03 Temmuz 2022 04:50
Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
PAZAR
Daha birkaç dakika önce tanıştığım iki meslektaşımla önümüzdeki masalara dizili kitapların ve dergilerin ardında kağıt bardaklara doldurduğumuz kahvelerimizi yudumlayıp ayaküstü sohbet ederken “Haftaya cumartesi dönüyorum” dedim. Bizlerden belki 10, belki 15 yaş genç olan kadın meslektaşımın dudaklarının kenarında garip bir çizginin belirdiğini gördüm. Kaşları acele etmeden yukarı doğru kalktı. Yüzü bulutlandı, alnında iki kırışıklık peydahlandı birdenbire. Bakışları başımın üzerinden boşluğa takılıp kaldı bir zaman. Bana tuhaf gelen bir sessizlik oldu sohbetimizde.
Neden sonra, kahvesinden küçük bir yudum alıp daldığı düşüncelerden sıyrılarak yeniden bize döndü. Bakışlarını boşluktan çekip yüzüme doğrulttu. Fısıldar gibi, “Ah hocam, memlekete dönme ihtimalinin bile ne güzel olduğunu bir bilseniz” dedi. Sesinin tınısında, hafifçe nemlenen kahverengi gözlerinde öylesine bir keder gördüm ki, acaba yanlış bir şeyler mi söyledim diye yokladım kendimi.
Birkaç gün sonra yeniden görüşeceğimizi bilmeden kırk yıllık tanışmış gibi kucaklaşıp birbirimize veda ettik. Meslektaşlar gittikten sonra düşündüm bu kısacık konuşmamızı ve bana ilginç gelen o anları. Konuştuklarımızda garip bir şey yoktu aslında. Ülkemizi, binlerce kilometre ötedeki memleketimizi özlüyorduk, seviyorduk, kaygı duyuyorduk. Bunun yanında bazılarımız çok istemesine rağmen dönemiyordu memlekete. Konuşmamızdaki duygusal yoğunluğun ve tuhaf sessizliğin nedeni buydu.
O gün ve sonrasında görüştüğümüzde genç meslektaşıma memlekete neden dönemediğini sormadım. Aşağı yukarı tahmin edebiliyordum çünkü. Doğduğu toprakları, ana-babasını, kavgasını, yoldaşlarını geride bırakıp gurbet ele gelmek zorunda kalmanın ne kadar acı olduğuna dair onlarca hüzünlü öykü dinlemiş birisi olarak, bu sorunun sorulmasının bile haksızlık olduğunu düşünüyordum.
İşte tam da bu nedenlerle Köln’de, zaman zaman herkesi endişe ile gökyüzüne baktıran bulutlara rağmen tek damla bile yağmayan kasvetli bir gökyüzü altında yapılan Demokratik İşçi Dernekleri Federasyonu (DİDF) şenliğinde birçok dostumla-yoldaşımla kucaklaşmak bile öylesine değerliydi ki!
Memlekette olsalar şimdi çoğu ya zindanlarda ya da yeraltı yaşamının ağır koşulları altında kaçak yaşamak zorunda kalacak olan bu güzel dostların tek ‘suçları’(!) vardı, sevmek! Yurdunu sevmek, insanı sevmek, doğayı sevmek, yoksulu sevmek, işçi sınıfını sevmek...
Üstelik tüm bu sevgileri yasaklayan yasalara rağmen sevmek! Bu sevginin bedeli gurbet ellerde politik mülteci olarak yaşamaktı, yıllarca, bir ömür boyu belki de…
Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
*
1980 yılında Almanya’daki birçok işçi derneğinin bir araya gelmesi ile kurulan DİDF’nin gelenekselleşen şenliklerini şimdiye kadar hep gazetelerde okumuştum. Bir iki hafta önceki Almanya seyahatimde şenliğe ilk kez katılma olanağı buldum.
Pandemi nedeniyle iki yıldır yapılamayan şenliklerde herkesin birbirini özlediği, sohbete, şarkıya, türküye, kitaba ve memleket meselelerine aç oldukları o kadar belliydi ki!
Binlerce insan vardı şenliğin yapıldığı geniş yeşil alanda. Işıklarla, duman ve su buharı salan türlü gereçlerle donatılmış sahneden yükselen Türkçe, Kürtçe, Lazca, Almanca, İngilizce şarkılara eşlik edenlerin çok eğlendikleri belliydi. Hele horona, hele halay havalarına yüzlerce kişi katılıyor, coşku doruğa çıkıyordu.
Birçok stant ve masanın açıldığı şenlikte en çok ilgiyi kitap stantları çekti desek yeridir. Dizilen kitapların çoğu satıldı. Yok, kalmadı denilen, şurada bulabilirsiniz diye adres gösterilen birçok kitap da oldu.
Bir de şenliğin geri planı, görünmeyen emekçileri vardı ki birçoğunu yakından tanıma, eski tanışlarımla kucaklaşma olanağı buldum. Günler öncesinden başlayan hazırlıklar, şenlik biletlerinin dağıtımı için yapılan o tatlı yarış bile insanların nasıl heyecanla bugünü beklediklerini gösteriyordu.
O sabah Dortmund’dan hareket edip erkenden şenlik alanına geldiğimizde farklı illerden ve Köln’den birkaç grubun daha orada olduğunu, hazırlıklara çoktan başladıklarını gördük. Bir yanda yemek hazırlıkları, öbür tarafta kitap, hediyelik eşya, bilgilendirme stantlarının kurulması için hummalı bir koşuşturmaca vardı.
Çoğu bulunduğu illerden kahvaltı bile yapmadan yola çıkan ve gelir gelmez şenlik hazırlıklarına başlayanlara, DİDF Genel Başkanı Zeynep Ekşi, bir tepsiye doldurduğu ev yapımı börek ve poğaçaları ikram ediyordu. Sahne arkasındaki kulise, gelen sanatçıların ve misafirlerin kahvaltı yapması için küçük bir organizasyon yapılmış, burası da ev yapımı hamur işlerinin yanı sıra, türlü kahvaltılıklarla donatılmıştı.
Reklam
Sabahın erken saatinden akşam karanlığı çökene kadar kaldığımız şenlikteki disipline, enerjiye, uyum ve heyecana hayran kaldım. Tıkır tıkır işleyen bir sistem kurulmuş, şenlikte görevli herkes belki de uzun zamandır görüşemediği bir yoldaşıyla buluşmanın heyecanını, mutluluğunu, işini de aksatmadan yaşamaya çalışıyordu. Bu buluşmaları uzaktan da olsa doyasıya izledim. Kendi aralarındaki şakalaşmaları, kahkahaları ve bazen gözleri dolduran bir cümleyi, bir anıyı ve hepsinden öte memleket özleminin ete kemiğe bürünmüş hallerini onlarda gördüm.
Geride bıraktıkları için hüzünlenmenin yanı sıra, yaşadıkları ülkede de mücadeleyi bırakmayan, işçi sınıfının enternasyonal kavgasına bulundukları her yerde katılan, nerede olurlarsa olsunlar, demokrasi, devrim ve sosyalizm çabasından, kavgasından geri durmayan güzel insanların şenliğinde beş-on saatliğine de olsa bulunmak öylesine güzeldi ki...
Bir kez daha, olduğum tarafta olmanın, “bizim tarafta” olmanın mutluluğuyla ayrıldım DİDF şenliğinden…
*
Şenlikte tanışıp ayaküstü sohbet ettiğimiz iki meslektaşımla birkaç gün sonra, iki ayrı televizyon programına katılmak için geldiğim Köln’de görüştük. Artı TV ve Can Tv stüdyolarının bulunduğu tarihi binanın önünde çay içerken “Birkaç gün sonra gideceksiniz. Memlekete, kucak dolusu selamlarımızı iletin” dedi, genç meslektaşım. “Bizim dönme ihtimalimiz bu siyasi iklimde mümkün değil. Belki de o meşhur şarkıdaki gibi döneriz hocam; ‘Bir ihtimal daha var’…”
Şarkının gerisini getirmesine izin vermedim. İma etmeye çalıştığı şeyi kabul etmediğimi belli eden bir el hareketiyle susturdum onu.
“Tek ihtimal var yoldaşım. Biz kazanacağız!.. Hem kendi ülkemizi, hem bütün dünyayı...”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder