28 Aralık 2023 Perşembe

AKP iktidarı gözünü şimdi de Meryem Ana'nın evine dikti | ÇEPEÇEVRE YAŞAM

 


Efes Antik Kenti, Galata Kulesi gibi belediyelerin elindeki kültür varlıklarının gelirlerine el koyan AKP iktidarı, şimdi de Efes Selçuk Belediyesi tarafından işletilen Meryem Ana evinin gelirini de Kütür Bakanlığına aktarmak istiyor. Bu hafta Çepeçevre Yaşam'da Meryem Ana evinin Selçuk Belediyesinden alınarak Kültür Bakanlığına devredilmesi kararına karşı belediye emekçilerinin ve bölge halkının mücadelesini ekranlara getiriyoruz. Çepeçevre Yaşam her perşembe Evrensel'de.

https://www.youtube.com/watch?v=xomZDPkva-I

25 Aralık 2023 Pazartesi

“ÇED raporunu iptal edin, verilen izinleri geri alın”

 

25 Aralık 2023 14:45

Çanakkale Lapseki’de tarım cennetinin ortasında yapılmak istenen kurşun-çinko madenine karşı köy muhtarları dilekçeler verdiler.


Çanakkale Belediyesi drone fotoğrafları.



Özer AKDEMİR

Çanakkale’nin sebze ve meyve üreticiliği ile ünlü Lapseki ilçesi yakınlarında, üstelik su havzalarının ortasında işletilmek istenen kurşun çinko madeninin son hali verilen ÇED Raporu Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı sitesinde yayınlanarak halkın görüş ve önerilerinin alınması için on günlüğüne askıya çıkarıldı. Yöre köylülerinin muhtarları Bakanlığın Çevresel Etki İzin Denetim Genel Müdürlüğüne dilekçeler göndererek madene karşı olduklarını ilettiler.

NUSRATİYE GÖLETİ MADEN RUHSAT ALANINDA

Marmotek Madencilik San. ve Tic. A.Ş.tarafından yapılması planlanan; Çataltepe Çinko, Kurşun, Bakır (Kompleks) Yeraltı Maden İşletmesi Kapasite Artırımı, Kırma Eleme Tesisi, Zenginleştirme Tesisi ve Atık Depolama Tesisi projesi ÇED Raporunun halkın görüşlerine açılması sonrası muhtarlar ve köylüler tarafından imzalanarak gönderilen dilekçelerde madenin neden istenmediği maddeler halinde yazıldı. Bölgede bulunan Dumanlı Dağ’ın orman örtüsünün ve yaban yaşamının çok önemli bir su havzası üzerinde yer aldığına dikkat çekilen dilekçelerde, madenin tarım ve hayvancılıkla geçinen yöre halkanım su kaynaklarını, havasını, toprağını kirletecek, halk sağlığı sorunlarına yol açacağı belirtiliyor. Madenin Çataltepe, Nusratiye, Beypınar, Doğandere, Dişbudak köylerine çok yakın olduğunun aktarıldığı dilekçede, maden işletmesinin bölgeyi yoğun bir toz kirliliğine maruz bırakacağı dile getiriliyor. On binlerce dönüm araziyi sulayan Nusratiye Göleti su havzasının tamamen maden ruhsatı alanı içerisinde kaldığının altının çizildiği dilekçede, göletin kirleneceği uyarısında da bulunuluyor.

 

MADENE NEDEN KARŞI OLUNDUĞU MADDELER HALİNDE YAZILDI

Dilekçede madene neden karşı olunduğuna dair sıralanan diğer maddeler şöyle;

1. Derece deprem bölgesinde olması nedeniyle atık barajlarının yıkılması olasılığı nedeniyle risk teşkil etmektedir,

Yöre halkının içme suyu kaynağı olan Bayramdere Barajı'na, derelere ve su kaynaklarına tarımda kullandığı Nusratiye, Korçeşme, Gürgendere, Ayitdere göletleriyle irili ufaklı dereler ve su kaynaklarına çok yakındır.

Çataltepe Nusretiye köylüleri orman köylüsüdür. Gelirlerinin bir kısmını ormandan sağlamaktadırlar. Pirnal mantarı, çam mantarı, dağ çileği, kekik gibi doğal ürünleri satarak gelir elde ederler. Ayrıca bölgede yaygın bir şekilde küçükbaş mera hayvancılığı ve arıcılık yapılmaktadır. Maden sahasının genişletilmesi ve bölgedeki su kaynaklarının kirletilmesi yöre köylünün bu olanaklarını ortadan kaldıracaktır.

  • Derece sit alanı olan Kale Tepe mevkiindeki Arabakonağı Kalesi ve Antik Kolonai kentine sadece 1 km mesafededir,
  • İçdaş Termikleri, Karabiga Cengiz Termik Santralinden ve hatta Çan termik santrallerinden yoğun etkilenen bölgede ilave bir kirlilik yaratacaktır
  • Zaten Dumanlı Dağ'daki Nurol Holding altın madeni projesi nedeniyle kirletilen bölge üzerinde yeni kirlilik yaratacaktır,
  • Tarımsal üretim yapmayı imkansız hale getirecektir.
  • Bölge halkının madenin etkilerinden dolayı başta maden sahası içinde kalan Nusratiye köyü olmak üzere yöre halkını göçe zorlayacaktır.

“TÜRKİYE’NİN HOLLANDASI”NA KURŞUN!

Dilekçelerde tüm bu nedenlerden dolayı maden işletmesine ÇED olumsuz belgesi verilmesi ve verilen izin-ruhsatların geri alınması talep ediliyor.

Yörenin içme ve tarımsal sulama suyunun sağladığı Bayramdere Barajı yakınlarında işletilmek istenen maden işletmesi, maden işletmesinin kurulacağı alan tarımsal üretimi ve hayvancılık faaliyetleri nedeniyle “Türkiye’nin Hollanda’sı” olarak niteleniyor. Yöredeki dokuz köy muhtarı, dört kooperatif, Çevre Derneği ve yurttaşlar madene karşı olduklarını açıkladılar. İşletilmek istenen maden işletmesi, Nurol Holding'in altın madenleri tesislerine de komşu olacak. Maden işletmesini bulunduğu bölgede Kolonai Antik Kenti Büyük İskender’in ünlü Gronikos savaşına giderken uğradığı, Selçuk Efes kadar değerli antik Parion’un suyunu sağladığı bir kenti kent.

 https://www.evrensel.net/haber/506536/ced-raporunu-iptal-edin-verilen-izinleri-geri-alin

Özer Akdemir’in “Karaburun Öyküleri” çıktı! (TYS Sitesi)

 




RÜZGÂRLI MİMAS UYANMAZSA… / KARABURUN ÖYKÜLERİ

Eline sinen nergis kokusunu uzun uzun içine çekti. Yüzü ışıdı yeniden. Bu ekmeğin kokusuydu. Bir yılın emeğinin boşa gitmeyeceğinin işaretiydi boynunu topraktan uzatan nergisler.

Deli bir poyraz esiyordu, Bozdağ’dan. Deli mi deli! İliklere işleyen, körpe fideleri üşüten bir poyraz. Sarı kareli poşusunu iyice doladı boynuna. Kafasına sardı, kulaklarını, başını örttü. Boynunu içine çekti biraz daha. Bu poyraz da yüzünü ışıttı. Nergis’in en sevdiği rüzgâr buydu işte.

Ege Denizi’nden Akdeniz’e “bir kısrak başı gibi uzanan” yarımadanın uç kısmıdır Karaburun. Üç yanı denizlerle çevrili ve dört bir yanı talan sofrasının ana yemeği olmuş günümüzde!

Geçtiğimiz yüzyılın sonuna kadar korsan yağmalarından nasibini almış, Osmanlı’nın baskısını iliklerine kadar duyumsamış, boşaltılmış, “eşikteki eşikte, beşikteki beşikte” fermanıyla kılıçtan geçirilmiş bu güzelim toprakların insanları, yüz yıllar sonra yine can derdindeler.

Yine “Huruç eyleme” zamanı geldi “Rüzgârlı Mimas”ın… Yıllardır, Karaburun’daki ekoloji mücadelesini takip eden Özer Akdemir’in kaleminden yarımada doğasının, insanının ve tüm canlılarının hüzünlü öyküsü…

Kekik, keçi sütü ve kan kokan toprakların yaşama savaşı…


https://turkiyeyazarlarsendikasi.org/duyurular/ozer-akdemirin-karaburun-oykuleri-cikti/

24 Aralık 2023 Pazar

2023 Yumurta Takip Raporu: Kafes yumurtasını terk eden firma sayısı artıyor

 

24 Aralık 2023 12:28



Kafessiz Türkiye, 2023 Yumurta Takip Raporu’na göre takip edilen 98 firmadan 59’u kafes yumurtasını terk edeceğini açıkladı.


Fotoğraf: MA



 

Özer AKDEMİR

Yumurtası için yetiştirilen tavukların hapsedildikleri çağdışı kafes sistemlerine son verilmesi için çalışan Kafessiz Türkiye, 2023 Yumurta Takip Raporu’nu yayımladı. Rapora göre takip edilen 98 firmadan 59’u kafes yumurtasını terk edeceğini açıkladı.

Çiftlik Hayvanlarını Koruma Derneği’nin bir kampanyası olan Kafessiz Türkiye’nin hazırladığı 2023 yılı Yumurta Takip Raporu’nda Türkiye’de faaliyet gösteren ve kafessiz yumurta taahhüdü veren 59 ve henüz taahhüt vermemiş 39 firma olmak üzere toplamda 98 firma bulunuyor.Rapor, Türkiye'deki hayvan refahı değişikliklerini izlemeyi ve endüstriyel kafes sistemlerinden elde edilen yumurtaların kullanımını terk etmeyi taahhüt eden firmaları şeffaf bir şekilde takip etmeyi amaçlıyor.

109 MİLYON TAVUKTAN 100 MİLYONU AYAĞINI TOPRAĞA BASAMIYOR!

Kafes tavukçuluğu, endüstriyel hayvancılık uygulamaları arasında hayvanlara en çok eziyet eden yetiştirme yöntemi olarak tanımlanıyor. TÜİK verilerine göre ülkemizde yetiştirilen tüm kara hayvanlarının % 95’ini oluşturan tavukların çok büyük bir kısmı (109 milyon) Türkiye’de sadece yumurtası için yetiştiriliyor. Bu tavukların 100 milyonu ise yumurta endüstrisinin kârlılığını artırmak için bir A4 kâğıdından daha küçük bir alana hapsedilerek ömrünü toprağa basamadan geçiriyor.  Tüketicilerin endüstriyel kafes sistemlerine karşı tepkilerinin arttığının ileri sürüldüğü raporda Türkiye'deki tüketicilerin yüzde 80'inden fazlasının endüstriyel kafes sistemlerini reddederek, hayvanları kötü şartlarda yetiştiren firmaların ürünlerini almamak konusunda kararlı olduğunu belirtiyor. Konda’nın bir araştırmasına göre Türkiye’de her 10 insandan yaklaşık 8’i, kafes sistemlerinin yasaklanması gerektiğini düşünüyor. Tüketicilerin yüzde 82’si ise tavukların endüstriyel kafeslerde yetiştirilmesini doğru bulmadığını belirtiyor.

“TÜRKİYE KAMUOYU KAFESLERE KARŞI”

Rapor, otel, perakende, kafe/restoran, gıda üreticisi ve yemek servisi olmak üzere 98 firmadan 59’unun kafeslerden elde edilen yumurtaları kullanmayacağına dair söz verdiği dile getiriliyor. Rapora ilişkin açıklama yapan Kafessiz Türkiye Kampanya Direktörü Emre Kaplan; “Türkiye kamuoyu gür bir sesle kafeslere karşı çıkıyor. Hiçbir hayvana kar hırsı için bu kadar insanlık dışı koşullarda eziyet çektirilmesini istemiyor. Bu sebeple gelecekten umutluyuz. Bu yılda da kafesleri terk etmek üzere söz veren firma sayısının artmasından memnuniyet duyuyoruz.” dedi

 https://www.evrensel.net/haber/506461/2023-yumurta-takip-raporu-kafes-yumurtasini-terk-eden-firma-sayisi-artiyor

Kartal Dağı rüzgarını saklamış (Pazar yazısı)

 

24 Aralık 2023 04:20




Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

PAZAR

 

Özer Akdemir

Tüm yazıları

Kartal Dağı, cepkenini Aydın’a yaslamış, çakşırını İzmir Ovası’na yaymış başı dumanlı bir efe heybetiyle gelip iki ilin tam sınırına bağdaş kurup oturmuştur. Dağyeni köyü Kartal Dağı’nın koynuna sıralanmış köylerden birisidir. Her biri efelerin fesinin üzerine iğne oyaları ile işlenmiş kefiyeler gibi gösterişli ve güzeldir bu köylerin.

Dağyeni’nin kilit taşlarla döşenmiş yokuşlu ve dar sokaklarından geçip meydanına vardığınızda Atatürk büstünün hemen yanı başında bir çeşme ile karşılaşırsınız. Yunan İşgalinin başlarında bulunduğu Tire’den kaçıp’ Galip Hoca’ takma adını kullanarak bir süre Dağyeni köyünde kalan Celal Bayar’ın cumhurbaşkanı olduktan sonra köye armağanı olarak 1957 yılında yapılmıştır.

Dağyeni köylüleri 2020 yılının kış aylarında günlerce bu çeşmenin önündeki meydanda kadını, erkeği çoluğu çocuğu ile eylem yaptılar. Köyün en önemli geçim kaynağı olan incir bahçelerinin bulunduğu yaylaya çıkan yolun kenarında, üzeri çam ağaçları ile örtülü tepeyi de oyarak başlatılan maden arama sondajlarına sanki köylerine Yunanlılar işgal etmek için gelmiş gibi sert tepki gösterdiler.

Kadınlar, çeşmenin yanından geçip köyün içine doğru giden yolun üzerine oturdular. Bir ellerine bayrak, diğerine incir sopası alıp oturdukları yerden öfkeli, direngen, üzgün ağıtlar yaktılar.

Her gün yüzlerce köylü sondaj yapılan yere yürüdüler. Yürüyemeyecek kadar yaşlı ya da engelli olanlar traktör römorkuna binerek düştüler yürüyenlerin peşine. 

Köyün batısında, yaylaya giden yolun daha başında jandarmalar kesti önlerini.

O güne kadar askerleri kendi çocuklarından ayırmayan kadınlar incir sopalarını havaya kaldırıp jandarmaları ellerinin tersi ile itip geçtiler. Zılgıtı yiyen, incir sopasının her an sırtlarına ineceğini gören askerler annelerinden azar işiten çocuklar gibi kafalarını öne eğip yolu açmakta buldular çareyi. Birçoğu annelerinin, nenelerinin yaşında olan kadınların karşısında şaşkın, güçsüzdüler… 

Köylü kadınlar gibi bu yürüyüşün oyun olmadığını bilecek kadar olgunlaşmış çocuklar da seslerini kalınlaştırarak katıldılar sloganlara. “Köyümüzde maden istemiyoruz!” Bıyıkları yeni terlemiş delikanlılar, ellerine kına, gözlerine sürme çekmiş genç kızlar yaşamlarında ilk kez böylesi bir direnişin içinde yer alıyorlardı. Buna karşın kırk yıllık bir örgüt disiplininden geçmiş gibi davranıyorlar, ne yapacaklarını bilen kişilerin kararlı tavırları ile birbirlerini gözeterek hareket ediyorlardı. 

Köylüler, kol kola girerek sondaj yapılan alanı etten bir barikat olup kuşattılar. Ne jandarmanın gözdağı, ne iktidar partisi milletvekillerinin aba altından sopa gösteren telkinleri, ne vali, ne kaymakam onları kararlıklarından döndüremedi.

“Karşıyız” diyordu köylülerden her ağzını açan, “Bizim incirlerimiz, zeytinimiz var o yaylada. Suyumuz oradan geliyor. Ölürüz de maden açtırtmayız”.

 “Maden açılmayacak, sadece sondaj çalışması bu. Nerede ne var kayıt altına almak için ülkenin her yerinde yapıyor devlet” sözlerini sinek vızıltısı sayıp ciddiye almadılar.

“Bu sondajlar açıldığı anda burası maden alanı olur. Sonra artık kime satar MTA buraları kim bilir! Kanadalıya mı, Amerikalıya mı, İngilize mi?... Gerçi bizimkilerin de onlardan kalır yanı yok ya!” deyip, santim geri adım atmadılar.

Sonunda el mahkum, MTA da halkın sert kayasına toslayan tüm şirketler gibi bir gün içinde alet edavatı sırtlayıp ayrıldılar köyden. Ertesi gün köyde şenlik vardı…

***

O günlerden bugüne aradan üç yıl geçtikten sonra bir kez daha yolumuz düştü Dağyeni’ye. İzmir Aydın otoyolundan Selatin Tüneli’ne girmeden Belevi çıkışından ayrılıp, otoyolu bir viyadükle geçerek Kartal Dağı’na tırmanmaya başladık. Viyadüğün hemen yanında, bu mevsimde bütün yapraklarından soyularak çırılçıplak kalan ve pembe dallarıyla utancından kızarmış gibi duran incir bahçeleri sıralanmıştı. Bu incir bahçelerinin yerini bir süre sonra yeşilin yetmiş tonunun görülebildiği çam ormanları aldı.  

Dar parke taşı döşeli dağ yolu, keskin virajları ve dik yokuşlu rampaları ile Selatin köyünün içinden geçip Tire’ye doğru uzuyordu. Selatin’i çıkar çıkmaz, güneşin kendini bir gösterip bir bulutların arasına gizlendiği gökyüzünde dönüp duran bir alıcı kuş gözümüze takıldı. Kuş, kendisini rüzgarın cazibesine bırakmış tepemizde süzülüp duruyordu. Bir virajı döndüğümüzde aracımızın ön camından gördüğümüz kuş, başka bir virajda bu sefer arkamızdan geliyordu. 

Bu dağa boşuna Kartal Dağı dememişlerdir. Bu kuş da olsa olsa kartaldır diye akıl yürüttük. Köyün ilk evlerine kadar göz temasımızdaki kuş, sonrasında ortadan kayboldu.

Köy meydanının hemen üstündeki bir avuç kadarlık boşluğa park eden keşif minibüsünün etrafında, sokağın girişinde, yolun köy içine doğru uzayan dönemeçlerinde, tüm köşe başlarını tutan arazi araçları içindeki jandarmaların etrafta kuş uçurtmadıklarını görünce bizim kuşun neden arazi olduğunu anlamıştık.

Günlerdir yağan yağmurların iyice çamurlaştırdığı çukurlarla dolu toprak yolun bir kısmından sonra arazi araçlarına geçti bilirkişi heyeti. Jandarmalar da arazi vitesli araçlarıyla onları takip ediyordu. Biz de köylülerle birlikte üç yıl önce olduğu gibi traktör römorkunun arkasına doluşarak çıktık Kartal Dağı’na. Yol o kadar bozuktu ki önümüzdeki araç konvoyu bir süre sonra araçları sağa çekip sarp bir tepeyi yürüyerek çıkmak zorunda kaldılar. Biz ise köylülerin çok iyi bildiği bu dağda, ara bir yoldan döne kıvrıla dağın zirvesine kadar çıktık traktörle.

Çıktığımız tepede köylülerin “Eren Mezarı” dedikleri taşlarla çevrelenmiş bir ören yeri vardı. Bu örenin hemen bir metre dibine dikmişlerdi rüzgar ölçüm direğini. Belki de 50 metreyi bulan bu demir yığınını dört bir yanına gerdikleri çelik halatlarla ayakta tutuyorlardı.  

Tepenin uzaktan bakılınca bir kaya yığını gibi duran kayalık zirvesinin 2 bin yıllık Bizans Kalesi olduğunu öğrendik. Bilirkişi heyeti dibine kadar çıktı kalenin, kayaların. Aydın Ovası’nı ve Menderes Deltası’nı kuş bakışı gören bu hakim tepede yapıldı sunumlar.

Köylüler, incir bahçelerine birkaç yüz metre uzaklıkta kurulmak istenen bu direklerin tepeye çıkarılırken on binlerce ağacı yok edeceğini söylediler. “Keçilerimiz otluyor bu tepelerde, arılarımız var, onlar ne olacak?” diye sordular. Köylülerin avukatları yasalardan, yaşam hakkından, orman ve zeytin kanundan dem vurdu, “Bu direklerin buraya dikilmesi hukuksuz” dedi.

Heyetteki genç hakim ilgiyle dinledi anlatılanları, hatta konuşanların uzağında manzaraya dalan bilirkişi üyelerini de “Hocam dinliyorsunuz değil mi?” diye uyardı.

Öğleden sonra, Kartal Dağı’nın zirvesinde bilirkişi keşfi yapılırken ne gariptir ki etraftaki meyveleri dalında kurumuş kalmış ahlat ağaçlarının tek bir yaprağını ırgalayacak kadar bile yel efilemiyordu! Dağ da diyeceğini böyle diyordu sanki! İşgal yıllarında efeleri koynunda saklayan Kartal Dağı o gün de rüzgarını saklamıştı!

Dönüşte, traktörün arkasından geldiğimiz o bozuk yollardan beşik gibi sallana salana inerken “Rüzgar hiç yoktu fark ettiniz mi? Dal kıpırdamıyordu dağda. Nasıl elektrik üretecekler ki” diye sordum orta yere.

Yanımda oturan 65-70 yaşındaki köylü teyze bir şiirle yanıt verdi soruma;

Bulut gelmiş ala çama yaslanmış
Kartal Dağı rüzgarını saklamış
Bir derdim var idi bine katlanmış
Gayri ne diyeyim oğul ben sana…

Teyzem o kadar güzel anlatmıştı ki her şeyi. Tek bir sözcük dahi edemedim bu dizelerin üstüne. Kafamı gökyüzüne kaldırdığımda bizim alıcı kuşun tekrar tepemizde süzüldüğünü gördüm. Bir tanışa rastlamış gibi el salladım göğe doğru.

 https://www.evrensel.net/yazi/94080/kartal-dagi-ruzgarini-saklamis

22 Aralık 2023 Cuma

Türkiye’nin ilk kültür rotası üzerinde maden projeleri var

 

22 Aralık 2023 04:20


Troya kültür rotaları üzerinde Assos ve Troya değerinde antik kentler bulunuyor. Bu rota üzerinde holdinglerin işlettiği maden işletmeleri veya işletmek istediği bakır-altın madeni projeleri var.



Fotoğraf: Evrensel


 

Özer AKDEMİR
İstanbul

Avrupa Konseyi tarafından da onaylanan Türkiye’de başlayıp Avrupa’da bitecek olan Aeneas Kültür Rotası üzerinde Cengiz Holdingin işletmek istediği Halilağa bakır-altın madeni projesi var. Kültür rotası projesinde görünen ancak henüz tescili olmayan İskender Rotası’nda ise Nurol Holdingin Lapseki altın işletmesi ve Mermotek Kurşun madeni bulunuyor.

5 ÜLKEDEN GEÇEN ROTA

Aeneas Kültür Rotası “Türkiye İtalya arasındaki ortak kültür mirası; Aeneas Rotası” olarak geçtiğimiz yıl Avrupa Konseyi tarafından tescillendi. Türkiye’de Troya kültür rotaları olarak da bilinen ve Avrupa Konseyi tarafından Aeneas Rotası olarak tescil edilen tarihi rota Troya’da başlıyor. Türkiye’den başlayan ilk kültür rotası olan proje Akdeniz’e kıyısı bulunan 5 ülkeyi kapsıyor. Rota ile arkeolojik alanların tanıtımının yanı sıra kültürel diyalog için kültürel yakınlaşma da hedefleniyor.

ASSOS VE TROYA DEĞERİNDE ANTİK KENTLER

Troya kahramanı olarak bilinen Aeneas ve beraberindeki Troyalılar, Troyayı İda Dağı’na bağlayan tek doğal geçit olan Skamandros/Karamenderes Vadisi boyunca ilerleyerek İda Dağına/Kaz Dağı’na ulaşmış ve savaşın yaralarını burada sarmışlardı. Tarih boyunca Kaz Dağı (İda) zengin biyoçeşitliliği, "bin pınarlı" denilen su kaynakları, mağaralarıyla ve yabani hayvan barınağı ile ünlü bir bölge olarak bilinir. Biyoçeşitlilik ve doğal varlıklar anlamında çok zengin bir bölge olan Troya’da başta Troya ve Assos olmak üzere yüzlerce antik kent bulunmakta. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Reyhan Körpe büyük kısmı yer altında bulunan bu antik kentlerde henüz yüzey çalışmalarının bile başlamadığını dile getiriyor. Körpe’ye göre yörede Assos değerinde 200 tane, Troya değerinde 100 tane antik kent var. Bölgede köy gibi yerleşim yerleri dahil 3 bin 500 tane antik yerleşim bulunduğu ileri sürülüyor.

MİRASIN TESCİLLENME TALEBİ

Troas bölgesinde 250 bin yıl önceye ait yaşam izleri olduğu biliniyor. Bunlardan biri Kirazlı altın madeninin birkaç km yakınında bulunan İnkaya Mağarası. Mağarada 86 bin yıl önceye ait yaşam izleri var. Yine Lapseki Şahinli’deki TÜMAD altın madeninin yanından, hatta içinden geçen eski Biga Çanakkale kara yolu Kurtuluş Savaşı sırasında ikmal yolu olarak kullanıldı. Bu yol aynı zamanda İskender Yolu olarak da biliniyor. Yolun somut olamayan kültür mirası olarak tescil edilmesi için çevre örgütlerinin talepleri var.

MADEN RUHSAT ALANINA BİR KİLOMETRE

Büyük İskender’in MÖ 334 yılı mayıs ayında Çanakkale Boğazı’nı geçerek başladığı Asya seferinde ilk büyük savaşını ve zaferini kazandığı Granikos’a gitmeden önce bölgede ordularını dinlendirdiği biliniyor. İskender, Makedonya ordusu ile Granikos’a gitmeden önce Homeros kahramanlarının mezarlarını ve Troia’yı ziyaret etmişti. Ordu daha sonra, Abydos’tan Granikos’a kadar Arisbe, Perkote ve Kolonai üzerinden Adresteia Ovası’na inerek Granikos Irmağı’na ulaştı. Granikos Ovası’ndaki savaşta Pers ordusunu yenen İskender’e Anadolu’nun kapıları açılmıştı. İskender, Granikos’a giderken Lâpseki Biga yolundan ilerleyerek Çataltepe’de bulunan Kolonai Antik Kenti’nden geçip Biga Ovası’na iniyor. Hâlâ proje aşamasında bulunan Marmotek bakır, kurşun, çinko madeni Çataltepe’de bulunuyor. Maden şirketi kendi ruhsat alanı içerisindeki antik kenti bir kilometre kadar ruhsat dışında bırakarak olası bir soruna çözümü böyle bulmuş. 

BÖLGENİN  YÜZDE 79’U MADEN ŞİRKETLERİNE…

Binlerce yıldır Troya bölgesinde yaşayanların yaşam kaynağı olan Kaz Dağı’na günümüzde ise maden işletmeleri gözünü dikmiş durumda. TEMA’nın Kaz Dağları madencilik raporuna göre bölgenin yüzde 79’u madencilik ruhsatları ile kaplı durumda. Bölgede madencilik projeleri dışında termik santraller, jeotermal enerji santralleri, rüzgar enerji santralleri gibi çeşitli enerji projeleri de bulunmakta.

ROMA İMPARATORLUĞU’NUN TEMELLERİ

Roma İmparatorluğu’nun kuruluş destanı sayılan ve Romalı Şair Vergilius tarafından yazılan  Aeneas Destanı’na göre Troia kahramanlarından Aeneas Troia savaşının ardından Kaz Dağlarını aşarak kaçar ve Antandros’a (Altınoluk) gelir. Burada, Antandroslulara ahşap gemiler yaptırarak Troia soyunun devamını sağlayabileceği bir yer bulabilmek için denize açılır. Çeşitli limanlara uğrayıp farklı maceralar yaşayan topluluk son olarak İtalya’nın topuğundaki Castro bölgesine ayak basar ve burada Roma İmparatorluğu’nun temellerini atar.

 https://www.evrensel.net/haber/506274/turkiyenin-ilk-kultur-rotasi-uzerinde-maden-projeleri-var

Özer Akdemir: Mimas yeniden ayağa kalkacak Aycan Karadağ)- Birgün

 

Özer Akdemir: Mimas yeniden ayağa kalkacak

Gazeteci ve yazar Özer Akdemir’in “Rüzgârlı Mimas Uyanmazsa/Karaburun Öyküleri” kitabı yayımlandı. Akdemir, “Birleşik mücadele oluşturulabildiğinde Mimas yeniden kalkacak ayağa ve bu kez bu tanrılar gömülecek Bozdağ’a” dedi.

BirGün Ege

Giriş: 22.12.2023 06:00

 



Aycan KARADAĞ

Gazeteci ve Yazar Özer Akdemir’in yeni öykü kitabı “Rüzgârlı Mimas Uyanmazsa/Karaburun Öyküleri” okuruyla buluştu. Sakin Kitap Yayınevi’nden çıkan kitap, enerji şirketlerinin Yarımada’yı talan etmesini ve bölgedeki yurttaşların mücadelesini öykülerle anlatıyor. Akdemir, “Direniş kültürü Yarımada’nın mayasında var. Bu direnişler hep kanla bastırıldı ve o yüzden kanlıdır bu toprakların her bir yanı. Tanrılarla savaşan ve onları epey zorlayan Mimas’ın kanı vardır bu topraklarda” diye konuştu.

RÜZGÂRLI MIMAS UYANMAZSA
KARABURUN ÖYKÜLERI
Özer Akdemir 
Sakin Kitap

Karaburun’daki çevre ve yaşam mücadelesini takip ederken yazılan bu öykülerin hazırlık süreci nasıl oldu? 

Bölgedeki ekoloji mücadelesinin haberlerini yapmak için çok gidip geldim Yarımada’ya. Yapılan her haberden yazılamayan, anlatamadığın, habere koyamadığın gözlemler, duygular kalır sende. Hemen her haber için böyledir bu. Özellikle çevre sorunlarını, doğanın tahribatını, bu tahribat karşısında insanları, tüm canlıların ve ağzı dili olmayan dağın taşın durumunu anlatan haberlerden muhabirin etkilenmemesi olanaksızdır. Evet, gazeteci de zamanla kan görmeye alışan doktorlar gibi mesleki bir alışkanlıkla yazar bazı haberlerini. Ancak bazı haberler ne kadar deneyimli olsanız da sizde, ruhunuzda, duygularınızda bir tortu, iz bırakır. Ben, yirmi küsur yıllık çevre-ekoloji haberciliğinde işte bu izleri, tortuları, duyguları da yazmaya soyundum bu öykülerle. Bunları yazmasam haber yarım kalırdı bence. Bunlar, sadece bende kalmaması gereken duygulardı ki bir dağın, çiçeğin, keçinin, bir insanın yaşadığı dramı, acıyı benim kadar okur da hissetsin, bendeki acıyı bölüşsün ve bir şeyler yapsın istedim. Bu öyküler böyle sancılı bir sürecin sonunda ortaya çıkıyor. Ekoloji mücadelesinin edebiyatın olanaklarını kullanarak anlatmak kadar bir iç dökme, bir sağaltım çabası kendim için. Öte yandan bu öykülerdeki hüznün okurun da yüreğine dokunmasını istedim.

Yaylaköy’e ilişkin eko kurgu öykülerini okuduğumuzda bugünkü duruma dair bir okuma yapabiliriz ancak siz nasıl özetlersiniz okurlarımız için?

Yaylaköy Karaburun’daki doğa talanının en yoğun olduğu yer aynı zamanda. Yarımada’nın ortasında, Bozdağ'ın eteğinde, küçükcük bir köy. Köyün dört bir yanı rüzgâr enerji santrallarıyla (RES) kuşatılmış durumda ve şirket yetkilisinin deyimiyle ‘yirmi sene sonra Yaylaköy diye bir yer kalmayacak.’ Bu talana 'dur' denmezse tabii. RES’lerin dibindeki zeytinliklere de göz dikti şirketler. Orasına da güneş enerji panelleri(GES) yapılmak istiyorlar. Şimdiden beş bine yakın ağaç kesildi bile. Durum hiç de iç açıcı değil, Yaylaköylüler, keçiler, zeytinler, dağın taşı, ağacın kuşu, yerdeki börtü böcek için…

“O ADIMI ATAMIYORUZ İŞTE”

Köylülerin ya da direnen ve ‘yalnız’ kalan halkın duygusu, geleceğine ilişkin umudu nedir?

Umutları cılız da olsa devam ediyor köylülerin. Umutlar biterse her şey biter, bunu biliyorlar. Umutsuzluğun yaşamda bir karşılığı olmadığının da farkındalar. Yaşamak her şeye karşı umut etmek demek aynı zamanda. Umudu büyütmek… Sadece ne yapacaklarını bilemiyorlar, hepimiz gibi. Nereden tutacaklarını, kendi gibi yalnızlarla nasıl buluşacaklarını bulamıyorlar. Bunun önündeki engelleri aşamıyorlar, ülkedeki tüm yerel kalan, yalnız mücadeleler, direnişler gibi. Bu engelleri aşabilsek, yalnızları buluşturabilsek, birleştirsek öfkemizi umudumuz gerçek olacak oysa. Bir adım var sadece, daha yaşanabilir bir dünya kurmamıza, bir adım! O adımı atamıyoruz işte.

“MİMAS’IN KANI VARDIR BU TOPRAKLARDA”

Karaburun’un tarihsel açıdan önemi büyük. Anadolu’nun önemli isyanlarından birinin olduğu yerde zulüm bir şekilde devam ediyor. Nedir Karaburun’un makûs talihi?

Karaburun ülkemizin çok güzel köşelerinden birisi. “Akdeniz’e bir kısrakbaşı gibi uzanan” Yarımada’nın ucunda. Deniz, nergis, keçiler, kekikler ve güzel insanlar coğrafyası. “Güzellerin düşmanı çoktur” der bir halk türküsünde. “Güzelin başı belasız olmaz” der bir başkasında. Karaburun’da öyle. Yıllar önce, Osmanlının sömürüsüne ve zulmüne karşı ayağa kalkan, “Yarin yanağından gayri her şeyi ortak”laştıran ve böyle bir düzen için isyan ateşleri yakan topraklar, geçmişte de tanrılara başkaldıran Mimas’ın mirasını devam ettiriyorlardı. Direniş kültürü Yarımada’nın mayasında var. Bu direnişler hep kanla bastırıldı ve o yüzden kanlıdır bu toprakların her bir yanı. Tanrılarla savaşan ve onları epey zorlayan Mimas’ın kanı vardır bu topraklarda.

Müslüman, Hıristiyan, Yahudi Yarımada’da yaşayan herkesin ‘Dede Sultanı’ Börklüce Mustafa’nın “yoksullukta eşitlenen” yalınayak, başıkabak on binlerce yoldaşının kanı ile sulanmıştır. “Eşiktekini (kadınları) eşikte, beşiktekini (bebekler) beşikte” katleden bir vahşetten geride kalandır Karaburun.

Bugün vahşet “Edirne Sarayı’nda damızlanmış atların nallarıyla” değil, arkasına saray iktidarının tüm gücünü almış şirketleriyle kol geziyor. Bu kez sadece “eşikteki ve beşikteki” değil yer üstünde ne varsa söküp atmak, bunun karşılığı ürettikleri elektriğin kanlı bedelini kasalarına akıtmakla meşgul egemenler.

Kitabın ismini de es geçmeyelim. ‘Rüzgârlı Mimas Uyanmazsa’ ismi nereden geliyor?

Kitabın adı zulme başkaldırdığı için tanrılar tarafından Bozdağ’a gömülen Mimas adlı devin Homeras tarafından aktarılan öyküsünden geliyor. Günümüzde Bozdağ olarak bilinen dağın adı antik Yunan’da bu nedenle Mimas Dağı’dır. Yarımada’nın tarih boyunca rüzgârların hâkim olduğu bir coğrafyada bulunması Homeros’un ondan ‘Rüzgârlı Mimas’ diye bahsetmesinden de anlaşılmaktadır. Karaburun Öyküleri Mimas’a, o deve, yani bu dünyanın görüp görebileceği en büyük güce, halka bir çağrı, bir davet aslında; “Eğer şimdi, yeniden kendi gücünün farkına varıp uyanmazsanız, ne Yarımada kalacak geriye, ne kekikler, ne Ada Doğanı, ne Akdeniz Foku, ne de nergisler… Özlemler bir bir gömülecek Bozdağ’ın derinliklerine. Bir daha uyanmamak üzere…”

Karaburun örneği üzerinden ekoloji mücadelesine bakıldığında dünden bugüne bu mücadele “diğer mücadeleler” açısından nerede duruyor?

Bütün toplumsal mücadelelerin kendi büyük yalnızlıklarına bir örnek Karaburun’daki ekolojik mücadele. Ülkenin her tarafındaki emek, ekoloji, gençlik, kadın, barış mücadeleleri gibi yalnız başlarına, birbirine dokunmadan sürüp gidiyor. Bu mücadeleler aynı mücadelelerdir oysa. Aynı kökten farklı yönlere uzanan bir ağacın dalları gibidirler. Bunların birliği sağlandığında herkesin aslında aynı düşmana karşı ancak kendi yalnızlığı ile direnmeye çalıştığı, çırpındığı görülecektir. Birleşik mücadele oluşturulabildiğinde Mimas yeniden kalkacak ayağa ve bu kez bu tanrılar gömülecek Bozdağ’a… Tanrılara karşı Mimas’ın, Börklüce’nin, Yaylaköy’ün yanında duran BirGün’e bana bu olanağı verdiği için çok teşekkür ediyorum.

 https://www.birgun.net/makale/ozer-akdemir-mimas-yeniden-ayaga-kalkacak-492624#google_vignette

21 Aralık 2023 Perşembe

Tire Kartal Dağı'na RES yapılmak istenmesine bölge halkı karşı çıkıyor | ÇEPEÇEVRE YAŞAM

 Çepeçevre Yaşam bu hafta



 İzmir-Aydın sınırındaki Kartal Dağı'nın zirvesinde. Sabancı Holding tarafından Kartal Dağı’na dikilmek istenen rüzgar enerji santrali (RES) projesine karşı açılan davada bilirkişi keşfi yapıldı. Dağyeni köylülerinin incir bahçelerinin ortasından, tamamı ormanlık bir alandan RES direklerinden birisinin dikileceği tepeye çıkan bilirkişi heyeti burada da tarihi kalıntılar ve köylülerin “Eren mezarı” dediği taşla çevrelenmiş bir inanç yeri ile karşılaştı. Bölgede yaşayan yurttaşlar, RES projesine karşı olduklarını belireterek projenin gerçekleşmesi halinde bölgenin geri dönülemez şekilde yıkıma uğrayacağını ve tarım alanları ile birlikte su kaynaklarının da tahrip olacağını ifade ediyor. 




20 Aralık 2023 Çarşamba

Kartal Dağı’nda RES projesi bilirkişi keşfi: Dağın her tarafında orman, incir bahçesi ve tarih var

 

 20 Aralık 2023 12:23






Kartal Dağı’nda RES projesine karşı açılan davada bilirkişi keşfi yapıldı. Bilirkişi heyeti dağın her tarafında orman, incir bahçesi, tarih kalıntılar ve inanç yeri ile karşılaştı.


Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

PAYLAŞ

Özer AKDEMİR

Sabancı Holding tarafından İzmir-Aydın sınırındaki Kartal Dağı’na dikilmek istenen rüzgar enerji santrali (RES) projesine karşı açılan davada bilirkişi keşfi yapıldı. Dağyeni köylülerinin incir bahçelerinin ortasından, tamamı ormanlık bir alandan RES direklerinden birisinin dikileceği tepeye çıkan bilirkişi heyeti burada da tarihi kalıntılar ve köylülerin “Eren mezarı” dediği taşla çevrelenmiş bir inanç yeri ile karşılaştılar.

DAĞIN ZİRVELERİNE 11 RES DİREĞİ DİKİLECEK


Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

Enerji SA şirketi tarafından İzmir’in Tire ilçesi ile Aydın’ın Germencik ilçesi arasında bulunan Kartal Dağı’nda 11 direkten oluşan bir RES işletmesi kurulması çalışması yaklaşık iki yıl önce başlamıştı. Kartal Dağı’nın Dağyeni ve Dampınar köyü yakınlarındaki hakim tepelere dikilmesi planlanan RES direklerine karşı Tire Belediyesi ile birlikte yörede yaşayan 150’ye yakın yurttaş dava açmıştı. Şirket proje kapsamında bir Patlatmalı Mobil Kırma Eleme Tesisi de kurmak isterken köylülerin şiddetle karşı çıktığı projeye geçtiğimiz Mart ayında ÇED olumlu kararı verilmişti.

“EREN MEZARI”NIN ÜSTÜNE RES DİREĞİ

Bu ÇED olumlu kararına karşı açılan davanın bilirkişi keşfi için Dağyeni köyünde buluşup 5 numaralı direğin dikileceği Kartal Dağı Eren Tepesi’ne gidildi. Tamamı ormanlık ve köylülerin incir, sebze - meyve bahçelerinin ortasından geçen dağ yolunda arazi araçları ile alana gitmeye çalışan heyete köyüler de traktör römorku arkasında eşlik etti. Araçların ilerlemesine olanak vermeyecek kadar bozuk olan dağ yolunda araçlardan inen heyet üyeleri sarp tepeye yürüyerek çıktı. Şirketin rüzgar ölçüm direğinin tepeye adını veren ve köylülerce “Eren mezarı” denilen taşlarla çevrili bir inanç alanının hemen iki metre yanına dikilmiş olması dikkat çekti. RES’lere izin çıkarsa direklerden birisi bu “Eren Mezarı’”nın üzerine yapılacak!


KAYALIK DENEN TEPE 2000 YILLIK ROMA KALESİ ÇIKINCA DİREĞİN YERİ DEĞİŞTİRİLDİ

İzmir ve Aydın ovalarını kuşbakışı gören tepenin zirvesini oluşturan kaya kütlesinin Roma’lılardan kaldığı sanılan 2000 küsur yıllık bir kale kalıntısı olduğu da bilirkişi heyetine Kartaldağı Koruma Platformu sözcüsü Zeynel Aydın tarafından anlatıldı. Direklerden birisinin tam da bu kalenin bulunduğu kayların üzerine dikilmek istendiğini, kalıntıların ortaya çıkarılmasının ardından ise projede değişiklik yapılarak Eren Mezarı’nın yanına kaydırıldığını aktaran Aydın, yörede daha tescil edilmemiş birçok tarihi kalıntı olduğunu, bunların bir kısmının Kültür Varlıkları Koruma Bölge Kurulu tarafından yerinde gidilip görüldüğünü dile getirdi.

18 KM YOL AÇMAK İÇİN ONBİNLERCE AĞAÇ KESİLECEK!

Şirketin RES kurmak istediği alanın İzmir ve Aydın’ın akciğerleri olan yüz binlerce kızılçamla kaplı olduğuna dikkat çeken Aydın, RES direklerinin bu tepelere çıkarılması için bağlantı yolları ile birlikte toplam 18 km’yi bulan çok geniş yollar açılacağı, bu çalışmalar sırasında binlerce ağacın ağacın kesileceğini dile getirdi. Bilirkişi keşfi sırasında söz alan Dağyeni köylülerinden Muammer Salık, RES’lerin tek geçim kaynakları olan incir ve zeytin ağaçlarının bulunduğu yaylalara çok yakın olduğunu, köyün içme suyunun da bu bölgeden sağlandığını söyledi.

"BU İŞTE BİRÇOK YANLIŞLIK VAR"


Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

Keşif sırasında konuşan Tire Belediyesi’nin avukatı Övünç Güler ise bölgenin ormanlık yapısı ve tarihi dokusuna dikkat çekerek, “Bu tür projelerin çevresel etkileri incelenip ondan sonra lisans ya da ihale süreci başlatılması gerekirken tam tersi oluyor. Önce Enerji Bakanlığı sahaları ihaleye çıkarıyor, sonra çevresel etkiler inceleniyor. Ayrıca proje çevre düzeni planına işlenmemiş durumda. Bu alanlar orman olarak geçiyor çevre düzeni planlarında. Bodrum’da benzer bir RES Projesi Danıştay tarafından Çevre Düzeni Planında olmadığı için iptal edildi” diye konuştu.

Şirketin hukukçuları ve mühendisleri ise RES direklerinin çevreye ve tarihi kalıntıları zarar vermemesi için azami çaba içinde olduklarını, gecikmenin de bu nedenden kaynaklandığını ileri sürdü.

Bilirkişi heyeti üyeleri köylülerin incir ve sebze bahçelerinin bulunduğu yaylaya 100 metre yakınlıkta bulunan bir başka RES direğine giden yolun orman yapısın inceledikten sonra keşfi sona erdirdi.

“BU KADARCIK TOPRAĞIMIZA GÖZ DİKMESİNLER!”


Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

Kartal Dağı’nda RES’lerle ilgili görüşlerini aldığımız köylüler ve onlara destek vermek için gelen çevre örgütü temsilcileri şunları söyledi;

Sadike Yıldırım (Dağyeni köylüsü): Biz bu RES direklerini istemiyoruz. Burası bizim yaşam alanımız. Çobanlarımızın hayvanlarımızı otlattığı yerler. Kurtlarımız, kuşlarımız burada yaşıyor. Kurulacak direklerden birisi benim bahçemin dibinde. Bizim gelirimiz incir zeytin. Söke Ovası’nda pamuk tarlamız yok. Konya Ovası’nda buğday tarlamız yok. Bizim geleceğimiz dağımız, ormanımız. Bu kadarcık toprağımıza göz dikmesinler. 66 yaşına girdim, köyümden toprağımdan ayrılmak istemiyorum.

Recep Özen: Küçükkale Köyü (Kartal Dağı Koruma Platformu): Kartaldağı 9-10 köyün temiz su kaynağı, oksijen deposu. Suyumuza sahip çıkacağız. Ormanımıza sahip çıkmazsak geleceğimiz olmaz. Burası zamanında sarnıçlardan elde edilen suyu Meryem Ana’ya taşıdılar.

Mehmet Vergili (AYÇEP Başkanı): Burası öyle bir yer ki dünyanın cennetlerinden birisi. Tarihte de insanlar buralara gelip buraları kutsal alanlar haline getirmiş. Çağın enerji saldırısı, doğayı çöplük haline getiriyor. Aydın, İzmir maalesef bu şirketler tarafından yok edilmeye çalışılıyor. Tüm köylülere uyanmaları, topraklarına, yaşam alanlarına sahip çıkmaları çağrısında bulunuyoruz. Yarın çok geç olacak çünkü!...

“BİR ÜLKE ŞİRKETLERLE YÖNETİLEMEZ!”

Veli Balcı (Ortaköy): Tarım bölgelerinde, ormanlarda bu RES’lerin kurulması doğru değil ancak AKP tam tersini yapıyor. Ormanları artık vatandaş devletten-şirketten koruyor. AKP iktidarı bu şirketlerin önünü açtı. Yurttaşlara bunlara oy vermemeleri çağrısında bulunuyorum. Yoksa çoluk çocuğunuzun geleceğine ihanet etmiş olursunuz. Bir ülke şirketlerle yönetilemez. Örgütlü halkın yenilemeyeceğini, bu türden saldırıları boşa çıkaracağını biz kendi bölgemizde, Dağyeni Köyünde, Başköy’de gördük daha önce.. Örgütlenelim ve bu saldırılara karşı duralım

 

 https://www.evrensel.net/haber/506123/kartal-daginda-res-projesi-bilirkisi-kesfi-dagin-her-tarafinda-orman-incir-bahcesi-ve-tarih-var

17 Aralık 2023 Pazar

‘Arı bize dedi ki...’ (Pazar yazısı)

 

17 Aralık 2023 04:47






Fotoğraf:Özer Akdemir / Evrensel

PAZAR

 Özer Akdemir


Tüm yazıları

Lâpseki Dumanlı Dağ’ın eteklerindeki dar yoldan Nusratiye köyüne ilerlerken, geride bıraktığımız Şahinlideydi hâlâ aklımız. Köyünü, suyunu, ormanını üç kuruşa satan bir muhtarın zorbalığına maruz kalmıştık. Köy kahvesinde, utançlarından kafalarını önlerinden kaldırmayıp, olan biteni sessizce kabullenen köylülerin yanından üzgün bir şekilde ayrıldık. Muhtarın zorbalığından çok köylülerin o sinik halleriydi bizi üzen!

Çanakkale Boğazı’nı arkamıza alarak hafif bir rampa ile tırmandığımız eski Biga yolunun sol tarafı parça parça maden yaraları, sağ yanı ise kesilip üst üste dizilmiş binlerce ağaç istifi ile doluydu. Dibine gün ışığı sızmayan çamlarla kaplı yemyeşil tepelerin, maden kazması vurulmuş perişan halleri insan vücudundaki açık bir yaraya benziyordu. Eteğinden zirvesine doğru basamak basamak kemirilen tepeler acı içindeydiler. Kesilen her bir çamdan reçinelerini sızdırarak ağlıyorlar, inliyorlardı adeta! Geçtiğimiz yüzyılın başında, yüz binlerce insanın şimdi hallaç pamuğu gibi delik deşik edilen bu topraklara karışmış kanı, canı olduğunu bilmek içimizi daha da acıtıyordu.

Neyse ki yolumuzun üstündeki Çamyurt köyünde bir çay içimi soluklanıp güler yüzlü köylülerle sohbet etmek birazcık olsun morallerimizi düzeltti. Kış ayları olmasına rağmen hâlâ ılıman giden havalarda köylüler, boz ayıların bir türlü kış uykusuna yatamadıklarını bu yüzden arı kovanlarını daha korunaklı yerlere taşımak zorunda kaldıklarını anlattılar. 

Köyün hemen çıkışından sola dönüp girdiğimiz dar orman yolu bizi Nusratiye köyüne götürecekti. Yörenin en önemli su kaynaklarından Nusratiye Göleti’nin uzaktan görünen bir avuç kalmış gümüş sularının arka tarafında, Çanakkale Boğazı’nın döne kıvrıla akan maviliğine kadar yemyeşil bir ova uzanıyordu. Kilometrelerce uzakta olsak da, boğazın maviliğinin hemen kıyısına yapılmış İÇDAŞ termik santralinin bacasından çıkan dumanlar görünüyordu. 

Bize o günkü çekimlerimizde Harita Mühendisi Lâpsekili Gülay Güney eşlik etti. Yol boyunca pencerelerini açık tuttuğumuz aracın içerisine giren çiçek kokularının pürenlerden (‘piren’diyordu) geldiğini söyledi Gülay Hanım. Köye yaklaşmışken çiçeklerin şenlendiği bir orman kıyısına aracımızı yanaştırıp demet demet topladık. Yöredeki bal üreticiliği bu pürenlerin eseriydi ancak her geçen yıl kovan sayısı da çiçekler de azalıyormuş.

Bölgenin can damarı sayılan Nusratiye Göleti’nde bir yudumcuk su vardı neredeyse. Göletin yanında konuştuğumuz Nusratiye köylüsü Nuri Korkmaz “Göl neredeyse tamamen kurudu. Görünen su derenin suyu, göl değil. Bulunduğumuz yeri geçer, yola kadar taşardı su” diye anlattı gölün bugünü ve dününü. Söyleşi yaptığımız yer ile göldeki azıcık su arasında 100 metre, bizim ötemizdeki asfalt yol ise 20-30 metre uzağımızdaydı.

Köy kahvesinde çoğunluğu kadınlardan oluşan 30 kadar köylü karşıladı bizleri. Hepsi konuştu mikrofonlarımıza. Söyledikleri ortak cümle; “Maden istemiyoruz!” oldu.

Bir arıcının sözleri ise bin dersle doluydu anlayana; “100 kovan arımdan şimdi 30 kovan ya kaldı ya kalmadı. Köydeki arıcıların durumu benden de beter! Bir gün bu kahvede otururken bir arı geldi tam masamızın orta yerine kondu. Kanatlarını açar gibi kımıldattı ve oracıkta öldü. Arı bize dedi ki; ‘Sizin yüzünüzden ölüyoruz”...

***

YALNIZ EFE’Yİ ZİYARET

Lâpseki çekimlerimizden iki hafta kadar sonra İzmir Efemçukuru’ya gittik. Koca kentin suyunu tek başına koruyan koca yürekli keçi çobanı, Ahmet Karaçam’ı ziyaret etmekti amacımız. Onu köy girişindeki zeytinliğinde bulduk. Yarım saat kırk dakika kadar hem zeytin toplayıp hem de sohbet ettik Yalnız Efe’yle. Köyde, bağını altın madenine astronomik para tekliflerine rağmen satmayan, üstelik dava açan tek kişi olduğu için ‘Yalnız Efe’diye tanınıyordu Ahmet Abi.

Ahmet Abi’ye onun yaşamı ve mücadelesini anlattığımız, yönetmeliğini Sevgi Halime Özçelik ile birlikte yaptığımız “Yalnız Efe” belgeselimizin artık gösterime açıldığını söyledik. Çok sevindi belgeselin gösterime açılmasına. Yalnız Efe'nin bir direniş destanı olan belgeselini okurlarımız buradaki linke tıklayarak izleyebilirler.

Yalnız Efe’den ayrılıp köyün biraz dışında, altın madenini gören bir orman yoluna saptık program anonsu yapmak için. Hava serince, rüzgarlı ama tertemizdi. Yol boyunca denk geldiğimiz mantar toplayan birkaç kişi haricinde rüzgarın sesinden başka ne bir ses ne bir soluk vardı ormanda. Karşı tepelerin üzerinden bulunduğumuz yere doğru pamuk gibi bir bulut yavaş yavaş süzülüyordu.

Yolun sağ tarafında iki bilek kalınlığında siyah borular ormanın bittiği yerdeki sivri kayalıklı tepeye doğru uzuyordu. Boruların geçtiği güzergahta arazi yaklaşık 100-150 metre aralıklarla iki üç metre yarıçaplı bir daire şeklinde düzlenmişti. Geçtiğimiz yıllarda aynı bölgede maden sondajları yapılmıştı. Bu çalışmalar da büyük olasılıkla madenin genişleme hazırlıkları idi. Bulunduğumuz yere kuş uçuşu 400-500 metre ötede bulunan TÜPRAG Efemçukuru Altın Madeni köyün batısına doğru yayılmak istiyordu anlaşıldığı kadarıyla.

Çekimlerimiz bittiğinde hava da açmıştı. Güneşli, cam gibi berrak bir hava vardı şimdi. Biz de tepelerde oyalandık bir süre.  Çamların altlarında maviş maviş boy veren çiğdemleri görünce oradan ayrılmak gelmedi içimizden. 

Gözlerimizi kapatıp rüzgarın yüzümüze, saçımıza, kirpiklerimizin ucuna dokunuşlarına bıraktık kendimizi.

Çok değil on gün kadar önce Dumanlı Dağ’ın eteğinde kokladığımız pürenlerin kokusu çıktı geldi yeniden burnumuza.

Kahveye gelen arıyı düşündük sonra. Baygın kokulu pürenler, taze tomurcuk vermiş kekiklere değil gelip sigara yanıkları ile dolu masa örtüsünün üzerine konan ve oracıkta ölen arıyı...

Uzandığımız yerde etrafımızı saran çiğdemlerin bir gün bir maden kepçesinin paletleri altında ezilip gideceğini bilmenin acısı gelip oturdu içimize.

İzmir’in damında, kentin su havzasında, Yalnız Efe’nin keçi otlattığı ormanlarda bu pürenler, bu çiğdemler, bu arılar bize ne diyorlar!

Dinleyin sizde!

Rüzgarın fısıltıları arasında, eğer biz dur diyemezsek, yok olacak yarınlarımızın çığlıklarını da duyacaksınız!..

 https://www.evrensel.net/yazi/94046/ari-bize-dedi-ki

YALNIZ EFE (Belgesel) - Tamamı

 



YALNIZ EFE


 İzmir’in Menderes ilçesindeki Efemçukuru köyünün olağan yaşamı 2008’de TÜPRAG altın madeni için çıkarılan acele kamulaştırma kararı ile değişir. Geçimini bağcılıkla sürdüren, Alfonso üzümleri ile ünlü bu köyün insanları, başta madene karşı bir direniş gösterse de zamanla, kimi davaları kazanamayacağını düşündüğünden kimi teklif edilen parsel başına büyük meblağların cazibesiyle davalarından vazgeçip topraklarını satar, açılan madene işçi olarak girer. Bir kişi hariç, Ahmet Karaçam. Bağı hemen madenin dibinde yer alan Ahmet Karaçam, ne yapılsa edilse de toprağını satmaya ikna edilemez madencilerce. Kendisine araba yüküyle teklif edilen parada gözü yoktur. Neden satmadığını soranlara “Biz efe çukurunun çocuğuyuz, dedelerimiz gibi direneceğiz gâvura” der. “Benim geri vitesim yok” der. “Ata yadigârımı benden kimse alamaz, benden de çocuklarıma kalacak” der. “Satanlar sattı da ne oldu, ellerinde avuçlarında bir şey kalmadı. Bağ öyle mi ya, baktığın sürece o da sana bakar. Altın bizim toprağımız, üzümümüz” der. 2008’de açılan davalar yıllarca sürer, Ahmet Karaçam’ın sessiz ama aşılamaz kararlılığı da. Herkes dönmüştür davadan. Köylüler, “bu dava benim namusum” diyen Başkanlar, herkes dönmüştür. Yalnız Efe Ahmet Karaçam giremediği bağından ümidini kesmese de yıllarca süren davalar sırasında benimdir de diyemez. Yaşamını sürdürebilmek için keçi çobanlığına başlar, yaşamını zorlukla sürdürür. Hep mi yalnızdır yoksa seçiminin sonucunda mı iyice yalnızlaşmıştır bilinmez ama inatçı Ahmet Karaçam, keçilerinin yoldaşlığını seçer. O insanlardan uzaklaştıkça adı da alır yürür bir umut arayanlar arasında. Yalnız Efe’dir adı artık. Madencilere karşı direnen, efe çukurunun kalan tek efesi. Onu merak edenler yollara düşüp dağlarda bulur, eline yüz sürerler. Söylenceler dilden dile yayılır. Peki kimdir Ahmet Karaçam gerçekte? Onun bu tutkulu direnişinin kaynağı ne? Çevrecilerin kahramanı Ahmet Karaçam, karısının, oğlunun gözünde kim? Direnişe birlikte başladıkları köylüleri onun için ne düşünüyor? Keçilerinin peşinde sabahın köründen gecenin yarısına kadar dağlar tepeler aşan bu sapsade insanın varoluşuyla bize, hayatımıza fısıldadığı cümle ne? 

THE LONE HERO 


The life of the village of Efemçukuru in Izmir’s town of Menderes changed in 2002, when the village became a focus of attention for TÜPRAG gold mining company. In those early days, the villagers whose livelihood depended on growing grapes resisted the mine. But in 2008 the government decided to expropriate their lands, and one by one, the villagers sold their lands and began to work at the mine. All except one. Ahmet Karaçam whose vineyard stands right beside the mine refused to sell. He went to court in 2008 to resist expropriation, and it took years for the court to reach a decision. Ahmet Karaçam started to herd goats for a living. It’s unclear whether he had always been solitary, or if he became increasingly solitary in the company of his goats… People began to call him “The Lone Hero.” Who is Ahmet Karaçam? What does his way of being tell us about our lives?

Yönetmeliğini S. Halime Özçelik ile birlikte yaptığımızın "Yalnız Efe" belgeselimizi aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz? Yalnız Efe, İzmir’in damında, Efemçukuru köyünde altın madenine karşı direnen keçi çobanı Ahmet Karaçam ve mücadelesini anlatıyor.




16 Aralık 2023 Cumartesi

“Karaburun'dan rüzgârlı öyküleri” - Nedim Attila




Egede Son Söz yazarı Nedim Attila bugünkü köşesinde "Karaburun Öyküleri / Rüzgarlı Mimas Uyanmazsa" kitabımızı yazmış.

“Karaburun'dan rüzgârlı öyküleri” yazdı! egedesonsoz.com/yazar/Karaburu @egedesonsozcom aracılığıyla

‘Rüzgârlı Mimas Uyanmazsa’ Karaburun’da yaşam alanı kalmaz - Dilek OMAKLILAR

 

16 Aralık 2023 04:15


Enerji şirketlerinin Yarımada’yı parselleyip RES’leri dikerken aslında ekolojik bir döngüyü nasıl yok ettiği, Özer Akdemir’in öykülerinin merkezini oluşturuyor.



Fotoğraf: Özer Akdemir Evrensel



 

Dilek OMAKLILAR
İzmir

Ekoloji haberleriyle birlikte eko kurgu öykülerine de yoğunlaşarak çalışmalarına devam eden Gazeteci ve Yazar Özer Akdemir’in yeni öykü kitabı “Rüzgârlı Mimas Uyanmazsa/Karaburun Öyküleri” okuruyla buluştu.

Homeros’un Odysseia’sında “Rüzgârlı Mimas” olarak sıkça geçen Karaburun’un öykülerinin yer aldığı kitabın ismi de buradan geliyor: “Tanrılara, egemenlere baş kaldıran Mimas’ın tanrılar tarafından cezalandırılıp Bozdağ’a gömülmesini anlatır Homeros ve efsaneye göre Mimas orada uyuyor. Eğer yeniden uyanamazsa Karaburun’da yaşayacak yer kalmayacak.”

Talan edilen topraklarda Mimas’ın uyanmasını dilerken Akdemir’le birlikte Karaburun’un tarihine de yolculuk yapıyoruz.


Özer Akdemir'in Rüzgarlı Mimas Uyanmazsa kitabının kapağı

KARABURUN’UN DOĞASINDAN TÜM CANLILARINA

Yıllardır buradaki ekoloji mücadelesini takip eden Akdemir ile kitabı hakkında sohbet ederken aynı zamanda Yarımada’nın doğasını, insanını ve tüm canlıların hüzünlü öyküsünü konuşuyoruz. Enerji şirketlerinin Yarımada’yı parselleyip RES’leri dikerken aslında ekolojik bir döngüyü nasıl yok ettiği öykülerin merkezini oluşturuyor zaten. Doğanın döngüsüne, doğaya müdahale ettiğinde bunun nelere yol açtığına, orada neleri değiştirdiğine dair ilginç bir örnek Karaburun.

Akdemir bu döngüyü şöyle aktarıyor: “Mera alanları daraldığı için sürü sayısı azaldı, o açılan devasa alanlar sadece 150 metrekarelik değil, direklerin alt yapısına baktığımızda labirent gibi. Her tarafa yollar açıldı ve ciddi doğa katliamı yaşandı. Köylerin dibine kadar girdi bu RES’ler ve köylülerin yaşamını yok etmeye başladı. Keçi nüfusu azalınca, süt üretimi azaldı; keçi sütü üretimi azalınca Rumlardan kalan kopanisti peynirinin yapımı azaldı.”

Kitapta yer alan acı ve bir o kadar da gerçek hikaye “Kanlı Süt” de bu durumdan doğmuş bir öykü: “Sadece RES’ler değil ‘Kanlı Süt’ öyküsünde anlatmaya çalıştığım çok büyük araziler büyük sermaye gruplarına kiralandı, zeytinlik yapmaları şartıyla. Zeytinlik yapılmak istenilen arazilerin etrafı tel örgülerle çevrildi şirketler tarafından. Doğal olarak o sürülerin otlanmaya gittiği alanlara gitme durumu da sıkıntıya girdi. Dikenli tellerin arasından giderken sürü ürküyor. Dikenlere takılması nedeniyle keçinin memesi yarılıyor ve yavrusunu emziremiyor. ‘Kanlı Süt’ öyküsü de oradan ortaya çıktı.”

“Doğa ve Direniş Öyküleri” kitabınızda altın işletmesi nedeniyle sakat doğan, zehirlenen kuzular, Karaburun Öyküleri’nde şirketlerin tel örgülerine takılıp yaralanan keçiler... Sadece insanı değil hayvanların hüzünlü öykülerine de sıkça yer vermenizin özel bir nedeni var mı?​” sorumuzu ise Akdemir şöyle yanıt veriyor; “Dünya yalnız bizim değil. Ortak bir yaşamı bölüşüyoruz tüm canlılarla. Bütün bu olan bitende zerre kadar sorumluluğu olmayan kuzular, keçiler, kuşlar bizim ‘günah’larımızın kurbanı oluyorlar. Yaşamları ile ödüyorlar çoğu zaman bu bedeli. En günahsız ve en güzel olanların acısı gitsin okurun yüreğine dokunsun istedim.”

NEREYE GÖMÜLECEĞİNİN BELİRSİZLİĞİ

Bir başka öyküde Yaylaköy’e gidiyoruz. Bir ÇED toplantısına katılan Akdemir, kalabalığın içinde gördüğü bir kişinin hüznünü aktarıyor; “Kalabalığın dışındaki adam diyor ki, ‘Ben burada doğdum büyüdüm, hanım da öyle. Hanım ölünce şuraya gömdük. Şirket sahibi de şimdi gelmiş diyor ki 20 sene sonra Yaylaköy diye bir yer kalmayacak. Acaba ben hanımın yanına gömülemeyecek miyim?​’ Yani nereye gömüleceğini ya da geçmişte gömdükleri insanların mezarlarının dahi ne olacağını bilmeyen bir belirsizlik. Bu çok acı bir öykü. Karaburun’un durumu da biraz böyle, insanlar ne yapacaklarını bilmiyor.”

Yaylaköy’deki son duruma da değinen Akdemir şunları söylüyor; “Şu an Yaylaköy’de kesilme tehlikesi altında 15-20 bin zeytin ağacı var ve bunlar RES direklerinin altından kurtarılmış ağaçlardı. Kesilip onların yerine de güneş panelleri yapılmak isteniyor. En son il çevre müdürünün görevden alınmasını gerektirecek kadar alavereyle yapıldı bu. Türkiye’de son 20 yılda azdır böyle bürokratın yaptığı hata nedeniyle görevden alınması. 15 bin zeytinin olduğu yere hiç zeytin yok, verimsiz 3. derece tarım arazisi raporu vermiş bu adam. Zeytinler tehlikede, köylüler tehlikede, keçiler, ada martısı, endemik bitkileri, bütün bir yaşam tehlikede...”


Özer Akdemir | Fotoğraf: Kişisel arşiv

‘YAŞAM ALANLARI YAĞMALANIYOR’

Bu öyküler yalnızca acımasız bir hayatın aktarılması meselesi değil, o hayat karşısında direnmeye, tutunmaya çalışan insanların da öyküsü bu.

Akdemir bunu şöyle ifade ediyor; “Hem ekoloji mücadelesinin hem emek mücadelesinin iç içe geçtiği alan da bu. Kentte yaşayan insanların son çıkan yasayla mülklerinin elinden rezerv alan ilan edilip alınması artık meselenin kentsel bir mesele olduğunu da ortaya koyuyor. Bu öyküler de aslında yaşamın içinden, emek ve ekoloji mücadelesinin ortak öyküleri. Bunları zaten istesen de ayıramazsın.”

Son olarak şunu eklemeli, Akdemir köylülerin çok da umutlu olmadığını vurguluyor ve şunları söylüyor; “Özellikle son 10 yılda yaşananlar... RES bitiyor GES başlıyor ve bunun karşısında yerelde yalnız ve biraz da bu nedenle 'cılız' denilebilecek bir mücadele var. Köylüler de doğal olarak geleceklerini iyi görmüyorlar. Ciddi bir destek de yok. Kendileri hukuk mücadelesi de veriyor, yer yer eylemler de yapıyor ama zaten Türkiye’nin genel mücadele perspektifine baktığımızda her yerde yaşanan Karaburun’da da yaşanıyor.”

KARABURUN’UN KANLI TARİHİ SÜRÜYOR

Sütün kana bulaşıp toprağa akmasını soruyoruz... Karaburun’un tarihini de hatırlatıyor Akdemir; “Kan kokan topraklar derken aslında biraz bundan bahsediyorum. Karaburun Anadolu tarihinde Börklüce Mustafa İsyanı’yla bilinir. II. Mehmet döneminde on binlerce insan kılıçtan geçirilmiştir ve o zamanki ferman şuydu: ‘Eşiktekini eşikte, beşiktekini beşikte, kadınlar ve çocuklar dahil herkese ölüm.’ 100 yıl boyunca o topraklar köylü isyanı nedeniyle lanetlendi. İnsanlar zaten büyük kırımdan geçirilmiş, boşalan Karaburun topraklarına da Konya’dan şuradan buradan başka aşiretler yerleştirildi. Böyle bir kanlı tarihi var aslında Karaburun’un.

Bir taraftan da Anadolu’nun en önemli isyanlarından birisi. Şeyh Bedreddin, Börklüce, Torlak Kemal isyanlarından bahsediyoruz. Öyle bir tarihin üzerine bugün yaşanan bu sorunlara baktığımızda, kanlı topraklara bugün de keçi kanı damlıyor. Hayvanların kanı üzerinden devam ediyor acı. O dönem Osmanlı sarayının temsil ettiği egemenlerin yaptıkları zulüm bugün şirketler tarafından farklı biçimlerde devam ediyor.”

TOPRAĞINI TERK ETMEK ZORUNDA KALANLARIN HİKÂYESİ: DİMİTRİ

Sadece şu an yaşayan köylülerin yaşam mücadelesi yok öykülerde. Tıpkı Dimitri’nin hikâyesi gibi. Akdemir, Egeli Rumları da atlamamış kitabında: “Karaburun, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecinde Rumlarla Türklerin bir arada yaşadığı yerlerden birisi. Rum köylerinin olduğu bir yer. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra mübadele döneminde boşaltılan köylerden biri de Sazak Köyü oluyor. Yamaçtaki bu köy denize, adaya bakar ve çok güzeldir. Burada Rum evleri vardır. Bu evlerin özelliği çimento kullanılmadan usta bir taş örgü işçiliği ile yapılmış olmasıdır. Tabii şu an ne çatısı ne başka bir şeyi kalmış; hepsi yağmalanmış. Uzaktan baktığınızda hayalet köy gibi görünüyor.

Kitapta o köyden bebekken adaya göçen ve 90’lı yaşlarına gelen Dimitri’nin hikâyesi de yer alıyor. Toprağından edilmiş Rumları göstermek önemli. Bu dram Anadolu’nun birçok yerinde yaşandı, özellikle mübadele dediğimiz süreçte yaşanan dramlardan birisidir. Onların da ata toprağı sonuçta…”

 https://www.evrensel.net/haber/505848/ruzg-rli-mimas-uyanmazsa-karaburunda-yasam-alani-kalmaz?a=09ec7

15 Aralık 2023 Cuma

Bilfer Demir Madeni davasında yerel mahkemenin kararı bozuldu

 

15 Aralık 2023 14:14


Danıştay, Balıkesir’in Ayvalık ilçesi Karaayıt köyü yakınındaki Bilfer demir madeninin Madra Barajına etkisini inceleyecek yeni bir bilirkişi keşfi yapılmasını istedi.


Fotoğraf: Ayvalık Belediyesi




 

Özer AKDEMİR

Balıkesir’in Ayvalık ilçesi Karaayıt köyü yakınındaki demir madenine patlatma paterni eklenmesi ile ilgili verilen “ÇED Gerekli Değildir” kararı Danıştay tarafından bozuldu. Danıştay yerel mahkemenin davanın reddi yönündeki kararını bölgede bulunan Madra barajı ve diğer su varlıklarına dikkat çekerek bilirkişi keşfi heyetinde hidrojeoloji uzmanı olmadığı gerekçesi ile bozdu.

MADEN 1954 YILINDAN BERİ FAALİYETTE

Ayvalık Karaayıt köyü yakınında 1954 yılından beri faaliyetlerini sürdüren Bilfer Demir madeni ocağına patlatma paterni eklenmesi ile ilgili projeye Balıkesir Valiliği tarafından verilen ÇED Gereli Değildir raporuna Ayvalık Belediyesi tarafından dava açılmıştı. Davaya Ayvalık Tabiat Platformu belediyenin anında müdahil olarak katılırken maden şirketi de Valilik yanında müdahil olmuştu. Davaya Bakan Balıkesir 2. İdare Mahkemesi maden ocağının 1954 yılından beri çalıştığını ve ruhsat alanında 1993 yılından itibaren herhangi bir değişiklik mevcut olmadığını belirterek, ocağa patlatma paterni eklenilmesi ile daha kısa sürede daha fazla cevher elde edilmesinin amaçlandığı, maden sahasında mutlak tarım arazisinin bulunmadığı, patlatma paterninin tarımsal faaliyetler ile flora ve fauna için herhangi bir olumsuz etkisinin bulunmadığı, maden sahasında gerekli set ve kuşaklama yapılarak kirli suyun Madra Barajı kaynaklarına ulaşımının engellendiği gibi gerekçelerle davayı reddetmişti.

YEREL MAHKEMENİN RED KARARI DANIŞTAY’DA TEMYİZ EDİLDİ

Yerel Mahkemenin bu kararını temyiz eden belediye ve Tabiat Platformu mahkemenin kararına dayanak yaptığı bilirkişi raporunda birçok eksik olduğuna dikkat çekmişti. Temyiz dilekçesinde madenin Madra Barajı kolları ile çevrelendiği belirtilerek “madenin yeraltı suyu seviyesinin altına inecek olması, barajla doğrudan etkileşime geçecek olması, patlatma ve kazı ile yer altı suyu örüntülerinin bozulacak olması nedeniyle hidrojeolojik durumun mutlaka hidrojeoloji konusunda uzman bilirkişi tarafından değerlendirilmesi gerektiği” ileri sürülmüştü. Maden ocağı işletmelerinde yapılan patlatmaların çatlak/mağara sistemini bozduğunun aktarıldığı temyiz dilekçesinde çökmelere ve su yollarının değişmesine, suyun derinlere kaçmasına sebep olunması nedeniyle bu su kaynaklarını kullanan çiftçiler ile yerleşim alanlarına zarar verildiği dile getirildi.

BARAJ YANINDAKİ MADENİ İNCELEYEN BİLİRKİŞİ HEYETİNDE SU UZMANI YOK!

Dosyayı görüşen Danıştay 4. İdare Mahkemesi yerel mahkemenin kararına dayanak aldığı bilirkişi raporunu düzenleyen heyet üyeleri arasında hidrojeoloji uzmanı bulunmadığı gibi, maden faaliyetlerine patlatma paterni eklenmesine ilişkin projenin, etki alanında bulunan yeraltı ve yerüstü sularına ve Madra Barajını besleyen su kaynaklarına etkisi hususunda yeterli inceleme ve değerlendirme yapılmadığı değerlendirmesinde bulundu. Mahkeme bir üyenin karşı oyuna 4 üyenin kabul oyu ile bilirkişi raporunun hükme esas alınabilecek nitelik ve yeterlilikte olmadığı sonucuna vardı. Danıştay 4. Dairesinin kararında “uyuşmazlığın tereddüde mahal vermeyecek şekilde çözümlenebilmesi amacıyla, özellikle hidrojeolojiye ilişkin tespitler yönünden aralarında; hidrojeoloji uzmanının da yer aldığı bir bilirkişi heyeti ile keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmak suretiyle uyuşmazlığın esası hakkında yeniden bir karar verilmesi gerekmektedir” ifadelerine yer verildi.

PASA ATIK SAHASI İKİ KER DEREYE ÇÖKTÜ

Karaayıt Demir madeni 2019 yılında madenin atıklarını depoladığı pasa sahasının bir yılda iki kez çökmesi ile gündeme gelmişti. Köyün altından geçen dereye karışan atıkların içindeki ağır metallerin ve zehirli kimyasalların Ayvalık ve çevresinin içme ve sulama suyunu sağlayan Madra Barajına karıştığı ileri sürülmüştü. Firmanın köylülerin son mera alanlarını da maden sahası içine katma çabası köylülerin direnişi sonrası başarılı olamamıştı.

 https://www.evrensel.net/haber/505804/bilfer-demir-madeni-davasinda-yerel-mahkemenin-karari-bozuldu?a=a93cb

Akbelen Ormanı'nda patlatılan dinamitler İkizköylülerin can güvenliğini tehdit ediyor: “Bu dinamitlerin içerisinde nasıl yaşayalım?”

 

15 Aralık 2023 02:08

Akbelen Ormanı'nda patlatılan dinamitler İkizköylülerin can güvenliğini tehdit ediyor: “Bu dinamitlerin içerisinde nasıl yaşayalım?”

Akbelen Ormanı'nda patlatılan dinamitler İkizköylülerin can güvenliğini tehdit ediyor, İkizköy Çevre Komitesi üyesi Nejla Işık, “İlla birimizin ölmesini mi bekliyorsunuz?" diye sordu.



Fotoğraf: MA



 

Özer AKDEMİR

İkizköylüler evlerine birkaç yüz metre uzaklıkta, bir zamanlar Akbelen Ormanı olan yerde patlatılan dinamitler nedeniyle can korkusu yaşıyorlar. Patlatılan dinamitler nedeniyle evlerinin duvarları çatlayan İkizköy Çevre Komitesi üyesi Nejla Işık, “İlla birimizin ölmesini mi bekliyorsunuz? Ölsek de evimizden çıkmayacağız” dedi.

ŞİMDİYE KADARKİ EN ŞİDDETLİ PATLATMALAR

Ege Bölgesinde zeytin hasadının yapıldığı günlerde İkizköylüler can korkusu altında zeytinlerini toplamaya çalışıyorlar. Zeytinliklere komşu, evlerine 50-100 metre dibinde patlatmalı kömür ocağı çalışmaları İkizköylüleri isyan ettiriyor. Bir zaman Akbelen Ormanı'nda on binlerce ağacın bulunduğu yerde şimdi LİMAK ve İCDAŞ şirketi iş makineleri dinamitle patlatılan alanlarda kömür ocağı açmak için gece gündüz çalışıyor.

İkizköyülüler, “Bugüne kadar yapılan en şiddetli dinamit patlatmasıydı” dedikleri patlatmaların ardından yayınladıkları videolarda bir kez daha bir şirketin kârı için doğayı ve köylülerin yaşam alanını yok edenlere tepki gösterdiler.

"BU DİNAMİTLERİN İÇİDE NASIL YAŞAYALIM?"

Evi patlatma yapılan yere 100 metre uzaklıkta olan İkizköy Çevre Komitesi üyesi Nejla Işık, "Zeytin Kanunu'nu uygulayın" diye gitmedikleri kurum, yetkili kalmadığını belirterek şunları söyledi: “Bırakın Zeytin Kanunu'nu görmeyi burada yaptıkları zulüm dünyaya köprü oldu. Bizim derdimiz insanca yaşamak. Tepemizde öyle şiddetli dinamitler patlatıldı ki, jandarmayı aradım. Ben oradaydım diyor jandarma. 'Bütün insani duygularınla söyle bu dinamitlerin içerisinde biz nasıl yaşayalım' dedim kendisine. Bu köylüler nasıl yaşasın, nasıl hayata tutunsun? Herkes paranın esiri olmak zorunda mı?​”

"YERİN DİBİNE BASTSIN ENERJİNİZ DE KÖMÜRÜNÜZ DE!"

Evlerinde patlatmalar sonrası meydana gelen çatlakları gösteren Işık, savcılığın çatlamalarla ilgili 'kovuşturmaya gerek yok' kararı verdiğini söyledi. Işık, “Bu evlerin altında illaki birimiz can vermek zorunda mıyız? Nerede bu kurumlar? Yerin dibine batsın bu enerji, yerin dibine batsın bu kömür! Bu mudur enerji? Evlerimizde yaktığımız elektriğe böyle mi ulaşalım? Topraklarımızı, insanlarımızı kaybederek mi ulaşalım? İnsanlığımızdan utanıyoruz artık vicdan yok merhamet yok!...” diye isyan etti maden çalışmalarına.

"BURADA CAN VERSEK DE EVİMİZİ TERKETMEYEECEĞİZ"

Köylülerin sadece yaşamak istediklerini belirten Işık, “Burası maden sahası ilan edilmiş olabilir ama bu köylüler burada yaşıyorlar hâlâ. 50 metre, 100 metre dibimizde bu kadar olmaz ki! Bu köylüler bıraksın diye yapılıyor bunlar. Ama gitmeyeceğiz buradan, bırakmayacağız burayı. Bu evin altında can da versek, bu dinamitlerden kalp krizi de geçirsek terk etmeyeceğiz evlerimizi” dedi.

BİZ BÜTÜN CANLILARIN YAŞAMI İÇİN MÜCADELE EDİYORUZ

Köylülerin bütün canlıların yaşamı için burada mücadele ettiğini söyleyen Işık, “Orada çalışanlar da, orada para kazananlar da burada, köyde yaşıyorlar. Ancak sesini çıkaramıyorlar, işten atarlar diye. Lanet olsun onların verdiği paraya! Lanet olsun onların burada çıkardığı kömüre! Enerji adı altında yapılır mı bu doğaya!” diye konuştu.

 https://www.evrensel.net/haber/505777/akbelen-ormaninda-patlatilan-dinamitler-ikizkoylulerin-can-guvenligini-tehdit-ediyor-bu-dinamitlerin-icerisinde-nasil-yasayalim

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...