29 Şubat 2020 Cumartesi

TTB’den Muhabirimiz Özer Akdemir’e haber araştırma ödülü


29 Şubat 2020 14:05

Eskişehir-Bilecik Tabip Odası 14. Basın Sağlık Ödülleri sahiplerini buldu. Muhabirimiz Özer Akdemir, Gazete Haberi-Araştırma Ödülüne layık görüldü.
 Özer Akdemir Evrensel'in 25. yıl etkinliğinde konuşma yaparken
Fotoğraf: Evrensel
Eskişehir-Bilecik Tabip Odası 14. Basın Sağlık Ödülleri sahiplerini buldu.Jüriden yapılan açıklamada Gazete Haberi-Araştırma Ödülü’ne gazetemiz İzmir Temsilcisi Özer Akdemir, “Önemli bir meslek hastalığı olan silikozis ile ilgili olarak yaptığı araştırma ve söyleşileri serimakaleler ile köşesinde yayınlayarak kamuoyunda duyarlılık oluşturması nedeniyle” layık görüldü.
Resim
İnternet Gazeteciliği Ödülü, “Yaklaşmakta olan iklim felaketine karşı kamuoyunu ısrarlı bilgilendirme çabaları nedeniyle” Yeşil Gazete’ye, Jüri Özel Ödülü ise Bianet’ten Yrd. Doç. Dr. Bülent Şık’a “Halk sağlığını korumak kaygısı ile gıda güvenliği, çevre sağlığı ve kanserojenlere karşıtoplumu uyaran yazıları nedeniyle” verildi. Yerel Basın Sağlık ödüllerinde günlük haber ödülü dalında gazeteci Ali Naki Erdoğan ile TV programcılığı dalında Meltem Karakaş’a verildi. (İstanbul/EVRENSEL)

26 Şubat 2020 Çarşamba

"İzmir'in Çernobili"ne 5 milyon lira ceza kesinleşti


26 Şubat 2020 15:38

Gaziemir'de eski kurşun fabrikasının bahçesine gömülü olduğu tespit edilen nükleer atıklarla ilgili fabrika sahiplerine verilen 5 milyon liranın üzerindeki para cezaları AYM tarafından da onaylandı.

 İzmir'in Çernobili denilen bölge
Fotoğraf: Evrensel
Özer AKDEMİR
İzmir
İzmir Gaziemir’deki eski kurşun fabrikasının bahçesine gömülü olduğu tespit edilen nükleer atıklarla ilgili fabrika sahiplerine verilen 5 milyon liranın üzerindeki para cezaları Anayasa Mahkemesi (AYM) tarafından da onaylandı. Para cezasına "Mülkiyet hakkının ihlali" gerekçesi ile itiraz eden fabrika sahiplerinin başvurusunu reddeden AYM, çevrenin korunması ve sağlıklı çevrede yaşama hakkına vurgu yaparak, verilen para cezasının “orantısız” olmadığına ve fabrika sahiplerinin mülkiyet haklarına aykırılık taşımadığına karar verdi.
"İZMİR’İN ÇERNOBİLİ"
1940’lı yıllarda İzmir Gaziemir’de faaliyete başlayan Aslan Avcı kurşun fabrikası sahasına radyoaktif atıkların gömülü olduğu 2007 yılında ortaya çıkmıştı. Yaklaşık 70 dönümlük bir alanda Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) tarafından yapılan ölçümlerde fabrika bahçesindeki alana gömülü olarak 200 tona yakın radyoaktif atık tespit edilmişti. Bölge bu olayın ardından “İzmir’in Çernobil’i olarak adlandırılmaya başlandı. Alanda tespit edilen radyoaktif maddenin Türkiye’de bulunmayan, sadece nükleer santrallerdeki nükleer çubuklardan bulaşan europium 152 olduğu belirlenmişti. Emrez ve Aktepe Mahallelerinde on binlerce insanın yaşadığı bir bölgede tespit edilen atıklar 13 yıl geçmiş olmasına rağmen hâlâ kaldırılmadı.
TÜRKİYE’NİN EN YÜKSEK ÇEVRE CEZASI
2010 yılında şirketin başka bir yere taşınması ile terk edilen fabrika bahçesindeki atıklar, fabrikanın eski ortaklarından birisinin ihbarı sonrası ortaya çıkmıştı. Atıkların tehlikeli atık olduğunun tespit edilmesinin ardından İzmir Valiliği tarafından şirkete 321 bin lira para cezası kesilirken, ayrıca şirketle ilgili “Çevreyi kasten kirletme” suçlaması ile ilgili suç duyurusunda da bulunulmuştu. Şirketin idari para cezasına itirazı İzmir 2. İdare Mahkemesi tarafından 2009 yılında reddedilmiş, mahkeme kararın gerekçesinde fabrika bahçesinde gömülü olan atıkların tehlikeli atık olduğuna vurgu yapılmıştı. Bu süreç içerisinde bölgede yapılan inceleme ve denetimlerde, şirkete atıkların kaldırılması ile ilgili tanınan sürede atıkların bertaraf edilmediği görülürken, atıklar nedeniyle çevredeki su kuyularında yüksek oranda ağır metallerin olduğu tespit edildi. Şirkete bu kez de idari para cezasının üst sınırından Türkiye’de verilen en yüksek çevre cezası olan 5 milyon 79 bin 900  lira yeni para cezası verildi. Şirketin itirazları ile devam eden hukuki süreç sonunda temyiz talepleri de reddedilerek karar kesinleşti. Mahkemenin kararı temyizden de geçerek kesinleşince şirket sahipleri bu sefer AYM’ye başvuru yaparak verilen para cezası ile mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürdüler.
AYM: CEZALARIN AMACI KAMU YARARI VE ÇEVRENİN KORUNMASI
Verilen para cezalarını AYM’ye taşıyan şirket itiraz gerekçesi olarak tehlikeli atıkların bertaraf edilmesinin hukuken ve fiilen imkansız olduğunu, cezai sorumluluk doğmadığı halde ölçüsüz bir ceza verildiğini ileri sürerek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştü. Şirketin başvurusunu değerlendiren mahkeme kararında şu konuların altını çizdi;
“Tehlikeli atıkların bertaraf edilmesi, çevrenin korunması ve sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı açısından büyük önem arz etmektedir. Başvurucu şirkete verilen cezaya dayanak incelemede fabrika sahasından alınan numunelerin analiz edilmesi sonucu atıkların çevreyi kirlettiğinin sabit olduğu görülmüştür. İdari para cezası verilmesi suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kamu yararı ve çevrenin korunması amacına yönelik olduğu değerlendirilmiştir”.
MÜLKİYET HAKKI İHLAL EDİLMEDİ
Tehlikeli atıkların bertaraf edilmesine ilişkin fiili bir kısıtlama olmadığı ve mülkiyet hakkına müdahaleye karşı fabrika sahiplerinin etkin bir biçimde itiraz edebilme olanağı bulduğuna dikkat çeken AYM, şirketin iddialarının aksine idari para cezasının uygulandığı tarihlerde 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun yürürlükte olduğunu dile getirdi. AYM, “İdari para cezası dışında başvurucuya herhangi bir adli veya idari yaptırım uygulanmamış, müsadere veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi ya da şirketin faaliyetlerinin engellenmesi gibi bir tedbir yoluna da gidilmemiştir. Ayrıca idari para cezası verilmesine yol açan fiilin başvurucunun kusurundan kaynaklandığı, kamu makamlarının özensiz bir tutum veya davranışının ise söz konusu olmadığı gözetilmiştir. Başvurucunun mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasında olması gereken adil dengenin bozulmadığı ve müdahalenin ölçülü olduğu sonucuna varılmıştır” dedi. AYM bu gerekçelerle mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine karar verdi.
CEZA DAVALARI BERAATLE SONUÇLANMIŞTI
Şirket sahipleri ile ilgili çevreyi kasten kirletme iddiası ile açılan davada verilen 4 yıl 2 ay hapis cezası ise ilerleyen süreçlerde fabrikaya geçici depolama ruhsatının verilldiği 2004 yılından sonrası için fabrika bahçesine tehlikeli atık gömülmesine iştirak ile ilgili yeterli kanıt bulunmadığı gerekçesi ile beraatle sonuçlandı.
"NÜKLEER KİRLİLİK GİZLENMEYE ÇALIŞILIYOR"
EGEÇEP avukatı olarak dava açan Arif Ali Cangı, karardan anlaşıldığına göre şirketin 321 bin liralık cezayı ödediğini, daha sonraki 5 milyon liralık cezaya itiraz ettiğini ve bu itirazın reddedildiğini belirtti. AYM'nin kararında para cezasının radyoaktivite mevzuatına dayalı olarak verilmediğinin belirtildiğini aktaran Cangı, şunları söyledi:
İzmir'in Çernobili denilen bölge
"Çevre Bakanlığı bilinçli olarak tehlikeli atıklarla ilgili para cezası kesmiş şirkete. Oysa o günlerde radyoaktivite bulaşıklı atıklardan dolayı kesildiğine yönelik açıklama yapılmıştı, kamuoyunun tepkisini dindirmek için. Radyoaktivitene dolayı para cezası kesmemişler çünkü ondan dolayı kesmiş olsalar TAEK ve diğer devlet kurumlarının sorumluluğu doğacak. Yani Radyoaktivitenin kaynağının nereden olduğunu araştırmak zorunda kalacaklar. Burada sanki radyoaktivite bulaşığı yokmuş gibi bir para cezasının kesildiğini görüyoruz mahkeme kararında. Bu ciddi bir sürecin eksikliğinin göstergesidir. Yani radyoaktivite bulaşınığın TAEK kendi raporları ile kabul etmişken daha sonra da bunu reddetmeye başlamıştı, o red buraya yansımış. Çevre Bakanlığı radyoaktivite bulaşığından bahsetmemiş, sadece tehlikeli atıktan bahsetmiş. İdare tarafından nükleer kirlilik gizlenmeye çalışılıyor. AYM tabii dosyada böyle bili olmadığı için burada radyoaktivite bulaşığı vardır diyemez, kararında. AYM'nin değil, idarenin Çevre Bakanlığının kusuru bu. Nükleer atığı görmezden gelme, örtbas etme, üzerini kapatma çabası var burada"
AYM kararının 65. paragrafında fabrika sahiplerinin kusuruna dikkat çekilirken kamu makamlarının kusurunun bulunmadığı yorumunu yaptığını belirten Avukat Cangı, "Burada bir anlamda 'bütün günah şirketin. O da para cezasını ödedi. İş bitmiştir' gibi sanki oradaki tehlikeli ve nükleer atıkların karşılığı 5 milyon liraymış gibi bir mantık var. Bu da paranı öde kirlet mantığının bir ürünü bu yorum" diye konuştu.
EGEÇEP'İN BAŞVURUSU REDDEDİLMİŞTİ
Şirket sahiplerine verilen hapis cezaları ile ilgili davalara dair EGEÇEP ve Yeşiller Sol Gelecek Partisinin AYM'ye yapıtğı başvurunun "süresi geçmiş" denilerek reddedildiğine işaret eden Cangı, "Oysa ceza yargılaması sonucunda Yargıtayın kararı bize tebliği edilmedi. Bizim bu başvurumuzu AYM incelese buradan da bir ihlal çıkacaktı. Şimdi AİHM ne yapacak bilmiyorum" dedi.

https://www.evrensel.net/haber/398199/izmirin-cernobiline-5-milyon-lira-ceza-kesinlesti?a=d6181

23 Şubat 2020 Pazar

Denizli’de "Ege’den Evrensel’e Basın Özgürlüğü" paneli yapıldı


23 Şubat 2020 13:30

Evrensel gazetesi 25. Yıl etkinlikleri kapsamında Denizli’de düzenlenen basın özgürlüğü panelinde, Evrensel’in 25 yıldır gerçekleri yazdığına, özgür basın olarak duruşuna ve dayanışmaya vurgu yapıldı.
 Resim
Fotoğraf: Gürol Gök

Denizli’de Evrensel gazetesinin düzenlediği “Ege’den Evrensel’e Basın Özgürlüğü” başlıklı panel gerçekleştirildi. Panel öncesi ise Evrensel gazetesinin birinci sayfalarından oluşan sergi ziyaret edildi.
Panele konuşmacı olarak Türkiye Yazarlar Sendikası Denizli Temsilcisi Hakan Keysan, Denizli Gazeteciler Cemiyeti Genel Sekreteri Ayhan Çimendağ ve Evrensel gazetesi İzmir İl Temsilcisi Özer Akdemir katıldı. Gülizar Bahadır’ın moderatörlüğünü yaptığı panel, Bahadır’ın “Evrensel gazetesi 'Tek sese biat et' dayatmalarına, yaptırımlara, her türlü baskıya rağmen 25 yıldır halkın, emekçinin ve özgürlüğün sesi olmaya devam ediyor” sözleri ve ardından sinevizyon gösterisi ile başladı.
Resim
“YEREL BASIN EVRENSEL'İN KILCAL DAMARIDIR”
Sinevizyon gösterisinin ardından Denizli Gazeteciler Cemiyeti Genel Sekreteri Ayhan Çimendağ yerel basının sorunlarına ve mücadele kaynaklarına ilişkin konuştu. Çimendağ, konuşmasında “Halkın vicdanına dokunan her şeye sahip çıkmamız gerekiyor. Halkın da bize sahip çıkması gerekiyor ki biz de gerçekleri yazmaya devam edebilelim. Bu şekilde bizlerin etki alanı arttıkça, bizi sansüre maruz bırakmak isteyenlerin de eli zayıflayacaktır” dedi.
Çimendağ, siyasilerin para ile haber yapmaya alıştığını, bunun bir sonucu olarak da tüm gazetecilerden para karşılığı haber yapma anlayışının beklendiğini belirtti. Aynılaştırılamayan medyanın sansür eliyle baskı altına alındığını söyleyen Çimendağ,  “Evrensel boyutta bir gazetecilik yapmak istiyorsak önce yerel gazetelere sahip çıkmamız gerekiyor. Dünyayı bir beden olarak düşünürsek, bu vücudun kılcal damarları yerel yayınlardır” ifadelerini kullandı.
Resim
“SADECE BASIN DEĞİL SANAT DA ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİNDE”
Türkiye Yazarlar Sendikası Denizli Temsilcisi Hakan Keysan da konuşmasında “Yalnızca gazetecilikte değil, her alanda özgürlük konusu kronik bir rahatsızlık haline getirildi. Baskıyı, bütün toplumsal alanlarda hisseder hale geldik. Cezaevleri bizlerle dolu. Özgür basından bahsetmeyi bir kenara bırakalım, kendimize uyguladığımız sansür, düşlerimizle kendimiz arasında mesafeye neden oluyor” dedi.  
Resim
Sadece basının değil sanat ve sanatçının da özgürlük mücadelesi verdiğini vurgulayan Keysan, bu durumun ancak örgütlenerek, mücadele ederek aşılabileceğini belirtti. Keysan, yerelden yükselecek basın hareketinin Evrensel’in en güçlü dayanağı olacağını vurgulayarak sözlerini bitirdi.
SESİ SOLUĞU ÇIKMAYAN HERKESİN GAZETESİYİZ”
Evrensel gazetesinin İzmir Temsilcisi Özer Akdemir ise “Evrensel Gazetesi 25 yıl boyunca Türkiye gerçeğini emekçilere aktarmaya çalışmıştır. Biz gerçekleri gösterirken bir yandan da başka bir dünyanın mümkün olduğunu halka anlatmayı misyon edindik. Gazeteciliğin halka karşı olan sorumluluğu, işverenine ve tüm kamu otoritelerine karşı olan sorumluluğundan önce gelir. 25 yıldır eğilmeden, bükülmeden işçilerin, emekçilerin gözünden bakarak haber yapıyoruz. Sesi soluğu çıkmayan herkesin gazetesiyiz. Altın madenine karşı direnen halkın sesiyiz” dedi.
Evrensel gazetesi çalışanlarının basın kartlarının hiçbir gerekçe gösterilmeden iptal edildiğini ve dayanışmanın gücüyle iptalin geri çekildiğini ifade eden Akdemir “Gazetemizin en önemli özelliği okurlarımızla geliştirdiğimiz ilişkimizide. Okurlarımız bizi besler. Okurlarımız hem bizim muhabirimiz hem de gazetemizin dağıtıcısıdır” dedi.  
Evrensel Gazetesi manşet sergisi
25 yıldır yayın hayatına eğilmeden, bükülmeden devam eden Evrensel gazetesinin bu duruşunun bir bedeli olduğunu belirten Akdemir, Evrensel’in 25 yıldır baskı ve yıldırma politikalarıyla karşı karşıya kaldığını ve bu süreçlerden sırtını okuruna ve emekçilere yaslayarak çıktığını vurguladı. Akdemir Evrensel, Birgün ve Cumhuriyet gibi gazetelerinin dayanışmayla yoluna devam edeceğini belirtti.
Salonda bulunan Evrensel gazetesi okurları da söz alarak dayanışma mesajlarını iletti. (Denizli/EVRENSEL)

22 Şubat 2020 Cumartesi

ÇEPEÇEVRE YAŞAM / Aydınlıların JES direnişi sürüyor | 22 Şubat 2020

Resim

Aydınlıların JES direnişi sürüyor | Çepeçevre Yaşam | 22 Şubat 2020


Aydın'ın Köşk İlçesine bağlı Beyköy ve Kuyucular köylerinin ortasına, Koçak çayının yanına yapılmak istenen jeotermal enerji santarline (JES) karşı halk bir ayı aşkın bir süredir direniyor. Şirketin izinsiz bir şekilde oldu bittiye getirerek şantiye arazisini tel örgülerle çevirmesi üzerine köylüler telleri

20 Şubat 2020 Perşembe

Aydın'da dayanışma etkinliği: Evrensel Çineli maden işçisi, JES'e direnen köylüdür



Aydın’da Evrensel'in 25. kuruluş yıl dönümü ve Ege sayfalarının tanıtımı için etkinlik gerçekleştirildi. Etkinlikte okur ve gönüllü muhabirlerin önemi vurgulanırken abone olma çağrısı yapıldı.
 Aydın'da Evrensel Gazetesi ile dayanışma etkinliği için söyleşi yapıldı
Fotoğraf: Evrensel
Aydın’da Evrensel Gazetesi okurları, gazetenin 25. kuruluş yıl dönümü ve Ege sayfalarının tanıtımı için düzenlenen etkinlikte bir araya geldi. Milli Aydın Bankası Kültür Merkezinde gerçekleştirilen etkinlikte ilk olarak sinevizyon gösterisi gerçekleştirildi.

Daha sonra Evrensel Gazetesi Aydın Muhabiri Doğukan Doğan bir açılış konuşması yaptı. “25 yılın sihri, gazetenin kuvvetini halktan almasındadır. Evrensel, Çineli maden işçisidir, Sökeli tekstil işçisidir, Nazillili metal işçisidir, jeotermale karşı direnen Kızılcaköy halkıdır. Ölmek değil yaşamak istiyoruz diyen Aydınlı kadındır” diyen Doğan, gazetenin 25 yıldır okurları ve gönüllü muhabirleri ile var olduğunun altını çizdi.
"EVRENSEL'İN 25. YAŞINA GELMESİ SİZİN ESERİNİZ"
Aydın'da Evrensel Gazetesi 25.yılda 25 manşet fotoğraf sergisiAçılış konuşmasının ardından Evrensel Gazetesi İzmir Temsilcisi Özer Akdemir ile söyleşi gerçekleştirildi. Akdemir, Evrensel'in 25 yıldır tüm baskılara karşı gerçek gazetecilik yaptığını belirterek, “Önümüzdeki dönemin tüm ezilenler için daha güzel geçeceğine ve gazetemizde de bu güzelliklerin haberlerini sizlere ulaştıracağımıza inanıyoruz" dedi. Evrensel Gazetesi’nin  25 yılı bıçak sırtında geçirdiğini aktaran Akdemir, “Evrensel’in 25. yaşına gelmesi bu bıçak sırtı günlerde bunun sizlerin, işçilerin, emekçilerin eseri olduğunu söylemek istiyoruz” diye konuştu.

Önümüzdeki dönemde çıkması planlanan Ege sayfaları ile Ege bölgesindeki emek, demokrasi, ekoloji mücadelelerinin daha çok yer bulacağını, bu sayfaların gazetenin doğal muhabirleri olan okurları tarafından desteklenmesi gerektiğin ifade eden Akdemir, gazetenin mali olarak da desteklenmesi için abone olma çağrısı yaptı.

Söyleşinin ardından "25. yılda 25 manşet" fotoğraf sergisi bölümüne geçildi. Emek ve Demokrasi Güçleri ile birçok kurum temsilcisinin katılımıyla müzik dinletisi ve kokteyl gerçekleştirildi. (Aydın/EVRENSEL)

https://www.evrensel.net/haber/397774/aydinda-dayanisma-etkinligi-evrensel-cineli-maden-iscisi-jese-direnen-koyludur

Köylüler JES'çilerin tel örgülerini söküp attı: Tesis sökülene kadar mücadeleye devam


20 Şubat 2020 14:43

Aydın Efeler'de yapılmak istenen JES'e karşı köylülerin mücadelesi sürüyor. Köylüler, şirketin gece yarısı yangından mal kaçırır gibi kaçak göçek yaptığı işleri gün ışıyınca bozuyor.

 Aydın Efeler'de yapılmak istenen JES'e karşı köylüler mücadele ediyor.
Fotoğraf. Özer Akdemir/Evrensel

Özer AKDEMİR
İzmir
Aydın'ın Efeler ilçesi Beyköy ve Kuyucular mahalleleri arasına yapılmak istenen jeotermal enerji santraline (JES) karşı köylülerin direnişi devam ediyor. Bir aydır JES inşaatına karşı direniş çadırı kurarak çalışmalara engel olan köylüler, dün de şirketin gece yarısı çektiği tel örgüleri söküp attı. Köylüler JES tesisleri sökülene kadar mücadeleye devam etmekte kararlı olduklarını söylüyor.
KÖYLÜLER BİR AYDIR NÖBET TUTUYOR
Birinci sınıf tarım topraklarına, zeytinlik bahçelerin yanı başına yapılmak istenen JES işletmesi, Aydın’da hâlâ temiz akan ender sulardan Koçak Çayı'na 30 metre uzaklıkta bulunuyor. Koçak Çayı kenarına kurdukları direniş çadırı ile JES şantiyesine giden yolun üzerinde bir aydır nöbet tutan Beyköy ve Kuyucular halkı, şirketin başından bu yana kendilerine yalan söylediğini dile getiriyor.

 Aydın Efeler'de yapılmak istenen JES'e karşı köylüler mücadele ediyor.

Fotoğraf. Özer Akdemir/Evrensel

Nöbet tuttukları yerde görüştüğümüz köylüler içerisinde özellikle kadınların sayısının çokluğu dikkat çekiyor. Ellerinde JES karşıtı pankart ve dövizler taşıyan kadınlar, şantiyeye giden yol üzerinde sandalyelerle oturarak giriş çıkışa izin vermiyorlar.
 Aydın Efeler'de yapılmak istenen JES'e karşı köylüler mücadele ediyor.
Fotoğraf. Özer Akdemir/Evrensel
KIZILCAKÖYLÜLERDEN DESTEK
"Bizim dağımızdan yağ, ovamızdan bal akıyor. Şu dere temiz su, bu su kirlenince biz ne yapacağız?" diye konuşan Ayşe Oğuz, "Sebzelerimizi nereden sulayacağız? Biz asgari ücretle geçiniyoruz, zeytinle incirle destek yapıyoruz. Bu kurulursa sağlığımız da geçimimiz de herşeyimiz de gidecek. Biz bunun için mücadele ediyoruz bir aydır gece gündüz, aç susuz... Yazık değil mi bize!" diye konuştu.
Aydın Efeler'de yapılmak istenen JES'e karşı köylüler mücadele ediyor. 
Direnişteki köylülere dün sabah saatlerinde Efeler Belediye Başkanı Mehmet Fatih Atay ve öğleden sonra da Kızılcaköyden gelen çoğunluğunu kadınların oluşturduğu bir grup destek verdi. Kızılcaköylü kadınlar bir yılı aşkın süredir devam eden mücadelelerini ve deneyimlerini anlattılar.
Reklam
"GECE GECE GELİYORLAR"
Şirketin buradaki çalışmalara başlarken kendilerine yalan söylediğini belirten Mucize Kızılbağlı şunları söyledi: Beton atılırken 'hayvan besihanesi' yapacağız dediler. Makineler, cihazlar gelince köylü farkediyor. Gece gece geliyorlar, gündüz hiçbir çalışma yapmıyorlar. Kızılbağlı, şirketin 'araziye çit çekmeyeceğiz' diye söz vermesine rağmen sabaha karşı bir saatin içinde şantiye etrafına çit çektiğini dile getirerek "Hep yasa dışı iş yapıyorlar. Bizim evlerimiz, zeytinliklerimiz çok yakın. Çocuklarımız için sağlık istiyoruz. Para teklif ediyorlar bizi susturmak için. 'Anlaşalım susun' demişler. Dün sabah 8'de telleri çekmeye başlamışlar. Kadınlar direkleri tutmuş 'çektirmeyeceğiz' diye. Sonra kadınları iteklemeye başladılar, biz de toplanınca bıraktılar" dedi.
"İZİNSİZ ÇEKİLEN ÇİTLERİ SÖKTÜK ATTIK"
Önceki gün şirket çalışanları ile yaşadıkları arbedede bir köylünün darbedildiğnii ve baygınlık geçirdiğini belirten Emir Erdem, "Bugün de sabaha karşı bir geldik baktık ki telleri çekmişler. İzinsiz çektikleri için biz de telleri söktük" diye konuştu.

Arşiv fotoğraf. Özer Akdemir/Evrensel
Aydın Efeler'de yapılmak istenen JES'e karşı köylüler mücadele ediyor.
"BİZ DÖVÜŞMEYE GELMİYORUZ"
"Biz buraya dövüşmeye gelmiyoruz. Toprağımızı korumak, zehirden kurtarmak için uğraşıyoruz" diyen Hatice Yaman, şirket çalışanları içerisinde eski polis olduğunu söyleyen sakallı bir kişinin kendilerine silah gösterdiğini dile getirdi. Yaman, "Bizi vuracak neredeyse. Tabanca gösteriyorlar bize. Gelsin vursunlar! Biz kanser olmak istemiyoruz. Çocuğumun birini kaldırıp sordum 'bu çocuk ne olacak' diye. Sakallı güvenlik görevlisi güldü bize. Biz çalışmak zorundayız. JES'ler yüzünden zeytinimiz, incirimiz olmuyor. Ölelim madem! Buralar hep onların olsun! Yazık değil mi çocuğum bize, bu yaşta kadın erkek. Yaptırmayacağız. Bunlar 'köylü salak, yuttururuz' dediler ama biz salak değiliz. Paramız yok ama birliğimiz var. Küçük çocuklarımız var, onlar yaşasın sağlıkla" diye konuştu.
 Aydın Efeler'de yapılmak istenen JES'e karşı köylüler mücadele ediyor.
Fotoğraf. Özer Akdemir/Evrensel
"BİZİM VALİMİZ KAYMAKAMIMIZ DEĞİL Mİ BUNLAR?"
Görüşlerini aldığmıız köylüler şunları söyledi:
Bediye Karakaş: Herkes bu tarlalarda ekip dikip çocuğunu okutuyor, geleceğini kuruyor. Hayvanlarımız bu JES'lerin pisliğinden zehirleniyor. Şu dağlarda zeytin, incir olmuyor artık. Dün komutan bize 'direkler çekilmeyecek' diye söz vermişti, sabahleyin geldik ki çekilmiş. Biz de söktük attık.
Nurten Deniz: Sabahleyin dışarıya çıktığımızda zehir gibi bir kükürt kokusu geliyor. Aydın ve Umurlu'nun JES'leri bizlere yeterince zarar veriyor. Buradaki olursa da hiç nefes alamayacağız. Bir aydır kaymakam, vali bekliyoruz. Bizim kaymakamımız, valimiz değil mi bunlar? Burada yalnız kaldık. Nerede bu devlet? Burası Aydın değil mi?
Reklam
Metin Aydın: JES tesislerinin yanı başındaki zeytinlik benim. Bakın zeytinlerim kuruyor. Aydın'daki JES'lerin yüzünden bu. Biz yaşamak istiyoruz, ölmek istemiyoruz.
 Aydın Efeler'de yapılmak istenen JES'e karşı köylüler mücadele ediyor.
Fotoğraf. Özer Akdemir/Evrensel
"HUKUKİ DESTEK VERİYORUZ"
Mehmet Vergili (AYÇEP Başkanı): 2007 yılında bu jeotermal sahaları şirketlere pay edilmiş. Köşk'ten Pınardere'ye kadar Karkey şirketine verilmiş. 'Birinci sınıf toprağa yapmayacaksınız' denmesine rağmen, JES zeytinliğin dibinde, halen temiz akan Koçak Çayı'na 30 metre mesafede. Köye çok yakın bir konumda yapmak istiyorlar bunu. Burası köy malından hazineye geçince şirket burasını alıp JES kurmaya çalışıyor. Üç beş gün içinde bu şantiyeyi kurdular. Halk müdahil oldu. Biz de hukuksal olarak destek vermeye çalışıyoruz.

Fotoğraf. Özer Akdemir/Evrensel
"KÖYLÜLERE EZİYET EDİLİYOR"
Mustafa Kaçar: Aydın Beyköy'de yaşıyorum. Köşk Çevre Platformunun da sözcüsüyüm. Biz burada anayasal hakkımız olan sağlıklı çevrede yaşama hakımız için mücadele ediyoruz. İlk günden beri buradayız. Kimseye haber vermeden, vatandaşın ortak kullanma alanı olan bir arazinin hukuksuzca peşkeş çekilmek istenmesine karşı direniyoruz. Sesimizi duymaları, kulaklarını açmaları lazım. Köylülere eziyet ediliyor. Üç beş tane mafya bozuntusu köylüleri tehdit ediyor.

 Aydın Efeler'de yapılmak istenen JES'e karşı köylüler mücadele ediyor.
Fotoğraf. Özer Akdemir/Evrensel
"YAŞAM SAVAŞI VERİYORUZ"


Fotoğraf. Özer Akdemir/Evrensel
Mehmet Süğüm: Dünden beridir bize tehdit yağdırıyorlar. Ali kıran baş kesen olmuşlar. Biz burada yaşam savaşı veriyoruz. Bu suları kirlettiler mi hayatımız mahvolur. Biz buraya hiçbir şey yapmalarına izin vermeyeceğiz. 'Camiye, okula sıcak su vereceğiz' diye yalan söylüyorlar. Yıllardır bu yalanları artık yemiyor Aydın ahalisi. Şartları ne olursa olsun bunu da yaptırmayacağız".  

Aydın Kuyucular'da JES çalışanları, köylülerin üzerine yürüdü

Aydın'da fotoğraflarla jeotermal santralinin ölüm yolculuğu 



19 Şubat 2020 Çarşamba

Cengiz Holding, Kaz Dağını da kazmaya başladı


19 Şubat 2020 04:17

Muratlar Köyünden Hacıbekirler Köyü arasındaki yolda yürüyüş yapan bir grup, çok sayıda ağacın kesildiğini gözlemledi. "Altın madeni için mi?" sorusu gündeme geldi.

Fotoğraf: Evrensel
Özer AKDEMİR
 Kesilmiş ağaçlar

Çanakkale
Kaz Dağı’nda, Bayramiç’in Muratlar Köyünden Hacıbekirler Köyü arasındaki 16 km’lik yolda yürüyüş yapan bir grup, ormanlık alanda yoğun miktarda ağaç kesiminin yapıldığını gözlemledi. Bölge, geçtiğimiz yıl yaz aylarında Kanadalı şirketlerden Cengiz Holdinge satılan Halilağa altın madeninin olduğu yerler olunca “Ağaçlar acaba altın madeni için mi kesiliyor?” sorusu gündeme geldi. Öte yandan geçtiğimiz günlerde Bayramiç Kaymakamının Hacıbekirler köyüne giderek altın madeninin yakında çalışmalara başlayacağını ve köylülerin buna karşı eylem yapmamalarını istemesi, bu şüphenin bir anlamda doğrulaması oldu.
KAYMAKAMDAN KÖYLÜYE “MADENE KARŞI GELMEYİN” TELKİNİ
Halilağa altın madeni ruhsat sahasına 500 metre kadar uzaklıkta arazileri olan Alpaslan Adatepe, Bayramiç kaymakamının jandarmalarla Hacıbekirler köyüne giderek köylülere “şirket gerekli izinleri almış. Madene karşı gelmeyin, eylem yapmayın” diye telkininde bulunduğunu aktardı. Kendisinin Akçay’da yaşadığını ve yazın o bölgedeki 32 dönümlük arazisinde organik tarım yaptığını belirten Adatepe, “Kaymakamın görevi bu mu? Altın madeni işletilmek istenen yer benim arazime 500 metre kadar yakınlıkta. Hacıbekirler köyüne ise 2-3 km uzaklıkta. Maden sahası ormanlık bir alanda ve tarım alanlarının tam ortasında kalıyor. ÇED raporlarına göre bölgede 58 bin sondaj yapmışlar! Deprem bölgesinde bu kadar sondaj yapılır mı?” dedi.
Maden araştırması sondaj sahası tabelası (solda), arazi aracı (sağda) 
Fotoğraf: Evrensel
“DAVA AÇACAĞIZ”
Altın madeninin 5-6 köyü etkileyeceğini ifade eden Adatepe, madenin bölgeye su sağlayan Bayramiç ve Atikhisar Barajlarına da yakın olduğunu ifade etti. Bölgede eski yerleşim kalıntıları bulunduğunu ve bir kısmının sit alanı olduğunu aktaran Adatepe, “Maden bölgedeki tarım, hayvancılık açısından çok büyük bir yıkım olacak. Sularımız da kirlenecek. buna karşı mücadale edeceğiz. Dava açacağız” dedi.  
ALTINCILAR FARE GİBİ DAĞLARIMIZI KEMİRİYOR
Bu hafta sonu yörede yürüyüş yaparken yoğun miktarda ağaç kesiminin yapıldığını görüntüleyen yürüyüş grubu üyeleri, sosyal medya hesaplarında ağaç katliamı fotoğrafları ile birlikte, “Uydudan bakıldığında orada birşey görünmüyor, ağaçlar duruyor gibi. Ama aralar öyle seyreltilmiş ki bir gün kalkıp bakacağız bir dağ traşlanmış. Altıncılar bir fare gibi dağlarımızı, ormanlarımızı kemiriyor. Hem de orman müdürlükleri eliyle” yorumlarını yazdılar.
ÇED RAPORU BİR GÖZ BAĞCIĞI
Halilağa altın ve bakır madeni projesinin ÇED Raporu ile ilgili 2012 yılında değerlendirme raporu hazırlayan Jeoloji Yüksek Mühendisi Tahir Öngür, ÇED raporundaki verilerin sadece o dönemdeki kapasite ve alan için geçerli olduğunu belirtmişti. İşletme aşamasına geçildiğinde bu ölçeklerin kat be kat artacağına dikkat çeken Öngür, ÇED raporundaki projeyi “miniminnacık bir işletme modeli” olarak tanımlayarak kamuoyunun bu modelle oyalandığını ileri sürmüştü. Öngür, “Bu ÇED raporu, sonradan gelecek yıkımı bugünden meşrulaştırabilmek için bir gözbağcılığı girişimi. Bir yandan da zaman kazanmaya çalışıyorlar” demişti.
GERÇEKLEŞEN ÖNGÖRÜ
Öngür, değerlendirme raporunda madenin ÇED raporunda cevher üretimine dair bir veri olmadığına dikkat çekerek, bunun nedeni olarak ruhsatın ileride satılacağı öngörüsünde bulunmuştu. Öngür bu konuda şu görüşleri ileri sürmüştü: “Şirketin parası ancak aramaya yetiyor. Saha biraz daha geliştirildiğinde daha önce kaç kez olduğu gibi bir kez daha ve bu kez işletmeyi yapacak olana satılırsa hiç şaşmayın. Bunu hazırlamaya çalışıyorlar ve bunu yaparken mevzuatımız ve bürokrasimizi kötüye kullanıyorlar”.
Reklam
YIKIMIN FİTİLİNİ ATEŞLEYECEKLER
Öngür raporunda, bölgede yapılacak madencilik faaliyetini yıkımın fitilini ateşlemeye benzeterek, “Bir kez ateşlendi mi bu fitil, Kazdağlarında yüzlerce kilometrekare alan ormansızlaştırılacak, birkaç milyar ton kaya kazılacak, bunların yarısı yeni dağlar oluşturacak şekilde sağda solda yükselecek ve yüzlerce yıl boyunca asitli sular, kanser yapıcı metaller sızacak, kalan yarısı öğütülüp yığılacak ve üstlerine yüz binlerce ton siyanürlü sular damlatılacak, atık barajları kurulacak, dünyanın dört bir yanında ucuz emekçiler getirilecek buraya ve ölesiye sömürülecekler, yerli işbirlikçiler palazlanacak, vahşileşecek, tiranlaşacak, bize de kala kala çıkarılacak metalin ocak başı satış fiyatından yüzde 2,5 devlet hakkı kalacak” diye yazmıştı.
BİR MİLYON İNSANIN SAĞLIĞI TEHDİT ALTINDA!
Öngür’ün bu raporunu dayanak alan Çanakkale Tabip Odası Çevre Komisyonu, Halilağa Altın Madeni Değerlendirme Raporunda, Halilağa’da yapılmak istenen altın ve bakır madenciliğinin Çanakkale Bölgesinde, metalik madencilik yapılmak istenen tek bölge olmadığına dikkat çekerek, “Kirazlı’dan başlayarak bölgenin birçok yerinde uluslararası maden sirketlerinin güdümünde madencilik faaliyetleri yapılması planlanmaktadır. Ancak bu faaliyetler bölgeden başlayarak etrafındaki çok genis bir habitatta yaşayan yaklaşık bir milyona yakın insanın (Biga Yarımadası) sağlığını tehdit etmektedir” denildi.
KANADALILAR MADENİ CENGİZ HOLDİNGE SATTILAR
Geçtiğimiz yıl Temmuz ayında, Kanadalı Liberty Gold ve Teck Resorurces’a ait altın bakır madeninin Cengiz Holding’e 55 milyon dolara satıldığı açıklanmıştı. Cengiz Holding, Artvin Cerattepe ve Murgul’da da altın bakır işletmeciliği yapıyor. 2011 yılında Halilağa köyünün tepelerinde gerçekleştirdiğimiz Çepeçevre Yaşam  çekimlerinde, Kanadalı şirketin ormanlık alanda yaptığı sondajları görüntülemiştik. Çekimlerde ayrıca köylülerin “Şarap anaları” adını verdiği kayalara oyulmuş tarihi buluntuları da fotoğraflamıştık. Çanakkale Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu, Halilağa köyündeki oygu mezarı 2018 yılında tescil ederek mezarın bulunduğu bölgeyi koruma alanı ilan etmişti.
HAYVANCILIK BÖLGESİ İLAN EDİLSİN İSTEDİLER AMA...
Öte yandan Bayramiç Muratlar köyünde altın madeni sondajlarının tekrar başlatıldığı dile getiriliyor. Muratlar köyünde çiftçilik yapan Mustafa Alper Ülgen bölgedeki Hacıbekirler,  Armutlu, Yeniceköy, Çiftlikköy, Bıyıklı, Tülüler köylerinde de sondajların başladığını ifade ederek, “Muratlar’dan Bayramiç barajına kadar her yerde sondaj makineleri çalışıyor. Bunların dışında, içerideki köylerde kiralanan tarlalarda, orman içinde onlarca makine var ve harıl harıl çalışıyor. Bayramiç maden bölgesi ilan edildi de kimsenin haberi mi yok? Bayramiç köy muhtarları, kooperatif başkanları, ziraat odası başkanı Ankara’da Meclise gittiler ve çok açık bir talepleri vardı: ‘Bayramiç, hayvancılık bölgesi ilan edilsin’.
Reklam
Bence de edilsin ve bu sondajlar derhal durdurulsun. Tarım ve hayvancılık asla madencilik ile birlikte yapılamaz” dedi.

Cengiz Holding, Kaz Dağı’nda faaliyet yürüten altın madenini satın aldı

Kaz Dağları'nda ağaç katliamı sürüyor: Şirketler hakkında suç duyurusunda bulunuldu



18 Şubat 2020 Salı

Aydın Kuyucular'da JES çalışanları, köylülerin üzerine yürüdü



Aydın'ın Efeler İlçesi'nde yapılmak istenen JES'in çalışanları, şirkete karşı direnen köylülerin üzerine yürüdü. Darbedilen bir köylü baygınlık geçirdi.

Özer AKDEMİR
Aydın'ın Efeler ilçesi Kuyucular Mahallesinde Koçak Çayı kenarında yapılmak istenen JES inşaatına karşı köylüler haftalardır direniyorlardı. Şirketin çalışmalarına izin vermeyen köylüler geçtiğimiz günlerde JES şantiyesine girerek çalışmalara engel olmuşlardı. Şirketin özel güvenlik görevlileri ve çalışanları, çalışma yapılmak istenmesine karşı toplanan yaklaşık 200 köylünün üzerine yürüdü.
Hakaretler eşliğinde köylülere sataşan şirket çalışanları tarafından darbedilen 50 yaşındaki Muhammet Kömürcüoğlu hastaneye kaldırıldı. Köylü kadınlar, şirket çalışanlarının kendilerine el kol hareketi ve hakaretler ederek üzerlerine yürüdüğünü söylediler.
Bir köylü, "JES şirketi bizleri parayla, rüşvetle geri çekilmeye, kandırmaya çalışıyor. Ama bir aydır bunların yalanlarını dinleyen halk, artık bu yalanlara inanmıyor. Bizi parayla pulla satın almayacaklar" dedi.
AYDINLILAR JES'E DİRENİYOR
Köylülere destek için bölgeye giden Aydın Çevre ve Kültür Platformu (AYÇEP) Başkanı Mehmet Vergili, Aydın'ın JES'ler nedeniyle artık nefes alacak halinin kalmadığını belirterek, Kuyucular köylülerinin yaşam alanlarını koruma mücadelesinin son derece meşru olduğunu ifade etti.
Bölgede yirmiye yakın köy ve 65 bin dekarın üzerinde arazinin JES tesis ve kuyularının tehdidi altında olduğu dile getiriliyor.
Efeler İlçesinde JES'lere direnen  köylü kadınlar
Zeytinliklere ve su kaynaklarına çok yakın olduğu ifade edilen JES'e geçit vermemekte kararlı olan yöre halkı, geçtiğimiz günlerde şantiyeyi basarak çalışmaları durdurmuşlardı.
Aydın’da Efeler ilçesine bağlı Kuyucular, İlyasdere, Umurlu, Kızılcaköy mahalleleri ile Köşk ilçesine bağlı Beyköy Mahallesi, Kuyucak Değirmendere mahallesi gibi onlarca yerde jeotermal kuyusu açmak isteyen şirketlere karşı yöre halkının direnişi devam ediyor. (Aydın/EVRENSEL)  
https://youtu.be/jWrijBunQi4

16 Şubat 2020 Pazar

Mezar çukuru!.. (Pazar yazısı)


16 Şubat 2020 04:37

 Mezar çukuru!..

13 Şubat Perşembe günü Bergama Kozak yolunda meydana gelen kazada dört kişi yaşamını yitirdi. Bunlardan üçü Çukuralan Altın Madeninin işçileriydi. Sabahın erken saatlerinde buz tutmuş yolda kayarak işçi servisine çarpan komyonun şoförü de ölenler arasındaydı. Yaralanan 8 işçi Bergama’daki hastanelere kaldırıldı. Bunlardan dördünün durumu ağır.
Kaza haberini duyduğumda geçtiğimiz yıl Çukuralan Altın Madeninde yapılan bilirkişi keşfi geldi gözümün önüne. Tamamı ormanlarla kaplı bir tepenin yamacındaydı altın madeni. Daha önce iki kez kapasite arttıran maden üçüncüsüne niyetlenmiş, her kapasite artışı yargıya taşınmış, ÇED izni iptal edilmiş ama ne hikmetse maden bir gün bile üretimini aksatmamıştı!
En son gittiğimiz üçüncü kapasite artışı ile ilgili açılan davanın bilirkişi keşfinde de davayı açan çevre örgüt temsilcileri ve onların avukatları aslında beyhude bir çabanın içinde olunduğunu biliyorlardı. Altın madenlerine hukuk işlemiyordu ne zamandır!..
GELECEĞE DÜŞÜLEN NOTLAR
Yine de kimi zaman “Geleceğe not düşelim” diyerek ama daha çok bu mücadelenin her ne olursa olsun hukuk ayağının da terk edilmemesi gerektiği düşüncesinin ağır basmasıyla davalar devam ettiriliyordu. Yargıdan aslında fena kararlar da çıkmıyordu. ÇED izni iptal edilebiliyordu mesela altın madeninin izinleri defalarca iptal edildi. Kapasite artışına ‘olmaz’ diyebiliyordu mahkeme ya da Ovacık Altın Madeninin üçüncü atık havuzunun yapımını durdurabiliyordu. Sorun bu mahkeme kararlarının uygulanmasında yaşanıyordu. Daha doğrusu mahkeme kararları uygulanmadan AKP’nin bu türden sorunları çözmek için bulduğu ‘dahice’ (Şeytanca da denebilir!) 2009/7 adlı bir genelgeye dayanılarak yeni bir hukuksal süreç başlatılıyordu. Bu arada maden çalışmalarına devam ediyordu. Uzun yıllar süren davaların sonunda bir kez daha maden karşıtlarının kazanması da hiçbir işe yaramıyor, yine 2009/7 Genelgesi yürürlüğe sokularak aynı yollar yeniden başa sarıyordu...
AĞAÇLAR, KADINLAR, SULAR...
Yıllar önce Bergama köylüleri topraklarında altın işletmesi kurulmasın diye sokaklara dökülürken, madenin hem doğa hem de emek cehennemi olacağını söylüyorlardı. Doğanın nasıl katledildiğini görmek için o bölgeyi gezip görmeye gerek yok bugün. Bergama Ovacık Altın Madeninin etrafında yarattığı tahribatın fotoğrafları ile dolu internet. “İnsan dikseniz biter” denilebilecek Bakırçay Ovası’na kondurulan altın madeni üç tane atık barajı ve bir o kadar da pasa tepesi yarattı ovanın ortasında. Bir dönem uzun lifli pamuk, tütün, zeytin, bamya, domates yetiştirilen topraklarda artık zehirli atık barajları, siyanür bulaşıklı pasa tepeleri var! Derelerin suları zehir taşıyor artık tarlalara!..
Narlıca köyü kadınları yıllardır meme kanserinin artmasından yakınırlar. Kadınlar kanserlerin maden geldikten sonra çoğaldığını anlatırlar hep. Anlatırlar anlatmasına da ne işe yarar ki? Bir sağlık kuruluşu, bir meslek odası, bir devlet kurumu “Nedir bu şikayetler, bir araştıralım” demez, aklından dahi geçirmez!..

ÖRDEK SUYA DAL DA GEL!..
Madene adının yanı sıra köyün yarısını da veren, topraklarının büyük kısmı maden arazisi içinde kalan, sırtını yasladığı çamlık tepedeki bütün ağaçlar kesilerek maden tesisleri yapılan Ovacık köyünün Muhtarı Mehmet Uslu da yıllarca didindi durdu sağlığının bu maden tarafından bozulduğunu kanıtlayabilmek için. Kamuoyunda madenin çokça tartışıldığı ilk dönemlerde “Atık havuzundaki su tertemiz. Yüzülür, hatta içilir bile!” denilerek suda yüzdürülen, bardak bardak içirilen işçiler arasındaydı Mehmet Uslu. Güvenlik görevlisi olarak girdiği madende atık havuzunun zararsız olduğunu kanıtlamak için ördek gibi yüzdürülmüştü! Mehmet Uslu bir süre sonra sağlığının bozulmasının, doktorların “Kimyasal kullanan işyerlerinde olan bir meslek hastalığı” tanısı ile dalağının yarısını almasının sorumlusu olarak madeni gördü, gösterdi hep. Tabii ki bir şey kanıtlayamadı...
ÇUKUR
Çukuralan’daki altın madeni ise Bergama’daki madenin kapanmaması için bir sigorta görevi görüyordu yıllardır. Ovacık’taki cevher bitmişti ve şirket hazır Ovacık’ta siyanür üssü kurmuşken bölgenin etini, kemiğini, iliğine kadar sömürmekte, gram altın bile bırakmadan almakta kararlıydı. Bunun için Ovacık tesisleri bölgenin siyanürle altın ayrıştırma merkezi haline getirildi.
Bugünden baktığımızda eğer Bergama köylülerinin direnişi devletin kendi köylüsünü “Alman ajanı” diye yaftaladığı kuru iftiraların etkisiyle sönümlendirilip maden “FETÖ’nün kasası” denilen Koza Altın Şirketine teslim edilmeseydi ne Bakırçay Ovası kirlenir, ne Narlıcalı kadınlar kanserlerle boğuşur ne Mehmet Uslu dalağından olur, ne de perşembe günü Kozak yolunda dört işçi can verirdi!..
Çukuralan’daki bilirkişi keşfi ile ilgili yazdığım yazı “(Doğaya karşı) kazanırsak kaybedeceğimiz bir savaşın içindeydik. Ve aslında Çukuralan’a kendi mezar çukurumuzu kazıyorduk!..” diye bitiyordu. Gerçekten ve maalesef o gün ormandaki binlerce ağacın, karıncanın, böceğin mezarını kazan işçiler için de mezar oldu o çukur...

13 Şubat 2020 Perşembe

Kayıp tablolarla ilgili 6 belediye görevlisi zimmet suçlaması ile yargılanacak


 13 Şubat 2020 17:01

İzmir Büyükşehir Belediyesinde kaybolan tablolarla ilgili 6 belediye görevlisi ağır ceza mahkemesinde "zimmet suçu"yla yargılanacak.
 
Görsel: İzmir Büyükşehir Belediyesi kataloğu
Özer AKDEMİR
İlk kez Evrensel'in gündeme getirdiği İzmir Büyükşehir Belediyesinden kaybolan tablolarla ilgili 6 belediye görevlisi ağır ceza mahkemesinde "zimmet suçu" ile yargılanacak.
ZİMMET SUÇLAMASI
İzmir Büyükşehir Belediyesi demirbaşları arasında yer alan 28 farklı ressamın 33 tabloluk koleksiyonunun sır olması ile ilgili haberimiz sonrası başlatılan soruşturmalar yargıya taşınmıştı. Aralarında çok ünlü ressamların tablolarının bulunduğu resim koleksiyonunun yıllardır izini süren stratejik planlama uzmanı Ali Rıza Avcan, ısrarla gündemde tuttuğu kayıp tablolarla ilgili açılan davaların bir kısmının zamanaşımından düşmesine rağmen 6 belediye çalışanının "zimmet" suçlaması ile ağır ceza mahkemesinde yargılanacağını açıkladı.
İzmir Büyükşehir Belediyesine ait olup ortadan kaybolan 33 adet değerli tablonun bulunması için 2017 yılının başından bu yana devam eden süreci özetlersek:
ÜNLÜ RESSAMLARDAN 33 DEĞERLİ TABLO
İzmir Büyükşehir Belediyesinin depolarında yer alan 33 değerli tablo İzmir Büyükşehir Belediyesi eski başkanı Burhan Özfatura zamanında iki yıllık bir bakım-onarım sonrasında belediye demirbaşına kaydedilerek sergilenir ve tüm tabloları kapsayan bir katalog hazırlanır. 1998 yılı Nisan ayında basılan katalogda, aralarında Bedri Rahmi, Aliye Berger, Şeref Bigalı, Metin Eloğlu ve Cavit Atmaca gibi tanınmış 28 ressama ait toplam 33 değerli tablo bulunmaktadır. 2017 yılında bu tabloların mevcut olup olmadığını ortaya koymak amacıyla Ali Rıza Avcan tarafından yapılan araştırmada tabloların olmadığı ortaya çıkar. Bunun üzerine Avcan, 20 Eylül 2017 tarihinde İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı'na başvurarak ortadan kaybolduğu anlaşılan tablolarla ilgili olarak görevli, yetkili ve sorumlu olanlar hakkında işlem yapılması talebinde bulunur. Ayrıca aynı gün Sayıştay Başkanlığı'na gönderdiği diğer bir dilekçe ile kamu zararına sebep olan görevliler hakkında tazminat kararı alınmasını talep eder.
GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMA DAVASI
İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı başşvuru üzerine İçişleri Bakanlığının onayı ile konunun soruşturulmasına başlar. İzmir İl Kültür ve Turizm Müdürü Murat Karaçanta tarafından yürütülen soruşturma sonucunda, söz konusu tabloları 2008 yılında imha ettikleri belgelenen biri genel sekreter yardımcısı, biri kültür sanat daire başkanı, ikisi şube müdürü, biri şef, biri de memur 6 belediye görevlisi hakkında "görevi kötüye kullanma" suçu iddiasıyla hazırlanan fezleke, İl İdare Kurulu onayından sonra mahkemeye sevk edilir. Bu arada kayıp tablolar konusu Sayıştay'ın 2017 yılı Denetim Raporu'nda yer alması üzerine İzmir Büyükşehir Belediyesi tüm belediyeyi kapsayan geniş bir araştırmasında daha fazla sayıda tablonun kaybolduğu ortaya çıkar. Kayıp 33 tablodan bir kısmının ise belediyenin değişik birimleriyle Konak Belediyesinde olduğu belirlenir.
"TABLOLAR İZMİRLİLERE AİT"
2018 yılının sonunda İzmir 12. Asliye Ceza Mahkemesi'nde başlayan kamu davası, 11 Nisan 2019 tarihinde, suçun işlendiği tarihin 2008 olması ve aradan 10 yıldan fazla bir sürenin geçmesi nedeniyle zamanaşımı süresi 10 yıl olduğu için düşer. İzmir 5. Ağır Ceza Mahkemesi aynı sanıkların, zamanaşımı süresi bu kez 15 yıl olan "zimmet" suçuyla yargılanacaklarına karar verir.
Davanın ilk duruşması 9 Mart 2020 günü yapılacak.
Konuyu gündemde tutan Avcan, tabloların ortadan kaybolmasına neden olan 6 belediye görevlisinin zamanaşımı engeline takılmadan yargılanmaları ile ilgili "benim amacım bağcıyı dövmek değil, üzümü yemek. Yani kim ne şekilde ceza alırsa alsın, İzmir'e ait o değerli tabloların yine İzmir'e ait olmasıdır..." dedi.

Görsel: İzmir Büyükşehir Belediyesi kataloğu
İzmir Büyükşehir Belediyesinde 33 tablo sır oldu

İzmir Büyükşehir Belediyesinde 33 tablo sır oldu



12 Şubat 2020 Çarşamba

İris Gölü'ndeki suyu boşaltmak için açılan kanallar kapatıldı: Yaşayan bir göl olsun


 12 Şubat 2020 14:43

Karaburun Yarımadası'nın tek sulak alanı olan İris Gölü'ndeki suyu boşaltmak için açılan kanallar kapatıldı.
 İris Gölü
Fotoğraf: Karaburun Kent Konseyi

Özer AKDEMİR
Kanallar açılarak kurutulmak istenen İris Gölü'nün korunmasına dönük bir adım daha atıldı. Karaburun Yarımadası'nın tek sulak alanı olan İris Gölü'ndeki suyu boşaltmak için açılan kanallar kapatıldı.
1978'DE KURUTULUP PARSELLENMİŞ!
Karaburun Belediyesi İris Gölü'nü kurutmak için açılan su kanallarını kapattı. Yarımadanın tek sulak alanı olan İris Gölü'nün suyu 1978'de ilgili kurumların göz yumması sonrası göl tabanına açılan kanallarla boşaltılmıştı. Gölün kurutulmasının ardından bölgede kadastral parselasyon yapılarak göl özel mülkiyete geçirilmişti. O günden bu yana doğa kurutulan sulak alanı tekrar göl haline getirirken, geçtiğimiz yılın kasım ayında göl tekrar kanallar açılarak kurutulmak istenmişti. Karaburun Kent Konseyi'ne yapılan 23 Kasım 2019 tarihinde Karaburun Yarımadası’nın Ildır Körfezi Özel Çevre Koruma Bölgesi sınırları içinde yer alan yarımadanın tek sulak alanı olan İris Gölü’ne kepçe ile girildiği ihbarı sonrası konu ilgili devlet kurumlarına iletilmişti.

İris Gölü
GÖL ALANI ARSA, SAZLIKLAR DA GÜBRE YAPILACAKTI!
Yapılan incelemede gölün suyunun kanallar açılarak kurtulmak istendiği, içindeki sazlıkların da toplanarak organik gübre yapılacağı ortaya çıkmıştı. Kent Konseyinin ve yurttaşların tepkileri sonrası gölün suyunun boşaltılması işlemi durdurulurken, içeriğinde bölge ile ilgili yapılmış akademik araştırmaların da yer aldığı dilekçeler ilgili kurumlarla paylaşılarak İris Gölü’nün Milli Parklar ve Sulak Alanlar Kanunu kapsamına alınması istendi. Dilekçelerde İris Gölü’nün eski canlılığına kavuşmasının sağlanması için ayrıca, yaban hayatı popülasyonu yönünden incelenmesi ve koruma altına alınması gereken türler ile ilgili bir çalışma yapılarak koruma altına alınması, çevresindeki mümkün olan en geniş alanın tampon bölge olarak tanımlanması, bölgenin acele kamulaştırılması ve tahliye kanalının göle bağlanan kısmının kapatılması taleplerine de yer verilmişti.
SU KANALLARI KAPATILDI
Bu dilekçeler ve tepkilerin ardından Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Tabiat Varlıklarını Koruma (TVK) Bölge Komisyonu 20 Aralık 2019 tarihinde toplanarak gölde açılan kanalların ivedilikle kapatılması kararını aldı. Komisyon ayrıca Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nun ihlali suçlamasıyla savcılığa suç duyurusunda da bulunmuş, alanın Karaburun Kaymakamlığı ve Karaburun Belediye Başkanlığınca eski haline getirtilmesine oy birliğiyle karar vermişti. Önceki gün Karaburun Belediye Başkanı İlkay Girgin Erdoğan ve Karaburun Kent Konseyi Başkanı Goncagül Karaağaç Ekici'nin de yer aldığı çalışmada göle açılan kanallar kapatıldı.  
ÜLKEMİZİN DOĞAL MÜZELERİNDEN BİRİ
Karaburun Kent Konseyi'nden konuyla ilgili yapılan açıklamada "İris Gölü, ülkemizin doğal müzelerinden biri olarak kabul edilmeli ve yaşayan göllerinden biri olarak korunmalıdır. Gelinen aşamada konuyla ilgili bölgede acele kamulaştırma işleminin ivedilikle yapılması ve İris Gölü’nün Milli Parklar ve Sulak Alanlar kapsamında değerlendirilerek koruma kararının acilen çıkması talep ediyoruz" denildi.

Fotoğraf: Karaburun Kent Konseyi
Hayal



11 Şubat 2020 Salı

ÇED verileri açıklandı: 26 yılda yalnızca 54 proje için olumsuz kararı verildi


11 Şubat 2020 12:37

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, ÇED yönetmeliğinin çıktığı 26 yıla ilişkin istatistik verileri açıkladı. Geçen yıllarda yalnızca 54 proje için olumsuz raporu verilmiş.
 
Fotoğraf: Proje tanıtım dosyasından alınmıştır
Özer AKDEMİR
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) yönetmenliğinin çıktığı 1993 yılından 2019’a kadar olan ÇED verilerini açıkladı. Bakanlığın açıkladığı verilere göre 26 yılda sadece 54 proje için “olumsuz” kararı verilmiş.
EN ÇOK OLUMLU KARAR MADEN VE PETROL SEKTÖRLERİNE
Çevre ve Şehircilik Bakanlığının açıkladığı verilere göre 1993-2019 yılları arasında “ÇED Olumlu” kararı verilen sektörlerin içinde birinciliği yüzde 28 ile petrol ve madencilik alıyor. Onu sırasıyla yüzde 23 ile enerji, yüzde 14 tarım gıda, yüzde 13 atık kimya, yüzde 11 sanayi, yüzde 7 ulaşım – kıyı ve yüzde 5 turizm-konut sektörleri alıyor.
 ÇED verileri grafiği
Grafik: Çevre ve Şehircilik Bakanlığı
26 YILDA SADECE 54 PROJEYE OLUR DENMEMİŞ!
26 yıllık verilere göre petrol ve madencilik projelerinin neredeyse yarısına (yüzde 49) “ÇED Gerekli Değildir” kararı verilmiş. Bu yıllar arasında sanayi projelerinin yüzde  13’ü, tarım-gıdanın yüzde 14’ü, atık – kimya sektörü yüzde 9, turizm-konut sektörü yüzde 7, enerji yüzde 6 ve ulaşım-kıyı projelerinin yüzde 2’sine de “ÇED gerekli değildir” kararı verilmiş. 26 yıllık ÇED verilerinde en dikkat çeken rakam ise “ÇED Olumsuz” kararı verilenler oldu. Yetmiş bine yakın projeye ÇED “olumlu” ya da “Gerekli değildir” diye yol veren bakanlığın “Olumsuz” kararı ile geri gönderdiği proje sayısı sadece 54!
 ÇED verileri grafiği
Grafik: Çevre ve Şehircilik Bakanlığı
AKLAMA PAKLAMA YÖNETMELİĞİ
Bu rakama göre ülkenin dört bir yanında dağı, ormanı, suları, havayı, meraları ve kentleri talan edecek derecede doğa katliamlarına yol açan, yurttaşların ekoloji mücadelesi vererek yaşam alanlarını korumak için direnişler yaptığı projeler çevreye zararlı görülmemiş. Çevre Bakanlığının 26 yıllık verilerine göre yılda sadece iki (2) proje çevreye zararlı bulunmuş. Çevre ve Şehircilik bakanlığının açıkladığı bu veriler aslında ÇED yönetmeliğinin nasıl istismar edildiğini, çevre koruma anlamında hiçbir işlevinin olmadığını ortaya koyduğu gibi yönetmeliğin bir anlamda başta maden-petrol ve enerji sektörleri olmak üzere diğer sermaye yatırımlarını aklama aracına dönüştüğünü ortaya koyuyor.

10 Şubat 2020 Pazartesi

Ekoloji Birliği Ege Bölge Toplantısı Sonuç Bildirgesi Açıklandı



Ekoloji Birliği‘nin 25-26 Ocak tarihlerinde Muğla’da yapılan Ege Bölge Toplantısı Sonuç Bildirgesi basın ve kamuoyuna açıklandı. Sonuç Bildirgesi’nde “iklim krizi ve ekolojik yıkıma dur demek için ekoloji mücadelesinin daha da yükseltilerek toplumsal bir hale getirilmesi gerektiği” vurgulaması yapıldı.
Ekoloji Birliği Ege Bölge Toplantısı 25-26 Ocak tarihlerinde Muğla’da yapıldı. Daha önce Samsun ve Aydın’da bölge toplantıları yapan Ekoloji Birliği, 2020 yılının ilk bölge toplantısını Muğla’da MUÇEP‘in ev sahipliği ile gerçekleştirdi. Muğla’daki Ege Bölge Toplantısına  önümüzdeki aylarda Ekoloji Birliği tarafından gerçekleştirilmesi planlanan “Enerji ve Maden Çalıştayı”nın düzenleyicilerinden olan  Ekoloji Kolektifi de katıldı.

HEM HALKA HEM BİLEŞENLERE YÖNELİK TOPLANTI
25 ve 26 Ocak tarihlerinde MUÇEP’in ev sahipliği ile 2 gün olarak gerçekleştirilen Ege Bölge Toplantısı’na 100 dolayında kişi katıldı ve toplantı  yoğun ilgi gördü. Muğla’nın Akyaka, Bodrum, Dalyan, Datça, Gökova, Marmaris, Milas, Yatağan gibi bölgeleri ile İzmir Söke, Manisa Turgutlu, Aydın, Çine, Balıkesir, Çanakkale ve Ankara’dan da toplantıyı izlemek üzere gelenler oldu.
Ekoloji Birliği’nin Ege Bölge toplantısı, hem halka  hem de bileşenlere yönelik iki ayrı özellikte gerçekleştirildi. Halka yönelik yapılan ve halktan katılımların olduğu ilk günkü toplantıda, yerellerde yaşanılmakta olan sorunlar, köylü yurttaşların da yaptıkları açıklamalar ve sunumlarla aktarıldı.
Ekoloji Birliği Ege Bölge Toplantısı’na EGEÇEP, AYÇEP, ÇİYAP, TURÇEP, FOÇA FORUM, SÖKEÇEP, MUÇEP, Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği gibi Ekoloji Birliği bileşenleri  katılımları ve sunumları ile katkıda bulundu.
Enerji politikasından kaynaklanan jeotermal ve termik santraller ile madencilik alanında ise siyanür kullanımına dayalı altın madenciliği, sülfürik asit kullanımına dayalı nikel madenciliği gibi kimyasal ve metalik madencilik uygulamalarının yarattığı ekolojik tahribat ve bunlara karşı verilen mücadeleler geçmişten ve günümüzden örneklerle anlatıldı. 26 Ocak günü toplantının ikinci gününde Yatağan termik santrali önünde yapılan basın açıklaması ile birlikte santral sembolik olarak kapatıldı.
ENERJİ ve MADENCİLİK POLİTİKALARI İLE EKOLOJİK YAŞAMA ETKİLERİ
Ekoloji Birliği ve Ekoloji Kolektifi’nin birlikte düzenleyeceği “Enerji ve Maden Çalıştayı” konusunda, bu çalıştayın neden gerekli olduğuna ilişkin açıklamalar da yapılarak, Ege Bölge Toplantısı’ndan elde edilecek sonuçların da çalıştaya katkı sunacak bazı veriler sağlayabileceği üzerinde duruldu.
Yapılacak çalıştayın; siyasi iktidar eliyle uygulanan enerji ve madencilik politikaları ile ekolojik yaşama etkileri temelinde ele alınması, yürütülen ekoloji mücadelesinin haklılık temellerinin topluma daha etkili anlatılabilmesini sağlayacak şekilde bu çalıştay ile ekoloji mücadelesinin alternatif politikalar oluşturmasının da hedeflenmesi gerekliliği ifade edildi.
Toplantının ikinci gününde Yatağan termik santrali önünde basın açıklaması yapılarak, santral sembolik olarak kapatıldı.
EKOLOJİ MÜCADELESİNİN TOPLUMSAL ve HUKUKSAL BOYUTLARI
Yaşanılmakta olan ekolojik sorunlar ve buna karşı yürütülen ekoloji mücadelesi birlikte değerlendirilirken, siyasi iktidarın enerji ve madencilik politikası temelinde sermaye düzenince topluma dayatılan uygulamalar ve ekolojik yaşamda karşı karşıya bırakılan durum, hem çevre hem de insan sağlığı açısından ele alındı.
Yerellerde verilen mücadelelere ilişkin sunumlarda da, bu duruma dikkat çekecek şekilde ekoloji mücadelesinin toplumsal boyutları yanı sıra hukuksal sürece ilişkin özet değerlendirmelerle aktarıldı.
 
ÖRGÜTLENME ve POLİTİKA
Bileşenlere yönelik olarak gerçekleştirilen toplantının ikinci gününde, Ekoloji Birliği’nin 2 yıla yaklaşan mücadele süreci içindeki bazı deneyimleri de paylaşılarak değerlendirildi.
Toplumsal mücadelelerde “örgütlenme” ve “politika” alanında iki önemli sürecin varlığına dikkat çekilen Ekoloji Birliği Ege Bölge Toplantısı Sonuç Bildirgesi‘nde şu vurgulamalar yapıldı:
“Ekoloji Birliği; bugünkü süreçte taşıdığı özellikleri ile ekoloji mücadelesi içinde toparlanma ve örgütlenmeyi temsil etmektedir. Genel ekoloji mücadelesini yönlendirecek nitelikte bir ekoloji politikasının oluşması ise mücadele içinde olgunlaşma süreci yaşamaktadır.
Temel bir gerçeklik olarak; ekoloji mücadelesi kapitalizme ve sermaye düzenine karşı bir mücadeleyi de kapsamaktadır. Dolayısıyla demokrasi, emek ve yaşam mücadelesi ile de içiçe bir mücadele özelliğindedir.”
SONUÇ OLARAK:
Ekoloji Birliği Ege Bölge Toplantısı‘ndan çıkan sonuçlar şu tespit ve değerlendirmelerle açıklandı:
— Topluma dayatılan enerji politikası, yapılan ekolojik yıkım ve tahribatı meşru göstermeye yönelik ortaya konulan bir aldatmadan ibarettir, gerçekte ise Türkiye’nin bu kadar çok enerjiye ihtiyacı yoktur.
— Madencilik adı altında yapılmakta olanlar, sadece yeraltı zenginliğimizin soyulup sömürülmesidir. Mevcut madencilik yasası da bu yapılanları yasal bir hale getirmek amacıyla yapılmış bir düzenleme anlamını taşımaktadır.
— Yaşam alanları ve tarım arazileri siyasi iktidar tarafından sermayenin mülkü haline dönüştürülmeye başlanmış, izlenen politika nedeniyle ekolojik yaşam bir rant kapısı haline getirilirken, doğa sadece bir meta gibi görülmeye çalışılmaktadır.
— Siyasi iktidar tarafından hukuku askıya alan bir anlayış egemen hale getirilmeye çalışılmakta, bu durum da şirketlere projelerini uygulamada hukuka aykırı yöntemlere başvurma cesareti vermektedir.
— Ekosistemin bu kadar ciddi tehdit ile karşı karşıya kalarak günümüzde tarihin en büyük ekolojik yıkım ve tahribatı yaşanmasının ardında, siyasi iktidar desteği ile yürütülen projelerin gerçekleşmesi doğrultusunda şirketlerin çıkarının kollanması için hukukun da göz ardı edilmekte olduğu gerçeği yer almaktadır. Dolayısıyla sadece doğa değil, aynı zamanda hukuk da katledilmektedir.
— Sermayenin doğaya vahşi saldırganlığını yansıtan enerji, madencilik vb. alanlarda uygulamaya çalıştığı bazı projelere karşı yaşam alanlarına ve tarım arazilerine sahip çıkma temelinde verilmekte olan mücadele tamamen meşru ve hukuki bir mücadeledir, daha da gelişip yükseltilerek toplumsal bir mücadele şekline dönüştürülmelidir.
Ekoloji Birliği Ege Bölge Toplantısı katılımcıları

9 Şubat 2020 Pazar

Yoksul ölümü!* (Pazar yazısı)

09 Şubat 2020 04:32
Yoksul ölümü!*

PAZAR
  
 Özer AKDEMİR


Hacer kendisine söylenen sözleri duymamış gibiydi. Dalmış gitmişti derinlere. Boşluğa diktiği gözleri camlaşmıştı sanki. Neden sonra uykudan uyanır gibi kaldırdı bakışlarını. Karşısında soran gözlerle dakikalardır duran adama baktı.

Yan atölyedeki kıvırcık saçlı işçi iş çıkışı yine yürümüştü kendisiyle mahallesine kadar. ‘Gelme’ demesi artık işe yaramıyor, evlilik teklifine kaç kez ‘hayır’ demesi yıldırmıyordu adamı. “Sevdim seni, senin her şeyini. Elinin değdiğini, gözünün gördüğünü! Evinin yolunu, siyah saçlarındaki akları, kızını, yüzünü, hüznünü... Gel tut elimi. Tut bir kez olsun!..” dedi kaç kez. O sustu hep. Gönlünün yavaşça aktığını görüyor ama içindeki ölüyü bir türlü toprağa veremiyordu. Hiçbir şey demedi o gece de ayrılırken, yine bakışlarını yere dikti ve yürüdü gitti...

Adam öylece kalakaldı yerinde. Kayada can vardı onda yoktu o zaman içerisinde. Kıpırtısız, nefes bile almadan baktı kadının ardından. Sokağın köşesinde başındaki atkının püskülleri rüzgarda son kez uçuşup kaybolduğunda bile ayırmadı gözlerini gidenden. Sokak direğinin solgun ışığının altındaki o boşluğu içine çekti neden sonra. Yüreğindeki korkunç boşluğu boşlukla doldurmak istedi. İçini gece gündüz kemiren ve işte tam da şimdi boğazına kadar yükselen sızının bir zehir gibi yudum yudum tüm vücuduna yayılmasını bekledi...

Hacer sokağı dönüp yokuşun başındaki evinin yolunu tuttuğunda akşam geceye evrilmişti. Sokaklarda kuru yaprakları önüne katıp sürükleyen rüzgarın peşi sıra yürüdü. Rüzgar da kendisi ile geldi, onunla adımladı Arnavut kaldırımlı yolları. Kabanının cebindeki elleri üşüyordu. Çenesini atkısının içine çekti. Gözlerinden yaşların aktığını damlalar yanaklarını ıslatıp rüzgar yüzüne soğuk soğuk üflediğinde anladı.

Evinin bulunduğu sokağa girmeden önce altından geçtiği yüksek binalara yan döndü her zamanki gibi. On beş katlı blokların tüm lambaları ışıl ışıl yanıyor, açık pencerelerinden yemek kokuları ve bölük pörçük konuşmalar yayılıyordu geceye. Hacer bir yılanın ininden kaçıyormuşçasına hızlandırdı adımlarını. Koşar gibi geçti binaların yanından. Buradan geçmemek için her şeyi yapardı ama ne çare ki başka yol yoktu evinin bulunduğu gecekondulara giden. Sanki o kan birikintisi hâlâ o binaların altında öylece duruyor, her geçip gittiğinde ayağına bulaşıyor, kendisiyle eve geliyordu!..

ayrılık ile ilgili görsel sonucu

 *
Eve girdiğinde küçük kızı koştu geldi, sarıldı. Annesi kapının önünde durmuş kızına bakıyordu. Kızı ile torununun sımsıkı kucaklaşmaları gözlerini doldurdu yaşlı kadının. “Hadi bakalım içeriye, çayımız da yeni demlenmişti” dedi. Kızının kabanını çıkarmasına yardım ederken yalancıktan torunundan şikayetlendi; “Ne desem dinletemedim kızına. İlla da annemi görmeden uyumayacağım diye tutturdu yine. Hadi götür yatağına yatır da uyusun artık. Saat 10 oldu!”.

“Biraz benimle kalsın anne, uyur şimdi götürür yatırırım uyuyunca” dedi Hacer.
Sobanın yanındaki sedire oturup, kızını kucakladı. Altı yaşındaki küçük kız sokuldu annesinin kucağına, yüzünü boynuna gömdü. Annesi daha ilk bardak çayı yudumlarken uyudu kucağında. Götürüp yatağına yatırdı öpüp koklayarak...

Eşini iki yıl önce kaybetmişti Hacer. Biraz önce önünden kaçarcasına geçtiği inşaatın en son katından düşmüştü duvarcı Nadir usta. İnşaatın müteahhidi eşini suçlu çıkardı, ‘koruyucu halatı takmamış’ dedi. Bir miktar para verip susturdular acılı aileyi. Gelen para borçları bile kapatmaya yetmiyordu ki Nadir’in cesedi soğumadan alacaklıların kimi kendi geldi kimi haber yolladı. “Başınız sağ olsun! Rahmetlinin şu kadar borcu vardı. Öbür tarafta üzerinde kul hakkı olmadan rahat uyusun...” dediler.

Çaresiz, kızı Rüya'ya hamile kaldığında bıraktığı işine tekrar döndü. Mahallelerindeki tekstil atölyesine hemen aldılar Hacer’i. Ustaydı, disiplinliydi, çalışkandı... İşini biliyordu, zorluklarına genç kızlığından bu yana başladığı işçilik yaşamında alışmıştı artık. Şimdi tek derdi kızı ve yanına taşınan dul annesiyle yeterince zaman geçirememekti. Günde on iki saat çalışıyordu bu aralar. Hemen her akşam mesaiye kalıyorlardı atölyede. Mecbur gecenin bir yarısı çıkıyordu işten. Kızı çoğu zaman uyuyup kalıyordu kendisini beklerken. Bazen de işte böyle bekliyordu küçük gözlerinden uyku aka aka. Özlüyordu annesinin kokusunu, sıcaklığını...

Yoksul ölümü!*

O gece oldu deprem! Tam da Hacer son bir bardak daha çay içelim diye, sobanın üzerindeki çaydanlığa uzanmak için ayağa kalktığında. Tabandan bir ‘küttt’ sesi geldi önce. Ayaklarının altındaki zeminin sırtına binen birisini atmak isteyen bir hayvan gibi yükselip titrediğini hissetti. İkinci sarsıntıda yere düşerken sobanın borusunun yerinden çıkarak kendisine doğru devrildiğini gördü. Göz ucuyla annesine bakmak istedi. Daha ilk ‘kütt’ sesinde ortalık zifiri karanlığa kestiği için hiçbir şey göremedi. Sobanın devrilmesi ile ortaya saçılan korlaşmış kömürün ışığında biraz önce içi kaynar suyla dolu çaydanlığın ters bir şekilde bacaklarının üzerinde durduğunu görebildi. Acı duymuyordu hiç! “Kızım” diyebildi son nefesinde. Odanın içi kömürün tutuşturduğu halı nedeniyle kesif bir dumanla dolmuştu. Ne düştüğü yerden kıpırdayabildi ne nefes alabildi Hacer...

Molozlar kaldırıldığında küçük Rüya'yı öbür odada yatağında hâlâ uyur gibi buldular. Bir parmak toz vardı sımsıkı kapalı gözlerinin, dudaklarının üzerinde. Hacer ile annesinin cansız bedenleri de yan yana idi. Öyle ki saçları birbirine karışmıştı.

Gecekondu yerle bir olmuştu. Mahalledeki tüm gece kondular hurdahaştı! Oysa hemen yan taraflarına dikilen yüksek bloklar ufak tefek çatlaklar dışında sapasağlam duruyordu.

Hacer’in kocası yapmıştı bu yüksek binaları. Duvar ustası Nadir, almaya 20 yıl çalışsa gücünün yetmeyeceğini bildiği bu daireleri sanki kendi evini yapıyormuşçasına örmüştü. Ördüğü duvardan düşerek öldü!..

Patronun aksi sözlerine rağmen kalasların üzerinde gezerken kendisini yaşama bağlayacak bir güvenlik halatı yoktu takmak için. Patronun ihmal ettiği önlem yüzünden yaptığı bina eceli oldu!.. İki sokak ötede kirada oturduğu gecekondu ise ailesinin geri kalanını yuttu depremde. Yoksul olduğu, sağlam bir evde oturmaya gücü yetmediği için öldü Nadir usta ve ailesi...

Hacer’in, annesinin ve küçük Rüya›nın cenazeleri gecekondulardaki yıkıntılardan çıkarılıp gömülürken, “Takdiri ilahi. Depremler Allahtan gelir” diyen imamın lafını ağzına tıkadı kıvırcık saçlı işçi. “Ecel değil yoksulluk öldürdü onları. Tüm depremler de hep yoksullar ölür!..” dedi öfkeyle.

Yoksulların her depremde, selde, çığda, inşaatlarda, fabrikalarda ölmeye devam edeceklerini çok iyi biliyordu işçi. Yoksulluğa, ölümlere kader dedikleri sürece yoksul ölümleri de bitmeyecekti...

*Öykü

6 Şubat 2020 Perşembe

Aydınlılar yaşam, JES’çiler imaj derdine düştü!


06 Şubat 2020 11:45

Aydın’ın ana caddelerine JES’leri öven afişler asılması yurttaşların tepkilerine neden oldu. Tepkiler üzerine açıklama yapan Aydın Büyükşehir Belediyesi afişlerin kaldırıldığını duyurdu.
Aydın’ın ana caddelerine JES’leri öven afişler asılması yurttaşların tepkilerine neden oldu
Aydın’ın ana caddelerine JES’leri öven afişler asılması yurttaşların tepkilerine neden oldu
Fotoğraf: Gönül Hastaoğlu

Özer AKDEMİR
Yıllardır jeotermal enerji santrallerinin (JES) çevre, sağlık, tarıma etkileri konusunda çok büyük sorunlar yaşanan Aydın’ın ana caddelerine JES’leri öven afişler asılması yurttaşların tepkilerine neden oldu.
JES şirketleri bozulan imajını bu tür ilanlarla düzeltme derdine düşerken Aydınlılar ise kirlenen çevrenin, artan kanser oranlarının, bitme noktasına gelen tarımın yani geleceklerinin derdindeler.
YALAN YANLIŞ BİLGİLERLE JES GÜZELLEMESİ
Sabah Aydın’ın ana caddeleri üzerindeki billboardlarda JES’leri öven, JES’lere karşı verilen mücadeleyi ise “dış güçlerin kışkırtması” olarak karalayan afişleri gören Aydınlılar tepki gösterdiler. Aydın’ın ana caddelerindeki billboardlarda Jeotermal Enerji santralleri Yatırımcıları Derneği (JESDER) imzasıyla asılan afişlerde “İncir, zeytin ve pamukta rekor kıran çiftçilerimizi kutluyoruz. JES’lerin doğaya zararı yoktur”, “Bütün dünyada jeotermal santraller doğa dostudur”, “JES santrallerinden çıkan duman değil su buharıdır”, “Dış güçlere rağmen yerli ve milli kaynaklarımızla elektrik üretmeye devam edeceğiz”, “Türkiye’nin enerji ithalatı geçen yıl %4.2 azaldı” gibi cümleler yazıldı.
BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİNE TEPKİ
Sosyal medyadan afişlerin halka yanlış bilgi verdiği ve verilen mesajların gerçeği yansıtmadığını dile getiren Aydınlılar, Büyükşehir belediyesini de arayarak bu afişlere müdahale etmelerini istediler. Çine Yaşam Platformu sözcüsü Ahmet Uslu billboardlarda yazılanların gerçek dışı olduğunu ve Aydın’da JES’ler yüzünden yıllardır yaşanan sorunları gizlemeyi amaçladığını belirterek, halka yalan bilgiler veren bu ilanların billboardlara asılmasına izin veren Aydın büyükşehir belediyesini de eleştirdi. Uslu, “Aydın topraklarına, havasına, suyuna, yaşam alanlarına pervasızca saldıran jeotermal şirketlerin reklam panosu olarak Aydın Büyükşehir Belediyesine ait panoları kullanmasını ve kullandırılmasını protesto ediyoruz. Reklamlar derhal sökülmelidir” dedi. Tire Başköy Jeotermal mücadelesinden Sami Şengün’de Aydın büyükşehir belediyesinin bir yandan halka jeotermal karşıtı söylemler ederken diğer taraftan billboardlarını JES şirketleri için bu tür reklamlara kiralamasının iki yüzlülük olduğunu belirterek derhal kaldırılması gerektiğini söyledi.
Aydın’ın ana caddelerine JES’leri öven afişler asılması yurttaşların tepkilerine neden oldu
AYDIN HALKININ MÜCADELESİ YOK SAYILIYOR
Turgut Yardımlaşma Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Derneği Başkanı Kazım Erol:
Aydının havasına, suyuna, toprağına, insanına pervasızca hukuksuzca saldıran, özel ürünleri ile karşılaştır zeytinini incirini yok etme aşamasına getiren Jeotermal Enerji şirketlerinin reklamını billboardlarında yayınlayarak Aydın halkının bu hukuksuzluklara karşı verdiği mücadeleyi yok saymıştır. Aydın Büyükşehir Belediyesine bu yanlışından derhal dönmesini, ve bu mücadelede halkının yanında yer almasını istiyoruz.
JES’LER AYDIN’I KUŞATTI
JES’lerin Aydın’da tarımı bitirme noktasına getirdiği, havayı, suyu kirleterek kenti kanser oranlarında Türkiye birincisi yaptığı iddialarını uzun zamandır yüksek sesle dillendirirken, JES’lere karşı mücadele de her geçen gün gelişiyor. Kenti adeta çepeçevre kuşatan, içme suyu sağlayan İkizdere Barajının yanına, incir ve zeytin bahçelerinin ortasına, üniversite hastanesine birkaç kilometre uzaklığa kadar sokulan JES’lere karşı Kızılcaköy’de, Pamukören’de, Kuyucular’da, Yılmazköy’de ve daha birçok yerde halkın direnişi var. JES’lere karşı açılan davalarda verilen bilirkişi raporları JES’lerin özellikle Aydın’ın en önemli tarımsal ürünleri incir ve zeytin açısından son derece olumsuz etkileri olduğunu ortaya koyarken, Germencik Alangüllü’de hemen JES’lerin dibinde yer alan bir bahçede yüzlerce zeytin ağacının birkaç hafta içerisinde kurumasının da JES’lerden kaynaklandığı ortaya çıkmıştı.
Aydın’ın ana caddelerine JES’leri öven afişler asılması yurttaşların tepkilerine neden oldu
JES'LERİ ÖVEN AFİŞLER KALDIRILDI
Aydın’ın ana caddelerine JES’leri öven afişler asılması yönelik tepkilerden sonra akşam saatlerinde JES reklamları kaldırıldı. 
Konuyla ilgili Aydın Büyükşehir Belediyesi yazılı açıklama yaparak belediyenin JES'lere karşı tutumunun net olduğu ifade etti.  Açıklamada, "Efeler ilçemizde 3. şahıslar tarafından işletilmekte olan billboardların bazılarında jeotermallerle ilgili çeşitli görseller yer almıştır. Aydın Büyükşehir Belediyesi'nin jeotermaller konusundaki görüşleri nettir. Aydın Büyükşehir Belediyemiz bu konuda hassasiyet göstermektedir. Bu hassasiyet billboardların işletmesini yapan ilgili firmaya iletilmiştir. Görseller de billboardları işleten ilgili firma tarafından kaldırılmıştır" ifadelerine yer verildi. 

2 Şubat 2020 Pazar

"Gurbet bize biz gurbete alıştık..." (Pazar yazısı)


02 Şubat 2020 03:40
"Gurbet bize biz gurbete alıştık..."

 Görüntünün olası içeriği: gökyüzü, açık hava ve su

Tek tük yağmur damlalarının atıştırdığı kasvetli bir günün öğleden sonrası vardık Köln’e. İnsanların, hayvanların, sokakların ve gri bulutların dahi alışkın bir düzen içerisinde hareket ettiği tipik bir Alman kenti idi Köln.
Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi, ayakta duran insanlar, açık hava ve su
Bizi kente getiren arkadaşımız yıllardır Almanya’daydı. Dortmund’da oturuyordu ve onlarca kez gördüğü Köln onun için misafirlerini gezdirmeye getirdiği bir kentti artık sadece. Türkiye’den misafirler geldiğinde, onları yüz kilometre uzaklıktan Köln’e getiriyor, nehrin yanındaki özel hastanenin otoparkına aracını park edip, Ren Nehri’nin kıyısına iniyor, “Buyurun, Köln’ü gezmeye buradan başlayabiliriz” diyordu.
Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi, köprü, ayakkabılar ve açık hava
AŞIKLAR KÖPRÜSÜ
Bize de aynısını yaptı. Nehir boyunca sıralanan Alman evlerinin güzelliğini fotoğraflamaya çalışırken sabırla bekledi bizi. Sonra, her iki ucunda ata binmiş yeşile boyalı imparator heykellerinin bulunduğu Hohenzollern Köprüsü’ne doğru yürüdük. Üzerinden neredeyse dakikada bir tren geçen köprünün girişindeki demir korkuluklara on binlerce rengarenk kilit asılmıştı. Anadolu’da çaput, bez bağlanan adak ağaçlarının yerini burada köprü korkulukları almıştı! İrili ufaklı kilitlerin üzerinde sevgililerin adları yazıyordu. Sevgililer bu asma kilitlerin anahtarlarını Ren Nehri’ne atıyorlardı. Böylece anahtar nehirden çıkarılıp kilit açılmadığı sürece aşklarının ölümsüz olacağına inanıyorlardı.
Asma kilitlerle dolu korkuluklar tren rayları ile yaya yürüyüş yolunu ayırarak Köln Katedrali’ne doğru uzayıp gidiyordu. Biz de köprünün üzerinden katedrale doğru memleket muhabbeti yaparak yürüdük.
KÖLN KATEDRALİ
Yüzlerce insan vardı katedralin içinde. Dilek mumları ve pencereden giren solgun gün ışığının aydınlattığı katedraldeki her bir köşe bir başka sanat eseriydi. İncil’den sahnelerle süslü renkli camlar, heykeller, taştan oyulmuş vaftizhane, etrafı taş işlemeli bir lahdin üstünde elinde kılıç ve İncil tutan sırtüstü uzanmış bir şövalye heykeli, yüzlerce yıllık ahşap dua masaları ile saatlerce seyretseniz doymayacağınız görsel bir şölendi katedrali gezmek.
Katedrali görmeye gelen turistlerin kovana gelen arılar gibi dolandığı batı kesimindeki giriş kapısının önünde dizlerinin üzerine çökmüş bir adam, futbol topu büyüklüğünde çizdiği dairelerin içine renkli tebeşirlerle ülke bayrakları resmediyordu. O ülkenin vatandaşı olan turistler de kendi bayraklarının olduğu dairenin içine bozuk paralar bırakıyorlardı. En çok para Türkiye bayrağının olduğu dairenin içinde birikmişti.

KUŞLARIN ŞARKISI
Katedralden çıktıktan sonra modern sanatlar müzesini es geçip “illa da çikolata müzesi” diye tutturan çocukların ardı sıra Ren kıyısı boyunca 1.5 kilometre yol yürüdük. Köln de gün akşama doğru devrilirken, yol boyunca etrafta bulunan çınar ağaçlarındaki kuşların şarkısını duymalıydınız!.. Yüzlerce kuş dalların, tek tük kalmış yaprakların arasında sanki akşamın gelişini, havadaki kasveti, Ren’in huzurla akışını, nehre bir kemer gibi dolanan köprüleri, köprülerden geçen arabaları, insanları, sularda hafif hafif salınan gemileri, ışıklarını yakmaya başlayan katedrali, kiliseleri ve kuzey göğünün gittikçe koyulaşan maviliğini anlatıyor, şakıyorlardı...
Çikolata fabrikasına kapanış saatinden yarım saat önce gidebildik ve dönüşte, serin sularıyla sessiz sakin akan nehrin kıyısında bir kafeye oturduk. Köln Katedrali’nin sivri kuleleri tam tepemizdeymişçesine yakındı bize. Akşam olmak üzereydi. Puslu, kasvetli soğukça bir ocak günüydü. Bulutsuz ama kapalı bir havada akşamın ilk alacası nehrin lacivert yanağını okşarken gökte tek tük erkenci yıldızlar parlamaya başlamıştı bile...
Sağıma kendine özgü bir güzelliği, estetiği olan Hohenzollern Köprüsü’nü, soluma heybetli Köln Katedrali’ni alarak oturmayı tercih ettim. Karşımdaki arkadaşım ise bana muhteşem gelen her iki yapıya da sırtını dönmüş, önümüzde uzanan Ren Nehri’nin sularına dalıp gitmişti. Ben yerel biralardan birisini söyledim o yeşil çayı tercih etti. Çocuklar biraz ötede nehrin yanı başındaki yeşil alanda kendi dünyalarına dalmışlar, birbirlerinin, akşam üzeri yanan ışıkların yansıdığı renkli suları ile her geçen an daha da büyülü bir güzelliğe bürünen Ren’in fotoğraflarını çekiyorlardı.
Boynumu kabanımın içine çekip soğuktan korunmaya çalışırken arkadaşım yeşil çayını acele etmeden yudumlayarak bıyık altından bana gülüyordu. “Biz alıştık artık bu soğuklara” dedi. “Gurbet bize biz gurbete alıştık...”
MÜLTECİ ÖYKÜLERİ
Bir bira içimi süresince oturduk ve bana siyasi mülteci olarak Almanya’ya gidişini anlattı. Gurbete alışmak hiç de kolay olmamıştı aslında.
Meriç Nehri’nden geçerken iki kere boğulma tehlikesi geçirişini, nehrin karşı tarafında sazlıklarla kaplı bataklıkta saatlerce Yunan askerlerinden kaçışını ve en sonunda dayanamayıp insanlıktan çıkmış bir halde askerlere teslim oluşunu, mülteci kampı günlerini, sonra bir pasaport uydurup Almanya’ya gidişini anılara, acılara dalıp giderek anlattı.

Almanya’da olduğumuz birkaç gün boyunca böylesine birçok mülteci öyküsü dinledik. Her birinin kendine özgü bir kederi, her birinde özgürce yaşayabilmek için ölümü göze alanların gözü pekliği ve dil-diş bilmediği topraklarda iliklerine kadar hissettikleri eziklik duygusu vardı.
Bugün de başka biçimlerde, farklı yol yöntemlerle ve son yıllarda sayıları hızla artan bir şekilde mülteci göçü devam ediyor batıya. Yaşamak, çalışmak, çocuklarına güvenli bir gelecek bırakabilmek için savaşı, kanı, mahpus duvarlarını geride bırakıp bilinmezliğe yol alıyorlar. Tarifsiz acılara katlanıyorlar. Hep çok özlüyorlar doğdukları, büyüdükleri toprakları. Yine de kan doğruyorlar ekmeklerine, yaralarına tuz basıyorlar. Gurbet onlara onlar gurbete alışıyor...

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...