12 Mart 2023 Pazar

Kır Kahvesi (Pazar yazısı)

 

12 Mart 2023 04:15



Fotoğraf: Özer Akdemir /Evrensel

Geçenlerde Aydın Çine’de silikozis hastası olduğu için işten çıkarılan iki işçi ile görüştüm. Gencecik iki işçi. Birinin üç, diğerinin bir çocuğu ve ikisinin de akciğerlerinde kocaman kocaman toz lekeleri var! Utanıp sıkılarak gösterdiler telefona kaydettikleri akciğer filmlerini.

Çinelilerin “Kır Kahvesi” dedikleri kahvehane de oturduk. Birer çay içtik. Oturduğumuz kahvenin adının neden Kır Kahvesi olduğunu anlayamadım doğrusu. Ne bir yeşil, ne bir tek ağaç var etrafında. Üstüne üstlük tam önünden Aydın-Muğla yolu geçiyor ki konuşurken bile araba gürültüsünden yanınızdakinin sesini zor duyuyorsunuz.

Belki de eskiden kırlıktı bu kahvenin yanı yöresi. Belki, şimdi vızır vızır otomobillerin, kocaman tırların geçtiği bu asfalt ve beton cehenneminde bir zamanlar koyun, keçi sürüleri yayılıyordu. Kim bilir, yazın güneşi, kışın soğuğu kusan bu beton binaların altından lezzetli mi lezzetli bir pınar kaynıyordu.

Bu kır kahvesinin adının nereden geldiğini sorduğum Çineli arkadaşım, bugün, kirli, gri, yapışkan bir dumanın çöktüğü Çine Ovası’nda, bu binalar yapılmadan önce, Madran Dağı’ndan gelen taze havanın dolaştığını ve insanların tam da burada piknik yapıp, çay kahve tellendirdiğini söyledi.


Fotoğraf: Özer Akdemir /Evrensel

"HELE Kİ EVRENSEL’E KONUŞMAYIN"

Her neyse, adıyla bugünkü durumu arasındaki bağı bir türlü kuramadığım bu gürültülü kahvede işçilerle sohbet ederken onları ancak kulağımı dört açarak duyabildim. İşçiler anlattılar, anlattılar ve sonunda  dediler ki; “Aman abi şimdilik haber olmayalım!..’

Korkuyorlar! Kolay mı, bu Çine çukurunda işsiz kalmak? Kolay mı, milyar liraları bir gecede gece kulüplerinde savuran para babası maden patronlarının beslediği adamlarla dalaşmak!

“Sakın gidip gazetelere, hele ki Evrensel’e konuşmayın, sizin iyiliğiniz için!” diyormuş müdürleri. Tehdit ediyorlarmış; “Siz kendi hatanız yüzünden bu hastalığa yakalandınız. Çalışırken maskenizi çıkardığınıza, sigara içtiğinize dair görüntüler var elimizde. Bunları ortaya koyarsak, tazminat bile alamazsınız.”

"İKİ OĞLUM MADENDE ÇALIŞIYOR, KONUŞURSAM ÇIKARIRLAR"

 “Hele bir tanesi var ki” dedi Çineli arkadaşım, elini başı ağrıyormuş gibi alnına koyup anlattı; “Daha yaşı elli beş bile değil. Silikozis nedeniyle yorulmadan ne iki adım atabiliyor, ne de ciğerleri kuş gibi ötmeden nefes alabiliyor. Ancak yine de yaşadıklarını anlat, haber yapalım dediğimizde, kabul etmiyor. Defalarca konuştum, kaç kez gel etme, sen değil patronlar korksun, seni onlar hasta etti, onlar çeksinler bu alçaklıklarının cezasını dedim, dinletemedim. “Cukk”, dedi hep. Yalnız bazen başını yukarıya kaldırıyor, bir iki dakika düşünüyor. Tam umutlanıyorum bu sefer korkuyu yenecek diye, sonra yine kaşlarını yukarı kaldırarak “cukk” diyor!. ‘İki oğlum var benim, madende çalışan. Konuşursam işten çıkarırlar.’

Yalanım yok, o zaman deli oluyorum işte. Sinirlerim zıplıyor, kalkıp yakasını toplayasım geliyor. Tutuyorum kendimi. “Yav Allah’ın adamı, o iki çocuk için bari konuş. Onlar da senin gibi mi olsunlar!” diye kükrüyorum ama faydasız…”

Umudunu kesti kesecek Çineli arkadaşım, bu işçilerden. “Burada çok ciddi bir sosyolojik, hatta psikolojik çalışma yapılması lazım. İnsanlar neden öleceğini bile bile bu işe girerler, neden çocuklarının bile hastalığını göze alıp boyun eğerler?”

Kendisi de çok iyi biliyor aslında bunun nedenini. Yine de aklına yatsa bile yüreğine kabul ettiremiyor bu gerçeği. Ekmeğin, maden işletmelerindeki aslanın midesinde olduğunu ve o ekmeği alabilmek için işçilerin sağlıklarını ve hatta yaşamlarını ortaya koyduklarını biliyor. Bu cenderenin ancak ve ancak örgütlenerek kırılabileceğinin bilinciyle mücadele ediyor. İşte bu yüzdendir ki bazen boğazına kadar gelen öfkesini yutup her seferinde sil baştan yeni bir işçiye anlatıyor tüm bunları…


Fotoğraf: İlyas Tekin

SİLİKOZİS HASTASINDA KENDİ GELECEKLERİNİ GÖRDÜLER

Biz iki işçisiyle konuşurken, yanımıza yıllar önce aynı hastalık nedeniyle işten çıkarılmış başka bir maden işçisi geldi. Arkadaşlarıymış bizimkilerin. Daha önce haberini yaptığım silikozis hastası işçilerden birisi. Yine hastaneden geliyormuş. Bir çay içimi oturdu yanımızda. Yaşı kırk bile değil ama avurtları çökmüş, gözlerinin feri gitmiş, dişleri dökülmüş. Beti benzi soluk, gözlerinin içi kül sarısı olan arkadaşlarında kendilerini gördü işçiler, geleceklerini. Ona bakarken birbirlerinden gizledikleri endişelerini okudum yüzlerinden. Sonuna kadar haklıydılar endişelenmekte.

Silikozis hastası olduktan sonra işten çıkarılan Çineli işçiler şimdi, tedavisi olmayan bu hastalıkla ilgili meslek hastalıkları hastanesinden rapor alma ve malulen emekli olma derdine düşmüşler. Daha 35’inde biri, diğeri 30 bile değil oysa ama kan tükürüyorlar geceleri!..

Çine’nin yoksul sokaklarında, iç içe geçmiş tek katlı rutubetli evlerde onlar gibi kim bilir kaç işçi nefes alamayarak acı çekiyor. Kaçı sessiz sedasız göçtü gitti acaba ardında sevdiklerini bırakarak…

Çoğu işten çıkarıldığında bir kenara çekilip susuyorlar. Kaderlerine boyun eğip,  kimseyle konuşmuyorlar. Patronlar öyle diyor çünkü, “Sesiniz çıkarsa haklarınızı vermeyiz haa!.. Ortalığı velveleye vermezseniz, dava falan açıp bizi de kendinizi de germezseniz, sizi mağdur etmeyiz, evelallah!..”

Bu sözlerin yalan olduğunu çok geçmeden, birkaç ay sonra anlıyor işçiler. O zaman, o kağıtlar imzalanana kadar kendilerine neden iyi davranıldığı, neden ellerine bir miktar toplu para verildiği dank ediyor kafalarına ama iş işten geçmiş oluyor. Sonrasında bu işçileri ve ailelerini korkunç bir yalnızlık bekliyor. Devletin ve Allah’ın yoksulları unuttuğu bu Ege kasabasında günden güne yiten sağlıkları, solan benizleri, azalan nefesleri ile ömür tüketiyorlar!..

Yaşamı işçi ve çevre mücadelesi ile geçen Çineli arkadaşım diyor ki; “Bir gün, cellatlarının aslında tükürükle boğacakları kadar güçsüz olduğunu anladıklarında bu düzeni yıkacak işçiler!..

Nefes alacaklar yeniden, ciğerlerine taze havayı doldura doldura...”

Baharda. Madran Dağı’nın kucağında. Çocuklarının ve kuşların cıvıltıları eşliğinde. Bir zeytin ağacının gölgesinde. Kıpkızıl açmış gelinciklerin ve kekiklerin arasına uzanarak. Masmavi gökyüzünde oynaşan beyaz bulutlara dalarak, nefes alacaklar…

Yaşamak, gerçekten adına yaraşır bir kır kahvesi olacak o zaman…

 

 https://www.evrensel.net/yazi/92630/kir-kahvesi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...