28 Şubat 2017 Salı

Enerji ihtiyacı söylemi çöktü!_Önder Algedik


Açık olan şu ki “enerjiye ihtiyacımız var” söylemi nükleer ve termik için gerekçe oluyorken, yapılan AVM’ler bile elektrik talebini şişirmeye yetmiyor. Bu söylem yerseniz yaşamaya devam edecek.
2017-2030 Türkiye Elektrik Enerjisi Talep Projeksiyonu Raporu haberi geçen hafta basına düştü. Rapora göre 2017’de en düşük 288 milyon MWh (megawatt saat) elektrik tüketimi bekleniyor. Aslında projeksiyonlarda bu rakama 2015’de ulaşılması öngörülmüştü, olmadı.
Yeni aldığımız beyaz eşya eskisine göre daha az yakarken, evimizdeki tüketimimiz hemen hemen aynı kalırken, nasıl Türkiye’nin elektrik tüketimi artmaktan öte katlanıyor ve ona rağmen fazla fazla tüketim tahminlerinde bulunuluyor? Neden Trakya’nın ortasında su toplama havzasına, ya da Nallıhan Kuş Cenneti’ne komşu köye termik santral yapılır? Neden borulara yada kanallara hapsolmamış bir dere kalmamıştır. Neden patlaması ile ünlü nükleer santral Akkuyu’ya yapılır? Asıl önemlisi bütün bunların parasını neden hep biz veriyoruz?
Tek açıklaması “enerjiye ihtiyacımız var” sözü. Ama “kimin doğayı yok edecek, iklimi değiştirecek, faturayı halka ödetecek bir enerjiye ihtiyacı var?” sorusuna cevap verdiğimizde çok şeyi öğreniyoruz.
Tam da bu esnada TÜİK 2015 yılık elektrik tüketimi sektörel detaylarını açıkladı.
2015’DE SANAYİ ÇOK ELEKTRİK YAKTI
TÜİK’in Net Elektrik Tüketiminin Sektörlere Dağılımı çalışmasına göre, 2015 yılında 217,3 milyon MWh elektrik tüketilmiş. Bu miktar bir önceki yıla göre %4,8 artış anlamına geliyor bu. Bütün sektörlerdeki artış bu oranın altında kalırken, bir tek sanayi sektörü bu oranın üstüne çıktı. Sanayideki elektrik tüketimi bir önceki yıla göre %5,7 arttı.
NE KADAR AVM, O KADAR ELEKTRİK TÜKETİMİ
Elektrik tüketiminin yarısından sorumlu sanayideki bu artış tam da “enerji ihtiyacı” söylemine denk düşüyor. 2015 yılındaki artış bize bu fikri verse de, 5 yıl yada daha uzun bir döneme baktığımızda “enerji ihtiyacı” ticaret sektörü, belki de bir anlamda AVM’ler demek. 2000 yılından bu yana elektrik tüketimi toplamda %121 artmış. Aynı dönemde sanayi %112, meskenler ise %100 enerji tüketimini arttırmış. 15 yılda bu oranlarda artış iyi bir şey değil. Ama ticaret sektörü tam %344 artış göstermiş!
Ticaret sektöründe bu kadar neyin arttığını sorabilirsiniz. Ticaret sektörü altında alt sektörlerin ne kadar elektrik tükettiğine dair bir veri yok. Ama bildiğimiz 1988’de ilk AVM’sine sahip olan Türkiye’nin 2006’da 3 milyon metrekare alışveriş merkezi kiralanabilir alana sahip olduğunu biliyoruz. Bu alan 2016’da ise 13 milyon metrekareyi geçiyor. Durum böyle olunca enerji ihtiyacı sanayi üretim, artan konut sayısı, nüfus desek bile o sektörlerdeki artış oranları ile ticaret sektörü hiç örtüşmüyor. 2000-2015 arası elektrik tüketimi kabaca bir kattan fazla artarken, meskenler sadece 1 kat artarken, sanayi bir kattan az fazla artarken ticaret sektörü tam 3,5 kat artmış. Ticaret sektörü 
2000 yılında 1 iken 2015’de 4,5 olmuş.
enerji-grafik
ENERJİ TAHMİNLERİ YANILDI
Aralık 2012’de 10 yıllık elektrik kapasite projeksiyonunu TEİAŞ yayınlamıştı. Bu çalışma düşük tahmine göre bile 291,8 Milyon megawatt-saat talep tahmininde bulundu. Bir anlamda elektrik talebi o kadar şişirilmişti ki, bugün gerçekleşen talebin üçte biri kadar fazla talep bekleniyordu. Bir başka deyişle, 3-4 yıl sonrası tahminleri bile en muhafazakar artışın bile çok altında kalıyordu.
DOĞRU TAHMİN AKKUYU’DAN EDERDİ
Aslında ne enerji tahminleri yanıldı, ne de AVM’ler boşuna yapıldı. Enerji ihtiyacı söylemi üretimde yeni santral yapılmasını, tüketimde ise onu arttıracak yatırımları beslemesi üstüne kurulu idi. Basit bir örnek verecek olursak, 2015 yılı tahmini ile 2015 yılı gerçekleşen tüketim arasındaki fark tam 2 adet Akkuyu nükleer santraline eşit. Doğru tahmin yapılsa Akkuyu nükleer santralini yapmaya kimse cesaret edemezdi.
Aynı örneği ticaret sektörü için verelim. Dünyada teknoloji geliştikçe sektörlerde elektrik tüketimi belki artabilir ama bu kadar katlanmaz. Diyelim ki bu normal. Sadece konutların elektik tüketimi artışı kadar ticaret sektöründe de artış olsa ne olur? 2000 yılına göre konutlardaki %100 artış ticaret sektöründe olsa 2015 toplam tüketimi neredeyse %10 daha az olur. Yaklaşık 22 milyon MWh’lık bu tasarruf bile tek başına Akkuyu’nun 2 ünitesinin üretimine eşit.
Enerji ihtiyacı söyleminin parçası olan verimsiz bir ticaret sektörü ve ışıl ışıl AVM’ler yarım Akkuyu, şişirilen tahminler ise 2 Akkuyu kadar yatırımın önünü açıyor.
TÜRKİYE ŞİLİ OLSUN
Şili kırsal kesimde yaşayan ve elektriği olmayan aileler için güneş enerjisi hibe programını başlatmıştı. Böylece o kadar uzun mesafelere altyapı götürmek yerine o paraya güneş enerjisini vermeyi tercih etti. Yani kömür dağıtmıyor, güneş panelleri veriyor. Ardından geçen yaz büyük yatırımlar içinde bir ihaleye çıktı. İhale sonucunda 1 kwh güneş elektriği için 2,91 cent verecek. Bu Türkiye’nin son kömür ihalesinde vermeyi düşündüğü 6,04’cent’in yarısı, nükleere verilecek 12,35 cent’in ise dörtte biri.
Türkiye ise gelecekte de böyle devam edecek. Elektrik Enerjisi Talep Projeksiyonu Raporu’na göre 2037’de düşük senaryoya göre 567,6 milyon Mwh, ikinci senaryoya göre 656,1 milyon, yüksek senaryoya göre de 814,4 milyon Mwh çıkacağı hesaplanmış! Yani 2037’deki iki senaryo arasına bile birkaç nükleer santral ve bir düzine termik santral sığabilir. Ama bunun olması için yapılacak alışveriş merkezleri de bu işi kurtarmayacak.
Açık olan şu ki “enerjiye ihtiyacımız var” söylemi nükleer ve termik için gerekçe oluyorken, yapılan AVM’ler bile elektrik talebini şişirmeye yetmiyor. Bu söylem yerseniz yaşamaya devam edecek. “Yok veriler ortada derseniz” başka bir boyuta geçmeye başlayacağız.

27 Şubat 2017 Pazartesi

EGEÇEP’in 11. Kurultayı: Doğa ve kent talanına #HAYIR


EGEÇEP’in 11. Kurultayı: Doğa ve kent talanına #HAYIR
  
 27 Şubat 2017 12:40
     
Ege Çevre ve Kültür Platformu'nun 11. Kurultayı’nda ağırlıklı olarak anayasa değişikliği ve referandum gündeme geldi.
Özer AKDEMİR
Ege Çevre ve Kültür Platformu'nun 11. Kurultayı anayasa değişikliği ve referandum ağırlıklı konuların tartışıldığı bir gündemle yapıldı. Milletvekilleri, kurum temsilcilerinin yanı sıra yerellerde ekoloji mücadelesi veren bileşenlerin katılımıyla gerçekleştirilen kurultayda EGEÇEP, yaşamı savunabilmek için Anayasa değişikliğinde "Hayır" oyu verilmesi çağrısı yaptı.
'HAYIR' DİYORUZ
Tepekule İnşaat Mühendisleri Odası Salonunda yapılan kurultayda “Doğa ve kent talanına #Hayır” başlıklı basın bildirisini okuyan EGEÇEP Eş Dönem Sözcüsü Turgut İnel, “Ülkenin politik gündeminden bağımsız bir ekoloji mücadelesinin olamayacağını biliyoruz. 16  Nisan'da yapılacak anayasa değişikliği paketindeki maddelerin, ülkemiz demokrasisinde, ekonomisinde, doğa ve kent hakkına yönelik uygulamalarda var olan engelleri katlayacağını görüyoruz, biliyoruz. Bu nedenle sözümüzü esirgemeden anayasa değişikliğine, tek adam diktatörlüğüne, parti devleti anlayışına #HAYIR diyoruz” dedi.
Hayatın Sesi’nde yayınlanan Çepeçevre Yaşam programından hazırlanan seçkinin gösteriminin ardından Yeni Kültürpark Projesi ve Basmane'ye yapılması planlanan gökdelenlerle ilgili Mimarlar Odası İzmir Şube Başkanı Halil İbrahim Alpaslan ve Kültürpark Platformu üyesi Gökhan Erdem sunum yaptı.
CHP VE KOCAOĞLU'NA ELEŞTİRİLER
Kurultaya Aydın Pınardere köyünden gelen Ahmet ve Fadime Camuz, 450 kovan arılarının jeotermalden çıkan gazlardan ölümlerini anlattı. Camuz çifti hiçbir yetkilinin sorunlarına çözüm üretmediğini dile getirdi. Kurultaya katılan CHP İzmir milletvekili Musa Çam hükümetin çevre politikalarını eleştirirken, İzmir'in çevre sorunlarına da değindi. İzmir Fuarı ve Basmaneye gökdelen yapılmasına karşı olduğunu söyleyen Çam, Büyükşehir Belediye Başkanı tarafından desteklenen bu projelere kendisinin ve çok sayıda CHP milletvekilinin karşı olduğunu ileri sürdü.
Çam, “Basmaneye gökdelenler yapacak olan Sancak Grubu, Erdoğan aşığı ve Başbakan Binali Yıldırım'ın finansörü. Böyle bir adama İzmir'de bu kadar olanakların sunulması, selam vermeyeceğiniz insanlara böylesi bir imkanın verilmesi içimi acıtıyor” dedi. Çam, Kocaoğlu ve CHP'ye yönelik eleştirilere yanıt verirken CHP'nin bazen bir sol partiye yakışmayan tutumları olduğunu söyledi.
DÜELLO DAVETLERİ 17 NİSAN'A ERTELEYELİM
Kurultayda konuşan HDP İzmir milletvekili Ertuğrul Kürkçü de referandum sürecine değindi. “17 Nisan gününü bir siyasi ortaklığa taşımayabiliriz. Bunun derdinde değiliz ama bir siyasi programa birlikte karşı olmamız bizim için çok önemli” diyen Kürkçü, şöyle konuştu; “Evet'çilerin 'Hayır'ı geçmek için siyasetten daha çok şeye ihtiyaçları var. Bütün düello davetlerini 16 Nisan sonuna erteleyelim. Hiçbir düello kabul etmediğimiz belirtelim.”
EGEÇEP Hukuk Komisyonu üyesi Av. Arif Ali Cangı da anayasa değişikliğinin çevre ve yaşam savunusu mücadelesi bakımından ne anlama geldiğini anlatırken, “Kim olursa olsun bu yetkilerle ülkeye zarar vermemesi mümkün değil” dedi.
Kurultaya Aydın'dan gelen AYÇEP'liler jeotermal santrallerle ilgili mücadele süreçlerini anlatırken, Ayvalıklılar ise SİT alanlarının ortadan kaldırılmasına dönük yasal süreci aktardı. Bergama Çevre Platformu altın madenciliği ve RES'lerle ilgili yörelerinde gelişen durumlarla ilgili bilgi verdi. Karaburunluların RES ve balık çiftliklerini, Foçalıların termik santral mücadelesini aktardıkları kurultayda EGEÇEP'e bileşen olmak isteyen çevre örgütleri de vardı. Söke Çevre Platformu, Turgutlu Yaşam Der, Turgutlu Halk İmdat ve Yeni Foça Forum'un bileşen olma istemleri alkışlarla karşılandı.
Görüntünün olası içeriği: 3 kişi, ayakta duran insanlar ve iç mekan
EKOLOJİ MÜCADELESİ GEÇİM KAPISI YAPILAMAZ!
Kurultayın en ilginç anlarından birisi ise ekoloji mücadelesini kendilerine geçim kapısı olarak gören foncuların EGEÇEP'e bileşen olma talebi sonrası yaşandı. Kurultay divanının EGEÇEP'in “EGEÇEP hiçbir yerli-yabancı fondan bütçe ya da bağış almaz” ilkesini hatırlatmasına sinirlenen kişi başvurusunu çekerek kurultaydan ayrıldı. Kurultaya katılanlar ekoloji mücadelesinin geçim kapısı olamayacağını, bu tür unsurların EGEÇEP'e sızamayacağını dile getirdi.

Kurultay referandum sürecinde #Hayır çalışması, yerellerde çeşitli çalıştaylar düzenlenmesi, 2-3 aylık periyotlarla basılacak bir EGEÇEP bülteni çıkarılması, Aliağa'daki termik santrale karşı kazanılan dava kararının uygulatılmasına dönük çalışma yapılması gibi karar ve önerilerin ardından yeni yürütme kurulunun belirlenmesi ile sona erdi. (İzmir/EVRENSEL)https://www.evrensel.net/haber/309979/egecepin-11-kurultayi-doga-ve-kent-talanina-hayir

26 Şubat 2017 Pazar

Taşlar da ağlıyor Anadolu’da!..(Pazar eki)


Taşlar da ağlıyor Anadolu’da!..
  
 26 Şubat 2017 06:12
     
Taşlar da ağlıyor Anadolu’da ve ağlarken anlatıyor yok olup giden güzelliklerin hüzünlü öyküsünü!...
Özer AKDEMİR
O taşları masamın üzerinde bulmasaydım ben de o raporu indirip okumazdım. Gerçi bir hafta önce Erzincan İliç’ten kalkıp gelen Nuri Uyar yeni durumlardan bahsetmiş, ÇED raporunun da internet sitesinde olduğunu söylemişti. Bunun üzerine epeyce hacimli olan dosyayı indirip arşive koymuştum ama taşlar olmasaydı 1529 sayfalık ÇED raporunu okumayı göze almazdım herhalde. Belki de öylesi daha iyi olurdu, kim bilir. O zaman ne bu yazı olurdu ne de içimi kaplayıp duran bu sızı!...
***
Pazar sabahı gazete bürosuna geldiğimde masamda küçük bir kâğıda yazılı notun üzerine bırakılmış taşları epeyce sonra gördüm. En büyüğü ceviz iriliğinde üç küçük taş. Notta aynen şu cümleler yazılıydı: “Bu taşlar Erzincan altın madeninden gelen motorun içinden çıktı. Altın bu taşlardan çıkıyor. Özer’e ulaştır.” Bazı yerleri parlayan, bazı yerleri mat, sert biçimsiz görünümlü bu taşları un ufak edip siyanüre buladığınızda çok çok küçük bir miktar altın kalıyordu geriye. On tonda bir nişan yüzüğü kadar. 
***
Erzincan İliç’teki altın madenine 2013 yılında, altın madenciliği konusunun uzmanlarından TMMOB Yönetim Kurulu Üyesi Cemalettin Küçük’le gitmiştik. İliç adeta bir madenci kasabası haline gelmişti. Üzerinde yeşil-turuncu fosforlu işçi yelekleri ile onlarca maden ve baraj işçisi ilçenin sokaklarını dolduruyordu. 06 Ankara plakalı, dört çekerli arazi araçları ve içindeki siyah gözlüklü adamlar ilçede uzaklardan gelen, ama ilçede babasının malı edasıyla gezen yabancıların varlığının en önemli göstergeleriydi. Koyun, keçi, arıcılıkla geçinen küçük İliç artık bir işçi kenti kimliğine bürünmüştü. Koyun sürüleri dağıtılmış, arı kovanlarının bir kısmı satılmış bir kısmı siyanürlü maden sonrası yok olmuş, köylüler arazilerini satıp madende işçilik yapmaya başlamışlardı. “Üstünden zaman, altından su akan” İliç’in ünlü saatli çeşmesinin çevresinde evler bile değişmişti üç beş yılda. Beton, çirkin, soğuk evlerle dolmuştu mahalleler... 
 
***
Yakuplu köyünün kuzeyindeki yamaçtan hoplaya zıplaya giden arazi aracının kaldırdığı toz bulutu toprak yolun az ötesinde güneşe yüzünü dönüp maviş maviş gülümseyen Yiğit Çıngırağı’nın(1) üzerine gelip kondu. “Vahşi yaşamda soyu tükenme tehlikesi çok büyük olan” bu küçücük maviş çiçekler bir süre sonra boyunlarını büktüler. “Soyu kritik tehlike altında olan” Ekim Sığırkuyruğu(2) ise onun kadar şanslı olmadığından yoldan sapıp, eğimli kıraç araziye saran aracın tekerleri altında kalıp ezilmekten kurtulamadı. Komşuları Harput Perçemi(3)  ve Bayır Kızanı(4) botanik bilimine “Vahşi yaşamda soyu tükenme tehlikesi büyük olan türler” olarak kaydedilmişti. Maden alanının sınırlarını belirlemek için dolaşan bu arazi aracının tekerlerinden kurtulmuş olsalar da çok yakında onlarca iş makinesi, dev maden kamyonları, paletler altında ezilip gideceklerdi!...
***
Kadim Erzincan dağlarını, tepelerini binlerce yıl yurt belleyen çiçeğin böceğin ölüm fermanının Çakmaktepe Altın Madeni olacağı yazıyordu ÇED raporunda. Böyle demiyordu elbette tam olarak. Yörede uzunca süre araştırmalar yapan bilin insanları rastladıkları endemik bitki ve hayvan türlerini raporlarına işlemişler, madencilik faaliyetinin bu türlere olumsuz etkisinin “kaçınılmaz”(5) olduğunun altını çizmişlerdi. Bu durum tespitini yapıp, ÇED raporuna yazan bilim insanı görevini yapmış mı olacaktı şimdi? Yakındaki derelerde bulunan soyu tükenme tehlikesindeki Su Samuru’nu(6) ve yeterince bilgi edinilemediği için fauna kategorisinde DD (Data Deficient- Veri Yetersiz) olarak gösterilen Anadolu Kör faresini kim koruyacaktı?
ÇED raporuna “yöredeki yabanıl hayvan türleri arasından 10 memeli hayvan türü ‘Mutlak Koruma Altındaki Türler’ listesine girmekte”(7) yazanların sorumluluğu bu kadar mıydı? Yakuplu köyünün, Sabırlının, Çaltı’nın, Çöpler köyünün göğünde süzülen Küçük Akbaba,(8) Üveyikin,(9) Kara Akbaba’nın(10) hakkını kim arayacaktı? 
“Tehlikeye yakın” denilen türlerden Türk semenderi(11) ve Değişken Desenli Gece Kurbağası(12) ayın şavkında Yakuplu deresinin kıyısında geceyi dinlediler. Türlü türlü böceklerin sesleri geliyordu yakınlarından. Bunlardan ikisi Türkiye için endemik türler arasındaydı.(13) 4 tür ise Türkiye faunası için ilk kez tespit edilmişti.(14) Hepsi maden alanının içinde, yakınında, çevresindeydiler…
***
Bu yazıdaki bilgiler, bitki ve hayvan adları İliç Yakuplu köyü yakınlarında işletilecek olan Çakmaktepe Altın Madeni’nin Nihai ÇED raporundan alınmıştır. Dipnotlarda yazılı Latince adlar yazıda geçen bitkilerin literatürdeki isimleridir. Bir Pazar sabahı masamda bulduğum küçük taşların bana fısıldadıkları acıklı öykünün dipnotudur bu yazı. Milyonlarca tonu un ufak edilip siyanürden geçirilecek olan taşların akıbeti gibi, yazıda gördüğünüz bitkiler, hayvanlar, kuşlar da bir avuç altın uğruna yok olup gidecekler! Taşlar da ağlıyor Anadolu’da ve ağlarken anlatıyor yok olup giden güzelliklerin hüzünlü öyküsünü!...

1- Campanula yildirimlii (Kartaltepe Madencilik Çakmaktepe Nihai ÇED Değerlendirme Raporu syf: 195)
2- Verbascum tuna-ekimii (Syf: 195)
3- Achillea pseudoaleppica (Syf: 195)
4- Cousinia sintenisii  (Syf: 195)
5- Kartaltepe Madencilik Çakmaktepe Nihai ÇED Değerlendirme Raporu syf: 218
6- Lutra lutra (Kartaltepe Madencilik Çakmaktepe Nihai ÇED Değerlendirme Raporu syf: 207)
7- syf: 673
8- Neophron percnopterus (syf: 208) (Tehlike altında)
9- Streptopelia turtur (syf:679) (Hassas)
10- Aegypius monachus (syf:679) (Tehlikeye yakın)
11- Salamandra infraimmaculata (syf: 699)
12- Bufotes variabilis (syf:211)
13- Empis obscuripes ve Empis heliciphora (syf:702)
14- Dorycera caucasica, Herina frondescentiae, Hilara freidbergi ve Empis sevanensis (syf:702)


25 Şubat 2017 Cumartesi

Aydın'da jeotermal kaynaklı toplu zehirlenme iddiası

Aydın'da jeotermal kaynaklı toplu zehirlenme iddiası

  
 25 Şubat 2017 04:50
     
Aydın'da 17 kişinin jeotermal santralinden sızan gazdan zehirlendiği ve şirketin olay duyulmasın diye zehirlenenleri otele yerleştirdiği iddia edildi.
Özer AKDEMİR
İzmir
Aydın yöresinde jeotermal enerji santrallerinin yarattığı çevre ve sağlık sorunları gittikçe büyüyor. Aydın Umurlu’da, jeotermal enerji santrali yakınında yaşayan vatandaşlardan 17’sinin çıkan gazlardan zehirlendiği, şirketin bu olayın duyulmasını önlemek için 17 kişiyi otele yerleştirdiği iddia ediliyor.
UMURLUYU NEREYE TAŞIYACAKSINIZ?
İddianın sahibi Aydın Çevre Kültür Derneği (AYÇEP) Başkanı Mehmet Vergili. Vergili, Umurlu’nun yanından geçen Emirdoğan Çayı kıyısındaki Küme Evlerinde oturan 5 ailenin jeotermal gazlarından zehirlenmeleri üzerine şirket tarafından Umurlu yakınlarındaki Tralles Oteline götürüldüklerini söyledi. Yaklaşık 5-6 gündür otelde kalan 17 kişinin bir süre daha otelde bütün masrafları şirket tarafından üstlenilerek konuk edileceğini belirten Vergili, iddiaları yerinde araştırmak üzere Umurlu’ya giderek vatandaşlarla konuştuğunu dile getirdi. 
Umurlu’daki durum ile ilgili görüştüğümüz Vergili şunları anlattı; “Zehirlenenlerin yakınları ile görüşmeye gittik, jeotermal şirketinin adamları da geldiler. Biz kendilerine ‘burada 18-20 bin kişi yaşıyor. Bu 17 kişiyi otele yerleştirmişsiniz tamam da Umurlu’yu nereye taşıyacaksınız? Yakalandınız!’ dedik”. 
KEÇİLER, TAVUKLAR, GÜVERCİNLER ÖLDÜ
Mahalle sakinlerinden Batur ailesinin gazlardan etkilenmeleri üzerine otele yerleştirildiğini öğrenen Vergili’ye burada ayrıca havyan ölümleri de olduğu anlatıldı. Mahalleliler Tahsin Öztosun’un 16 keçisinden 6’sının jeotermal sularının bırakıldığı dereden su içmesi sonrası öldüğünü söylediler. Mahalleli keçilerin yanı sıra güvercinlerin, 45 tane tavuğun da jeotermal nedeniyle öldüğünü ileri sürdü.  İddialarla ilgili aradığımız otelden konuyla ilgili herhangi bir bilgi verilmedi.
‘DAHA ÖNCE DE AİLEYİ HASTANEYE GÖTÜRDÜLER’
Umurlu’da oturan vatandaşlardan Ziynet Çalıkoğlu’nun anlattıkları Mehmet Vergili’yi destekliyor. Batur ailesinin komşuları olduğunu söyleyen Çalıkoğlu, aynı kişilerin daha önce de şirket tarafından hastaneye götürüldüğünü dile getirdi. Çalıkoğlu, “Şimdi bu ikinci gidişleri. Bir de patlama oldu evler sallandı. Hâlâ korkuyoruz. Bize otele gidin falan demediler. Kaç gün otelde kalacağım ben. Evim barkım, malım burada. Biz bu yaştan sonra otelde kalamayız” dedi. Jeotermalin kokusunun Umurlu’nun içinde de hissedildiğini anlatan Çalıkoğlu, “Millet para kazanacak iyi de benim sağlığım gittikten sonra neyleyim milletin parasını. Umurlu ayaklanmadı. Bu suyu buraya kazdırmayacaklardı. Burası Umurlu’nun içerisi sayılır. Milletin sağlığını düşünsünler, şirketin parasını değil.” dedi.
‘BUHARIN PİSLİĞİN ALTINDA DURUYORUZ’
Yine Umurlu sakinlerinden Fatma Vildan KOAH hastası olduğunu ve jeotermal yüzünden çok zor durumlarda kaldığını dile getirdi. Vidan, “Oradan gelen sıcak su nedeniyle zeytinlerimiz bile olmuyor iki yıldır. Buharın, pisliğin altında duruyoruz gece gündüz. Hele gece çiğ yağıyor gibi yağıyor. Burayı terk etsin şirket. Bizim başka yere gitme durumumuz yok. El alem para kazanacak biz burada eziyetini çekeceğiz!” ifadelerini kullandı.
BENZERİ DAĞKARAAĞAÇ KÖYÜNDE DE YAŞANDI
Öte yandan Aydın Tabip Odasının önceki dönem başkanı olan Dr. Metin Aydın, yörede önce jeotermallere yakın incirlerin kirlenerek yok olduğunu, sonra arıların öldüğünü belirterek; “Şimdi ise Umurlu’da tavuk ve keçiler içtikleri akışkanlar nedeni ile ölmeye başladı. İnsanlar ölmesin diye jeotermal işletme halkı otele taşımış” dedi. Umurlu’daki bu olayın bir benzerinin Dağkaraağaçlı köyünde de yaşandığını aktaran Aydın, “Burada köy muhtarının eşeği akışkan içmeye zorlanmış fakat eşek inat ederek akışkanı içmemiş ve ölmekten kurtulmuş idi. Aydın’da yaşanan ölümler bizlere gösteriyor ki yetkililerin jeotermallerin çevreye ve canlı yaşamına zararı yoktur inadı insanların ölümüne, toplu zehirlenmelere, jeotermal patlamalara, depremlere neden olacak. Aydın’da ölüm tüm Menderes havzasına yayılıyor” diye konuştu.

23 Şubat 2017 Perşembe

Mahkeme İÇDAŞ'ın termiğine 'Ufal da cebime gir’ dedi

 23 Şubat 2017 15:04
     
İÇDAŞ şirketi, Çanakkale’deki termik santralinde ÇED raporundan kaçmak için alanını 50 kez küçük gösterdi, mahkemeden iptal geldi. 
Özer AKDEMİR
İzmir
Ülkede hava kirliliğinin en yoğun yaşandığı yerlerden birisi olan Çanakkale Çan ilçesi yakınlarına yapılmak istenen dördüncü termik santralle ilgili mahkeme kararı yöre halkını ve yaşam savunucularını umutlandırdı. Çanakkale İdare Mahkemesi termik santralde kullanılmak için açılacak kömür ocağına verilen "Çevrensel Etki Değerlendirme (ÇED) raporu gerekli değildir" kararını iptal etti. Ayrıca İÇDAŞ şirketinin ÇED raporundan kaçmak için termik santral yapacağı alanı 50 kez küçük gösterdiği ortaya çıktı. 
TERMİĞE DEĞİL TURİZME İZİN VERİLSİN
Çan İlçesi Helvacı Köyü yakınlarında İÇDAŞ Enerji Şirketi tarafından işletilmek istenen kömür ocağı projesine Çanakkale Valiliği tarafından "ÇED gerekli değildir" kararı verilmişti. Bu karara karşı Çanakkale Barosu, Ziraat Mühendisleri Odası Çanakkale Şubesi, İda Dayanışma Derneği ile Madra Dağı ve Kaz Dağı Belediyeler Birliği ortak dava açtı.
Açılan davada alanın ÇED Yönetmeliğinde belirtilen 25 hektar alandan daha büyük olması nedeniyle ÇED sürecine tabi olduğu iddia ediliyordu. Diğer iddialar ise termik santralin yörede yaratacağı ekolojik ve sosyal tahribatla ilgiliydi. Hukuka aykırı bir şekilde yapılan uygulama ile feda edilen değerlerin alternatif maliyetlerinin yapılan tercihten fazla olmaması gerektiğine dikkat çekilirken, alternatif maliyet analizlerinin ortaya konmamasına vurgu yapılıyordu. Davada, madencilik sektörüne ilişkin alınacak kararlarda ilgili yöre halkının da katılımının sağlanması gerektiği, Kaz Dağlarında milli park alanının yeniden belirlenmesi ve bu alanda sadece madencilik faaliyetine değil, sanayi tesisleri, yapılaşma ve turizm tesisleri dahil hiçbir faaliyete izin verilmemesi gerektiği diğer dile getirilen iddialar arasındaydı.
Mahkeme İÇDAŞ'ın termiğine 'Ufal da cebime gir’ dedi
ALANI 50 KEZ KÜÇÜLTMÜŞLER!
Mahkeme heyeti oy birliği ile verdiği kararda termikçi şirketin verdiği bilgilerle verilen izinler arasındaki ilginç durumu ortaya koydu; proje alanı, “ÇED gerekli değildir” kararı alabilmek için yaklaşık 50 kez küçültülmüştü! ÇED Yönetmeliğine göre 25 hektarın altında olan alanlar için ÇED Raporu aranmıyor ve ÇED Gerekli değildir kararı veriliyor. İÇDAŞ Şirketine Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Maden İşleri Genel Müdürlüğü tarafından 2009 yılında 10 yıl süre ile verilen maden işletme ruhsatının kapsadığı alan tam 1.248,88 hektar! Şirket bu alanın 142,2 hektarlık kısmında kömür ocağı projesi gerçekleştirmek için Bakanlıklara başvurarak "ÇED gerekli değildir" kararı almış. Açılan mahkeme sonrası bakanlığı yaptığı savunmaları yetersiz bulan mahkeme, kararında "İÇDAŞ Çelik Enerji Tersane ve Ulaşım San. A.Ş. adına düzenlenen 68848 nolu maden işletme ruhsatında ruhsat alanının 1.248,88 hektar olduğu görülmektedir. Bu durumda, maden işletme ruhsatı alanı 1.248,88 hektar olan ve yukarıda ayrıntılı olarak yer verilen Yönetmelikte düzenlenen 25 hektarlık sınırdan daha büyük bir alanı kapsadığı anlaşılan faaliyet konusu projenin ÇED sürecine tabi olduğu ve ‘ÇED gerekli değildir’ kararı verilemeyeceği" ne hükmetti. 

‘ÇAN HALKI GÖZARDI EDİLMİŞTİ’

Mahkemenin kararı ile ilgili görüştüğümüz Çanakkale Barosu Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu üyesi Avukat Ali Furkan Oğuz, kömür ocağı projesinin İÇDAŞ Helvacı Termik Santrali ile birlikte hazırlanan bir proje olduğunu belirterek, “Bu Termik Santral Projesi'ne ilişkin de ÇED toplantısı 29 Eylül 2016 tarihinde Çan Helvacı Köyü'nde gerçekleşmişti ve köy halkının yoğun tepkilerini ve Çan'a bir tane daha termik santral istemediklerini gözlemlemiştik. Çan Bölgesi'nde ve Çanakkale'de gerçekleşen benzeri projelerde ÇED Raporunun birincil muhatabı bölgede yaşayanlardır. Çevresel etkinin yıllardır neler olduğunu en iyi bilen Çan ve Çanakkale halkıdır. İlçeye planlanan 4. termik santral ile Marmara Bölgesi'nin en kirli havasına sahip ilçelerden olan Çan'da halk göz ardı edilmiştir. Almış olduğumuz bu güzel karar ile havasına, suyuna, toprağına ve de yaşamına sahip çıkanlara teşekkür ediyoruz" dedi.

21 Şubat 2017 Salı

İzmir'de çift bilet uygulaması iptal edildi


İzmir'de çift bilet uygulaması iptal edildi
  
 21 Şubat 2017 03:24
     
İzmir 2. İdare Mahkemesi, Kemal Ocak adlı vatandaşın açtığı dava sonrası İBB'nin sınır ilçelere ulaşıma uyguladığı çift bilet tarifesini iptal etti.
Özer AKDEMİR
İzmir
İzmir 2. İdare Mahkemesi, Urla Zeytinalan Mahallesinde oturan Kemal Ocak adlı vatandaşın açtığı dava sonrası İzmir Büyükşehir Belediyesi (İBB) sınırlarındaki ilçelere ulaşım için otobüslerde uyguladığı çift bilet tarifesini iptal etti. Mahkemenin kararı belediyeye özel işletme olmadığını hatırlatırken, kamu kurumlarının da sosyal sorumluluklarına dikkat çekti.
İzmir Büyükşehir Belediyesi (İBB) 10 Şubat 2016 tarihli Belediye Meclisi Kararıyla, bazı ilçe merkezlerine yönelik otobüs taşımacılığı ücretini çift bilet olarak belirledi. Bu kararla Zeytinalan-Fahrettin Altay aktarma merkezi arasında tam biten fiyatı 2.40 liradan 4.20 liraya, öğrenci bilet fiyatı da 2.30 liraya çıktı. Emekli belediye bürokratı Kemal Ocak, çeşitli girişimlere rağmen geri alınmayan bu karara karşı dava açtı. Dava sürecini anlatan Ocak, 209 nolu otobüsün bir anda çift bilet tarifesine geçirilmesi ve 90 dakika içinde ulaşım araçlarından ücretsiz yararlanılması uygulamasının kaldırılmasına karşı önce dilekçelerle itiraz ettiklerini dile getirdi. Bu durumdan etkilenen 4 mahalle muhtarının imzasının bulunduğu 2 bin imzalı bir ortak dilekçeyi belediyeye verdiklerini anlatan Ocak, dilekçenin reddedilmesinin ardından İdare Mahkemesine dava açtığını söyledi. 
BU REVA DEĞİL!

İBB’nin mahkemede yasanın ulaşım tarifesini belirleme yetkisini belediyeye verdiği savunmasını yaptığını, başka da bir gerekçe gösteremediğini belirten Ocak, “Urla olarak biz çevre ilçe değil metropol ilçeyiz. Büyükşehir Belediyesi Kanunu Urla ve metropole yakın ilçeleri metropol ilçe yaptı. Urla’nın her semtinde yaşayan vatandaşların belediyeye ödediği, çevre, temizlik, emlak, ESOT, İZSU harçları Alsancak, Karşıyaka, Bornova’daki halktan hiçbir farkı yok. Ancak hizmeti verirken İBB eşitlik ilkesine uymadı. İlla zam yapmak istiyorlarsa İstanbul, Ankara, Bursa gibi illerde uygulanan mesafeye göre kademeli fiyat tarifesini getirebilirlerdi” dedi. Belediyenin toptancı bir kafa ile belirlediği ilçe tarifesinin eşitlik ilkesine aykırı olduğunu dile getiren Ocak, “Güzelbahçe’den otobüsüne binen bir vatandaş 120 km ötedeki Aliağa’ya gidip, 90 dakika ile geri dönüyor tek bilette. Yine Torbalıdan binip Aliağa’ya 127 km tek biletle gidip-dönülebiliniyor. Biz ise bundan yararlanamıyoruz. Oysa, Zeytinalan Mahallesinde yaşayan halkın çocukları ya Güzelbahçe’de, ya Urla’da okula gidiyor.  Bir asgari ücretlenin 700 lirası sadece yol parası. Bu reva değil” diye konuştu. 

20 Şubat 2017 Pazartesi

“Özgür basın için daha güçlü Hayır”_Çanakkale Olay

Eğitim-Sen Çanakkale Şubesi tarafından düzenlenen “OHAL’de Düşünce ve Basın Özgürlüğü” paneli geçtiğimiz hafta sonu Çanakkale Belediyesi Prof. Dr. Türkan Saylan Sosyal Tesisleri’nde gerçekleştirildi. Gazeteci Sermet Atadinç’in moderatörlüğünü yaptığı panele Evrensel Gazetesi’nden Özer Akdemir ve BirGün Gazetesi’nden Berkant Gültekin konuşmacı olarak katıldı. Konuşmacılar, 15 Temmuz sonrasında yaşanan süreçte basına ve düşünce özgürlüğüne yönelik yapılan baskılar ile ilgili konuşurken, daha özgür bir basın için Anayasa referandumunda “Hayır” denilmesi gerektiğini vurguladı. 

 Eğitim-Sen Çanakkale Şubesi tarafından düzenlenen “OHAL’de Düşünce ve Basın Özgürlüğü” paneli geçtiğimiz hafta sonu gerçekleştirildi. Çanakkale Belediyesi Prof. Dr. Türkan Saylan Sosyal Tesisleri’nde gerçekleştirilen panelin moderatörlüğünü gazeteci Sermet Atadinç yaparken,  Evrensel Gazetesi’nden Özer Akdemir ve BirGün Gazetesi’nden Berkant Gültekin konuşmacı olarak katıldı. Panelde açılış konuşmasını yapan gazeteci Sermet Atadinç; “150’ye yakın gazeteci tutuklandığı mahkeme salonlarının gazetecilerin ikinci mekânı haline geldiği, her gün iki gazetecinin gözaltına alınıp sorgulandığı, kendileri gibi düşünmeyen herkese yaşam hakkı vermeyen, özellikle ifade özgürlüğünü yok sayan faşizmin uygulamalarının en azgınca kendisini gösterdiği bir dönemdeyiz. Böylesi bir dönemde basın ve ifade özgürlüğü kavramlarını tartışmak nasıl bir duygudur bilemiyorum.  Ancak bu konuda önümüzü açacak, bu konuda iktidarın hışmına uğramış olan Berkant Gültekin arkadaşlarımız aramızda. Kendisi hakkında onlarca açılan dava ile basın özgürlüğünün ne denli gasp edildiğinin özelliklerini Berkant arkadaşımız yaşıyor. Ancak gazeteciler her zaman için halkın gerçekleri öğrenme hakkını savunmak, gerçekleri ulaştırmak için ilkeli olarak mücadele etmeyi sürdürüyorlar. Gazetecilik aynı zamanda bir emek ve demokrasi mücadelesinin bir parçası haline gelmiş durumda. Özellikle günümüzde bu bağlamda gazeteciliği değerlendirmek, emek ve demokrasi mücadelesinin bir parçası olarak tüm emek ve demokrasi güçlerinin gazeteciler ile dayanışmayı sağlamak zorunda. Gazeteciler gerçekleri halka ulaştırmak için büyük ölçüde her türlü baskıya direnerek bu mücadeleleri sürdürüyorlar. Bu kapsamda Özer Akdemir arkadaşımız da 1998’de Zonguldak’ta kömür işçilerinin mücadelesi ile onları haberleştirerek başladığı meslek hayatını daha sonra İzmir’de çevre mücadelesi ve çevre sorunları noktasındaki konular ile devam ettirmiştir” dedi.
 
“Hakim sınıfın bir engeli ile karşı karşıyayız”
15 Temmuz darbe girişimi sonrasında gazetecilere yönelik gerçekleştirilen baskı ve sansürün daha da arttığını ifade eden Atadinç; “Gazeteciler gerçeklerin peşinde olarak her zaman için halkın haber alma özgürlüğü ve gerçekleri öğrenme hakkının savunucusu olacaklardır. Ancak, bu mevcut olan emperyalist ve kapitalist sistemin yönetememezlik krizinin getirmiş olduğu boyutta, mevcut olan hakim sınıfın bir engeli ile karşı karşıyayız. Özellikle FETÖ darbe girişimi ile başlayan ve OHAL uygulamaları ile devam eden, bugün hepimizin gözlemlemiş olduğu gelişmeler yaşamış olduğumuz dönemde ifade ve basın özgürlüğü noktasındaki sıkıntıları çok net bir şekilde gündeme getirmektedir” dedi. 
 
“15 Temmuz sürecinde ilk saatlerde 5 haber sitesine erişim engellendi”
Panele konuşmacı olarak katılan gazeteci Özer Akdemir, panelde yaptığı konuşmasında, son süreçte gazetecilere ve basına yönelik uygulanan baskıların giderek daha da arttığını ifade etti. AKP iktidarının 15 yıl boyunca gazetecilere yönelik yaptığı baskıların sonucu olarak Türkiye’nin basın özgürlüğü konusunda dünyada 151’inci sıraya gerilediğini ifade ederek; “Türkiye’de gazeteci olmak dediğimiz, gazeteciliğin meslek ilkeleri deyince neler aklımıza geliyor. Ben bu ilkelerden sadece ikisini aldım. Gazetecinin temel görevi nesnel durumu sansürlemeden, çarpıtmadan yansıtmaktır. İkincisi demokratik değerlere ve insan haklarına aykırı davranamaz. Bizim temel unsurlarımız bu. Gazeteci dediğimiz bu temel ilkelere uymak zorundadır. Bu ilkeler evrenseldir. Ne yazık ki 2002’den günümüze kadar gelen durumda gazeteciler, gazeteci olmaktan çıktı. Basın özgürlüğü açısından dünyadaki en kötü ülkelerin arasındayız. Sayısal olarak, 180 ülke arasında şu anda Türkiye 151’inci sırada. Daha önceleri Türkiye basın özgürlüğü açısından 99’uncuydu. 15 yılda 151’inci sıraya indi ve hızla da daha aşağılara iniyor.  Darbeler, muhtıralar her 10 yılda bir tekrarlanıyor. Bu süreç devam ediyor ve hangi darbe, hangi muhtara olura olsun, en çok mağdur olan, en çok ezilen kesimlerin başında gazeteciler, basın mensupları geliyor. 15 Temmuz darbe sürecinde de bu böyle oldu. 15 Temmuz sürecinde ilk saatlerde 5 haber sitesine erişim engellendi. 24 yayın organının lisansı, 34 gazetecinin sarı basın kartları iptal edildi. Leman dergisinin yaptığı darbe özel sayısının dağıtımı engellendi ve toplatıldı. 56 gazeteci hakkında gözaltı kararı verildi. İşten çıkarmalar, istifalar, baskılar artan bir ivme ile devam etti” dedi. 
 
“Muhalif yerel basın üzerinde bir baskı aracı olarak kullanabilecek”
Anayasa paketinin referandumdan geçmesi halinde Türkiye basınını daha zor günlerin beklediğini ifade eden Akdemir; “Basına son darbeyi ise Anayasa değişikliği geçerse, ülkenin birçok demokrasi insan hakları konusunda olduğu gibi basın mensupları ve gazeteciler de hak ihlalleri ile karşılaşacak. Yeni Anayasa ile seçilecek olan Cumhurbaşkanı istediği zaman yönetmelik çıkarabilecek; örneğin, Basın İlan Kurumu ile ilgili bir yönetmelik çıkaracak ve Basın İlan Kurumu da şu gerekçe ile şu gazetelere ilan vermiyorum diyecek. Bu durum özellikle muhalif yerel basın üzerinde bir baskı aracı olarak kullanabilecek. Bunun örneklerini de bu süreçteki ‘Evet’ ve ‘Hayır’ ayrışmasında görüyoruz” dedi. 
 
“Çok farklı kesimlerin ‘Hayır’larını birleştirmek gerekiyor”

Panelde konuşan gazeteci Berkant Gültekin ise, basın ve düşünce özgürlüğünün yaygınlaşabilmesi için Anayasa referandumundan çıkacak sonucun önemli olduğunu belirtti. Gültekin, basına karşı uygulanan baskılara karşı Anayasa referandumunda güçlü bir “Hayır” kampanyası yürütülmesi gerektiğini ifade ederek; “Eğer biz gazeteci isek sizler de okursunuz, yurttaşsınız. Dolayısı ile bizim gördüklerimizi, yaşadıklarımızı, bizim gördüğünüz baskıyı görüyorsunuz, okuyor ve biliyorsunuz. İçinde bulunduğumuz durumu yaşayan insanlardan biri olarak. Gazetelere ve gazetecilere cezalar yağdırılıyor. 150’ye yakın meslektaşımız gözaltında. Halen iddianamelerini görebilmiş değiliz. Gazetecilere yönelik, medyaya yönelik Türkiye’de ciddi bir baskı var. Birçok gazete, televizyon kapatılıyor. Gazetecilere medya organlarına cezalar yağdırılıyor.  Gazeteciler olarak kötü bir süreçten geçiyoruz. Memleketin geleceği güçlü bir ‘hayır’ politikasının örgütlenebilmesinden geçiyor. Burada sadece sol muhalif, ilerici demokrat kesimlerin ‘Hayır’ı yetmiyor. Çok farklı kesimlerin ‘Hayır’larını bu ‘Hayır’ ile birleştirmek gerekiyor. Bunu sağlayabilmemiz için ‘Hayır’ın sesini daha güçlü, daha gerçekçi bir şekilde örgütlememiz lazım. Kimse bu sürecin dışında tutmamalı kendini. Her birimize çok önemli görevler düşüyor. Ülkenin geleceği açısından çok önemli, ilk önce bunu anlamamız gerekiyor” dedi. 

19 Şubat 2017 Pazar

Kaymakamdan JES mağduru köylüye: Davalısınız bir şey yapamam

Kaymakamdan JES mağduru köylüye: Davalısınız bir şey yapamam
 19 Şubat 2017 04:33
     
Aydın’ın Efeler İlçesi Kaymakamı İzzettin Sevgili, İmamköy’de bir araya geldiği köylülerin jeotermal şirketiyle ilgili sorunlarını kulak ardı etti. 
Aydın’ın Efeler İlçesi Kaymakamı İzzettin Sevgili, İmamköy'de bir toplantı yaparak köylülerle bir araya geldi. Sevgili’nin İmamköy’de yapacağı toplantı öncesi köylülere birçok kez hoparlörden çağrı yapıldı. Ancak toplantıya köylülerin önemli bir bölümünün katılmaması dikkat çekti. Köy kahvesinin bahçesinde yapılan toplantıya katılanlar yaşadıkları sorunları Kaymakam Sevgili’ye anlatarak çözüm bulmasını istediler. 
HASTALAR KAHVEDE BAKILIYOR
Toplantıya katılan kadınlar, haftada bir köye uğrayan aile hekiminin hastaları bakacak uygun bir yer olmamasından şikayet etti. Bu nedenle aile hekiminin hastaları köy kahvesinde muayene ettiğini anlatan kadınlar, bu sorunun çözülmesini istediler. Kadınların bir diğer şikayeti ise köyün yanıbaşına kurulan jeotermal şirketi oldu. Yayılan kokudan dolayı nefes almakta bile zorlandıklarını söyleyen kadınlar, yemek yerken midelerinin bulandığını, zeytin ve portakal ağaçlarının kuruduğunu aktardı. 
İmamköy Muhtarı Ahmet Direk, köyde düğün yapacak bir salonlarının olmamasından yakınarak bu sorunun çözülmesini istedi. 
TARLADA ÇALIŞAMIYORUZ
Jeotermalden yayılan koku nedeniyle bahçede çalışamaz hale geldiklerini anlatan köylüler, şirketin izni olmamasına rağmen tarla ve bahçelerinden boru hattı geçirmeye çalıştığını, jeotermal kuyularından çıkan suyun ise derelere salındığını, şirketin yasadışı uygulamalarının bitirilmesini istediklerini Kaymakam Sevgili’ye ilettiler. 
‘GÖZÜNLE GÖRDÜN MÜ KARDEŞİM?’
Kaymakam Sevgili köylülerin taleplerini dinledikten sonra, yanında bulunan sağlık müdürüne,   hastaların uygun bir yerde muayene olması için gerekli çalışmanın yapılması talimatını verdi. Düğün salonu ve çocuklara park yapılması taleplerini not aldığını söyleyen Sevgili, gerekli kurumlarla görüşeceğini ifade etti.  
Jeotermalle ilgili şikayetlerle ilgili ‘Olay zaten yargıya intikal etmiş. Bizim yapacağımız bir şey yok’ dedi. Köylülerin, şirketin yasaları çiğnediğini, devletin göz yummasının şirketi cesaretlendirdiğini söylemesi üzerine Sevgili, “Sen gözünle gördün mü kardeşim? Görmedikten sonra, bilmedikten sonra yanlış, yalan da olabilir” cevabını verdi. Sevgili kötü kokuyla ilgiliyse “Ondan mı değil mi bilemiyorum. Bilim kurulu, hocası, çevresi; onların bakması lazım” dedi. Köylülerin “Çevre il müdürlüğü ne iş yapıyor?” sorusu ise cevapsız kaldı. 

İmamköy çevresinde şu an 3 tane jeotermal şirketi çalışma yürütüyor. Köylüler şirketlere karşı mücadele ediyor. Son olarak şirketlerin köy ilkokulu ve eski sağlık ocağı bölgesine yapmak istediği sondaj çalışmaları engellemişti. (Aydın/EVRENSEL)

Arılar ve yarınlar_(Pazar eki)

Arılar ve yarınlar

  
 19 Şubat 2017 06:08
     
Jeotermal santrallerin olduğu bölgede arıları öldüğü için ÇED toplantısında kendini yakmak isteyen Fadime Camuz, Özer Akdemir’e anlattı.
Özer AKDEMİR
“Nevrim döndü o sözleri duyunca! Odanın penceresinden köyün üstündeki dağ görünüyordu. Yağmur bulutu ağır ağır iniyordu tepeden. Gözümü buluta diktim. Kulaklarımı kapattım. Öfkemden, kıpkırmızı olmuşum. Bu işe orda karar verdim.”
***
Jeotermal enerji santrallerinin gazları yüzünden arıları ölen Fadime Camuz, oğlunun düğünün ertesi günü gittiği jeotermal şirketinin yazıhanesinde canına kıymaya karar vermesini bu sözlerle anlattı. Sesinde bezginlik, sesinde kırgınlık, keder, öfke! Sesi içindeki fırtınanın dinmeyen çığlıkları gibi; “Bizi kandırdılar, hor gördüler, alaya aldılar” diyor. 
***
Aydın Ortaklar’da bir salon. Sandalyeler dizilmiş, karşıda bir masa, masanın üstünde bilgisayarlar, kitaplar. Arkada beyaz bir beze yansıtılacak görüntüler. Jeotermal şirketinin müdürü bölgede yapacakları jeotermal enerji santrali ile ilgili bilgi verecek. 
Bakanlık yetkilisi toplantıyı açmadan salondan birisi ayağa kalktı. “Bize bunları anlatmayın, bunları çok dinledik. İstemiyoruz sizin santralinizi de sizi de. Kokudan uyuyamıyoruz biz. Deremizde balık kalmadı, tarlamızda sebze. Zeytinimiz, incirimiz köklendi, kalanlar kuruyor birer ikişer. İstemiyoruz sizin enerjinizi de, sıcak su borularınızı da, işinizi de. Çekin gidin topraklarımızdan” dedi.
Orta yaşlı, kirli sakallı bir köylü elini kolunu sallayarak konuşuyordu. Yarısı dökülmüş dişleri yüzünden kelimeler ağzında yuvarlanıyordu; “Allah Muhammet aşkına bir gün gelin misafirimiz olun. Sadece bir gün! Çektiklerimizi, yaşadıklarımızı, evimizin, ocağımızın, tarlamızın içini görün. Çocuklarımızın yüzlerine bakın. Analarımızın anlattıklarını dinleyin. Bir gün gelin allah aşkı için, sadece bir gün!”
“Benim arılarım” diyor Pınardereli Ahmet Camuz, 450 kovan arım...”
***
Başında sarı poşusu, elinde üzerinde hala yeşil yeşil taneleri olan bir zeytin dalı ile başka bir köylü kesiyor sözünü onun. “Menderes’e ayağımızı sokamıyoruz ayağımızı. Bu nehir bin yıllardır bereket taşır Aydın Ovasına. Aşımızı, işimizi, suyumuzu, ekmeğimizi Menderes Nehrine borçluyuz. Şimdi açık bir kanalizasyon gibi akıyor. Kokudan yanına yaklaşamıyoruz bazı yerlerde”.
“450 kovan arım öldü bir ay içinde. Benim arılarım, ballarım...”
Sözünün gerisini tamamlayamıyor yine. Arkadan genç bir kadın çığlık çığlığa masadakilere derdini anlatmaya çalışıyor; “Çocuklarımız soluk alamıyor. Ufak bebeğimi solunum cihazıyla yaşatıyoruz. İnsafınız yok mu sizin! İnsafınız!...”
***
İki dönem Aydın Tabip Odası Başkanlığı yapan Doktor Metin Aydın mavi kapaklı bir dosyayı götürüp masaya bıraktıktan sonra salona döndü; “Aydın kanser kent oldu. Bir zamanlar dağından bal, ovasından yağ akan Aydın artık çürük yumurta kokuyor. Dağlar delik deşik madenlerden. Ovalar delik deşik jeotermal kuyularından. Türkiye’nin kanserden ölümleri en fazla ili Aydın. Kanser hastalığının en hızlı yükseldiği il. Hastanelerde kanser tedavisi görenlerin en çok olduğu il. Aydın ölüyor, Aydın yok oluyor!...”
***
“Benim arılar, jeotermal yüzünden” diye başlayan Ahmet Camuz’un sözünü bu kez de eşi Fadime kesti.
“Biz öldük, biz battık” dedi.
Elindeki sarıp sarmalanmış ruloyu açtı. Bir ucunu Ahmet’e verip öbürünü kendisi tuttu ve yukarı kaldırdı. Uzunca bir pankarttı bu. En altında morlu, yeşilli çiçeklere konan arıların sıra sıra kovanların fotoğrafları vardı pankartta. Sol sol üst köşesinde ise her tarafından duman fışkırtan bir jeotermal enerji santrali görünüyordu. En üstte kırmızı harflerle şunlar yazıyordu; “Jeotermale hayır. Jeotermalden dolayı 450 kovan arım öldü. Yetkililer kulak asmıyor. Yarın siz de ölebilirsiniz?”
***
Salonda kopan alkışlar arasında kürsüye yönelen Fadime ve Ahmet Camuz’a, salondaki özel güvenliklerin müdahale etmek istemesi tetikledi her şeyi. Yanında getirdiği su şişesindeki benzini önce içti, sonra üzerine döktü Fadime. Benzinin tadından ağzı buruştu, gözleri yandı. Gözünü açamıyordu ama eli cebindeki çakmağa uzandı. “Bunu mu istiyorsunuz? İlla kendimizi mi yakalım? Bizim hayatımız sönmüş?” dedi. 
Salon karıştı, kimi Fadime’nin elindeki çakmağı almaya çalışırken, kimisi masayı, üzerindekileri öfkeyle sağa sola savuran Ahmet Camuz’u sakinleştirmeye çalışıyordu. Özel güvenlikçilerin sıktığı biber gazı sonrası soluk alınamaz hale gelen salondan kaçıştı herkes. Dışarı çıkanlar Fadime Camuz’un boylu boyunca yere serilmiş halde gördü. Başında ambulans görevlileri, hemşireler. 50 yaşındaki kadın, kanı çekilmiş gibi boylu boyunca yatıyordu toprağın üzerinde.
*** 
“Üç gün Kuşadasında yoğun bakımda kaldım. Doktor uzun zaman kontrol altında olacağımı söyledi. Arılarımız bizim her şeyimizdi. Onları elimizden aldılar bir de üstüne alay ettiler. Düğünün ertesi günü çağırdılar bizi şirkete ‘anlaşacağız, hakkınızı alacaksınız’ diye. Beş bin lira verip ‘susun’ dediler. ‘Ses etmeyin, davanızdan vazgeçin’. Bu bizim zararımızın ellide biri bile değil dediğimizde gülerek, ‘Ohhooo, siz eşekten inip Mercedes’e binmek istiyorsunuz’ dediler. 
Ölmeye o anda karar verdim, kendimi yakmaya. Ama olmadı. Hakkımızı alamazsak, ahdettim o jeotermalin kapısında kendimi yakacağım” dedi Fadime.

Arıları onun hem anıları, hem yarınları idi. Arılar yoksa yarınlar da yoktu onun için…

Basın özgürlüğü paneli: Özgür basın için daha güçlü ‘Hayır’

Basın özgürlüğü paneli: Özgür basın için daha güçlü ‘Hayır’

  
 19 Şubat 2017 17:03
     
‘OHAL’de Düşünce ve Basın Özgürlüğü’ panelinde daha özgür bir basın için ‘Hayır’ çağrısı yapıldı.
Eğitim Sen Çanakkale Şubesi Çanakkale Belediyesi Prof. Dr. Türkan Saylan Sosyal Tesisleri’nde “OHAL’de Düşünce ve Basın Özgürlüğü” paneli düzenledi. Panelin moderatörlüğünü Gazeteci Sermet Atadinç yaptı. Muhabirimiz Özer Akdemir ve BirGün Gazetesi Yazıişleri Müdürü Berkant Gültekin ise panele konuşmacı olarak katıldı. Konuşmacılar, 15 Temmuz sonrasında yaşanan süreçte basına ve düşünce özgürlüğüne yönelik yapılan baskılarla ilgili konuşurken, daha özgür bir basın için başkanlık referandumuna “Hayır” denilmesi gerektiğini söyledi.
Panelin açılış konuşmasını yapan Gazeteci Sermet Atadinç, “Gazetecilik emek ve demokrasi mücadelesinin bir parçası haline gelmiş durumda. Özellikle günümüzde bu bağlamda gazeteciliği değerlendirmek, emek ve demokrasi mücadelesinin bir parçası olarak tüm emek ve demokrasi güçleri gazeteciler ile dayanışma sağlamak zorunda” dedi.
15 Temmuz darbe girişimi sonrasında gazetecilere yönelik gerçekleştirilen baskı ve sansürün daha da arttığını ifade eden Atadinç, “Gazeteciler gerçeklerin peşinde olarak her zaman için halkın haber alma özgürlüğü ve gerçekleri öğrenme hakkının savunucusu olacaklardır. Ancak, bu mevcut olan emperyalist ve kapitalist sistemin yönetememezlik krizinin getirmiş olduğu boyutta, mevcut olan hakim sınıfın bir engeli ile karşı karşıyayız” dedi.
‘BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ SIRALAMASINDA 151. SIRADAYIZ’
Panele konuşmacı olarak katılan Muhabirimiz Özer Akdemir ise panelde yaptığı konuşmasında, son süreçte gazetecilere ve basına yönelik uygulanan baskıların giderek arttığını ifade etti.
AKP iktidarının 15 yıl boyunca gazetecilere yönelik yaptığı baskıların sonucu olarak Türkiye’nin basın özgürlüğü konusunda dünyada 151’inci sıraya gerilediğini ifade eden Akdemir, “Gazetecinin temel görevi nesnel durumu sansürlemeden, çarpıtmadan yansıtmaktır. İkincisi demokratik değerlere ve insan haklarına aykırı davranamaz. Bizim temel unsurlarımız bu. Gazeteci dediğimiz bu temel ilkelere uymak zorundadır. Bu ilkeler evrenseldir. Ne yazık ki 2002’den günümüze kadar gelen durumda gazeteciler, gazeteci olmaktan çıktı. Basın özgürlüğü açısından dünyadaki en kötü ülkeler arasındayız. Sayısal olarak, 180 ülke arasında şu anda Türkiye 151’inci sırada. Daha önceleri Türkiye basın özgürlüğü açısından 99’uncuydu. 15 yılda 151’inci sıraya indi ve hızla daha aşağılara iniyor.  Darbeler, muhtıralar her 10 yılda bir tekrarlanıyor. 15 Temmuz sürecinde ilk saatlerde 5 haber sitesine erişim engellendi. 24 yayın organının lisansı, 34 gazetecinin sarı basın kartı iptal edildi. Leman dergisinin yaptığı darbe özel sayısının dağıtımı engellendi ve toplatıldı. 56 gazeteci hakkında gözaltı kararı verildi. İşten çıkarmalar, istifalar, baskılar artan bir ivme ile devam etti” dedi.
Anayasa paketinin referandumdan geçmesi halinde Türkiye basınını daha zor günlerin beklediğini ifade eden Akdemir; “Anayasa değişikliği geçerse, basın mensupları ve gazeteciler hak ihlalleri ile karşılaşacak. Yeni anayasa ile seçilecek olan Cumhurbaşkanı istediği zaman yönetmelik çıkarabilecek; örneğin, Basın İlan Kurumu ile ilgili bir yönetmelik çıkaracak ve Basın İlan Kurumu da ‘Şu gerekçe ile şu gazetelere ilan vermiyorum’ diyecek. Bu durum özellikle muhalif yerel basın üzerinde bir baskı aracı olarak kullanabilecek” dedi.
‘HAYIR’LARI BİRLEŞTİRMEK GEREKİYOR’

Panelde konuşan gazeteci Berkant Gültekin ise basın ve düşünce özgürlüğünün yaygınlaşabilmesi için anayasa referandumundan çıkacak sonucun önemli olduğunu belirtti. Gültekin, basına karşı uygulanan baskılara karşı anayasa referandumunda güçlü bir ‘Hayır’ kampanyası yürütülmesi gerektiğini ifade ederek; “Eğer biz gazeteci isek sizler de okursunuz, yurttaşsınız. Dolayısı ile bizim gördüklerimizi, yaşadıklarımızı, bizim gördüğünüz baskıyı görüyorsunuz, okuyor ve biliyorsunuz. Gazetelere ve gazetecilere cezalar yağdırılıyor. 150’ye yakın meslektaşımız gözaltında. Halen iddianamelerini görebilmiş değiliz. Gazetecilere yönelik, medyaya yönelik Türkiye’de ciddi bir baskı var. Birçok gazete, televizyon kapatılıyor. Gazetecilere medya organlarına cezalar yağdırılıyor. Gazeteciler olarak kötü bir süreçten geçiyoruz. Memleketin geleceği güçlü bir ‘hayır’ politikasının örgütlenebilmesinden geçiyor. Burada sadece sol muhalif, ilerici demokrat kesimlerin ‘Hayır’ı yetmiyor. Çok farklı kesimlerin ‘Hayır’larını bu ‘Hayır’ ile birleştirmek gerekiyor. Bunu sağlayabilmemiz için ‘Hayır’ın sesini daha güçlü, daha gerçekçi bir şekilde örgütlememiz lazım. Kimse bu sürecin dışında tutmamalı kendini. Her birimize çok önemli görevler düşüyor. Ülkenin geleceği açısından çok önemli, ilk önce bunu anlamamız gerekiyor” dedi. (Çanakkale/EVRENSEL)
Panel öncesi Çanakkale Olay haberi:

17 Şubat 2017 Cuma

HES tehdidindeki Alakır'da yeni bitki türü: Alakır Gelinciği

HES tehdidindeki Alakır'da yeni bitki türü: Alakır Gelinciği

  
 17 Şubat 2017 12:32
     
HES tehdidi altındaki Alakır'da 'Alakır Gelinciği' adı verilen yeni bir bitki türü keşfedildi.
Özer AKDEMİR
İzmir
HES faaliyetlerinin yoğun bir biçimde sürdüğü Antalya Alakır Vadisi'nde yeni bir bitki türü keşfedildi. Akdeniz Üniversitesi öğretim üyeleri tarafından keşfedilen bitki türüne Glaucium alakirensis (Alakır Gelinciği) adı verildi. Dünyada sadece Alakır Vadisinde yayılış gösteren Alakır Gelinciği, "Kritik Olarak Tehlike Altındaki Tür" kategorisi içerisine dahil edildi. 
NESLİ TEHLİKE ALTINDA
Alakır Gelinciği, Akdeniz Üniversitesi ve Celal Bayar Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi öğretim üyeleri tarafından yapılan 'Dibek Tabiatı Koruma Alanı Florası' adlı arazi çalışma sırasında keşfedildi. Glaucium alakirensis (Alakır Gelinciği) adı verilen tür 773 endemik türle bitki çeşitliliği açısından Türkiye’nin en zengin ili olarak kabul edilen Antalya'nın yeni bir endemik türe daha sahip olması anlamına geliyor. Birçok endemik türe ev sahipliği yapan Alakır Vadisi ne yazık ki uzun zamandır HES çalışmaları ile kamuoyunun gündeminde. 
ALAKIR'DA GEÇEN YIL DA YENİ BİR BALIK TÜRÜ KEŞFEDİLMİŞTİ
Alakır Vadisi'nin HES'lere karşı korunması için mücadele edenler yaşam savunucuları www. alakirinsesi.org internet sitesinden yaptıkları açıklamada Alakır Vadisi'nin koruma altına alınması kararının 2 yıl önce Danıştay Mahkemesi tarafından da onaylanmasına rağmen halen uygulanmadığının altını çizdiler. Açıklamada hassas ve zengin biyolojik çeşitliliğe sahip olan bölgede şirketlerin HES faaliyetlerini sürdürdüğü aktarılırken, "Vadide geçen sene de yeni bir balık türü keşfedilmiş, bu yeni türe "Alakır Alası" adı verilmişti. Yargı kararları ve bilimsel keşifler ışığında vadideki canlılar geri dönüşü mümkün olmayan zararlar görmeden Alakır Vadisi acil koruma altına alınmalıdır" denildi.




16 Şubat 2017 Perşembe

Kozak mahkeme kararıyla kurtuldu

Kozak mahkeme kararıyla kurtuldu

 16 Şubat 2017 14:56
     
Bergama’nın Yerlitahtacı Mahallesi’nde yapılmak istenen ‘Altın Madeni Ocak İşletmeciliği Projesi’nin olumlu ÇED raporu temyizden döndü.
İzmir’in Bergama İlçesi, Yerlitahtacı Mahallesi civarında Koza Altın İşletmeleri A.Ş tarafından kurulması planlanan "Yerlitahtacı Altın Madeni Açık Ocak işletmeciliği Projesi" ile ilgili ÇED olumlu kararının iptali için açılan dava yaşam savunucuların lehine sonuçlandı.  İzmir 4.İdare Mahkemesi tarafından görülen dava, davalıların temyiz istemiyle Danıştay 14’üncü Dairesine götürülse de karar bozulmadı. İptal kesinleşti.
Dava 18 Ağustos 2009 tarihli ÇED olumlu sürecinin iptali için TMMOB Çevre Mühendisleri Odası, TMMOB Peyzaj Mimarları Odası ve EGEÇEP tarafından, Çevre ve Şehircilik Bakanlığına açılmıştı. İzmir 4’üncü İdare Mahkemesine açılan davada ÇED olumlu kararının, ÇED sürecinin Yönetmeliğine aykırı olarak yürütüldüğü öne sürülmüştü. Ayrıca, işletmecinin ekonomik çıkarının kamu menfaatinden üstün tutulduğu, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay kararlarının yok sayıldığı, hukuka aykırı olduğu belirtilmişti. İzmir 4’üncü İdare Mahkemesi ÇED olumlu sürecinin iptaline karar verdi. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve müdahilleri temyiz isteminde bulunarak davayı Danıştay 14’üncü Dairesine taşıdı. Mahkeme kararının hukuk ve usulüne uygun olup bozulmasını gerektirecek bir sebep bulunmadığı gerekçesiyle temyiz istemi reddedildi. 
BÖLGEDE ORMAN KÖYLERİ, YAYLALAR VE TEMİZ SU KAYNAKLARI VAR
Kararla ilgili görüş belirten Bergama Belediye Başkanı Mehmet Gönenç; “Dava tutanaklarında belirtildiği gibi ÇED raporunda orman varlığının zarar göreceği, orman üzerinde yaratılacak çevresel etkinin değerlendirme dışı bırakıldığı, kaynak ve yeraltı sularına etkisinin doğru değerlendirilmediği, ekonomik açıdan kamunun zarara uğratılacağının belirtilmediği görülüyor. Altın madeni açık ocak işletmeciliği projesinin çalışma alanı çevresinde orman köyleri ve yaylalar var. Temiz su kaynakları var. Bu açıdan verilen yargı kararı son derece doğru ve haklı bir karardır. Çünkü bu bölgeye artık kirletici faktörlerin girmemesi gerektiği tescillenmiştir. Bu karar yaşama, doğaya, toprağa, suyuna sahip çıkan halkın zaferidir” dedi.
BERGAMA’YI BESLEYEN SU KAYNAKLARI KURTULMUŞTUR
Bergama Çevre Platformu Sözcüsü Erol Engel ise konuyla ilgili olarak; “Bu yargı kararıyla sadece Yerlitahtacı değil Kozak Yaylası da Bergama’da derin bir nefes almıştır. Bergama’yı besleyen yer altı içme suyu kaynaklarımız da kurtulmuştur. Dileğimiz Koza AŞ’nin ‘Kapukaya ve Gelintepe’ dosyaları içinde bu kararın emsal alınması, keza hepsi Kozak eko sisteminin parçasıdır” dedi. Yerli Tahtacı Mahallesi Muhtarı Veli Mantar; “Köyümüz adına çok mutlu olduk, adalet yerini buldu” dedi. (İzmir/EVRENSEL)

Aliağa’da antik kent ortasındaki termik santral iptal edildi

  Aliağa’da antik kent ortasındaki termik santral iptal edildi
 16 Şubat 2017 13:30
     
Antik kentlerin ortasında ve Türkiye'nin havası en kirli bölgelerinden biri olan Aliağa’da yer alan termik santrale iptal kararı verildi.
Özer AKDEMİR
İzmir
İzmir Aliağa’da üç yıldır faaliyette olan İzdemir Termik Santrali’nin Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) Raporu iptal edildi. Geçtiğimiz haftalarda komşu parselde bulunan ENKA termik santralinin ÇED Raporunun iptalinin ardından İzdemir’in ÇED Raporunun da iptal edilmesi yaşam savunucuları tarafından “zafer” olarak nitelendirildi. Termik santral antik kentlerin ortasında yer alıyor.
TÜRKİYE’NİN EN KİRLİ BÖLGELERİNDEN BİRİSİ
Aliağa ilçesi yakınlarındaki 350 MW’lık İzdemir Termik Santrali’ne karşı yörede yaşayan vatandaşlar ve çok sayıda kurum uzun zamandır mücadele ediyordu. Türkiye’nin 6. büyük ithal kömüre dayalı termik santrali olan İzdemir, enerji santrali büyüklüğü bakımından İzmir’de 2. sırada. Demirçelik, petrokimya tesisleri, gemi söküm, gübre sanayi gibi birçok ağır ve kirli sanayi kuruluşunun bulunduğu Aliağa-Foça arasındaki bölgede kurulan santrale karşı Menemen Belediyesi, Menemen Esnaf Odaları, Ticaret Odası gibi çok sayıda kurum ve bireysel katılımla dava açıldı.

TERMİKÇİLERİN SAVUNMALARI İŞE YARAMADI
İzmir 2. İdare Mahkemesi termik santralin ÇED raporu ile ilgili açılan bu davada ÇED raporunun iptaline karar verdi. Mahkeme heyeti oybirliği ile aldığı kararda Bakanlığın ve termik santralin “yeni teknoloji sayesinde deniz suyu kullanımını 10 kat azalttık. Biriken külleri silobuslarla taşıyoruz, çevreye yayılmıyor. Tarımsal üretime zarar vermiyoruz. Zeytinliklere olumsuz etkisi yok” gibi savunmalarını yeterli bulmadı. Mahkeme heyeti ziraat ve çevre konularında görüş bildiren iki bilirkişinin termik santrale yol veren değerlendirmelerine de itibar etmezken özellikle, santralin bulunduğu alandaki antik kentler, sit koruması altındaki bölgeler, tarım ve turizm gibi etmenlerin göz ardı edildiği sonucuna vardı.
ANTİK KENTLERİN ORTASINDA TERMİK SANTRAL!
Mahkeme, santral alanının Kyme antik kentinin teritoryası içerisinde olduğu, Foça, Menemen ve Çandarlı gibi arkeolojik sitler açısından son derece önemli bir bölge içinde kaldığı, Myrina, Aigai, Gryneion, Larissa, Panaztepe, Phokaia, Pitane gibi önemli antik kentlerin de tesis alanının yakın çevresinde bulunduğunun altını çizdi. Termik santral kül depolama alanının yaklaşık 2 kilometre batısındaki Kozbeyli köyünün kentsel sit alanı bulunduğunu, buranın 26 tescilli taşınmaz kültür varlığı ve 184 geleneksel konut örneği ile bir müze kent niteliğinde olduğunu belirten mahkeme, ÇED raporunda bu duruma dair bir koruma planının olmadığının da altını çizdi.
YAKININDA ‘DÜNYA MİRASI LİSTESİNDE’ ESERLER VAR
Mahkeme heyetinin kararına dayanak yaptığı diğer konular başlıklar halinde şöyle;
* Bölgede taşınmaz kültür varlıklarının yanı sıra Foça Özel Çevre Koruma Bölgesi ve doğal sit alanları, UNESCO Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunması kapsamında 2013 yılında Dünya Mirası Geçici Listesi’ne alınan “Ceneviz Ticaret Yolunda Akdeniz’den Karadeniz’e Kale ve Surlu Yerleşimleri” temasının önemli aktörleri arasında yer alan Foça ve Çandarlı Kaleleri var.

‘TURİZME ETKİSİ NE OLACAK BELLİ DEĞİL’
* ÇED raporunda bölgedeki turizm faaliyetlerinin projeden nasıl etkileneceğine dair bir değerlendirme yok.
* Termik santral gibi önemli tesislerin kurulacağı alanlara ilişkin çevresel etki değerlendirmelerinin sadece tesisin kurulacağı parselle sınırlı kalmaması, çevre parseller, yerleşim alanları ve arkeolojik alanlara ilişkin etkilerinin de dikkate alınması gerekir.
BİLİRKİŞİ HEYETİ YETERSİZ
* ÇED raporunu hazırlayan ekipte, kültür varlıklarının tanımı ve korunması konusunda uzman arkeolog, sanat tarihçisi, restoratör mimar, restoratör ve konservatör yok. Kyme gibi bir antik kentin teritoryası içinde kalan bu ve benzeri önemli tesislerin, kültür varlıklarına etkilerinin belirlenmesinde konunun uzmanı meslek gruplarından kişilerin bulunması gerekir.
* Termik santralin ÇED Olumlu Kararı’nın alındığı dönemde mevcut plan kararlarının tesisin kurulmasına olanak tanımamakta. ÇED Olumlu Kararı’nın alınmasının ardından, termik santral ve kül-cüruf depolama alanına ilişkin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yapılan imar planı değişikliklerinin yürütmesi Danıştay Dava İdareleri Kurulu’nca durduruldu.
* Yörenin kümülatif anlamda çevresel taşıma kapasitesinin geçmişten günümüze nasıl değiştiği konusunda net bir açıklama yapılmamış.

‘BU KARAR BİR ZAFER!’
Mahkeme kararını değerlendiren davanın hukukçularından Diler Bosut Güven ve Gülay Mete, kararı “zafer” olarak nitelendirdi. Bu ÇED iptalinin ardından işletmenin durdurulması gerektiğini ifade eden hukukçular, gerek ENKA, gerekse son İzdemir ÇED’leri iptalinin yörede yaşayan insanların sağlıklı bir çevrede yaşama hakları için son derece olumlu kararlar olduklarını dile getirdiler.
DERHAL MÜHÜRLENMELİ
İzdemir Termik santralinin ikinci ünitesine karşı açılan davanın avukatlığını yapan EGEÇEP Hukuk Komisyonu üyesi Av. Arif Ali Cangı da mahkeme kararının 30 gün içerisinde uygulanarak santralin mühürlenmesinin hukuk devletinin gereği olduğunu söyledi. Kararın uygulanması için davanın tarafları kadar farklı kurumlara da görev düştüğünü belirten Cangı şunları söyledi; “İzmir Barosu, TBB’nin müdahil olması lazım. Santral, İzmir Büyükşehir Belediyesinin (İBB) ruhsatı olmadan çalışmaya başlamıştı. Bu ciddi bir hukuksuzluktu. Ucube bir durumdu. Şimdi İBB’nin elinde mahkeme kararı var. Derhal uygulamaya koyup gidip mühürleme işlemi yapması lazım.”

14 Şubat 2017 Salı

Avrupa'nın havası en kirli 10 kentinden 8'i Türkiye'de


Avrupa'nın havası en kirli 10 kentinden 8'i Türkiye'de
  
 14 Şubat 2017 14:20
     
Dünya Sağlık Örgütü'nün (DSÖ) verilerine göre Avrupa'da havası en kirli 10 kentten 8'i Türkiye'de!
Özer AKDEMİR
İzmir
Dünya Sağlık Örgütü'nün (DSÖ) verilerine göre Avrupa'da havası en kirli 10 kentten 8'i Türkiye'de! En önemli halk sağlığı sorunlarından birisi olarak kabul edilen hava kirliliği DSÖ tarafından kansere yol açan başlıca çevresel sorunlar arasında gösteriliyor.
MİLYARLARCA İNSAN KİRLİ HAVA SOLUYOR
Önceki gün İngiliz Guardian gazetesinde yayınlanan Dünya Sağlık Örgütü’nün şehirlerdeki hava kalitesini ile ilgili verilerin analizi Türkiye'deki kentlerin havasının ne kadar da kirli olduğunu ortaya koydu. DSÖ'nün veri tabanını kullanarak, kentlerde hava kalitesi üzerine yapılan analizde Avrupa’dan ABD’ye, Afrika’dan, Asya’ya hava kirliliğinin en yoğun yaşandığı kentlere dair bilgiler yer aldı. Analiz, dünya genelinde her gün milyarlarca insanın kirli hava soluduğunu gösteriyor. 
AVRUPA'NIN 2. EN KİRLİ HAVASI BATMAN'DA!
Analize göre Avrupa'da havası en kirli 10 şehrin 8'i Türkiye’de! Avrupa’daki en kirli 2. şehir Batman, 3 şehir ise Hakkari.  Bu şehirleri, Gaziantep, Siirt, Afyon, Karaman, Iğdır ve Isparta izliyor. İlk ona giren diğer kentler ise Makedonya’daki Tetevo şehri ile Bosna Hersek’teki Tuzla şehri. Avrupa’nın havası en kirli on şehri arasında yer almasa da, İstanbul’da da hava kalitesi tehlikeli boyutlara ulaşmış durumda. Hava kirliliğinin en önemli etkenlerinden birisi olan kömüre dayalı ısınma ve enerji politikaları ülkenin birçok yerindeki kentlerde halkın zehir solumasının en başta gelen nedenleri arasında. 
DSÖ verilerine göre, İstanbul’da PM 2.5 yıllık ortalaması 33 μg/m3 seviyesinde seyrederek, İstanbulluların yaşam kalitesini olumsuz etkilemeye devam ediyor.
KALICI HASARLAR BIRAKIYOR
Dünya Sağlık Örgütü’nün PM 2,5 verilerine (çapı 2,5 mikron ve altında olan partikül madde) dayanarak yapılan çalışmaya göre dünyanın en kirli şehirleri Hindistan ve Çin’de yer alıyor.
Hava kirliliği çağımızın en önemli çevresel sorunları arasında gösteriliyor. Uzmanlar, hava kirliliğinin solunum, dolaşım ve sinir sistemi üzerinde kalıcı hasarlar konusunda uyarıyor. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre PM 2.5’in yıllık ortalamasının 10 μg/m3 daha yüksek olması  solunum, dolaşım ve sinir sistemi üzerinde kalıcı hasarlar bırakıyor. 
KARA RAPOR
Türkiye’de çevre ve sağlık alanında çalışan sivil toplum kuruluşlarını bir araya getiren Temiz Hava Hakkı Platformu'nun  Türkiye’de hava kirliliği ölçümü yapılan tüm istasyonlardan alınan veriler ışığında Mart 2016'da yayınladığı "Türkiye’de Hava Kirliliği: Kara Rapor" adlı çalışmada 81 il içinde sadece Çankırı’nın hava kalitesinin Dünya Sağlık Örgütü’nün limitlerine uygun olduğu ortaya konmuştu.
ÖDENMEYEN SAĞLIK FATURASI
Çevre ve Sağlık Birliği (HEAL) ise  2015 yılında, kömürlü termik santrallerin sosyal ve ekonomik maliyetleri üzerine yayınladığı analizde Ödenmeyen Sağlık Faturası gerçeği gözler önüne serilmişti. Rapora göre; kömürlü termik santrallerden kaynaklı hava kirliği her yıl 2.876 kişinin erken ölümüne ve 7 milyon 976bin hasta geçirilen güne sebep oluyor. Ortaya çıkan hava kirliliğinin sadece sağlık alanında yıllık maliyetinin ise  yıllık 3.6 milyar Euro düzeyinde. (İzmir/EVRENSEL)

13 Şubat 2017 Pazartesi

Mezarlar bile JES şantiyesi yapılmış

Mezarlar bile JES şantiyesi yapılmış

 13 Şubat 2017 15:24
     
Aydın'ın Germencik ilçesinde mezarlıklar bile jeotermal enerji santrali şantiyesine çevrilmiş.
Özer AKDEMİR
İzmir
Aydın il ve ilçelerinde jeotermal enerji santralleri kaynaklı sorunlara her geçen gün bir yenisi daha ekleniyor. Tarıma, sulara, canlı yaşamına olumsuz etkileri tartışılan jeotermal santrallerin Germencik'te mezarlıkları bile şantiyeye çevirdiği ortaya çıktı. 
İNCİRİN ANA VATANINA JES KUŞATMASI
Aydın'da jeotermal enerji santralleri nedeniyle büyük sıkıntıları yaşayan yerlerden birisi de Germencik İlçesi. "İncirin anavatanı" denilen Germencik, JES şirketleri tarafından jeotermal enerjinin merkezi olarak da adlandırılıyor. 2007 yılında çıkarılan Jeotermal Yasası ile Aydın topraklarının %85'i jeotermal işletmelerin kullanımına açıldı. JES firmaları 2007 yılından beri bu yasaya dayanarak Aydın topraklarına büyük bir keyfiyet içerisinde hoyratça girmiş durumda. Jeotermal santral açma ve işletme ruhsatları verilirken özensiz davranılması, denetim ve kontrollerin yapılmaması, işletmeciler tarafından halka yönelik 'yasalar bizden yana' algısı yaratılması ile bu keyfiyet Aydın'da sınır tanımaz boyutlara ulaştı. JES'lerin zararlarının artık katlanılamaz hale gelmesi üzerine yöre halkı yaşam alanlarını korumak için çevre derneklerinde örgütlenmeye başladılar. Geçtiğimiz aylarda kurulan Germencik Çevre ve Doğa Derneği de bölgelerindeki JES'lerin tarım alanlarına, akar sulara ve canlı yaşamına yönelik zararları ile ilgili çalışmalar yaparken, bir yandan da bu JES'lere karşı mücadeleyi örgütlemeye çalışıyor. 
MEZARLIKTA JES BORULARI
Dernek yönetim kurulundan Dr. Metin Aydın, derneğin faaliyetlerini anlatırken, JES'lerin Aydın'da birinci sınıf tarım arazilerinde, incir-zeytin-pamuk tarlalarında, arkeolojik sit alanlarında, yerleşim yerlerinin içinde, sağlık ocağı bahçesinde açıldığını ve faaliyette bulundukları dile getirdi. Jeotermallerin akışkanlarını derelere, çaylara, su kanallarına, şehir kanalizasyon sistemlerine saldığını, Menderes nehrini kirlettiklerine ve jeotermal borularını mahalle sokakları, evlerin üstünden geçirdiklerini pek çok noktada gördüklerini belirten Aydın'ı şaşkınlık içinde bırakan son olay ise Alangülü mahallesinde karşılaştıkları durum oldu. Önceki gün Germencik Alangüllü mahallesinde dernek olarak yaptıkları incelemede Güriş jeotermal şirketinin mahalleye ait mezarlık alanının 20 metre yakınına jeotermal kuyusu açtığını aktaran Aydın, bu kuyuya ait  boruların da mezarlık sınırları içinden geçirildiğini söyledi. Aydın, "Boruları geçirme sırasında mezarlık tamamen bir şantiye halini almış. Ağır tonajlı araçlar mezarlık alanında geniş çukurlar ve izler oluşturmuş. Ne kadar mezar üstünden geçtiklerini ve zarar verdiklerini tespit etmek mümkün değil çünkü her taraf iş sahası haline gelmiş, mezarların çoğunda çatlaklar ve yıkımlar oluşmuş, ağaçlar ve direkler mezarların üstüne yıkılmış, jeotermal borular mezarların üstüne bırakılmış, mezarlık çepeçevre jeotermal borular ile çevrelenmiş durumda idi" dedi. 
ÖLÜLERE BİLE ZULÜM
Jeotermal işletmesinin bu yaptığı uygulamayı "vahşet" olarak niteleyen Aydın, "yıllardır jeotermal işletmelerin kurulum ve faaliyetleri sırasında tarım alanlarına ve ürünlerine,canlı ve doğal yaşama, kültürel varlıklara yaptıkları zararları yaşayarak görüyoruz. Yine tüm bu işlemlere resmî seçilmiş ve atanmış makamların görev ve yetkileri dahilinde olmasına rağmen suskun kaldıklarını, izin verdiklerini biliyoruz. Ama hakkın rahmetine kavuşmuş atalarımıza yapılan zulme izin vermelerini, görmezden gelmelerini kabul etmek mümkün değildir. Mezarlıklara ve atalarımıza yapılan bu işlem sözün bittiği noktadır. Kuldan utanmaz, Allah'tan ve yasadan korkmaz bu işlemi dernek olarak nefretle kınıyoruz" dedi. 
Germencik Çevre ve Doğa Derneği olarak Germencik Alangüllü mezarlığına yapılan işlemi kınadıklarını belirterek, Aydın'da yapılan jeotermal işletmeciliğine derhal son verilmesini talep ediyoruz" diye konuştu.  (İzmir/EVRENSEL)

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...