23 Eylül 2018 Pazar

‘Yalnız hüznü vardır kalbi olanın’ (Pazar yazısı)



23 Eylül 2018 03:10
     
Özer AKDEMİR

“Çok komik bir haber yapmışsınız Özer bey” dedi. Sözlerinde samimi olmadığını çok iyi biliyordum. Elini siyah beresine götürüp güya düzeltti. Bıyık altından gülmeye çalışırken gözlerine yansıyan öfke kıvılcımlarının görülmesini istemediği anlaşılıyordu. Vücut diliyle çok gergin olduğunu orta koyan hocaya söylenecek eleştirel bir sözcük onun arkasına saklanmaya çalıştığı sakin tavrı tuzla buz edecekti.

Tabii ki böyle bir şey yapmadım. “Öyle mi hocam” dedim. “Çok sevindim buna. Bense yaptığım haberden alınabileceğinizi, hatta yanlış anlayabileceğinizi düşünmüştüm”.
“Yalnız” deyip bir nefes aldım, onun da kafasını kaldırmasını gözleriyle bakışlarımı yakalamasını istedim. Oyun oynayacaksak eğer bu ikimizin de her şeyin farkında olduğumuzu bildiğimiz yine de farkında değilmiş gibi davrandığımız bir oyun olmalıydı.

Bakışlarını bir süredir diktiği ve sinirli sinirli elinde çevirdiği kahve fincanından kaldırıp sorar gözlerle baktı yüzüme. Sorgucu bakışlarının da oyunun bir parçası olduğu o kadar belliydi ki!
“Yalnız” diye tekrarlayıp devam ettim; “Haberin neresini komik bulduğunuzu açıkçası merak ettim. Sizin raporunuzda ‘Burası tarihi kale değil. Bildiğiniz doğal kaya” diye yazdığınız yere bilirkişilerin de “Evet kale değil” dediği yer olabilir mi? Bir kale kalıntısını doğal kayadan ayıramamak bana da komik gelmişti”.

Kendinden emin bir tavırla arkasına yaslandı. “Evet, o kısım çok komik ama sadece orası değil.”

Bu sefer onun biraz önce takındığı sorgucu bakışların aynısı ile baktım yüzüne.
“Murat Bey’in iftiralarının ulaşabileceği boyutları görmek de komik geldi bana. Yine de bu haber için size çok teşekkür ederim. Yazılı basın yoluyla iftira davası açacağım kendisine ve haberinizi de dosyaya koyacağım”.

Gülümsemeye zorladım kendimi. “Haberimin böylesi bir tartışmaya delil olarak sunulmasına sevindim dersem yalan olur hocam” dedim, sakince. “Ben bilim insanları arasındaki tartışmaların, görüş ayrılıklarının mahkeme salonlarında değil bilimsel yayınlarda, üniversite kürsülerinde, bilimsel toplantılarda yapılması gerektiğini düşünmüşümdür hep. Kimin haklı kimin haksız olduğuna bilim karar verebilirdi değil mi?”
“Öyle diyorsunuz ama Özer Bey, iftiraları bir değil bin değil Murat Bey’in. Hayatında kale görmemiş birisi bir kaya paçasını “Orta Çağ kalesi” diye sit korumasına nasıl aldırır Allah aşkına?” Sinirli sinirli güldü burada. “Üstelik benim raporuma da ‘Ismarlama, şirketin istediği rapor’ diyor, sıkılmadan. Hangi hakla, hangi bilimsel sıfatla bunu diyor. Eni konu eski, emekli edilmiş bir müze müdürü kendisi!”

“Müze müdürü eskisi” diye küçümsediği kişi bu işi belki 20 yılı aşkın bir zaman yapmıştı. Bölgenin tarihi geçmişini, antik yerleşimlerini karış karış biliyordu. Üstelik tartışmalı yerle ilgili tespitinde de yalnız değildi, üniversiteden başka bir arkeoloji profesörü de onunla aynı doğrultuda görüş belirtmişti.

Tartışmanın özü epey eskiye dayanıyordu aslında. 1970’lerde, bir tepede yapılan yasal hazine kazısında iki kulplu bir çömlek çıkınca kazı durdurulmuş, tepe “Helenistik döneme ait nadir kalelerden biri” notuyla birinci derece arkeolojik sit ilan edilmişti. Sonrasında ise herhangi bir kazı yapılmadan bırakılmıştı tepe. Hemen yanı başına bir taş ocağı şirketi gelip, sit alanı olan tepeye de göz koyunca her şey değişmişti.

Karşımda sinirli sinirli kahvesini yudumlayıp, bölgeyi tarihi kale diye sit alanı yaptıran kişiye veryansın eden hoca, şirketin üniversiteye talebi sonrası alanla ilgili bir rapor hazırlayıp “Burada hiçbir tarihi buluntu, yapı yok, kale değil bildiğin kaya” minvalinde bir rapor hazırlamıştı. Bu rapor sonrası Koruma Kurulu alanın sitini kaldırınca, “eski müze müdürü”  buna karşı dava açıp, bu kararı durdurmuştu.

Mahkeme sırasında tartışmalı alanda bilirkişi incelemesi yapan heyet sundukları raporda alanın kale olduğu ile ilgili bir bulguya rastlamadıklarını belirtmiş, ancak keşifte buldukları parçaların Orta Çağ’a tarihlendiğine dikkat çekerek “Burası korunması gereken bir kültür varlığı” kararı vermişti.

Hocaya, lafı dolandırmadan bunu sordum, kartları açmak gerekti artık; “Hocam sizin raporunuzda buranın hiçbir tarihsel değeri yok, bir kaya parçası demişsiniz ama bilirkişi  ‘Korunması gereken kültür varlığı’ diye niteliyor. Bu bir çelişki değil mi sizce? Bir de, sizden burayla ilgili rapor yazmanızı üniversite mi istedi, şirketten mi böyle bir talep geldi”.
Yüzünün rengi önce soldu sonra kızardı ilginç bir şekilde. Ellerinin titrediğini gördüm ve öfkeden gözleri çakmak çakmak olmuştu. Yine de tuttu kendini; “Mahkemenin kararı kesin değil. Yargıç haddini aşmış, Koruma Yüksek Kurulu Danıştay gibidir, onun kararını bu şekilde çiğneyemez” dedi.

Bunların hiç biri sorularımın yanıtı değildi. Zorlamak istemedim artık. Saatlerce aynı şeyi sorsam soruların çevresinde dolanan, muhatabı orada olmayan kişileri suçlayan sözler duyacağımı biliyordum.  

Ortada çok açık bir bilirkişi raporu ve buna dayanan mahkeme kararı vardı ancak bunların hiçbiri hocayı tatmin etmiyordu, ısrarla kendi söylediğinin doğru olduğunu savunuyordu. Bu iddiasına dayanak olacak hiçbir somut veri, bilgi de ortaya koymuyordu. Dünyanın bütün arkeologları orasını kale ilan etse, kalenin duvarları bir bütün halinde ortaya çıkarılıp gözler önüne serilse bile bu yargısını değiştireceğini sanmıyordum.

Hoca haberi ‘komik’ bulsa da her yıl onlarca kültür varlığımızın bu türden yıkım projeleri tarafından yok edilmesi sürecine dair bu ilginç örnekte hiçbir komik yan yok, görüldüğü gibi.
Yaşadığı toprakların, onun üzerinde biten otun çiçeğin, kadim uygarlıklardan bize kalan eserlerin değerini bilmeme var, bilimin içinde debelendiği çukur var ve hepsinin toplamı koskoca bir hüzün var haberde.

Bu ülkede zaten durum çok uzun zamandır, 1983 yılında 29 yaşında iken aramızdan ayrılan Öğretmen-Şair İlhami Çiçek’in mısralarındaki gibi;

“Yalnız hüznü vardır kalbi olanın”…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...