05 Ağustos 2018 04:10

Rahmanlar Deresi’nin geniş yatağının içini ılgınlar bürümüş.
Tire’ye gelmeden hemen önce, ovanın ortasına doğru, ufalmış, büzülmüş, küçücük
bir avuç su olmuş akıyor. Oysa bu ova, bu her yerinden bereket fışkıran
kırmızı, sarı, mor, yeşil topraklar bin yıllardır Rahmanlar Deresi’nin suyu ile
sulanırdı.
Ova uçsuz bucaksız. Mısırlar insan boyunu geçmişler. Kız
saçı gibi sarı püsküllerini dökmüşler yeşil giysilerinin üzerine.
Irgatlar sarı sıcağın altında kırmızı, pembe domatesleri,
ayva tüylü sulu şeftalileri topla topla bitiremiyorlar.
Biberler eylim eylim, parmak parmak uzamış gitmişler.
Görenin ağzını sulandıracak kadar taze, parlak yeşil. Kimisinin rengi sarıya
çalmış, kimisi kırmızıya dönmüş.

Efil efil bir yel esiyor. Yüz yaşındaki bir pelitin gölgesi
bir adım ötedeki sarı sıcakla inatlaşıyor. Gölge diyor “Burada benim hükmüm
geçer, yakıp kavuramazsın burasını”. Güneş gülüyor bildik bildik; “Sen dur
hele, dur! Her gece beni koynunda uyutan denize doğru biraz daha eğileyim. Gölgenin
hükmü kalır mı bakalım o zaman, koca Tire Ovası’nda. Dur hele sen, dur!”.
Yol, teveklerin altında sarısı, yeşili birbirine karışmış
sere serpe yatan kavunların, her kökte 10-20 domatesin sarktığı domates
tarlalarının ortasından akıp gidiyor. Tire’de Çeşteman Kavağı’nın altından
geçiyor sonra. Aslında bir doğu çınarı bu ama Tireliler Çeştaman Kavağı
diyorlar. Kır bekçisi demek çeşteman. Bir zamanlar kır bekçilerin altında
toplanıp dağıldığı bu çınar 800 yaşından daha da büyük. Rodos seferine çıkan
Kanuni otağını bu çınarın altına kurmuş. Koyu gölgesinde Yıldırım Beyazıt,
İbn-i Batuta, Fransız Yazar Le Martin dinlenmiş.
İlginç bir öyküsü de var çınarın; 1930’larda belediye ağacı
bir tüccara kereste fiyatına satmış. Tire’nin doğasever genç Nüfus Memuru Faik
Tokluoğlu kendini ağaca zincirleyerek kurtarabilmiş çınarın kesilmesini.
Sonrasında iş mahkemeye gitmiş. Ağacın yaşını, tarihini öğrenen hakim “Tarihi
gören bu ağacı kesmek yasaktır. Bu ağaç anıt ağaçtır” kararı vermiş. Bu kararın
ardından ilçedeki birçok ağaca “Anıt ağaçtır kesilemez” levhası asılmış. İşte
bugün Tire’de üzerinde envanter numaraları olan birçok anıt ağaç olmasının
nedeni de bu.
***
Tire’den çıktıktan sonra ovayı geride bırakıp dar bir vadi
içine sarıyor yol. Yemyeşil, küçük küçük tarlalar, incecik akan derelerin
etrafında söğütler, top selviler, çınarlar. Yol, tepelerin arasından kıvrıla
kıvrıla ilerliyor. 40-50 yıl öncesine kadar meşe ormanları, delice
zeytinlikleri, menengiçler, kestane ağaçları ile bezeli olan bu tepelerdeki
ağaçlar sökülmüş zaman içerisinde. Şimdi incir, zeytin bahçeleri ile dolmuş
bütün yamaçlar. En ulaşılmaz gibi görünen yerlere bile dikmişler zeytinleri,
incirleri.

Ortasından nazlı derelerin aktığı bu vadilerde kurulu 7-8
köyde yaşayan 7 bin 500 kişinin en önemli geçim kapısı incirler. 20 bin dekar
arazide her yıl ortalama 8-10 bin ton incir üretiyorlar. Bu ballı incirlerin
neredeyse tamamını da yurt dışına satıyorlar.
Başköy bu köylerden birisi. İncir bahçeleri içinde kaybolmuş
adeta. Bir gün, köyün yanındaki hazine arazisine jeotermal enerji santrali
kurulacağı haberi gelmiş köye. O günden bu yana hop oturup hop kalkmış
köylüler. Nasıl endişelenmesinler ki?
Dağın öte yanı Aydın toprakları. Komşuları, hısımları,
akrabaları olan Aydınlıların, Germenciklilerin yıllardır JES’lerin elinden
neler çektiklerini çok iyi biliyorlar. Aydın illerinde sarı lop incirler
dallarında kururken, hastalıktan çürürken, dağın bu yanında sağlık fışkırıyor,
bal damlıyor her bir incirden.
“JES’lerden değilse ne?” diyor kö-yün halkı. “Yüzyıllardır
aynı incirleri üretiriz, aynı zamanda hasat eder, satarız. Sarı lop incir dağın
bir bu yanında bir öteki tarafında yetişir. Şimdi Aydınlılar kan ağlıyor.
İncir’in ana vatanı Germencik’in girişindeki tabelaya “ Jeotermal enerji kenti”
yazmışlar. İncir bahçeleri hastalıklı, zeytinlikler kuruyor. Aynısı bizim
burada da olacak JES kurulursa”.
Sadece köylüler değil yıllardır ziraatçılar da söylüyor
bunu, bilim insanları da.
Bir sabah kadını erkeği, çocuğu, yaşlı, genciyle köy
meydanını doldurdu Başköylüler. Dar sokak aralarından, cevizlerin, asmaların,
çınarların gölgelediği avluların içinden, yemiş bahçelerinden akın akın köy
meydanına toplandılar. Yediden yetmişe “İncirimizin yok edilmesine izin
vermeyeceğiz” dediler. Ne zorluklarla incir bahçelerini meydana
getirdiklerini anlattılar. Yol yok, su yok, sırtlarında taşıdıkları testilerle,
güğümlerle fidanları suladıklarını, bir çocuk büyütür gibi büyüttüklerini…
Kadınlar, “Siz, 20 yaşına getirdiğiniz evladınıza zarar
gelmesine izin verir misiniz?” dediler. İncir onlar için bir ağaç, meyve
olmaktan çıkmış, ailenin bir üyesi, çocukları haline gelmiş adeta.
Ertesi gün, JES kurulacak yerde ölçüm yapmak isteyen üç
kişinin başına toplandı köylüler. Bir anda bin köylü oldu, öfkeli, kararlı. Mal
müdürü gelip bu kişilerin kendi çalışanları olduğunu, şirketle bir ilişkilerini
bulunmadığını anlatana kadar da saatlerce salıvermediler.

Bir zamanlar Anadolu kaplanının yaşadığı son yerlerden bu
vadi. Tire’nin yanı başındaki köyün adı bu yüzden Kaplan köy. Bugün, susuz
yatağında ılgınların büyüdüğü Rahmanlar Deresi’nden su içmiş alaca bir kaplan.
Yavrusundan birini bu derenin coşkun sularında yitirmiş, diğerini avcıların namlusunu
ucunda. Öfkesinden, üzüntüsünden ölmüş derler son Anadolu kaplanı için. Kimi de
der ki Latmos’a, hatta başı karlı Munzur’a doğru almış başını gitmiş, imi timi
belirsiz olmuş.
Tire’den İncirliova’ya kadar olan vadinin içindeki tüm
köyler birer Anadolu Kaplanı gibiler bugünlerde. Tetikte, yaşam alanına
yaklaşanı parçalayacak kararlılıktalar. Avcıların acımasız ellerinde yok olup
gitmemek için direnmekten başka çareleri olmadığını Anadolu kaplanının acıklı
sonundan biliyorlar.
www.evrensel.net
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder