Yılın son günü
'de Pelin Cengiz'in Ekolojik Odak Programında değerli meslektaşlarım ve ile 2022'nin ekoloji gündemini değerlendirmiştik. İlgilenenler için programın linki
Yılın son günü
'de Pelin Cengiz'in Ekolojik Odak Programında değerli meslektaşlarım ve ile 2022'nin ekoloji gündemini değerlendirmiştik. İlgilenenler için programın linki
Kayanın ve ağacın yaşama sanatı: Falezia ÇEPEÇEVRE YAŞAM İsmail Seyrek, Antalya'nın falez taşını sanata ve doğanın özüne uygun bir yaşam alanına dönüştürüyor
Özer Akdemir'in hazırlayıp sunduğu #ÇepeçevreYaşam 21.00'de Evrensel'de
28 Aralık 2022 04:47
EPDK’nin, GES projesi ÇED raporu henüz onaylanmadan Yaylaköy’deki köylülerin arazilerini Lodos enerji şirketine kiraladığı ortaya çıktı. Proje onaylanırsa 30 bin zeytin sökülecek.
Fotoğraf: Mustafa Şenbahar'ın kişisel arşivi
Özer AKDEMİR
Karaburun Yarımadası her geçen gün sayıları artan rüzgar enerji santrali (RES) projelerinin yanı sıra şimdi de güneş enerji santrali (GES) ile adeta bir enerji çöplüğü haline getiriliyor. Son örnek de Yaylaköy’den geldi. Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun (EPDK), GES projesi ÇED raporu henüz onaylanmadan Yaylaköy’deki köylülerin arazilerini Lodos enerji şirketine kiraladığı ortaya çıktı. Köylüler, şirketin GES projesine onay verilirse 15 yıllık meyve veren 30 bin zeytin ağacının söküleceğini söylüyorlar. İddiaları sormak için Lodos şirketinin internet üzeriden ulaştığımız telefonunu açan olmadı.
ŞİRKET ZEYTİNLERİ SÖKÜP GES KURMAK İSTİYOR
2007 yılında Hazineden 10 yılda bir yenilenmek üzere 150 yıllığına kiraladığı 473 dönüm araziye zeytin diken Yaylaköy’lü Mustafa Şenbahar arazisi elinden alınmak istenen köylülerden birisi. Kiraladığı araziye 15 bin zeytin fidanı diken Şenbahar, RES direkleri ile adeta köylerini kuşatan Lodos enerji şirketinin şimdi de zeytinliklerini ellerinden almak istediğini dile getiriyor. Lodos şirketinin kendisinin ve komşusunun zeytinliğini alarak GES kurmak istediğini belirten Şenbahar, arazinin zeytinlik olması nedeniyle şirketin şu ana kadar bu isteğine ulaşamadığını söyledi.
ORMAN GENEL MÜDÜRLÜĞÜ ŞİRKETE OLUMSUZ YANIT VERDİ
Şenbahar, “Benim ve komşumun 902 dönümlük arazide toplam 30 binin üzerinde zeytinimiz var. Kendi ellerimizle diktik zeytinleri ve 15 yaşında genç ağaçlar olarak meyve vermeye başladı. Haliyle arazi zeytinlik olduğu için Zeytin Yayası’na göre bir işlem yapamıyor şirket. Zaten şirketin irtifak hakkı başvurusuna Orman Genel Müdürlüğü olumsuz yanıt verdi” dedi. Şenbahar’ın gönderdiği 19.07.2022 tarihli belgede Orman Genel Müdürlüğü Lodos şirketinin Yaylaköy’de yapmak istediği GES projesi için irtifak hakkı talebine, “Müracaat alanları içerisinde geçmiş yıllarda yapılmış Hazineden tahsisli özel ağaçlandırma sahaları bulunduğu” gerekçesiyle olumsuz görüş bildirdiği görülüyor.
Karaburun İlçe Tarım Müdürlüğü ekiplerinin yaptığı inceleme sonrası verdikleri rapor|Görsel: Mustafa Şenbahar
AYNI SAHAYA İKİ FARKLI RAPOR
Öte yandan İzmir İl Tarım Müdürlüğü 30 binin üzerinde genç zeytin ağacının bulunduğu arazi için 28.03.2022 tarihinde verdiği raporda, şirketin istediği arazide 6-7 yaş aralığında zeytin fidanları dikili olduğunu, bazı zeytinlerin ortalama 12-15 yaş aralığında ve yeni verimde olduğunu belirtmiş. İl Tarım Müdürlüğü elemanları bu zeytinlerin “Bakımsız, kimi fidanların kurumuş” olduğunu ileri sürmüş. Aynı sahada Karaburun İlçe Tarım Müdürlüğü ekiplerinin yaptığı 13.10.2022 tarihli incelemede ise Şenbahar’ın zeytinliğinde 14-15 yaş arasında zeytinler olduğu, bu fidanların düzenli bir şekilde dikilip, bakımlarının yapıldığı, kuruyan fidanların yerine yenilerinin dikilerek üretime devam ettiği, zeytin ağaçlarının gençlik dönemini atlatarak verime geçtiğine dair rapor verilmiş.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığının yazısı|Görsel: Mustafa Şenbahar
BAKANLIK ŞİRKETİN İŞİNE GELEN RAPORU DİKKATE ALDI
İki kurumun birbirine tamamen zıt bu iki raporundan şirketin işine geleni göz önünde bulunduran Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı (ÇŞİB) meyve veren 30 bin zeytin ağacının bulunduğu araziyi “kuru marjinal tarım arazisi” olarak niteleyerek şirkete arazinin GES için tarım dışı kullanılabileceğine dair izin verdi. Son olarak 01.12.2022 tarihli EPDK kararında da söz konusu araziler üzerinde RES üretim tesisi kurulması için Lodos Enerji AŞ şirketine irtifak hakkı tesis edildi.
RES DİYE BAŞVURUP GES’E İRTİFAK ALMAK İSTİYORLAR
Oysa şirket arazide RES değil GES projesi yapmak istiyor. Ancak GES projesi için şu ana kadar ÇED olumlu belgesi alabilmiş değil. Lodos şirketinin henüz GES için ÇED olumlu belgesi almadığını belirten Mustafa Şenbahar, şirketin burada kurnazlık yaparak ilave RES direkleri için aldığı izni GES için kullanmak istediğini ileri sürdü. Şenbahar şunları söyledi, “Bölge zaten özel çevre koruma alanı (ÖÇKA) içinde. Ayrıca benim arazide bakımlı, verimli zeytinlerin olduğuna, bütün evrakların, ödemelerin tam olduğuna dair dilekçelerim var. İlçe tarımın raporunu, bakanlıktan aldığım hibe desteklerini, mazot desteklerinin belgelerinin hepsini koydum, Çevre Bakanlığına gönderdim. Bakanlık muhtemelen bu nedenle ÇED’e olumlu görüş veremiyor. Şirket ÇED’i alamayınca bu sefer 2018’de ilave 50 +37 direklik RES projesi aldıkları lisansı öne sürerek 2000 dönümlük sahayı maliyeden RES için istedi. Bu sahtekarlığın daniskasıdır! 2018 yılındaki lisansa dair haklarını zaten kullandılar, 37 tribünü diktiler. Şimdi, RES diye isteyip GES’e irtifak almak istiyorlar.”
"FİL BÜROKRATLARIN AYAKLARI ALTINDA KÖPEK ENİĞİ GİBİ EZİLİYORUZ!"
ARAZİSİ üzerinde 15 bin zeytin ağacı olduğunu ve meyve vermeye başladığını dile getiren Şenbahar, “Şimdi bu arazideki 15 bin zeytin ağacımı ve yanımda komşuma ait arazideki 15 bin zeytin olmak üzere toplam 30 bin zeytini komple sökmek istiyorlar. Şimdi bu söylediklerimi aynen yaz benim adıma; ben emekli bir adamım. Köylü olarak buraya 15 yıldır emek verdik. Zeytin diktik ama fil bürokratların ayakları altında köpek eniği gibi eziliyoruz” dedi.
Enerji Payasası Düzenleme Kurulunun yazısı|Görsel: Mustafa Şenbahar
EPDK ŞİRKETE RES İÇİN İRTİFAK HAKKI VERDİ
Yıllardır Karaburun Yarımadası’nda yaşayan yurttaşların itirazlarına ve mücadelesine rağmen hız kesmeden devam eden RES projelerine, son yıllarda GES projeleri de eklenmişti. Yarımadada yaşayanların protesto eylemleri arasında yapılan toplantıların ardından Lodos Karaburun Elektrik Üretim AŞ tarafından yapılması planlanan “Karaburun Rüzgar Enerji Santrali Yardımcı Kaynak Güneş Enerji Santrali ” projesinin Nihai ÇED raporu Bakanlıkta imzalanmayı bekliyor. Henüz ÇED raporu bile onaylanmayan projeye EPDK tarafından 01.12.2022 tarihinde mülkiyeti Maliye Hazinesinde olan ve kiralama yoluyla zeytin yetiştiriciliği yapılan taşınmazlarla ilgili “irtifa hakkı” verildi. “Karaburun Rüzgar Enerji Santrali Yardımcı Kaynak Güneş Enerji Santrali ” projesine “kamu yararı” gerekçesi ile verilen bu irtifa hakkı ile Yaylaköy’e çok yakın olan proje alanında Yaylaköy’lü Mustafa Şenbahar ve diğer köylülerin arazileri Lodos Karaburun Elektrik Üretim AŞ’ye geçecek. Proje aynı zamanda, hayvancılıkla geçimini sağlayan Yaylaköylülerin kadimden beri kullandıkları mera alanı üzerinde bulunuyor.
Enerji Payasası Düzenleme Kurulunun yazısı|Görsel: Mustafa Şenbahar
27 Aralık 2022 04:37
Kütahya’da işletilmek istenen altın madeninin yeni bir İliç yaratacağını belirten Dr. Eşref Atabey ÇED raporlarının ne madenden sorumlu kişilerce ne de ÇED raporuna onay verenlerce okunduğunu söyledi.
Fotoğraf: Eşref Atabey'in kişisel arşivi
Özer AKDEMİR
Jeoloji Yüksek Mühendisi ve Tıbbi Jeoloji Uzmanı Dr. Eşref Atabey Kütahya’nın Tavşanlı ve Simav ilçeleri arasında işletilmek istenen altın-gümüş madeninin yörede çok ciddi sorunlara yol açacağı uyarısında bulundu. Atabey, Simav ve Tavşanlı köylerini içine alan geniş bir bölgede yapılmak istenen altın-gümüş madeninin yeni bir İliç, Bergama, Fatsa olmaya aday olduğunu belirtti.
BİNLERCE SAYFA BİLGİ ÇEVREYİ KORUMUYOR
Projenin ÇED raporu üzerinde değerlendirmelerde bulunan Atabey, madenin yöredeki canlı yaşamı, su ve orman varlığı açısından büyük zararı olacağını dile getirdi. Beş bin sayfadan ve çok sayıda eklerden oluşan ÇED raporunu inceleyen Atabey, binlerce sayfalık çevresel etki değerlendirmelerinin madenin suyun, toprağın kirletilmesi, ağaçların kesilmesi, topraktaki canlıların, doğadaki fauna ve floranın zarar görmesini engellemediğine dikkat çekerek, bunun anlaşılabilir olmaktan uzak olduğunu belirtti.
RAPORLARIN, SADECE FORMATA UYGUNLUĞUNA BAKILIYOR
Raporlardaki bilgilerin büyük ölçüde derleme olduğunu aktaran Atabey, “Bu haliyle hazırlanan ÇED raporunu, ne madenden sorumlu kişiler ne de ÇED raporuna onay verenler baştan sona okuyup, değerlendirerek karar veriyor. Sadece belirlenen formata uygunluğu incelenen ÇED raporları ve proje tanıtım dosyaları nedeniyle orman, tarım, mera, dere, göl ve deniz ekosistemleri ile projelerin etki alanları içindeki insanlar olumsuz etkileniyor. ÇED süreci yatırımların önünü kesen bir prosedür olarak görülüyor. Raporların Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca yeterince incelenmediği, taahhüt edilen önlemlerin yeterliliğinin sorgulanmadığı, inşaat ve işletme aşamasındaki izleme çalışmalarının yetersiz kaldığı biliniyor” dedi.
Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
ÇED alanı sınırına en yakın yerleşim biriminin madene
"HİÇBİR MADEN İŞLETMESİ REFAH VE HUZUR GETİRMEMİŞTİR"
ÇED raporunda madenin yörede işsizliğin azaltılmasında katkı sağlayacağı, istihdama bağlı olarak artacak gelir nedeniyle eğitim, sağlık, altyapı vs. ve sosyal altyapının gelişmesine doğrudan katkıda bulunacağının ileri sürüldüğüne dikkat çeken Atabey, “Bu kadar devasa bir işletme için sadece 150 kişi çalıştırılacak olması madenin yöredeki istihdama olumlu bir katkısının olmayacağı anlamına gelmektedir. Şimdiye kadar hiçbir maden işletmesi bulunduğu yöreye refah ve huzur getirmemiştir” dedi. Maden işletmesi sürecinde alandaki bitkisel toprakların depolanacağı ve maden faaliyeti bittikten sonra tekrar rehabilite aşamasında kullanılacağına yönelik ÇED raporundaki ifadeleri de eleştiren Atabey, bu toprakların maden terk edildikten sonra tekrar kullanılması ve ilk haliyle randıman alınmasının mümkün olmadığını kaydetti.
ÇOK GENİŞ BİR ORMAN ALANI YOK OLACAK
ÇED sahası olarak belirlenen
Jeoloji Yüksek
Mühendisi ve Tıbbi Jeoloji Uzmanı Dr. Eşref Atabey Kütahya’nın Tavşanlı ve
Simav ilçeleri arasında işletilmek istenen altın-gümüş madeninin ÇED raporunda
yaptığı incelemelerden sonra not düştüğü bazı başlıklar şöyle;
26 Aralık 2022 16:01
Akbelen'de şirkete karşı direnen köylüler, şirketin yılbaşından önce ağaç kesimi için ormana gireceğini duyduklarını belirterek; "Adalet yoksa meşru direniş var diyerek ağaçlarımıza sarılıyoruz" dedi.
Fotoğraf: İkizköylüler
Özer AKDEMİR
Akbelen ormanının yok edilmesine karşı direnen köylüler, şirket çalışanlarının yılbaşından önce ağaç kesimleri için ormana gireceği duyumun aldıklarını açıkladılar. YK Enerji şirketinin termik santraline kömür temini için yok edilmek istenen Akbelen ormanı aylardır İkizköylülerin tuttuğu nöbet ile şu ana kadar yok olmaktan kurtuldu. Şirketin orman kesim iznine karşı açılan davada 2021 yılı Ağustos ayında verilen yürütmenin durdurulması kararı, geçtiğimiz günlerde kaldırılmış, bu karara itiraz da bir üst mahkeme tarafından reddedilmişti.
YILBAŞINDAN ÖNCE KESİME GİRECEKLER!
Fotoğraf: İkizköylüler
İkizköy çevre komitesi tarafından yapılan açıklamada şirketin yanlış bilgiler ve belgelerle yargıyı etkilemek, kamuoyunu yanıltmak için her yolu denediği belirtilerek; “Sistematik şekilde hukuk üzerinden tahakküm kurmaya çalışan şirket, Akbelen'e kesime girmeyi planlıyor. Şirket çalışanları tarafından yılbaşından önce en kısa sürede kesime girecekleri söylenen biz köylüler, varımızı yoğumuzu ortaya koyup adalet yoksa meşru direniş var diyerek ağaçlarımıza sarılıyoruz. 527 gündür sürdürdüğümüz çadırlı nöbetimizde gece-gündüz ormanda devriye geziyor, kesime karşı tetikte bekliyoruz. Tüm psikolojik baskılara, tehditlere karşı, ördüğümüz dayanışma ağı ile asla yılmadan karşı duruyoruz, duracağız. Yaşam alanımıza yapılacak saldırıya karşı mücadeleden, direnmekten vazgeçmeyeceğiz. Zeytin talanı yasasını meclise giderek nasıl geri çektirdiysek, zeytinlerimizi talancı şirketlerden nasıl kurtardıysak, Akbelen Ormanı'nı da aynı azimle, dirençle, inatla savunacak ve kurtaracağız! Ne olursa olsun Akbelen Ormanı'nı vermeyeceğiz” denildi.
AKBELEN ORMANINI VE 38 BİN ZEYTİNİ SAVUNACAĞIZ
Fotoğraf: İkizköylüler
Ülkedeki tüm ekoloji mücadelelerine ve milletvekillerine destek, dayanışma çağrısı yapan İkizköylüler, “Tek yürek tek ses olarak, Akbelen'i ve Akbelen'le yaşayan 38 bin zeytinimizi savunacağız diyor. Çünkü bu bir yaşam mücadelesi!” dediler.
25 Aralık 2022 02:15
“Çok güzel çevreci mesajlar veriyor” diyen bazı arkadaşların önerisi üzerine Recep İvedik-7 filmini izledim. “Çevreci” mesajlar verdiği doğru filmin ancak meselenin özüne dair bir mesajı yok ne yazık ki. Hatta o kısma bilinçli bir şekilde girilmemiş gibi geldi bana.
Ne mi demek istiyorum. Anlatmaya çalışayım;
Neredeyse 23 yıl oldu çevre-ekoloji haberciliği yapmaya başlayalı. Bu 23 yıldır izlediğim hiçbir çevre eylemi etkinliğinde devletin olay yerine sonradan geldiğini görmedim! Recep İvedik-7 filminde devlet (jandarma) filmin 1 saat 45 dakikasında sahne alıyor. O da işte senaryo gereği mecburen dahil edilmiş gibi bir durum gereği. Oysa devlet, çevre meseleleri ile ilgili olacak eylemin-etkinliğin içeriğine, şirketin hükümetle yakınlığına ve karşısında mücadele edenlerin sayısına göre hep kendine göre gerekli “önlemleri” alarak olay yerinde olmuştur. Çoğu zaman herkesten önce eylemin-etkinliğin yapılacağı yere, alana-salona gelir, sivil resmi görevlileri uygun bir alanda konuşlandırır, eğer gerekli görürse TOMA’sını, robokop giysili askerlerini olaylara anında müdahale edecek, gelenlerin gözünü korkutacak bir konuma yerleştirir ve bekler.
Devlet, öncesi ve sonrası ile bu işlerin her zaman içinde, önünde, dibindedir. Öncesinde şirketlerin isteklerini karşılamak, onların ayaklarına dolanan yasal düzenlemeleri düzeltmek, kanunları değiştirmek, her türlü ihtiyaçlarını gidermek için görevinin başındadır. Bir şirkete (enerji-maden-ulaşım, konut vs.) ülkenin herhangi bir yeri mi gerekiyor, “Hay hay, buyursunlar dükkan sizin!”
Artık bir dizi haline gelen Recep İvedikler AKP dönemini, onun kültürel yozluğunu anlatan en bilindik filmlerden birisi olacaktır diye düşünüyorum. “Vasatın iktidarını anlatan en iyi dönem filmleri” diye anılacaktır belki de ileride. Ancak ben işin bu kısımlarından öte, “çevreci” mesajlar verme kaygısı taşıyan son filminin, bu yönüne dair bir iki cümle etme gereği duyuyorum.
Fotoğraflar: Disney+
AKP ELEŞTİRİLERİ
Recep İvedik’in bu bölümünde AKP iktidarına yönelik eleştiriler olduğu açık. İvedik’in elektrik faturasını gördükten sonra Edison’a ettiği küfürleri, ampulü söndürme söylemlerinin yanı sıra Cengiz Holdingin sahibi Mehmet Cengiz’in halka ettiği küfürlere yönelik çağrışımlar, altın kaplı ejder meyvesi sahnesi gibi değinmeler argo ile harmanlanmış birer politik-eleştiri aslında. “Yüzde elliyi geçince basarım kamulaştırmayı” söylemi de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni özetliyor. “Ağaçları taşıyacağız” diyen şirket müdürüne, “100 yıllık çamı nereye taşıyacaksınız lan!” sözleri ise son dönemdeki zeytinliklerin taşınması tartışmasına bir vurgu.
Fotoğraflar: Disney+
KADINLARIN ÖNDERLİĞİ ÇOK DOĞRU TESPİT
Çevre-ekoloji mücadelelerinin kadınların öncülüğünde geliştiği, onların yaşam alanlarını korumak için nasıl inançla direndikleri filmde öne çıkarılan çok doğru tespitler arasında.
Öte yandan, iktidarın politikalarını eleştiren filmde devlete gelişmeleri gizli saklı takip eden sonrasında da halkın, hukukun yanında yer alan kutsal bir güç olarak hiç dokunulmuyor. Öyle ki, devletin jandarması bu direnişte iki yerde, bir astsubay ve birkaç askerle görünüyor. O da birinde filmin sonlarına doğru ve diğerinde en sonunda, şirket müdürünün tutuklanması sahnesinde.
Geçen yaz orman yangınları sürecinde attığı tweetler ve video mesajlarla iktidarın yangınlar konusundaki beceriksizliklerini, basiretsizliğini, politikalarını eleştiren, bu nedenle de AKP’nin ve trollerinin hışmına uğrayan Şahan Gökbakar’ın Recep İvedik-7 filminin bu cenah tarafından topa tutulmasının nedenlerinden birisinin filmde verdiği iktidar karşıtı bu mesajlar olduğu çok açık. Televizyoncu Ahmet Hakan’ın “bayağı-pespaye” bulmasının altında yatan belki de en önemli neden, filmin iktidara yönelik eleştiriler içeren söylemleri muhtemelen. Ki Recep İvedik’in bir iki bölümünü izlemiş birisi olarak belki de en az küfürlü, en az “iğrenç” ögeleri bulunan en izlenebilir bölümünün de bu son film olduğunu düşünüyorum.
Fotoğraflar: Disney+
DEVLETİ ELEŞTİRİNİN DIŞINDA TUTMA ÇABASI
Recep İvedik-7’nin siyasi iktidarı eleştirirken, devlet aygıtını bu eleştirilerin dışında tutma çabası filmin vermek istediği mesajı zayıflatan ve aslında sıfırlayan yönlerinden birisi. Çevre-ekoloji mücadelelerini anlatırken devleti işin içinden çıkaramazsınız. Bütün suçu iş başındaki siyasi iktidara yıkıp kurtulamazsınız.
Devlet bütün kurum ve kuruluşlarıyla bu işin tam göbeğindedir çünkü. Burjuva devletin varlığının en önemli nedenidir kendisini örgütleyen sınıfın çıkarlarını korumak, kollamak. İş başına gelen bütün iktidarlar ve oluşturulan devlet kurumları bu işin devamı ile mükelleftir. Çarkın dışına çıkmaya çabalayanlar ise itina ile ya bastırılarak güdük bırakılır, ya törpülenir, ya da yok edilir!
Bergama Kozak Yaylası’nın o muhteşem doğası ve kendine özgü jeolojik yapısı içinde çekilen, yöre insanının şivesi ile şenlendirilen filmde, siyasi-iktidar-devlet iç içeliğinin atlanması bilinçli bir tercih aslında. Oysa, devletin bu mücadelelerdeki tarafgirliğinin perdelenmesi, yaşam alanlarını korumaya çalışan halka-köylüye yönelik sert müdahaleleri, şirketlerin vali-kaymakam-belediye başkanı gibi kamu görevlilerinin koruyup kollaması ile işlerini tıkır tıkır yürütmesi, hukukun hemen her durumda sermayeden yana kararlar üretmek için kurgulanması gerçeğini ekoloji mücadelelerinden çıkardınız mıydı doğruyu söylemiş olmazsınız. Geriye işte Recep İvedik-7 filminde olduğu gibi kuru bir siyasi iktidar eleştirisi ve “çevreci” bir iki söylem kalır.
Fotoğraflar: Disney+
MADENCİ ŞİRKETİN PATRONU KOZAK YAYLASI’NDAN VAZGEÇMEDİ
Şuna emin olun filmin sonunda halkın, helikopterine “hareket çekerek” uğurladığı “büyük patron” Kozak Yaylası’ndan vazgeçmedi. Filmi izledikten sonra şöyle internette kısa bir tarama yaparsanız, “büyük patron”un Kozak Yaylası Gelintepe mevkiinde altın madeni işletmek için sondajlara başladığını göreceksiniz. Çukuralan da işletilen altın madeninin kapasite artışına yönelik açılan davaların hiçbir işe yaramadığını okuyacaksınız. Davaların kazanılmasına rağmen Çukuralan’ın yerle yeksan edilen, çam ormanları ile kaplı tepelerinin cehennem çukuruna döndürülen halini uydu fotoğrafları ile izleyeceksiniz.
Helikopteriyle Recep İvedik ve köylülerin şirketle dalaşmasını izleyen ‘büyük patron’, sahnenin ardında kendisinin olduğu ortaya çıkarılmadığı sürece, halka “nanik” yapmaya devam edecek. Büyük patrona “hareket çekmek” ancak onun önündeki perdeyi kaldırmakla ve onu halkla baş başa bırakmakla mümkün olabilir.
24 Aralık 2022 15:23
Ankara’daki evinin önünde öldürülen Dr. Necip Hablemitoğlu suikastı sanığı Levent Göktaş’ın tutuklu bulunduğu Silivri Cezaevinden Isparta Yalvaç T Tipi Cezaevine nakli çıktı.
Ftğdaf: DHA
Özer AKDEMİR
İzmir
Hablemitoğlu suikastı sanığı Albay M. Levent Göktaş’ın tutuklu bulunduğu Silivri Cezaevinden Isparta Yalvaç T Tipi Cezaevine nakli çıktı. Göktaş’ın avukatları bu naklin durdurulması ve müvekkillerinin yargılamanın yapılacağı Ankara Sincan Cezaevine naklini istediler.
Öte yandan, Hablemitoğlu suikastı davasının başlamasına neden olan ifadelerin sahibi Eski ÖKK Subayı Nuri Gökhan Bozkır, savcılığa verdiği dilekçede, ifadelerinde geçen bazı isimleri geri alması için MİT’te 25 gün boyunca işkence gördüğünü ileri sürdü.
DAVAYA TERÖR MAHKEMESİ BAKACAK
18 Aralık 2002 tarihinde, Ankara’daki evinin önünde öldürülen Dr. Necip Hablemitoğlu suikastını gerçekleştirdikleri gerekçesi ile Özel Kuvvetler Komutanlığı (ÖKK) askerleri ve “FETÖ” yöneticilerinin de aralarında olduğu 10 kişi hakkında açılan dava önümüzdeki günlerde görülmeye başlanacak. Ankara 36. Ağır Ceza Mahkemesinin görevsizlik kararı vermesi üzerine dava terör suçlarının görüldüğü 28. Ağır Ceza mahkemesine gönderildi.
SİLİVRİ’DEKİ GÖKTAŞ’IN ISPARTA YALVAÇ CEZAEVİNE SEVKİ ÇIKTI
Hablemitoğlu suikastı ile ilgili 8 Haziran 2022 tarihli gözaltı kararından hemen sonra Bulgaristan’a kaçan, davada FETÖ yöneticilerinin yönlendirmesi ile suikast emrini verdiği ileri sürülen ÖKK Muharebe, Arama, Kurtarma (MAK) Alay Komutanı Albay Mustafa Levent Göktaş Türkiye’nin talebi sonrası iade edildi. 16.12.2022 tarihinde İnterpol polisleri tarafından İstanbul’a getirilen Göktaş, Ankara 36. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tutuklanarak Marmara (Silivri) Cezaevine götürüldü. Göktaş’ın Avukatı Ali Soykan tarafından dosya üzerinde yapılan incelemede dosyada Marmara Cezaevine sevke yönelik bir karar olmadığı, Göktaş’ın yargılama yeri olmayan (Ankara), Isparta/Yalvaç T tipi cezaevinde barındırılacağına dair Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğüne bilgi verildiği ortaya çıktı.
"YALVAÇ’A SEVK ADİL YARGILANMA HAKKI İHLALİ"
Isparta Yalvaç Cezaevine sevk kararına karşı Göktaş’ın
Avukatı Soykan tarafından Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğüne gönderilen bir
dilekçe ile işlendiği ileri sürülen suç yerinin Ankara olduğu, Göktaş’ın
Ankara’da yargılanması gerektiği belirtiliyor. Dilekçede, Ankara’ya
BOZKIR: MİT, İFADEMDEN MUMCUOĞLU’NUN ADINI ÇIKARMAM İÇİN İŞKENCE YAPTI
Öte yandan, verdiği ifadeler ile Hablemitoğlu suikastı soruşturmasının yeniden başlamasına ve dava açılmasına neden olan Eski ÖKK Subayı Nuri Gökhan Bozkır tutuklu bulunduğu Sincan Cezaevinden Ankara Cumhuriyet Savcılığına verdiği dilekçede MİT’in ifadesini değiştirmesi için kendisine işkence yaptığını ileri sürdü. 19 Ekim 2022 tarihli dört sayfalık dilekçede Bozkır, kendisinin Ukrayna’da görülen Türkiye’ye iade davasına katılmak için Romanya’dan Ukrayna’ya geçerken 26 Aralık 2021 tarihinde Ukrayna polisi tarafından gözaltına alındığı ve 2 Ocak’ta Türkiye’ye getirilerek MİT’e teslim edildiğini dile getirdi.
MİT’te çok ağır işkencelere maruz bırakıldığını ileri süren Bozkır, bunun yanı sıra ailesine zarar verilmekle tehdit edildiğini iddia ediyor.
"CİNAYETİN FAİLİ MUMCUOĞLU’DUR"
Bozkır dilekçesinde “Bütün bu işkencelerde yapmam gerekenin sadece Tarkan Mumcuoğlu aleyhine bir şey söylememesi, bu işin özel kuvvetler tarafından işlendiğini” söylemesi telkinleri eşliğinde yapıldığını iddia ediyor. Dilekçesinde önceki ifadelerde çeşitli gerekçelerle “abarttığı” bazı iddialarla ilgili de düzeltme yapan Bozkır, suikast silahının Mogan Gölü’ne atıldığı, tetiği çektiğini ileri sürdüğü Tarkan Mumcuoğlu’nu suikast akşamı olay yerine götürdüğü gibi önceki ifadelerinde geçen iddialarının doğru olmadığını dile getiriyor. Bozkır dilekçesinde “Bana sorarsanız cinayetin faili Tarkan Mumcuoğlu’dur” diyerek bu konudaki tahmin ve inancının değişmediğine vurgu yapıyor.
SUİKASTI TESADÜFEN DUYMUŞ!
Bozkır, Hablemitoğlu suikastı ile ilgili yapıldığını ileri sürdüğü toplantıya şahitliği ile ilgili ise dilekçesinde şu iddialarda bulunuyor; “…Benim orada bulunma amacım ise Levent Göktaş tarafından yazılan bir mektubun dönemin genelkurmay başkanı olan Hilmi Özkök’e babam tarafından iletilmesini sağlamak için mektubu almaya gitmiştim. Çünkü babam Hilmi Özkök ile Işıklar Askeri Lisesi ve harp okulundan o döneme kadar yakın arkadaş idiler. Bu yazılan mektubu almaya gittiğimde toplantıya şahit oldum. Bu toplantıda bir kişinin ortadan kaldırılacağı dillendirilmişti. Fakat bu kişinin ismi söylenmedi. Hablemitoğlu öldürüldükten sonra Hablemitoğlu olduğunu anladım. Bu işin sorumluluğu Tarkan Mumcuoğlu’na verilmişti.” Bozkır’ın el yazısı ile yazdığı ve dört sayfa olduğunu belirttiği dilekçenin dördüncü sayfası dosya evrakları arasında yer almazken, 18.11.2022 tarihinde iddianameyi mahkemeye sunan savcının iddianamede bu dilekçeden hiç bahsetmemesi dikkat çekiyor.
MUMCUOĞLU EMEKLİ OLDUKTAN SONRA MİT’E GİRDİ
Bozkır’ın “Adını ifademden çıkarmam için MİT’te işkence yaptılar” dediği T. Mumcuoğlu, 2013 yılında albay rütbesi ile emekli olduktan sonra 2016’da MİT’te çalışmaya başlamış, MİT’de daire başkanlığına kadar yükselmiş bir isim. Suikast iddialarında adının geçmesinin ardından 2021 yılında kendi isteğiyle emekli olan Mumcuoğlu’nun Hablemitoğlu suikastında tetiği çeken kişi olduğu iddiaları sonrası tutuklanmasının ardından MİT’e nasıl alındığı soruları gündeme gelmişti.
Çocukluğunda büyüklerinden dinlediği öykülerde adı geçen Seyfe Gölü'nü bir tuz çölü olarak görünce büyük bir hayal kırıklığına uğrayan Gazeteci, Yazar Özer Akdemir’le Seyfe Gölü’nün hikayesini anlattığı, onun derdiyle dertlenen insanların hafızasıyla örülen belgeselini, Seyfe’yi, konuştuk.
Haber: Melisa GÖNEN
*
Tarih boyunca hiçbir canlıyı ötekileştirmeden etrafında toplayan suya bakış açımız, insanın kendini içine doğduğu dünyanın en tepeye konumlandırmasıyla değişti. Su artık insan faaliyetlerinin sürdürülmesi için bir araç konumuna geldi. Hoyratça kullanıldı, kirletildi ve yitiriliyor. Peki su, hiçbir canlıyı ötekileştirmezken bizim suyun üzerine kurduğumuz tahakküm nasıl açıklanabilir?
Yapılan bir araştırmaya göre Türkiye‘nin göller yöresi yitip gitti. Göl ekosistemlerinde yaşanan değişim gerek sayı gerek alan bakımından göllerin en fazla yoğunlaştığı Göller Yöresi’nde incelendi. Burdur Gölü ana havzası ile alt havzalarında bulunan Acıgöl, Akgöl, Yarışlı Gölü, Karataş Gölü, Salda Gölü olmak üzere altı gölün, 1985 ile 2021 yılları arasındaki alanı toplamda yüzde 51.1 azaldı.
Burdur yüzde 40.1, Acıgöl yüzde 80.6, Karataş yüzde 64.8, Yarışlı yüzde 49.7, Salda yüzde 5 küçüldü, Akgöl ise tamamen kurudu. Bu rakamlar durumun ciddiyeti üzerinde düşünmemiz için yeterli olsa da, göç yolunu değiştirmek zorunda kalan bir kuşun yaşadıklarını, köklerini suyla buluşturamayan bir bitkinin yaşamdan kopuşunu aklımızdan geçirmiyoruz belki de. Peki gölleri kendi faaliyetlerimiz için bir araç bir kaynak olarak görmek yerine canlı bir beden gibi düşünseydik ne değişirdi?
Gazeteci, Yazar Özer Akdemir, çocukluğunda büyüklerinden dinlediği öykülerde adı geçen Seyfe Gölü’nü bir tuz çölü olarak görünce büyük bir hayal kırıklığına uğramış ve bir tuz çölüne dönüştüğü için Seyfe Gölü’nün eski halini insan hafızasında arayıp bulma kararı alarak yola düşmüş. Böylece ortaya Seyfe Gölü‘nün hikayesini anlatan, onun derdiyle dertlenen insanların hafızasıyla örülen bir belgesel çıkmış.
Üstelik bu belgesel sadece Seyfe’nin hikayesini anlatmıyor. Belgesel, çok uzak yollardan gelen ve halkın tarım işçisi olarak nitelendirdiği kuşların, yeşili zümrüte benzetilen bitkilerin, bereket olarak nitelendirilen sazlık alanların, bir zamanlar suda salınan endemik balıkların da hikayesini anlatıyor. Gölün sularının bölgeyi terk etmesiyle yitirilen onca şeye rağmen sizin aklınıza da “belki su geri gelir” diyebilme umudu düştüyse Özer Akdemir’e kulak verelim ve Seyfe’nin hikayesini, Seyfe belgeselinin ortaya çıkış sürecini Yeşil Gazete’nin sorularına verdiği yanıtlarla kendisinden dinleyelim.
9. Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali‘nde gösterime girerek doğaseverlerin dikkatini çekmeyi başaran Seyfe belgeseli, Fiorenza Serra Film Festivali‘nde çeyrek finalist oldu.
Peki Seyfe’nin yitirilen sularının peşinden düşerek belgesel çekme fikri nasıl ortaya çıktı?
Seyfe’yi görmesem de biliyordum. Sefye Köyü, Kırşehir’in
Mucur ilçesine bağlı bir köy. Göl ise Seyfe Köyüne bağlı Badıllı
Mahallesi’nde bulunuyor ve benim doğduğum köye 20-
Seyfe
Seyfe Gölü nasıl kurumuş, köy halkının “yetkisiz rütbeler” olarak nitelendirdiği kişilerin hangi politikaları gölün tuz çölü olmasına neden olmuş?
Gölün çevresi bozkır olduğu için gölün yüzeysel
sular açısından zengin olmayan bir bölgede bulunduğunu söyleyebiliriz. Bölgede
de genelde yer altı suyu kullanılıyor. Hatırlarsanız, Konya Ovası’nda yer
altından büyük borularla su çekilerek vahşi sulama yapılmış ve yanlış
tarım politikaları nedeniyle tarım alanlarında obruklar oluşmuştu.
Aynı yanlış politikalar Seyfe’yi de kuruttu. Biz, gölü görmeye gittiğimizde göl
kurumuştu ancak gölün hemen yanında yonca üretimi yapılıyordu. Bir de
belgeselde de yer verdiğimiz
Bu kanalın neden yapıldığını sorduğumda, gölün en derin
yerinin 11-
Açılan kanal, dağlardan, tepelerden gelen besleyici su yollarıyla gölün buluşmasını engellemiş. Kanalın kestiği derelerden göle su girişi sağlanamamış. Gölü besleyen birkaç pınarın önünü de mesire alanı oluşturmak amacıyla kesmişler. Gölü besleyen pınarların yolunu kesip suyu tutarak birkaç küçük gölet oluşturmuş ve piknik alanları yapmışlar. Yani hem gölü besleyen pınarlar artık göle ulaşamaz olmuş hem de yeraltı suları vahşi tarım politikalarında kullanılmış.
Gölün
çevresindeki bir yerleşim yeri olan Mucur da
içme suyu kaynağını bu gölden temin edince gölün kurumaktan başka şansı
kalmamış. 100 bin yıllık gölü, 20 yıl içinde kurutmuşlar. Bunları yan yana
koyduğumuzda gölün kurumaktan başka çaresi kalmadığını görüyoruz. Yerden
beslenememiş, bölgenin iklimi nedeniyle yağmurdan, kardan beslenememiş, yüzey
sularının önü kesilmiş ve Seyfe Gölü’nün başka şansı kalmamış. Göl Uzmanı Dr.
Erol Kesici‘nin de dediği gibi, oturup plan yapılsa göl bu kadar hızlı
kurutulamazmış.
Şimdi de gölü kurtaracaklarını iddia ettikleri politikaları konuşuyorlar. Kayseri‘deki bir barajdan göle su taşımak gündeme getiriliyor. Ancak taşıma suyla göl oluşur mu? Taşınan suyla oluşturulması planlanan göl Seyfe Gölü olmayacak, çünkü Seyfe’nin kendine has bir su yapısı vardı. Gölün yatağında taşınan su herhangi bir barajdan getirilmiş su olacak sadece. Aynı göl olmayacak, Seyfe’nin yatağında bambaşka bir göl oluşturulacak. Seyfe’nin ekosistemi geri getirilemeyecek.
Gölge binlerce yıllık höyükler olduğu da tespit edildi, göl aslında canlılığını binlerce yıl çevresindeki canlılarla paylaşmış. Peki Seyfe Gölü 20 yıl gibi kısa bir sürede kuruyunca ekosistem nasıl etkilenmiş? Gölün çevresinde yaşayan insanların hayatı nasıl değişmiş?
Belgeselimizde bilimsel değerlendirmelerde bulunan ve Türkiye’de su varlığı konusunda en yetkin bilim insanlarından biri olan Göl Uzmanı Dr. Erol Kesici gölde bulunan kuşları bedava tarım işçisi olarak tanımlıyordu. Kuşların o bölgedeki ekosistem içindeki yeri çok önemliydi. Toprağı havalandırıyor, zararlılarla besleniyor, toprağa gübre bırakıyorlardı. Bir zamanlar suyun varlığıyla o bölgede yetiştirilebilen elmanın lezzetinde kuşların önemli bir payı vardı. Artık o bölgede elma yok. Seyfe’nin çevresinde bitki örtüsü yok. Anadolu’nun bozkırı ortasında o gölün ne kadar önemli olduğu yitip giden şeyleri düşündüğümüzde bir kez daha ortaya çıkıyor.
Gölün çevresinde otuz tane höyük tespit ettik. Bir kısmına belgeselimizde yer verdik. Bir tane mezar bulduk. Hemen gölün yanında ancak hangi tarihten olduğu belli değil. Suyun çevresinde çok eskiden beri yerleşim olduğunu gösteriyor. İnsanlar suyun olduğu yerlere yerleşmişler. Gölün suyu tuzlu olsa da, çevresindeki pınarlar, nehirler tatlıymış. Göl tam anlamıyla bir yaşam kaynağıymış, göl kuruyunca tarım bitmiş ve insanlar göç etmeye başlamış. Önceden tarlalara suyun nemi gelirken gölün suyu bittikçe tarladaki ürünlerin üzerine rüzgarla birlikte tuz yağmaya başlamış. Tuz da bitki gelişimini, tozlaşmayı engellemiş. Gölün beslendiği derelerde yaşayan iki endemik balık türü de artık bölgede yaşamıyor. İnsanlar evlerinin içine dolan tuzu temizlemeye çalışıyor, bu artık bir rutin haline gelmiş.
‘Dünyanın içine doğduk, en tepeye oturduk’
Belgeselde “Dünyanın içine doğduk, en tepeye oturduk” diye bir cümle geçiyordu. Bu cümle bugün karşı karşıya olduğumuz ekolojik krizlerin nedenlerini de açıklıyor sanki. Siz ne düşünüyorsunuz?
İnsan bu dünyanın kanseri, diye bir söz var. Ancak ben insanın bu dünyanın kanseri olduğunu düşünmüyorum. Dünya tarihine baktığımızda insanın tahakkümünün ve yıkımının yine insanın yarattığı sistemlerle ilgili olduğunu düşünüyorum. İnsanlar doğuştan kötü değil, sistem insanı kötü yapıyor. Sistem değiştiğinde insan doğayla barışabilir. Doğanın içindeki yerini hatırlayabilir. Dinler ve sistemler insanı en tepeye konumlandırsa da gerçek öyle değil. Seyfe Gölü’ndeki dişli sazancık olmazsa, orada yetişen elmalar olmazsa insan da olmaz. Seyfe bunu bize gösterdi. Seyfe Gölü’nün kurumuş yatağı üzerinde çekim yaparken küçücük bir örümcek görmüş, kayda aşmaya çalışmıştım. Öyle bir ortamda bir canlıya rastlamak çok mümkün değildi. Bugün Seyfe kuruduğu için çevresindeki yerleşim boşalıyor yarın tüm Anadolu’ya yayılan kuraklık Anadolu’da göçü başlatabilir. Bu yüzden insanın aklını başına alması gerekiyor. İnsan kendini doğaya hükmeden bir varlık olarak gördüğü sürece kendisinin de üzerinde olduğu dalı kesmiş olacak. Kapitalizm de böyle bir şey. İklim krizi de aslında bunun kanıtı. İnsanmerkezci yaklaşım insanın kendini kandırarak kendi kendini yok etmesine neden oluyor.
Belgeselde doğanın bir felsefesi bir bilimi olduğundan bahsedilmiş. Seyfe Gölü bu felsefenin bir eseri miydi, ne düşünüyorsunuz?
Doğa milyonlarca yıl olduğu gibi yine değişip değiştirecek. Seyfe Gölü’ün orada olması doğanın kendi sanatının, kendi felsefesinin bir eseridir. Orada yeraltı sularının, yağmurların, derelerin kendi koşullarıyla Seyfe Gölü oluşmuş. Biz onun farkında olsak da olmasak da bilimle, bu felsefeyi görebiliyoruz. Ancak doğanın felsefesini görmek onunla uyumlu bir yaşam kurmakla aynı anlama gelmiyor ne yazık ki. Daha çok kar elde etmek, insan eylemlerini ön planda tutmak, ne yazık ki bilimin gördüklerinin önüne geçiyor. Bunun sonuçlarını yaşıyoruz, Seyfe bunu kuruyarak gösterdi.
Belgeselde söz alan her bir kişi kent hafızası niteliği gösteriyor. Geçmiş aktarıldıkça bugün karşı karşıya olduğumuz gerçek daha da çarpıcı kılınıyor. Sizin belgesel çekerken amaçladığınız şey de bir hafıza yaratmak mıydı?
Seyfe üzerine yazılmış, öyküler, türküler ve şiirlerle büyüdük. Bunlar Anadolu’nun hazfızasıdır. Ben de hem geçmişi hem de yitirileni kayıt altına alıp aktarma sorumluluğu hissettim. Seyfe belgeselini çekme fikri ilk oluştuğunda, o bölgedeki insanların gölün kurumasına dair röportajlarını da içeren birtakım haberler okumuş; bu okuduğum haberler içinde beni etkileyen bir söze denk gelmiştim. Bir köylü demiş ki, burada göl kurudu, tarım da hayvancılık da yapamıyoruz. Burada geçim kaynağımız da kalmadı ama hep bir umudumuz var. Belki su gelir, diye bekliyor, göç edemiyoruz. İşte ben “belki su gelir” umudu üzerinden belgeseli kurmaya çalıştım. Bu sözü söyleyebilecek birilerini aradım. Hatta su gelir mi, sorusunu röportaj yaptığım herkese sordum. Ancak hemen hemen herkes, umdunu yitirmiş durumda. Bense umut etmek istiyorum. Gölü kurutan etkenler ortadan kaldırıldığında göl eski haline gelir mi, diye düşünüyorum.
‘Belki su gelir…’
Turnalar artık göle dönemiyor, o turnalar ne yapıyor, neredeler diye merak ediyorum. Çünkü kuşların bir hafızası var. Nesiller boyunca öğrendiklerini birbirlerine aktarırlar. Turnaların binlerrce yıldır konakladığı, yavruladığı göl artık kurudu. Acaba turnalar nereye gitti, Meke gölü de dahil olmak üzere yakınlardaki birçok göl kurudu, başka hangi göl kaldı?
Özer Akdemir‘in aklına Seyfe’ye ithaf edilen birkaç dize düşüyor. Dizeler Seyfe’nin çevresindeki bir köy olan Geycek‘in halk ozanı Aşık Hasan‘a ait. Aşık Hasan turnalara şöyle seslenmiş, “Turnam ne dönersin Seyfe Gölü’ne, düşme tuzağına, avcı eline”. Su yitip gitmiş, kuşlar da. Oysa gölün çevresinde büyümüş, yaşlanmış insanlar, dünyaya kıtlık gelse Sefye’nin suyu bitmez dermiş. Türküler söylenmiş, şiirler okunmuş Seyfe’nin hikayesi bugüne kadar gelmiş. Bir zamanlar kıtlığın içinde yaşamını sürdüreceğine inanılan göl 20 yılda kurumuş. Peki umut, ona ne olmuş? Özer Akdemir’e göre bir tuz çölünün ortasında yaşamalarına rağmen hala Seyfe Gölü’nü hayata döndürebileceği umuduyla suyun yolunu gözleyen birileri var. Bir zamanlar türküler mırıldayan dudaklar şimdilerde hep aynı beklentiyle susuyor, göle yakılan ağıtların ardından belli belirsiz şu kelimeler duyuluyor:
Kampana News
'den meslektaşlarım Şevin Ekinci ve Çağdaş Ulus ile madencilik yasasını, 'ye yönelik baskıları ve Hablemitoğlu suikasti davasını konuştuk. 1.14.00'dan itibaren..
19 Aralık 2022 14:14
Lapseki’de TÜMAD şirketi tarafından işletilmek istenen altın madenine ÇED olumlu kararı verildi. Çanakkale Belediye Başkan Yardımcısı İrfan Mutluay: “Madencilik projeleri birer birer önümüze geliyor.”
Fotoğraf: Çanakkale Belediyesi
Özer AKDEMİR
Çanakkale
Çanakkale Lapseki’de TÜMAD şirketi tarafından işletilmek
istenen altın madenine ÇED olumlu kararı verildi. Madenin ÇED alanı yörenin
içme ve sulama suyunu sağlayan Bayramdere Barajının mutlak koruma alanına
Esan Eczacıbaşına ait altın gümüş madenini satın alarak kendi maden alanını genişleten TÜMAD Altın Şirketi yıllardır Balıkesir İvrindi de madencilik faaliyeti yürütüyor. Yöre halkının ve ekoloji örgütlerinin mücadelesine rağmen geçtiğimiz günlerde ÇED olumlu kararı verilen maden projesine karşı çeşitli kurumlar ve yurttaşlar tarafından önümüzdeki günlerde dava açılması bekleniyor.
SUYU KORUDUKLARI İÇİN YARGILANIYORLAR
TÜMAD’ın Şahinli maden projesine karşı dava hazırlığı içinde olan kurumlardan birisi de Çanakkale Belediyesi. Çanakkale Belediye Başkanı ve bürokratları Kanadalı Alamos Gold’un Kirazlı’daki 400 bin ağacı katlederek yaptığı doğa katliamına karşı başlatılan “Su ve Vicdan Nöbeti”ne destek verdikleri için “görevi kötüye kullanma ve kamu zararına yol açma” gibi suçlamalarla yargılanıyorlar. Lapseki’deki TÜMAD Altın Madeni ve yöredeki diğer Madencilik faaliyetleri ile ilgili görüş aldığımız Çanakkale Belediyesi Başkan Yardımcısı Mehmet İrfan Mutluay, Çanakkale halkına ve tüm canlıları temiz suyu ulaştırmaya çalışmanın Çanakkale Belediyesinin asli görevi olduğunu söyledi.
KAZDAĞI VE BİGA YARIMADASININ YÜZDE 79’U MADENLERE RUHSATLANDI
Geçtiğimiz yıl TEMA tarafından yapılan bir çalışmada
Kazdağları ve Biga yarımadasının yüzde 79'unun madencilik projeleri için
ruhsatlandırıldığının ortaya konduğunu hatırlattı. Bu ruhsatlarla ilgili
projelerin birer birer önlerine gelmeye başladığını belirten Mutluay şunları
söyledi: “Lapseki’deki altın madeni Bayramdere barajının havzasında, hatta
baraja gönül aynasına yaklaşım mesafesi
“GELECEK KUŞAKLARA İHANET”
Gelinen noktada AKP’nin 20 yıllık iktidarında özelleştirme politikalarıyla bu ülkenin tüm değerlerini satıp özelleştirdiğini belirten Mutluay, “Şimdi görülüyor ki doğayı pazarlamaya çalışıyor. Aslında pazarladığı insan yaşamı, doğal yaşam, su kaynakları, toprak, iklim…” dedi. Siyasi iktidarın iklim değişikliği süreçlerine dair ortaya koyduğu programla pratiğinin çok farklı olduğunu aktaran Mutluay şunları söyledi: “Sürdürülebilirlik kavramı içerisinde yaşam alanlarına yapılacak her saldırı, her faaliyet gelecek kuşaklara ihanettir diyoruz. Biz burada kendi bölgemizde bu saldırılara karşı koymaya çalışacağız. Her türlü hukuksal ve demokratik haklarımızı da bu anlamda kullanacağız. Şahinli kapasite artış dosyası ÇED raporları inceleniyor, bunun üzerinde çalışıyoruz. Bununla ilgili hukuki süreçler başlatılacak.”
TÜMAD, MADENİ ECZACIBAŞI’DAN SATIN ALDI
Lapseki’nin Şahinli Köyü yakınındaki Altın-Gümüş Madeni
Ocağı Kapasite Artışı Projesinin ruhsat alanı 2304,72 hektarı buluyor. ÇED
Dosyasına göre ÇED Alanı
ÇED YANMASIN DİYE ŞÜPHELİ ÜRETİM
Revize proje ile Aralık 2021 tarihinde ÇED sürecini başlattı. Öte yandan yöredeki ekoloji örgütleri TÜMAD’ın Eczacıbaşından devraldığı ÇED olumlu kararının yanmaması için 7 yıllık süreç içerisinde yapması gereken üretimi yapmış gibi gösterdiğini ileri sürüyorlar. Ekoloji örgütleri madende 2019 yılında yapıldığı ileri süregelen ve hem Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü, hem de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından doğrulanan bu üretimin şüpheli olduğu, araştırılması gerektiği konusunda ısrarlılar.
ZENGİNLEŞTİRME TESİSİ DE KAPASİTE ARTIRMAK DURUMUNDA
Projeye göre maden işletmeye geçtiğinde 80 kişi çalışacak,
öte yandan ekoloji örgütleri bölgenin meyve sebze deposu olarak bilinen
Lapseki’de yapılacak madenciliğin tarımsal ve hayvansal faaliyete büyük zarar
vereceği ileri sürüyorlar. İşletmede 3 açık ocakta ve yer altı galerilerinden
yılda toplam 1.200.000 ton üretim gerçekleştirilmesi planlanıyor. Madenin ömrü
boyunca yapılacak kazı miktarı ise 44,1 milyon tonu bulacak! Buradan
çıkarılacak cevherin TÜMAD’ın aynı bölgede projeye kuş uçuşu
MADEN BARAJLARIN YANIBAŞINDA
Madencilik projesinin ÇED alanı, Lapseki ilçesine kuş uçuşu
yaklaşık
Projenin 429 hektarlık ÇED alanının; 426,91 hektarı orman arazisi, 2,09 hektarı hazine arazisi durumunda. ÇED alanının en az 309,08 hektarlık kısmındaki ormanın yok olacağı öngörülüyor. Proje sahasında yapılan arazi çalışmalarında 4 endemik bitki türünün yanı sıra proje alanı ve ekolojik etki alanlarında 42 memeli türünün yaşadığı tespit edilmiş. Bölgenin yarasa türleri, su samuru ve boz ayı gibi nesli tehlike altındaki türlerin yaşam alanı olduğu dile getiriliyor.
ün akşam Kürecik Tv'de sevgili Neval Savak'ın programında Emrah Sağlam ile konuktuk. Edebiyat, şiir ve güncel politikanın konuşulduğu keyifli bir program oldu. İzlemek isteyen dostlar için linki aşağıda
https://www.youtube.com/watch?v=TNmBNEyVvQ0
18 Aralık 2022 03:55
Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
PAZAR
Tarlalarının ve mera alanlarının büyük bir kısmının organize sanayi bölgesi (OSB) yapılmak için ellerinden alınmasına karşı haftalardır direnen Amasya Taşova ilçesine bağlı Çambükü köylüleri geçtiğimiz günlerde asfaltın üzerine tohum serptiler. “Biz toprağımızın derdindeyiz. 20 yılda büyüttüğümüz cevizleri bir bir söküp atıyorlar” diyen köylüler, traktörlerin pulluğu ile asfaltı çizip üzerine tohum serptiler.
Günlerdir, jandarmayla göğüs göğse mücadele ederek topraklarını korumaya çalışan köylülerin tepkilerinden ve eylemlerinden birisiydi bu sadece. Yaşam alanlarını, doğayı korumaya çalışan yurttaşların benzer eylemlerini farklı zamanlarda, farklı yerlerde de gördük.
Amasra’da kurulmak istenen termik santrale karşı yıllarca direnen yurttaşlar, termik santralin kurulmak istendiği Gömü köyüne zeytin fidanı dikmişlerdi mesela.
YIRCA’NIN ZEYTİNLERİ
Yine termik santrale karşı direnen Soma Yırca köylüleri de
santralin ellerinde kalan tek zeytinlik alana kurulacağını öğrendikten sonra
direnişe geçmişler, günlerce, haftalarca nöbet tutmuşlardı. Köylüler, şirketin
tel örgülerini de traktörleriyle söküp atmışlardı. Termik santral projesine
karşı açılan davada Danıştayın köylüler lehine karar verdiği haberi daha köye
ulaşmadan, haberi erken öğrenen Kolin şirketinin özel güvenlik güçleri nöbet
tutan köylüleri döverek, biber gazı ve kelepçelerle etkisiz hale getirip 6 bin
600 zeytin ağacını kesmişlerdi. Köylülerin ve tüm ülkenin yoğun tepki
gösterdiği bu vahşetin ardından sökülen zeytin ağaçlarının yerine yenileri
dikilmişti. Yırca köylülerinin kararlı mücadelesini zeytin katliamı ile de
aşamayacağını anlayan şirket köyü terk ederken, çok uzağa değil 20-
Muğla Milas İkizköylüleri de aynı şeyi yaptılar. LİMAK şirketinin söktüğü zeytin ağaçlarını yeniden diktiler.
Dersimliler Ovacık’taki maden faaliyetlerini engellemek için madencilerin geçtiği yol güzergahına ağaç diktiler. Ne lokantalarından yemek verdiler madencilere, ne otellerinde oda, ne kahvelerinde çay. Bu tepki sonrası ister istemez geri çekilmek zorunda kaldı şirket.
Fotoğraf: Karaburç Köyü Doğayı Koruma ve Geliştirme Derneği
BOZKIRDAKİ ÇEKİRDEK
Nevşehir bozkırında, Hacıbektaş’a bağlı Karaburç ve Karaburna köylüleri ise köylerin su deposu olan kayalıkların taş ocağı yapılmasına karşı geçim kaynağı olan koyun sürülerini taş ocağı açılmak istenen yere sürdüler.
Karaburunlular keçileri ile gittiler RES ve GES şirketlerinin toplantısına. “Bu keçiler nerede karınlarını doyuracak? Biz bu saatten sonra geçinmek için nereye göçelim?” diye sordular.
Sinop Gerzeliler, termikçi şirketin sondaj yapması için tomalarla, biber gazı ve tazyikli suyla kendilerine müdahale eden jandarmaya, polise karşı arı kovanlarını fırlatıp onları püskürtmeyi başardılar.
İzmir Aydın sınırındaki Kartal Dağı’nda Dağyeni köylüleri ise incirlerini götürdüler kendilerini iknaya gelen valinin, iktidar partisi milletvekilinin önüne. “Bu incirleri bir daha zor görürsünüz maden ocağı işletilirse burada” diye tepki gösterdiler. Binlerce köylü, üç gün üç gece eylem yaparak MTA sondajlarının incir bahçelerinin içinde çalışmasına engel oldular. MTA tası tarağı toplayıp köyü terk etmek zorunda kaldı.
Fotoğraf: Eda Ebru Naneci/DHA
BAŞKÖYLÜLERİN İNCİR SOPASI
Tire Başköylüler incir sopaları ile dikildiler JES şirketinin karşısına. Araç lastikleri kaşla göz arasında patlayan şirket görevlileri çareyi kaçmakta buldular. Köylülerin direnişini kırmak için Foça’dan komandolar geldi. Yaşamlarında eylem yapmamış olan köylüler kadını, erkeği “Jandarma köyü terk edene kadar buradayız” diye köy meydanında oturdular. Bu direnişin kırılamayacağı ortaya çıktığında Tire Kaymakamının aklına Zeytin Yasası geldi. “Başköy çevresinde zeytincilik yapıldığı için orada JES faaliyeti Zeytin Yasası’na aykırı, durduruyorum” dedi. Oysa, JES’lerin yüzde 80’inin bulunduğu Aydın’ın her yeri zeytin ve incir bahçeleri ile dolu!
Bunları neden anımsattım sizlere? Bir iki güncel örnekle birlikte sözümü bağlayacağım. Zeytinliklerin içinde, binlerce yıllık tarihin arasında Ayvacık Gülpınar ve Büyükhusun köylerinde de JES faaliyeti yapılmak isteniyor. Köylülerin nöbeti bu faaliyeti durdurmuş, direnişin devam etmesi sonrası yine Zeytin Yasası gerekçelerden birisi yapılarak JES projesinin ÇED raporu iptal edilmişti. Şirket, bir yıl geçmeden yeni bir ÇED ile resmi süreci başlattı.
Fotoğraf: Önder Uygun
KAZ DAĞI’NDAN KAFKASÖR’E
Kaz Dağı’nda, tamamı ormanlık alanda, Bayramiç’in Halilağa köyü yakınlarında, Cengiz Holding tarafından işletilmek istenen bakır-altın madenine karşı açılan üç davada da yürütmeyi durdurma kararı çıktı. Bilirkişiler olası bir madencilik faaliyetinin yörede yaratacağı zararlara dair sayfalarca rapor sundular mahkemeye. Mahkeme de zaten bu bilirkişi raporunu gözeterek önce yürütmeyi durdurdu, sonra da ÇED’i iptal etti. Ancak bu karar şirketin ne madencilikte ısrarını engelledi, ne Cengiz Holdinge yeni ÇED verilmesini.
Artvinliler, Kafkasör yaylalarında, Cerattepe’de altın madenine karşı 30 yıl direndiler. Madenin AKP’nin palazlandırdığı sermaye gruplarından Cengiz Holdinge satılmasının ardından kazandıkları dava yok sayılarak yeniden madencilik faaliyeti için çalışmalar başladı. Kafkasör’e çıkmak isteyen şirkete engel olmak için aylarca çadır nöbeti tuttular. Yolların üstüne ağaç kütükleri devirerek “Hukuk yoksa kütük var! Yayalarımızı madenci şirkete teslim etmeyeceğiz” diye arkasına geçip fotoğraf verdiler. Artvinliler bu fotoğraf nedeniyle yargılandılar. Öte yandan yedi ilin polisi-jandarması koca bir kenti ablukaya alarak, gaza, plastik mermiye boğarak Cengiz Holdingin iş makinelerini Kafkasör’e çıkardılar.
ÇARE
Geçen haftalarda, birçok örnek üzerinden günümüzde hukukun çevreyi korumakta nasıl etkisiz kaldığını yazmıştım bu köşede. Bu hafta ise halkın fiili mücadelesinin ve yaratıcı eylemlerinin yaşam alanlarını korumak için neredeyse tek çare olduğunu anlatabilmek için verdim bu örnekleri.
Her direnen, mücadele eden belki kazanamıyor ama kazananların hemen hepsi yaşam alanlarını fiili direnişlerle koruyanlar oldu.
24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...