03 Mart 2019 04:20
Özer AKDEMİR
İçinde on kadar yolcu olan tekne Van Gölü’nün turkuaza çalan
suları üzerinde yol almaya başladığında yolculardan birisi dümenin başındaki
kaptanın yanına gitti. Serince bir sonbahar sabahıydı. Tekne gürültücü
motorunun yardımıyla Akdamar Adası’na doğru gölün üzerinden kayıyordu. Yolcu
kaptana Van Gölü canavarını görüp görmediğini sordu.
Kim bilir yüzlerce kez kendisine bu sorular sorulmuş olan
kaptan, gözlerinin içine baktı yolcunun. Acaba işin dalgasında mıydı, yoksa
gölde bir canavar olduğuna gerçekten inanan biri miydi?
İşin dalgasında olanları hemen gözlerinden anlardı kaptan.
Bıyık altından gülerler, “He gördüm” yanıtıyla sırıtışları daha bir
belirginleşirdi. “Anlatsana nasıl gördün?” sorusunun ardından “Ne dersen de,
inanmam” bakışlarıyla bakarlardı insanın yüzüne.
Böylelerine ifrit olurdu kaptan ama işte “Müşteri hep
haklı”ydı sonuçta. Hır gür çıkarmadan, sonraki müşterileri de hesaba katarak
“Ben görmedim ama gören arkadaşlar varmış” deyip geçiştirirdi.
“Arkadaşlarınız nasıl görmüş?” türünden ısrarlı sorular
gelince rahatsız olduğunu hafifçe karşısındakine hissettirirdi. Yolcunun
muzipçe parlayan gözlerine bakarak aynı muziplikte “Camışa benziyormuş” derdi.
Karşısındaki gerçekten bir camış değilse anlardı ne demek istendiğini!
Bir de gerçekten canavara inananlar grubu vardı. Onlar da
“Yok görmedim” sözlerinden hoşlanmazlardı. İllaki vardı canavar gölde!
Onca kişi görmüştü. Akdamar’ın karşısındaki Gevaş’ın
Belediye Başkanı “Dört kez gördüm hem de” diye yemin billah etmişti. “Sırtı
tırtıklı, on bir metre boyunda büyük bir yılan bu canavar. İnci kefallerinin
ardından gelir bazen kıyıya çok yaklaştığında görülür. Sessiz, utangaç,
insanlardan hep uzak duran, zararsız bir hayvan” diye anlatmıştı canavarı. Amerikalılar
da yakında belgesel çekmek için gelecekler, koca gölün dibini karış karış
görüntüleyip canavarı bulacaklardı.
“Turizm için uyduruluyor” sözlerine ise gülüp geçmişti
başkan. “Bizim turizm için canavara ihtiyacımız yok ki. Akdamar Adamız, diğer
tarihi kalıntılarımız, inci kefalimiz zaten yeter turisti buralara çekmeye”
derdi. Başkan haklıydı da...
Kaptan, canavara inananlara bir iki küçük tadımlık canavar
hikayesi anlatırdı.
“Musa adlı balıkçılık yapan bir arkadaşımızın teknesine
saldırmıştı geçtiğimiz yıllarda. Akdamar iskelesinden ayrıldıktan hemen sonra
seyir halindeki tekneye yandan vurup yatırmış. Başını teknenin önüne koyunca
korkudan dümeni bırakıp ‘Canavar var’ diye bağırmış arkadaş. Dediğine göre
canavarın burun deliklerine bir insan gövdesi sığabilirmiş”.
Kaptan anlattıkça yolcunun göz bebekleri büyür, soluk alıp
vermesi hızlanır, sesi korkudan ve bu korkunun verdiği hazdan titrerdi. Kaptan,
karşısındakinin hikayeden etkilenme durumuna göre kendisinin de içinde olduğu
başka bir öyküye geçerdi. “Ben pek anlatmam bunu, inanmayanlar olunca
sinirleniyorum ama size anlatacağım” der, amcasının oğlu Osman’la gölde
giderken teknesini gölün ortasında 5-6 dakika tutup kıpırdamasına olanak
vermeyen, sonra ardında kalın köpükler bırakarak siyah testere sırtını bir an için
yukarı çıkarıp hızla uzaklaşan canavarla karşılaştığı anları, sanki biraz önce
yaşamış gibi bir heyecanla anlatırdı.
Canavar öyküleri arasında, teknesindeki yolcuların gölün
rengi sürekli değişen büyülü sularında bir karartı aramalarına, sırtı tırtıklı,
başı boynuzlu dev gibi bir yılan gövdesinin tekneyi bir anda dolaması ihtimali
karşısındaki korkularına, uzağından geçtikleri küçük kayalığı işaret ederek
“canavar, canavar!” diye çığlık çığlığa bağırmalarına alışmıştı kaptan.
Bunlardan artık sonsuz bir keyif alıyordu.
Kırk yıldır bu büyülü gölde, kırmızı kuşaklı teknesinde
balık tutuyordu kaptan. Akdamar Adası’na yolcu taşıyordu. Adadaki Ermeni
kilisesinin taş oymalarında gizlenen kederli öyküleri, suların arasından her an
boynuzlu kafasını uzatıp kırmızı gözlerinden ateş saçacak canavar efsaneleri
ile harmanlayıp, sabırla anlatıyordu yolcularına.
Yakamozlanan sulardaki ay ışığıydı günleri, geceleri.
Durgunca, yorgunca akıyordu zaman. ‘Yaşamak ağrısı’ dediği içindeki fırtınalar
ömrünün sarp kayalıklarını aşındırsa da şikayet etmezdi hiç kimseye. Gözünü
açmış gölü görmüş, daha ötesini düşlememişti bile. Göl bütün dünyasıydı onun.
O, kırmızı kuşaklı teknesinin, sodalı sularda neşeyle dolaşan inci kefallerin,
nazlı mı nazlı, bazen öfkeli bazen utangaç göl canavarının ve bu büyülü gölün
kaptanıydı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder