatı ve biyolojik çeşitliliği koruma konusunda 4 kanun yürürlükte olacaktır. Bu durumda da kaldırılması hedeflenen yetki karmaşası halen devam edecektir" dedi. Tasarının bir diğer gerekçesi olarak AB üyelik sürecinde kuş direktifi ve Habitat direktifine uygun bir mevzuat hazırlanması zorunluluğunun sunulduğunu ifade eden Tolunay, "Ancak bu direktiflerde yer alan sulak alanlar ile tuzlu habitatlar, kıyılar, kumullar, tatlı su habitatları, kurakçıl çalıların yetiştiği habitatlar, taşlık habitatlar gibi ülkemizde de önemli alanlara sahip habitatlar kanun kapsamı dışında kalmaktadır" dedi. 
TASARI KORUMA KAVRAMININ FELSEFESİNE AYKIRI
Kanun tasarısının gerekçeleri içinde tartışmalı olan en önemli konunun korunan alanların turizm başta olmak üzere HES, RES, Madencilik amaçlı kullanımlara açılabilmesinin alt yapısını oluşturan ifadeler olduğuna işaret eden Tolunay, "Örneğin tasarının korunan alanlardaki izin irtifak haklarını düzenleyen 17. Maddesi doğa koruma kavramının felsefesine aykırıdır. 17. Madde ile korunan alanda her türlü faaliyete alanın planlarına uygun olması şartı ile izin verilebileceği açıklanmaktadır. Tasarı gerekçelerinde izin ve irtifakların üstün kamu yararı açısından önemli görülen faaliyetleri kapsayacağı açıklanmıştır. Buradaki üstün kamu yararı oldukça muğlak bir ifadedir ve görecelidir. Toplumun önemli bir kısmı korunan alanların mutlak olarak korunmasında üstün kamu yararı görürken, yöneticilerin enerji, maden üretiminde üstün kamu yararı olduğunu düşünmektedirler. Yine 14. Maddede korunan alanlarda yeniden değerlendirme yapılabileceği açıklanmaktadır. Benzer bir yeniden değerlendirme yakın zamanda Sit alanları için yapılmış ve birçok yerde sit alanları daraltılmıştır" tespitlerini yaptı. 

KORUNAN ALANLAR SÜRDÜRÜLEBİLİR KULLANIMA AÇILIYOR
Tasarı ile korunan alanların sürdürülebilir kullanımına izin verilmesinin de amaçlandığını kaydeden Tolunay "Teoride korunan alanlarda koruma kullanma dengesi korumaya esas olan değerlere zarar vermeden korunan alanlardan yararlanmayı ifade etmektedir. Tasarının 17. Maddesinde verilen izin irtifakların (ulaşım, haberleşme, su isale hattı, doğalgaz, petrol, enerji, iletim hattı, alt yapı tesisi, gölet, mezarlık)  koruma kullanma dengesi ile ilgisi bulunmamaktadır. Kanun bütünüyle değerlendirildiğinde kanun amacının korunan alanlarda yürürlükte olan Milli Parklar kanunuyla oldukça zor olan bu izin irtifaklara onay verilmesinin önünün açılmaya çalışıldığı anlaşılmaktadır" dedi. 
KORUMANIN TAM OLARAK YAPILAMADIĞI ORTADA
Doğa koruma ve biyolojik çeşitliğin korunmasının son yıllarda giderek önem kazandığının altını çizen Tolunay, bu konuda son 50 yılda çok sayıda uluslararası sözleşme imzalandığını hatırlattı. Ülkemizde son yıllarda başta ormanlar olmak üzere doğal alanların, mera ve tarım alanlarının, kıyılar ve denizlerin baskı altında kaldığını kaydeden Tolunay, "Hazırlanan Kanun Hükmünde Kararnameler ile doğal alanlarımızın tahribine yol açan uygulamalara izin verilmektedir. Doğa koruma ile ilgili ulusal mevzuatımızda eksiklikler olduğu ve ülkemizde doğayı ve biyolojik çeşitliliği korumanın tam olarak yapılamadığı da ortadadır" dedi. 
TASARIDAKİ OLUMLU ADIMLAR
Var olan sorunların ortadan kaldırılması hem de uluslararası sözleşmeler ve AB Direktifleri doğrultusunda korunan alanların etkin bir şekilde korunmasını sağlayacak doğadaki tüm canlıların yaşama hakkını koruyacak bir yasal düzenlemeye gereksinim bulunduğuna dikkat çeken Tolunay, etkin bir doğa ve biyolojik çeşitlilik korunması konusunda eksik kalan tasarı da getirilen yasaklar, habitat ve tür koruma alanları ile listeleri oluşturulmasının olumlu adımlar olduğunu belirtti. 
KORUNAN ALANLAR YATIRIMA AÇILACAK
Tasarı genel olarak değerlendirildiğinde iddia edildiği üzere koruma kullanma dengesinin gözetilmediği, bu dengenin kullanma yönünde bozulmasına yol açacak hükümlerin yer aldığına işaret eden Tolunay, "Yapılacak değişikliklerle korunan alanlarda yapılaşmanın, madencilik, enerji, turizm gibi faaliyetlere öncelik verilmesinin kolaylaşabileceği, böylelikle yeni yatırım alanları oluşturulmaya çalışıldığı değerlendirilmiştir" dedi. 
MADDE MADDE TASARININ EKSİKLİKLERİ
Tolunay yasa tasarısının eksikliklerini maddeler halinde sıralayarak yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini belirtti; 
* Korunan alan kategorilerinin belirlenmesine yönelik kriterlerin tasarı da yer almaması,
* Tasarının yaklaşık 15 yıllık bir süredir gündemde olmasına rağmen habitat ve tür listelerinin halen hazırlanmaması,
* Bu tür ve habitatların koruma alanlarının halen belirlenmemesi,
* Tasarıda anılan korunan alan statülerinin haricinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yetki alanında bulunan sulak alanlar ve Ramsar alanları gibi korunan alanlardaki biyolojik çeşitlilik ve doğa koruma çalışmaları, planlamaları ve yönetimi ile ilgili boşluklar olması,
* Orman ve Su İşleri Bakanlığı ile Çevre ve Şehircilik Bakanlıkları arasındaki koordinasyonun nasıl sağlanacağına dair bir hüküm getirilmemesi,
* Orman vasfı dışında kalan örneğin bozkır ekosistemleri gibi alanlarda korunan alanların ilanı, tür ve habitatı koruma alanlarının hangi bakanlığın sorumluluğunda olacağının ortaya konmaması,
* Korunan alanların yeniden değerlendirilmesi ile birlikte habitat, tür ve korunan alanların zarar görme riskinin oldukça fazla olması,
* 17. Madde ile birlikte korunan alanlarda korunan alan vasfına uygun olmayan izin ve irtifakların önünün açılması,
* Korunan alanlardaki izin ve irtifakların yönetim planlarına uygun olması halinde izin verilebileceği hükmü ile uzun devreli gelişim planları ve yönetim planlarının hazırlanmasında içlerinin boşaltılacağı,
* Altı doldurulmamış ekolojik etki değerlendirmesi yaklaşımı ile korunan alanların kullanıma açılması riskinin arttırılması,
* Korunan alanlardaki faaliyetlerde ÇED kapsamında kalanlarda Çevresel etki değerlendirilmesi yapılacağı hükmü ile ÇED yönetmeliğine göre izin verilmeyen korunan alanlardaki faaliyetlere izin verilmesi sürecinin başlayabileceği,
* Tasarı ile oluşturulması düşünülen kurullardaki bürokrat sayısının fazla olması, 
* Korunan alanların durumunun takip edilmesinde son derece önemli olan izleme mekanizmasının sadece veri toplama ile kalması, izleme sonuçlarının korunan alan yönetimine aktarılmaması,
* Milli Parklar Kanunun kaldırılması ile korunan alanların tahribine yol açan faaliyetler hakkında açılmış birçok davanın düşecek olması,
* Korunan alanların etkin bir şekilde korunması ve yönetilmesi açısından korunan alanlarla ilgili tüm paydaşların görüşlerinin, işbirliği yapıldığı ve aktif katılımla kararların alındığı mekanizmalara yer verilmemesi
 https://www.evrensel.net/haber/338017/tabiati-bozuk-yasa-bir-kez-daha-mecliste


13 Kasım 2017 Pazartesi

Bergama buluşması: Ekoloji mücadelesi birleşme yolunda


Bergama buluşması: Ekoloji mücadelesi birleşme yolunda
  
 13 Kasım 2017 15:17

Bergama’da 11-12 Kasım tarihlerinde yapılan 'Ekoloji Örgütleri Bergama Buluşması'nda ekoloji mücadelesinin birliği tartışıldı.

Özer AKDEMİR
İzmir
Türkiye ekoloji hareketi birleşme yönünde önemli bir dönemeci daha geride bıraktı. Bergama’da 11-12 Kasım tarihlerinde yapılan “Ekoloji Örgütleri Bergama Buluşması”nda ülkenin dört bir yanından gelen ekoloji örgütü temsilcileri ekoloji mücadelesinin birliğini ve ortak örgütlenme konusunu tartıştı.
BİRLİK NEDEN GEREKLİ, KAYGILAR NELER?
Bergama Kültür Merkezinde gerçekleştirilen buluşmanın ikinci günü barış bildirisine imza attığı için KHK ile ihraç edilen Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Kent, Çevre ve Yerel Yönetim Politikaları (Kentleşme ve Çevre Sorunları) Anabilim Dalı öğretim üyelerinden Prof. Dr. Aykut Çoban'ın “Ekoloji Mücadelesinde Birlik ve Ortak Örgütlenme” başlıklı sunumu ile başladı. Çoban sunumunda mücadele biçimleri - sınırları, birlikte mücadele için gerekçeler ve birlik karşıtı gerekçeler gibi konu başlıklarında görüşlerini paylaştı.
HUKUK DÜZENİNİN KURALLARI TIKANDI
Sunumunda “Mücadele biçimleri sınırları, birlikte mücadele için gerekçeler, birlik karşıtı gerçekler” başlıklarında konuşan Çoban, yargısal süreçlerin tıkandığını, mücadele edenlerin hukuktan ne istenilen sonuçları alabildiğini ne de çıkan olumlu mahkeme kararlarının uygulanabildiğini dile getirdi. Çoban, “Hukuk düzeninin kurallarını yitirdiği bir Türkiye’deyiz. Yargı yolları kullanılmasın demiyorum ancak yargının hali hazırda var olan sorunları aşılmadan o yolda yürümenin çok zor olduğu ortada” dedi.
Bergama
MERKEZE KARŞI MUTLAKA BİRLİK OLMAK GEREKİYOR
Yaşam alanlarını korumaya  çalışan yerel mücadelelerin karşısında devlet/sermaye iş birliği ile -oluşturulmuş büyük bir merkezi güç olduğunu ifade eden Çoban, yerel mücadelelerin bu merkeze karşı koyabilmek için mutlaka birlik olması gerektiğini ifade etti. Birleşik mücadelenin bir gereksinim olduğunu anlatan Çoban, bazı yerel hareketlerde ortaya çıkan merkezileşme, bürokratlaşma gibi kaygıların neden temelsiz olduğuna dair görüşlerini sıraladı. Çoban, yine de var olan kaygıları giderebilmek, ortak mücadele pratiği ile yol alabilmek adına ekoloji örgütlerinin en gevşek örgütlenme modeli olan konfederasyon ya da benzer bir örgütlenme biçiminde birlikleşebileceğini belirtti.
AYNILAR AYNI AYRILAR AYRI YERDE KÜMELENMELİ
Çoban, bu birliği oluşturabilecek mücadelelerin ortak paydasının doğanın metalaştırmasına ve ticarileştirilmesine karşı bir araya geliş olabileceğini dile getirdi. Çoban, sunumunda son kertede birleşik bir ekoloji mücadelesinin, emek mücadelesi ve diğer toplumsal mücadelelerle yan yana gelerek faşizme karşı birleşik cephede yerini alması gerektiğini ifade etti. Devlet/sermaye merkezine karşı yerel direnişlerin oluşturduğu ekoloji mücadelelerindeki birliğin mutlak bir gereksinim olduğunu aktaran Çoban, konuşmasını “Aynılar aynı yerde, ayrılar ayrı yerde kümelenmeli” diye bitirdi.


BİRLİK İÇİN YENİ BULUŞMA
Çoban’ın konuşmasının ardından söz alan ekoloji örgütü temsilcilerinin hemen hepsinin birlik konusunda ortak görüş bildirmesi dikkat çekti. Birliğin biçimi, ilkeleri, bileşenleri ile ilgili tartışmaların devam etmesi, Bergama Buluşmasına katılan örgütlerin dışındaki ekoloji örgütlerine de ulaşılarak sürecin içine katılmalarının sağlanması gerektiği yapılan konuşmalarda öne çıkan konular olurken, bunun için yeni bir buluşmaya ihtiyaç olduğu da genel kabul gören görüşler arasındaydı. Bergama buluşmasının sonuç bildirgesinin hazırlanması için çağrıcı örgütlerin taslak metin üzerinde çalışma yapması ve daha sonra bu metni buluşmaya katılan tüm örgütlerle paylaşarak buradan gelecek geri dönüşlerin ardından paylaşması kararı alındı. Toplantı sonunda birlik çalışmalarının devamı için ekoloji örgütü temsilcilerinin katılımı ile bir hazırlık komisyonu oluşturulması ve bu komisyonun en kısa zamanda yeni katılmış örgütlerin de içinde yer aldığı ikinci bir buluşmayı örgütleme çalışması yapması alınan bir diğer karar oldu. Meclisteki Torba Yasa Tasarısı ve tekrar gündeme getirilen Tabiatı ve Biyolojik Çeşitlilik Yasa Tasarısı ile ilgili buluşmaya katılan ekoloji örgütleri önümüzdeki günlerde ortak bir açıklama ve kampanya başlatma kararı aldı.
BULUŞMADAN NOTLAR
* Bergama Ekoloji Buluşmasına ülkenin birçok bölgesindeki 35 yerel ekoloji mücadelesinden temsilciler katıldı.
* İlk gün öğleye kadar olan bölümler dışında bireysel katılıma ve basına kapalı yapılan oturumlara yerel ekoloji örgütlerinin temsilcilerinden oluşan yaklaşık 150-200 kişi katıldı.
* İki günlük oturumlar boyunca salona yerel örgütlerin pankart, flama ve dövizlerinin yanı sıra, yaşamını yitiren ekoloji mücadelesine emek vermiş yaşam savunucularının fotoğrafları da asıldı.
* Pazar günü öğleden sonra sona eren buluşmanın ardından katılımcılar Bergama’nın ören yerlerini gezdiler.
Son Düzenlenme Tarihi: 13 Kasım 2017 15:20

     

12 Kasım 2017 Pazar

Çok mu zor güzel kardeşim?_Pazar yazısı

 12 Kasım 2017 05:20
  
Çok mu zor güzel kardeşim hazan mevsiminde baharlardan söz etmek. Adı direniş olan ulu ağacın tohumunu aynı topraklara yeniden ekmek...

Çok mu zor güzel kardeşim?

Özer AKDEMİR
“Çok mu zor güzel kardeşim?”, dedi Süleyman Muhtar. Çine Doğa Derneğinin küçük odasının önünde oturmuş çay içiyorduk. Sonbahar güneşi derneğin bulunduğu hanın avlusuna vururken serince bir yel de betonun üzerindeki gazelleri süpürüyordu.
Kavruk, kuru yüzünden eksik olmayan gülümsemesi, dudaklarının iki yanına doğru sarkan bıyıklarıyla kara yağız bir adamdı muhtar. Eski muhtardı aslında ama herkes hâlâ muhtar diyordu. 40-45 yaşlarında gösteriyordu. 
Siyah üzümleri andıran küçük gözlerinin üzerine saçından düşen bir tutam perçemi kasketinin içine sokarken şunları söyledi; “Biz orada, Madran Dağı’nın doruğundaki Direniş Çeşmesi’nin başında, ya da İbrahimkavağı’nı Kavşit’ten ayıran yolun dönemecinde jandarmalarla birbirimize girmişken, Karadeniz’de çay toplayan kadınlar duysun bize yapılanı. Dağımıza her biri dev gibi 80-100 tane RES direği diktirmek istemediğimiz için dayak yediğimizi öğrensinler. Mesela Diyarbakır’da bir kahvede konuşulsun bu. Ürgüp’te bir patates tarlasında çalışan köylüler yüzlerce yılda gözümüz gibi koruduğumuz ormanlarımızın hoyratça kesilip bir kenara atılmasına gönlümüz razı olmadığı için gözümüze biber gazı sıkıldığını bilsin. İzmir’de Karşıyaka vapurunda gençler yolculara bizim neden direndiğimizi, neden kadın-erkek, çoluk-çocuk dayak yediğimizi anlatsın. Çok mu zor bu gasteci kardeşim, benimle aynı havayı soluyan, aynı kuru ekmeği bölüp paylaşan, gömleğinin, pantolonunun yamasını gizlemeye uğraşan, yokluktan yoksulluktan benzi solanların birbirinin derdini duyması, dinlemesi, el ele vermesi? Hep böyle sessizlikte boğulacak mı bizim çığlıklarımız? Çok mu zor, birbirimizin derdine yoldaş, yarasına merhem olmak? Çok mu zor güzel kardeşim?”

 
Derneğin umutlarla açıldığı ilk gün bunları söyleyen Topçam Köyü Eski Muhtarı Süleyman Yıldız aradan çok zaman geçmeden derneğe yapılan baskında yaralananlardan birisiydi. Bir önceki dönem Çine belediye başkanı, o zamanlarda milletvekili olan RES şirketi patronunun şoförü, yanındakilerle birlikte, “Sizler neden karşı geliyorsunuz bu işe” diye derneği basmış, cam çerçeve indirmiş, elindeki sopayla önüne gelenin kafasını gözünü yarmaktan geri durmamıştı. Sonra, gözaltına aldı polis bu kişiyi. Ardı kuvvetliydi tabii. Karakolda ağırlanıp ertesi gün salıverildi. Açılan davadan da bir sonuç çıkmadı. Muhtar Süleyman, İbrahimkavağı köylülerinden Mehmet Çoban yedikleri sopalarla kaldılar.
Bir zaman sonra eski muhtarın kanser olduğu duyuldu. O gün, Çine’de bir hanın kare şeklindeki geniş avlusunda kavak, asma gazellerini süpüren güz rüzgarları, muhtar Süleyman’a da uğramış, onun ömrünün gazellerini de erken dökmüştü.

***

Çanakkale dönüşü, sırtını Kaz Dağı’na yaslayıp, yüksek çam ağaçlarının arasından Ege’nin maviliklerine bakan Nusratlı köyünde mola verdik. Ulu bir çam ağacının altında durmuş, karşı vadide hafif duman çökmüş ormanlık tepeye bakıyordu. On dakika önce, önü rengarenk çiçeklerle süslü küçük evin bahçesinde kahverengi gözlü beyaz köpekle gülerek şakalaşan o değil başka biriydi sanki. Dalmış gitmişti uzaklara. Dağın mavi dumanına karışan düşünceli sessizliğini bozmaktan çekinerek iki kare fotoğrafını çektim. Onun, çektiğim son fotoğrafları olduğunu bilmeden!
Çanakkale’deki toplantıda anlatılan onca öyküyü, acıyı, yaşanmışlığı dinledikten sonra insanın omuzlarına çöken çaresizlik duygusunu atmak istermiş gibi sormuştu dönüş yolunda: “Herkes kendi yarasını deşti. Başkasınınkini dinleyip bazen içinden şükretti. Çok mu zor yaralı yanlarımızın dermanını aramak. Birlikte arasak bulacağız oysa.” Elele Hareketinin sözcüsü, güler yüzlü doktorun yeşil gözlerine inen kederi dağıtacak sözcükler o zamanlar henüz kimsenin diline gelmiyordu.
Bu yolculuktan bir süre sonra kanser olduğu haberi geldi. Gizlemiş önce hastalığını. Sonra, hasta ziyaretlerini istemediği söylendi. Vücudunu kısa bir zamanda saran hastalığın amansız olduğunu çok iyi bilen Doktor Şeyma “Beni bu halimle hatırlamayın” demiş.  
Bir sonbahar günü yeşil gözlerini yuman ve bir daha açmayan doktorun 52 yıllık ömrü erken gazel döken ağaçlara benzedi. Bugün Ege Üniversitesinin bir köşesindeki Botanik Bahçe-si’nde yaşıyor Şeyma Gümüştüs’ün adı. Dökülen gazelin bir son değil yeni başlangıçlar için ilk adımlar olduğunu anlatmak ister gibi her bahar yeniden çiçekleniyor bahçe.

***
Bu yazıyı okuduğunuz şu anlarda İzmir Bergama’da yapılmakta olan bir toplantı Muhtar Süleyman ile Doktor Şeyma’nın özlemlerinin yanıtı olabilir belki. Yurdun dört bir yanından gelen ekoloji örgütleri birleşmeyi, birlikte mücadele etmeyi konuşuyorlar. Dok-tor Şeyma’nın, Muhtar Süleyman’ın, Karaburun’un rüzgarlarına karışan İpar’ın düşü, “Çok mu zor kardeşim” serzenişleri belki de bir karşılık bulacak Bergama’da. Bu ülkeye ekoloji mücadelesinin yaşam mücadelesi olduğunu öğreten köylülerin bereketli topraklarında…

Güzün ardı kara kış. En narin dallarımızdan gazellerimiz düşüyor birer ikişer. Çok mu zor güzel kardeşim hazan mevsiminde baharlardan söz etmek. Adı direniş olan ulu ağacın tohumunu aynı topraklara yeniden ekmek...

11 Kasım 2017 Cumartesi

Ekim Devrimi'nin doğaya ve insanlığa bıraktığı soru

 11 Kasım 2017 04:19

100 yıl sonra Ekim Devrimi'nin doğaya ve insanlığa bıraktığı soru: Yaşam mı yok oluş mu?

Ekim Devrimi'nin doğaya ve insanlığa bıraktığı soru

Özer AKDEMİR
Dünyada yeni bir Ekim Devrimi’nin tam zamanı! Dünya yeni bir Ekim Devrimi’ne muhtaç. Sosyalist bir sisteme mecbur. Yoksa çok geç olacak! Doğa insan türünü kendi yarattığı cehennemde yok edeceğinin sinyallerini çoktandır veriyor çünkü...
Temelsiz değil bu yazdıklarımız. Kara bir ütopya resmi çizmek değil elbette ki amaç. Hepsi bilimsel kanıtlar üzerine kurulu değerlendirmeler sonucu gelinen acı gerçek bu! Kapitalistler ne kadar inkar ederse etsin bilim sosyalizmden başka bir çıkar yol olmadığını ortaya koyuyor. 
Anlatmaya çalışalım; 
Dünyanın yeni bir küresel ısınma dönemine girdiği konusunda bilim insanlarının tamamına yakını hemfikir durumda. 
Bugün, sanayi çağının ardından atmosfere salınan CO2’nin, bu tarihten önceki seviyesine inmesi için on binlerce yıl gerektiği dile getiriliyor.
Bununla birlikte, metan gazının küresel ısınmaya etkisinin CO2’nin 21 katına ulaştığını, atmosfere bırakılan metanın yüzde 40-70’inin de insan kaynaklı olduğunu belirtelim. “Kıyamet senaryosu” da denilen olay şu: “Dünya tahmin demeyeceğimiz bir hızla ve miktarda ısınacak. Yaşamın büyük çoğunluğu yok olacak!”
Çevre Kirliliği
İKLİM RAPORLARI BİLE ‘KIYAMET’E İŞARET
Dünya İklim Raporuna göre 2012 yılının ilk on ayı 19. yüzyıldan bu yana kayıtlara geçen en sıcak aylar oldu. NASA kayıt altındaki 136 yılın verilerine dayanarak, 2016 yılının gelmiş geçmiş en sıcak yıl olduğunu açıkladı. Son 30 yılın 1400 yılın en sıcak dönemi olduğu dile getiriliyor. Bu gidişle Kuzey Kutbu’ndaki buz kütlelerinin 2050 yılına kadar eriyeceği tahmin ediliyor. Ama bakın bunu bile kâra çevirebiliyor kapitalizm! Çin ve Japonya gibi ülkelerin uluslararası taşımacılık şirketleri eriyen buzullar nedeniyle yeni oluşan deniz yollarını kullanmaya başladılar bile. İklim değişiminin kapitalist sistem ve sanayileşme ile birlikte artan sera gazı salınımından kaynaklandığı artık biliniyor. Bu sera gazı emisyonlarının hangi ülkelerce yapıldığını ortaya koymak bile dünyayı bir felakete sürükleyen ülke ve sistem hakkında bilgi veriyor;  “1850-2000 yılları arasında yaratılan toplam sera gazı emisyonlarının, yüzde 30’u ABD’nin, yüzde 27’si 25 AB ülkesinin, yüzde 8.2’si Rusya’nın, yüzde 7.2’si Çin ve binde 4’ü Türkiye’nin payını oluşturmaktadır”* 
(*) Çoban, Aykut. Prof. Dr. Doğa kent Hakkı için Siyasal Stratejiler. Ekoloji kolektifi
Küresel Isınma
EN ZENGİNLER ZEHRİ EN YOKSULLARA İTMENİN DERDİNDE
Dünya Bankası verilerine göre en yüksek gelir grubuna sahip ülkeler doğayı en çok kirletenler iken en düşük gelir grubundaki ülkeler ise çok daha az emisyon meydana getiriyor. Yine gelir grubu yüksek olan kişiler düşük olanlara göre kat kat fazla oranda sera gazı salınımına katkıda bulunuyor.
Kapitalist büyüme ve sermaye birikiminin iklimsel etkileri böyle iken buna karşı dünya çapındaki adaletsizliklerin en önemlilerinden birisi de burada kendisini gösteriyor. Dünyadaki iklim değişikliğinin oluşmasında en az sorumluluğu olanların iklim değişikliğinden en çok etkilenenler olması iklim adaletsizliğinin en önemli görüntüleri arasında. 
En düşük kişi başı emisyona sahip Afrika, iklim değişikliğinden kuşkusuz en çok etkilenen bölge. Buna karşın kuzeyin zengin ülkeleri ABD, Kanada, Rusya, AB ülkeleri yarattıkları canavardan en az etkilenenler arasında. 
Tabii gelir durumuna göre de iklim değişikliğinin etkileri farklılaşıyor. Yoksul ülkelerin ve halkların yaşadığı yerlerde iklim değişikliği yoksulluğu katmerleştirirken, ücretli emeğin kötüleşmesi, gıda ve su güvenliğinin yok olması, emekçi kesimlerin hayat pahalılığı arasında ezilmesi sonuçları da olumsuzluklar arasında. 
Kapitalizm
KIYAMETTEN KURTULUŞ
Dünyaya egemen olduğu günden bu yana doğayı ve insan emeğini iliğine kadar sömüren kapitalizm yeryüzünü “kıyametine” götürürken, bu durumu “akıl tutulması” olarak yorumlamak bir anlamda doğru ama yetersiz bir tanımlama. Evet tam bir akıl tutulması ya da bindiği dalı da kesme durumu var ama kapitalist akıl ancak olayın kârlılık yönünü düşünür. Doğa, canlı yaşamı, tarih, kültür, hatta o çok sevdikleri söylenen “vatan-millet-kitap” da  paranın gücü karşısında anlamsızlaşır bu sistemde. Sürekli üretme, tüketme ve kâr üzerine kurulu bu sisteme hizmet edenlerin dini imanı da para endeksli.
    ***
Ülkemizde olduğu gibi dünyanın ve onun üzerinde yaşayan canlıların geleceği “çok acil” alınması gereken kararlara, önlemlere bağlı artık.
“Dünya ekonomisi kararlı bir şekilde küçültülmezse, enerji altyapısı yenilenebilir kaynaklara dönüştürülmezse, tarım, fosil yakıtlar ve gübre kullanımının zararlarından arınacak şekilde yeniden yapılandırılmazsa, taşımacılık sistemleri toplu taşımacılığın esas alındığı bir şekilde örgütlenmezse…” 
Tüm bunları bu sistem içinde yapmak olanaklı mı peki? Kapitalist düzen içinde önerilen çözümlerle sorunu ‘halının altına süpürme’nin de zamanı geçti artık. 
    *** 
Kapitalizm insanı doğasından koparıyor. Kapitalizm doğayı yok ederek insanın kendine yabancılaşmasına, emeğin sömürüsüne, bireyci, bencil bir yaratık haline gelmesine neden oluyor. O yüzden, insan türünün devamı kadar yakın bir gelecekte insanın özünü bulması da kapitalizmin yok edilmesine, yerine doğayla barışık, insan onuruna yaraşır, her türlü sömürüyü reddeden sosyalizme geçmesi ile olanaklıdır ancak. O yüzden insanlık ve tüm canlı yaşamı için yeni  ekim devrimleri “sürdürülebilir yaşam mı yok oluş mu?” sorusu kadar net ve bir o kadar da elzem...
Dünya
KAPİTALİZMİN FITRATI ZENGİNİ DAHA DA ZENGİN YAPMAK
İklim değişikliğinden çocuklar ve kadınlar en çok etkilenen grup. Küresel ısınmaya bağlı çevre felaketlerinde çocuk ve kadınların ölme oranı erkeklere göre 14 kat daha fazla! Kirlenen havadan, sudan şirketler, kapitalistler sorumlu. Ama en çok etkilenen yine yoksul, emekçi halk. En az sorumlusu olduğu iklim değişikliği yüzünden ölen Afrikalı çocuklar, yoksul kadınlar ve maden ocaklarında, inşaatlarda, olumsuz çalışma koşullarında canından olan işçiler hep kapitalist sistemin kurbanları. Soma’da grizudan ölen arkadaşının başında ağıt yakan, Zonguldak’ta tıka basa dolu işçi servislerinin kazası sonrası canından olan çalışma arkadaşlarına bakarak “Neden hep biz ölüyoruz?”  diye soran işçiler yanıtı buralarda aramalı. “İyi de madenler çıkarılmasın, enerji üretmeyelim de ekonomi küçük mü kalsın? Enerji, elektrik, gıda istemiyor musunuz? CO2 emisyonlarının artışı ekonominin, sanayinin büyümesinin bir sonucu, ne yapalım! Ekonomi büyüsün ki halkın refah düzeyi de artsın” diyen kapitalistlerin bu tezlerine karşı Türkiye örneğine bakmak bile gerçeğin görülmesi için yeterli. “2005-2014 yıllarında milli gelirdeki yıllık ortalama büyüme yüzde 4.3’tür. Aynı dönemde kamu işçisinin ortalama reel ücretleri ise artmamış, tersine binde 2 azalmıştır....”* Kapitalist sistem zengini daha zengin yoksulu daha yoksul yapmakta. Çünkü düzeni, mantığı, “fıtratı” bu kapitalizmin.
(*)  Çoban, Aykut. Prof. Dr. Doğa kent Hakkı için Siyasal Stratejiler. Ekoloji kolektifi

SOSYALİZME GEÇİŞLE EKOLOJİK TOPLUMA GEÇİŞ AYNI ŞEY
“Sosyalizm, kapitalizmin yol açtığı ekolojik sorunların çözümü noktasında ne yapacak?” diye bir soru akla gelecektir mutlaka. Her türden sömürü çarkının kırılması, özel mülkiyetin ortadan kaldırılması, insanın doğa üzerindeki, insanın insan üzerindeki tahakkümüne son verilmesi ile başlayacak onarım. Yeni bir toplum, yeni bir insan yeni sistemin kâr değil toplumsal ihtiyaçlar üzerinden yeniden örgütlenmesi... Her alanda; enerji, eğitim, tarım, gıda, sağlık, ekonomi, kültür, ulaşım... Akla gelen her alanda toplumsal yarar, doğayla uyum içinde bir yaşam sosyalist sistemin önüne koyacağı programın temel taşlarından olacak. Sosyalizme geçişle aynı zamanda ekolojik topluma da geçiş olacak ve doğayla barışık, gereksinmelerini üretirken ona saygıyı esas alan ve sadece kendi ihtiyaçlarını değil, gelecek kuşağın ve bir bütün olarak yaşamın ihtiyaçlarını gözeten bir sistem kurulacak. 

10 Kasım 2017 Cuma

Ekoloji hareketleri Bergama'da buluşuyor














Türkiye'nin dört bir yanından ekoloji örgütleri, 11-12 Kasım'da sorunlar karşısında ortak mücadeleyi tartışmak için Bergama'da bir araya geliyor.

10 Kasım 2017

Özer AKDEMİR
Türkiye ekoloji hareketi çok önemli bir dönemeçte. Ekoloji mücadelesinin köşe taşlarından bir mücadeleye sahne olan Bergama, ülkenin belli başlı ekoloji örgütlerinin buluşmasına ev sahipliği yapacak. Yurdun dört bir yanından 11 çağrıcı örgütün düzenlediği 11-12 Kasım Ekoloji Örgütleri Bergama Buluşması iki gün sürecek ve en önemli gündem maddesi ise mücadelenin sorunları karşısında ortak mücadele ve ortak örgütlenme olacak.
Ekoloji hareketleri Bergama'da buluşuyor
EKOLOJİ HAREKETİNİN ACİL SORUNLARI
Buluşmanın çağrı metninde yaşamın her alanında Kapitalist sistem kaynaklı saldırıların çığ gibi büyüdüğü belirtilerek, siyasi iktidarın tam desteğini alan şirketlerin, doğa talanını, acımasızca yürüttüğü dile getirildi. Hukukun ayaklar altında olduğu, yaşamı savunucularının kazandığı her davanın, arkadan dolanılarak işlevsiz hale getirildiğine dikkat çekilen çağrı metninde, en küçük barışçıl eyleme acımasızca saldıran kolluk güçlerinin adeta sermayenin emrindeki milisler gibi davrandığı ifade edildi. Bu durum karşısında "ne yapmalı nasıl yapmalı?" sorusunun acil olarak Türkiye ekoloji hareketinin önünde durduğunun altını çizen çağrı metninde şu görüşlerde yer verildi: "Bu güne kadar, yurdun her köşesinde yürütülen mücadeleler gösterdi ki sadece yerel mücadeleler yeterli olamıyor. Sermayenin gücü karşısında küçük kazanımlar dışında yeterli bir direnç gösterilemiyor. Öyleyse, bir araya gelip, mücadelelerin kalıcı çözümler sağlayabilmesi için bundan sonra nasıl mücadele edilmesi gerektiğini, güçlerimizi nasıl birleştirebileceğimizi, bunun için neler yapabileceğimizi konuşup tartışmamızın zamanı geldi."

ORTAK ÖRGÜTLENME
Çağrı metninde "Ekoloji Örgütleri Bergama Buluşması'nda ortak dertlerden çok çözüm yollarını konuşmak, güçleri, mücadeleleri, birleştirmenin yol ve yöntemlerini tartışmak, Türkiye Ekoloji Hareketi'nin ortak örgütlenmesini, mücadele birliğini oluşturmak üzere, ön yargısız, 'o olursa ben olmam' zafiyetine düşmeden" bir araya gelme çağrısı yapıldı.
Bergama Kültür Merkezi'nde gerçekleştirilecek etkinliğin Cumartesi günü öğlene kadar olan kısmı kamuoyuna açık olacak. Buluşmanın sonraki bölümleri ise çağrıcı ve davetli ekoloji örgütlerinin katılımı ile yapılacak. 
ÇAĞRICI EKOLOJİ ÖRGÜTLERİ
1. Bartın Platformu
2. Bergama Çevre Platformu
3. Derelerin Kardeşliği Platformu (DEKAP)
4. Doğu Akdeniz Çevre Platformu 
5. DOSAB Termik Santraline Hayır Platformu
6. Ege Çevre ve Kültür Platformu (EGEÇEP)
7. Kuzey Ormanları Savunması (KOS)
8. Mezopotamya Ekoloji Hareketi (MEH)
9. Muğla Çevre Platformu
10. Munzur Koruma Kurulu (DEDEF)
11. Yeşil Artvin Derneği

EKOLOJİ ÖRGÜTLERİ BERGAMA BULUŞMASI  PROGRAMI
11 Kasım Cumartesi
09.30-10.00 Açılış konuşmaları (Belediye Başkanı ve toplantıyı örgütleyen örgütlerin temsilcisi)
10.00-10.45 Bergama’dan Cerattepe’ye ekoloji mücadeleleri (Görsellerle sunum) (EGEÇEP Dönem Sözcüsü Prof. Dr. Ali Osman Karababa )
10.45-11.00 Ara
11.00-12.00 Forum  (Bireysel katılıma açık olan bu kısımda, 'Buluşma'ya gelenler, güncel çevre sorunları, deneyimler ve çözüm önerilerine dair görüşlerini aktarılabilecek.)
12.00-13.00 Öğle yemeği
13.00-18.00 Ekoloji mücadelesi sorunlarımız (Programın bundan sonraki oturumları örgütsel düzeydeki katılımlarla gerçekleşecek)
Bu ana başlık altında aşağıdaki ara başlıkların tartışılması, örgüt temsilcilerinin bu konulardaki görüşlerini iletmeleri
13.00-14.00 Ekoloji mücadelesi ve siyasal sorunlar (Ülkedeki siyasal atmosferin ekoloji mücadelesindeki yansımaları ve buradan kaynaklanan sorunlar)
14.00-14.15 Ara
14.15-15.15 Ekoloji mücadelesi ve hukuksal sorunlar (Ülkede hukuksal süreçlerin geldiği durum, ekoloji mücadelesinin bu durum karşısındaki konumu)
15.15-15.30 Ara
15.30-16.30 Ekoloji mücadelesi ve toplumsal - örgütsel sorunlar (OHAL, yasaklar, demokrasinin açmazları, tıkanan mücadele araçları)
16.30-16.45 Ara
16.45-18.00 Ekoloji mücadelesinde finansal ve diğer sorunlar (Mücadelenin gereksinim duyduğu maddi kaynağın yaratılması süreçleri, sorunlar. Fon/proje gibi dış destek konusuna yaklaşımlar, görüşler....)
Akşam yemeği
Niyazi Koyuncu konseri
12 Kasım 2017 Pazar
09.00-09.45 Ekoloji mücadelesinde birlik ve ortak örgütlenme (Ankara Ünversitesi siyasal Bilgiler Fak. Kentleşme ve Çevre Sorunları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Aykut Çoban)
09.45-10.00 Ara
10.00-15.00 Ekoloji mücadelesinde yeni yöntemler; neyi nasıl yapalım?
(Bu ana başlık altında önceki günkü oturumlarda tartışılan ekoloji mücadelesinde ortaya koyulan sorunları nasıl, hangi yol ve yöntemlerle aşabileceğimize dair görüşlerin tartışılmasının yanı sıra asıl olarak çağrı metninde de yer alan ekoloji mücadelelerinin birliği ve ortak örgütlülüğü konusunda görüş - öneriler ortaya konacak. Üç oturum şeklinde planlanan bu ana başlık sonunda bir Sonuç Bildirgesinin hazırlanması ve bundan sonrası da burada konuşularak sonuç bildirgesine yansıtılacak)
10.00-11.00 1. Oturum
11.00-11.15 Ara
11.15-12.15 2. Oturum
12.15-13.00 Öğle yemeği
13.00-15.00 3. Oturum ve sonuç bildirgesi
15.00 Bergama gezisi






9 Kasım 2017 Perşembe

Mordoğan RES'lerinin imar planları iptal edildi

  09 Kasım 2017 12:31
    
Karaburun Mordoğan'daki RES projelerinde ormanlık alandan geçmek için 6 metre yol izni alıp 20-30 metre yol açmışlar!
Özer AKDEMİR
İzmir
İzmir'e bağlı Karaburun Mordoğan'da yapımı süren RES projelerinin imar planları istinaf mahkemesince iptal edildi. Çevre ve Ekoloji Hareketi Avukatları (ÇEHAV) tarafından açılan Mordoğan Egenda RES projesinin imar planlarının iptali davası yerel mahkemede reddedilmiş, dosya istinaf mahkemesine götürülmüştü. ÇEHAV adına Cem Altıparmak mahkeme kararı sonrası projenin faaliyetini durdurmasının yanı sıra ormanlık alanlardan yol genişletme için çalınan bölgelerin de ağaçlandırılması gerektiğini ifade etti..
Mordoğan RES'lerinin imar planları iptal edildi
ORMAN AĞI PROJENİN ATARDAMARI
RES projelerinin iptaline giden süreci özetleyen Altıparmak, şirketin proje için izinler alınırken Orman ve Su İşleri Bakanlığı'na "Orman içi türbin ulaşım yollarının genişliği maksimum 6 metre olacaktır" şeklinde taahhütte bulunarak Bakanlık izni aldığını belirtti. Ancak iş imar planı hazırlamaya gelince, taahhüde aykırı olarak yolun genişletildiğini, 10 metre-12 metre olarak plana işlenirken, bazı yerlerde fiili olarak 20-30 metrelere varan genişlikte açıldığını dile getiren Altıparmak, “Biz bu durumun hukuka aykırı olduğunu öne sürerek imar planının iptali istedik ancak yerel mahkeme davamızı reddetti. Bunun üzerine davayı istinafa taşıdık. Projenin konumlandığı alanın ormanlık saha olduğunu, türbin ulaşım ağının projenin atardamarları olduğunu, ormanlık sahalarda da doğaya yönelik en büyük tahribatın bu ulaşım ağının açılması esnasında verildiğini, Bakanlığa 6 metre yol genişliği taahhüt edip, gerçekte 2-3 katı genişlikte yol açmanın, ormanlık sahaya verilen zararın katlanmasına yol açtığını söyledik. Oysa ormanlık sahalarda  açılacak orman içi yolların genişliğinin yasalara göre 6 metreyi geçemeyeceği hükmü var. Bakanlığın da bu yüzden açılacak yolların 6 metreyi geçmemesi şartını aradığını belirttik" dedi.

YENİ İMAR PLANI YAPILMAK ZORUNDA
RES haritası
İstinaf mahkemesinin bu gerekçeleri kabul edilebilir bularak projenin imar planlarını iptal ettiğini kaydeden Altıparmak bundan sonra yapılması gereken işlemlerle ilgili şu bilgileri verdi: “Şimdi davalı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, yol genişliklerinin 6 metre ile sınırlandırıldığı yeni imar planları yapmak zorunda. Bu yapılana kadar da o projenin faaliyetine devam etmesi hukuken mümkün değil. Aksi halde Bakanlık ve firma görevlileri suç işlemiş olurlar.”

İŞGAL EDİLEN ORMAN AĞAÇLANDIRILMALI

Mahkeme kararının sadece yeni imar yapılması sonucunu doğurmayacağına dikkat çeken Altıparmak, usulsüz olarak 6 metrenin üzerinde açılan tüm yolların 6 metreye çekilmesi ve haksız işgal edilen ormanlık sahaların ise yeniden ağaçlandırılarak kamuya terk edilmesi gerektiğini söyledi. Bu iki hususun da yakın takipçisi olacaklarını ifade eden Altıparmak, "Yenilenebilir enerji dendiğinde, önlerinde akan suların durmasını isteyenlerin ve kendilerine her yolun mubah olduğunu düşünüp, bu ve benzeri çevre davalarında haklı ve hukuki itirazlarını yükseltenleri vatan hainliği ile suçlayan zihniyetin gideceği yol çıkmaz sokaktır. O yüzden, karar alıcılara, özellikle yenilenebilir enerji projelerinde, doğa haklarına saygılı, yöre halkının katılımının, söz ve karar hakkının ön planda olduğu bir planlama sürecinin işletilmesi çağrımızı yeniliyoruz” dedi.

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...