16 Aralık 2023 04:15
Enerji şirketlerinin Yarımada’yı parselleyip RES’leri dikerken aslında ekolojik bir döngüyü nasıl yok ettiği, Özer Akdemir’in öykülerinin merkezini oluşturuyor.
Fotoğraf: Özer Akdemir Evrensel
Dilek OMAKLILAR
İzmir
Ekoloji haberleriyle birlikte eko kurgu öykülerine de yoğunlaşarak çalışmalarına devam eden Gazeteci ve Yazar Özer Akdemir’in yeni öykü kitabı “Rüzgârlı Mimas Uyanmazsa/Karaburun Öyküleri” okuruyla buluştu.
Homeros’un Odysseia’sında “Rüzgârlı Mimas” olarak sıkça geçen Karaburun’un öykülerinin yer aldığı kitabın ismi de buradan geliyor: “Tanrılara, egemenlere baş kaldıran Mimas’ın tanrılar tarafından cezalandırılıp Bozdağ’a gömülmesini anlatır Homeros ve efsaneye göre Mimas orada uyuyor. Eğer yeniden uyanamazsa Karaburun’da yaşayacak yer kalmayacak.”
Talan edilen topraklarda Mimas’ın uyanmasını dilerken Akdemir’le birlikte Karaburun’un tarihine de yolculuk yapıyoruz.
Özer Akdemir'in Rüzgarlı Mimas Uyanmazsa kitabının kapağı
KARABURUN’UN DOĞASINDAN TÜM CANLILARINA
Yıllardır buradaki ekoloji mücadelesini takip eden Akdemir ile kitabı hakkında sohbet ederken aynı zamanda Yarımada’nın doğasını, insanını ve tüm canlıların hüzünlü öyküsünü konuşuyoruz. Enerji şirketlerinin Yarımada’yı parselleyip RES’leri dikerken aslında ekolojik bir döngüyü nasıl yok ettiği öykülerin merkezini oluşturuyor zaten. Doğanın döngüsüne, doğaya müdahale ettiğinde bunun nelere yol açtığına, orada neleri değiştirdiğine dair ilginç bir örnek Karaburun.
Akdemir bu döngüyü şöyle aktarıyor: “Mera alanları daraldığı için sürü sayısı azaldı, o açılan devasa alanlar sadece 150 metrekarelik değil, direklerin alt yapısına baktığımızda labirent gibi. Her tarafa yollar açıldı ve ciddi doğa katliamı yaşandı. Köylerin dibine kadar girdi bu RES’ler ve köylülerin yaşamını yok etmeye başladı. Keçi nüfusu azalınca, süt üretimi azaldı; keçi sütü üretimi azalınca Rumlardan kalan kopanisti peynirinin yapımı azaldı.”
Kitapta yer alan acı ve bir o kadar da gerçek hikaye “Kanlı Süt” de bu durumdan doğmuş bir öykü: “Sadece RES’ler değil ‘Kanlı Süt’ öyküsünde anlatmaya çalıştığım çok büyük araziler büyük sermaye gruplarına kiralandı, zeytinlik yapmaları şartıyla. Zeytinlik yapılmak istenilen arazilerin etrafı tel örgülerle çevrildi şirketler tarafından. Doğal olarak o sürülerin otlanmaya gittiği alanlara gitme durumu da sıkıntıya girdi. Dikenli tellerin arasından giderken sürü ürküyor. Dikenlere takılması nedeniyle keçinin memesi yarılıyor ve yavrusunu emziremiyor. ‘Kanlı Süt’ öyküsü de oradan ortaya çıktı.”
“Doğa ve Direniş Öyküleri” kitabınızda altın işletmesi nedeniyle sakat doğan, zehirlenen kuzular, Karaburun Öyküleri’nde şirketlerin tel örgülerine takılıp yaralanan keçiler... Sadece insanı değil hayvanların hüzünlü öykülerine de sıkça yer vermenizin özel bir nedeni var mı?” sorumuzu ise Akdemir şöyle yanıt veriyor; “Dünya yalnız bizim değil. Ortak bir yaşamı bölüşüyoruz tüm canlılarla. Bütün bu olan bitende zerre kadar sorumluluğu olmayan kuzular, keçiler, kuşlar bizim ‘günah’larımızın kurbanı oluyorlar. Yaşamları ile ödüyorlar çoğu zaman bu bedeli. En günahsız ve en güzel olanların acısı gitsin okurun yüreğine dokunsun istedim.”
NEREYE GÖMÜLECEĞİNİN BELİRSİZLİĞİ
Bir başka öyküde Yaylaköy’e gidiyoruz. Bir ÇED toplantısına katılan Akdemir, kalabalığın içinde gördüğü bir kişinin hüznünü aktarıyor; “Kalabalığın dışındaki adam diyor ki, ‘Ben burada doğdum büyüdüm, hanım da öyle. Hanım ölünce şuraya gömdük. Şirket sahibi de şimdi gelmiş diyor ki 20 sene sonra Yaylaköy diye bir yer kalmayacak. Acaba ben hanımın yanına gömülemeyecek miyim?’ Yani nereye gömüleceğini ya da geçmişte gömdükleri insanların mezarlarının dahi ne olacağını bilmeyen bir belirsizlik. Bu çok acı bir öykü. Karaburun’un durumu da biraz böyle, insanlar ne yapacaklarını bilmiyor.”
Yaylaköy’deki son duruma da değinen Akdemir şunları söylüyor; “Şu an Yaylaköy’de kesilme tehlikesi altında 15-20 bin zeytin ağacı var ve bunlar RES direklerinin altından kurtarılmış ağaçlardı. Kesilip onların yerine de güneş panelleri yapılmak isteniyor. En son il çevre müdürünün görevden alınmasını gerektirecek kadar alavereyle yapıldı bu. Türkiye’de son 20 yılda azdır böyle bürokratın yaptığı hata nedeniyle görevden alınması. 15 bin zeytinin olduğu yere hiç zeytin yok, verimsiz 3. derece tarım arazisi raporu vermiş bu adam. Zeytinler tehlikede, köylüler tehlikede, keçiler, ada martısı, endemik bitkileri, bütün bir yaşam tehlikede...”
Özer Akdemir | Fotoğraf: Kişisel arşiv
‘YAŞAM ALANLARI YAĞMALANIYOR’
Bu öyküler yalnızca acımasız bir hayatın aktarılması meselesi değil, o hayat karşısında direnmeye, tutunmaya çalışan insanların da öyküsü bu.
Akdemir bunu şöyle ifade ediyor; “Hem ekoloji mücadelesinin hem emek mücadelesinin iç içe geçtiği alan da bu. Kentte yaşayan insanların son çıkan yasayla mülklerinin elinden rezerv alan ilan edilip alınması artık meselenin kentsel bir mesele olduğunu da ortaya koyuyor. Bu öyküler de aslında yaşamın içinden, emek ve ekoloji mücadelesinin ortak öyküleri. Bunları zaten istesen de ayıramazsın.”
Son olarak şunu eklemeli, Akdemir köylülerin çok da umutlu olmadığını vurguluyor ve şunları söylüyor; “Özellikle son 10 yılda yaşananlar... RES bitiyor GES başlıyor ve bunun karşısında yerelde yalnız ve biraz da bu nedenle 'cılız' denilebilecek bir mücadele var. Köylüler de doğal olarak geleceklerini iyi görmüyorlar. Ciddi bir destek de yok. Kendileri hukuk mücadelesi de veriyor, yer yer eylemler de yapıyor ama zaten Türkiye’nin genel mücadele perspektifine baktığımızda her yerde yaşanan Karaburun’da da yaşanıyor.”
KARABURUN’UN KANLI TARİHİ SÜRÜYOR
Sütün kana bulaşıp toprağa akmasını soruyoruz... Karaburun’un tarihini de hatırlatıyor Akdemir; “Kan kokan topraklar derken aslında biraz bundan bahsediyorum. Karaburun Anadolu tarihinde Börklüce Mustafa İsyanı’yla bilinir. II. Mehmet döneminde on binlerce insan kılıçtan geçirilmiştir ve o zamanki ferman şuydu: ‘Eşiktekini eşikte, beşiktekini beşikte, kadınlar ve çocuklar dahil herkese ölüm.’ 100 yıl boyunca o topraklar köylü isyanı nedeniyle lanetlendi. İnsanlar zaten büyük kırımdan geçirilmiş, boşalan Karaburun topraklarına da Konya’dan şuradan buradan başka aşiretler yerleştirildi. Böyle bir kanlı tarihi var aslında Karaburun’un.
Bir taraftan da Anadolu’nun en önemli isyanlarından birisi. Şeyh Bedreddin, Börklüce, Torlak Kemal isyanlarından bahsediyoruz. Öyle bir tarihin üzerine bugün yaşanan bu sorunlara baktığımızda, kanlı topraklara bugün de keçi kanı damlıyor. Hayvanların kanı üzerinden devam ediyor acı. O dönem Osmanlı sarayının temsil ettiği egemenlerin yaptıkları zulüm bugün şirketler tarafından farklı biçimlerde devam ediyor.”
TOPRAĞINI TERK ETMEK ZORUNDA KALANLARIN HİKÂYESİ: DİMİTRİ
Sadece şu an yaşayan köylülerin yaşam mücadelesi yok öykülerde. Tıpkı Dimitri’nin hikâyesi gibi. Akdemir, Egeli Rumları da atlamamış kitabında: “Karaburun, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecinde Rumlarla Türklerin bir arada yaşadığı yerlerden birisi. Rum köylerinin olduğu bir yer. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra mübadele döneminde boşaltılan köylerden biri de Sazak Köyü oluyor. Yamaçtaki bu köy denize, adaya bakar ve çok güzeldir. Burada Rum evleri vardır. Bu evlerin özelliği çimento kullanılmadan usta bir taş örgü işçiliği ile yapılmış olmasıdır. Tabii şu an ne çatısı ne başka bir şeyi kalmış; hepsi yağmalanmış. Uzaktan baktığınızda hayalet köy gibi görünüyor.
Kitapta o köyden bebekken adaya göçen ve 90’lı yaşlarına gelen Dimitri’nin hikâyesi de yer alıyor. Toprağından edilmiş Rumları göstermek önemli. Bu dram Anadolu’nun birçok yerinde yaşandı, özellikle mübadele dediğimiz süreçte yaşanan dramlardan birisidir. Onların da ata toprağı sonuçta…”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder