08 Nisan 2018 03:43
Özer Akdemir Çukuralan’da yapılan keşfi yazdı: Kazanırsak
kaybedeceğimiz bir savaşın içindeydik. Çukuralan’a kendi mezar çukurumuzu
kazıyorduk!
Özer AKDEMİR
İri bir yaban domuzu sırtını kaşımak için kızılçama
sürtündüğünde, çamın en üst dalına tüneyip etrafı seyreden sincap bir anda
dengesini kaybetti. Düşerken, iri kozalaklardan birisine tutunmasa yirmi beş
metreden aşağıya çakılması işten bile değildi. Heyecan ve korkudan hızla çarpan
kalbini sakinleştirmek için sıkı sıkı tutunduğu dalda bir süre hiç kıpırdamadan
bekledi. Sonra yine çamın yukarılarına doğru tırmandı. Ormanın kuytuluğunu
delip göğe yükselen kızılçamın en hafif rüzgarda bile sallanan ucuna vardığında
bütün orman ve ötesindeki tepeler ayağının altında kalıyordu. Az daha ölümüne
neden olacak görüntüyü şaşkın şaşkın izlemeye daldı yeniden.
***
Yuvası, bu ormanın gün batısındaki başka bir ormanda, birkaç
tepe ötedeydi sincabın. Onu, bu uzun boylu kızılçamın ucuna kadar getiren merak
duygusu aylarca önce başlamıştı. Güneş ışığının cömertçe yaprakların arasından
sızdığı, içinde bıyıklı balıkların oynaştığı, soğuk lezzetli suları olan
derelerin aktığı bir ormanda yaşıyordu. Birçok yaban hayvanının da evi olan bu
orman onun doğup büyüdüğü yerdi. Üç yüz yıllık bir dişbudak ağacının
gövdesindeki kovuğuna kendi yuvasını kurdu ve zaman içinde aynı ormanı
paylaştıkları bütün hayvanların huyunu suyunu öğrendi.
Gürültücü domuzlar sürüler halinde geziyorlar, toprağı
eşeleyip önlerine ne gelirse yiyorlardı. Yavru domuzların vik viklemesi çok
hoşuna giderdi sincabın ancak onları bulunduğu dalın üzerinden seyretmek
dışında yanlarına yaklaşmaya asla cesaret edemedi. Dişbudağın köklerini
uzattığı küçük dereye su içmeye indiğinde karşılaştığı kurbağalardan bile
sakınırdı sincap. Onların vıraklamalarını dikkatle dinlerdi bu zamanlarda. Eğer
seslerini kesmişlerse bilirdi ki çok yakınlarında bir tehlike, belki
soğuk gözleri, kırmızı dili ile yaklaşan bir su yılanı etrafta dolaşıyordu.
Kurtlar ve tilkilerin yolu çok düşmezdi bu derenin başına.
Ancak kışın, dağın daha yukarısından, aç kaldıklarında inerlerdi. İşte o zaman
yaban keçilerinin, kuşların, farelerin ve sincapların can telaşı başlardı.
Gözünüzü dört açmazsanız bir anda bir kurdun yemeği oluverirdiniz. Aynı yaşam
kavgası aslında kurtlar içinde geçerliydi. Hiç kuşkusuz ormanın kralı, iri
cüsseli boz ayılardı. Kayalık tepedeki ininde kış uykusuna yatmadan önce
karnını doyurmak için dolanan ayıdan daha tehlikeli bir hayvan şu ana kadar bu
ormanda görülmemişti. Kurdu, domuzu, yaban keçisi ayıyı gördüklerinde kaçacak
delik ararlardı ama bazen bu onların dünyaya son bakışları olurdu. Ummadıkları
bir anda demir pençelerin arasında son nefeslerini verirlerdi.
Ormanı renkten renge bürüyerek birbirini takip eden
mevsimler boyunca dişbudak ağacındaki kovuğunda yaşadı sincap. Yılda iki kez bu
sessiz sakin yaşantısı, karşı cinsten göz alıcı kuyruklu bir başka sincapla
karşılaştığında bir süreliğine de olsa bozulurdu. Bu anlarda içgüdülerinin
zorladığı başka bir dünyaya, bambaşka bir düşler alemine dalardı, her ikisi de.
Sonra yine ayrılırlar ve herkes kendi yuvasına, sessiz sakin orman yaşantısına
dönerdi.
***
Bir gün, ormanın uzak bir yerinden gelmeye başlayan
seslerden sonra her şey değişti. Sabahın çok erken bir saatiydi. Güneş,
çiğ düşmüş yapraklara yeni yeni vurmaya başladığında, derenin yanı başındaki
Unutmabeni çiçeğinden su içen bir yaban arısı birden dereye düşüverdi. Aynı
anda sakız ağacında uyuklayan Yılan Kartalı da sarsılan ağaçtan korku içinde
kanat açıp dağın sivri kayasına doğru uçup gitti. Ormanın sessizliği birden
bire bozulmuştu. Tüm yaban hayvanları, kuşlar, arılar, böcekler anlam
veremedikleri bu gürültü karşısında şaşkınlıkla sağa sola kaçıştılar.
Kızılçamın kozalakları çan çiçeklerine, papatyaların üzerine düştü. Bu sırada
sıcak yuvasında uyuklayan sincap da yerinden fırlamıştı.
O gümbürtünün ardından ses saatlerce boğuk boğuk devam etti.
Çok yakınlarda değildi belki ama dere kenarında yaşayan hayvanlar sesin
kendilerine her geçen gün yaklaştığını anladılar. Zamanla sese alıştı bazıları,
bazıları çekip gitti korkusundan. Sincap çok korksa da yuvasında kaldı. Hem
korkuyor hem de bu sesin ne olduğunu öğrenme merakına bir türlü engel
olamıyordu. Bir ağaç kakanın ağacı oymasına benziyordu ses ama hiç
bitmeyecekmişçesine uzuyordu gaga vuruşları. Bazen, koca bir ağacın devrilip
yıkılması gibi bir gümbürtü geliyordu uzaklardan. Böyle zamanlarda tüm orman
titriyor, kökünden sarsılıyordu.
Ve bir gün, daldan dala zıplayarak sese doğru gitti sincap.
Merakı korkusunu yenmişti. Düşme tehlikesi geçirdiği kızılçamın ucundan şimdi
sesin kaynağını görüyordu. Tepenin aşağısında, ormanlarla kaplı vadinin tam
ortasında dev gibi bir çukur, çukurun içinde gürültü ile gidip gelen tekerlekli
araçlar vardı. Orman, tek bir ağaç kalmayıncaya kadar kesilmiş, sıyrılmış,
toprak kazılmış ve daha da kazılıyordu.
***
Kızılçamın ucunda madeni gözleyen sincaptan habersiz,
tepenin altındaki toprak yolda ilerleyen grubun içinde ben de vardım. “İzmir
Adliyesi keşif aracı” yazan minibüsü dolduran yaklaşık yirmi kişi ile Çukuralan
Altın Madeni’nin genişlemeyi planladığı ormana doğru gidiyorduk. Madenin açık
ocağına yüz metre kadar yukarıdan bakmıştık az önce. Vızır vızır çalışan iş
makinelerinin, kamyonların gürültüsünden ve tarumar edilen doğanın bu acıklı
görüntüsünden bir an evvel uzaklaşma isteğine sadece benim kapılmadığım
ortadaydı. Bilirkişilerin ormanın içine gidip inceleme yapmak istemeleri
üzerine, yirmi beş kişilik ekibin büyük bir çoğunluğu da onlarla gitmeyi tercih
etti.
Madenin yanı başına yığılan yapay pasa tepesindeki derin
yarıklar, çok kısa bir zaman önce meydana gelen heyelanın izleriydi. Güya
“rehabilite” edilmiş olan tepenin bu halinin, doğanın binlerce yıllık ormana
yapılan vahşete karşı tepkisi olduğunu biliyorduk. Daha kötüsünün de geleceğini
görüyorduk. Kazanırsak kaybedeceğimiz bir savaşın içindeydik. Ve aslında
Çukuralan’a kendi mezar çukurumuzu kazıyorduk!..
Fotoğraflar: Özer Akdemir / EVRENSEL
Son Düzenlenme Tarihi: 07 Nisan 2018 10:47
https://www.evrensel.net/haber/349612/cukur-2
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder