30 Ocak 2019 Çarşamba

Danıştay, rapora rağmen Çaldağı’da madenciliğine yeşil ışık yaktı


30 Ocak 2019 16:54

Bilirkişilerin “maden yapılamaz” dediği Çaldağı'da hukuk nikel madenciliğine yeşil ışık yaktı.

Fotoğraf: Özer Akdemir/EVRENSEL
Özer AKDEMİR
İzmir
Danıştay Turgutlu yakınlarında Çaldağı’da işletilmek istenen nikel madenine yeşil ışık yaktı. İlk ÇED Raporu iptal edilen, daha sonra verilen ÇED Raporu davasında iki kez yapılan bilirkişi keşfinde mahkemeye madenin yapılamayacağı doğrultusunda sunulan rapora ve mahkeme başkanının karşı oyuna rağmen yerel mahkeme ÇED'in iptalini reddetmişti. Danıştay yerel mahkemenin bu kararını oy çokluğu ile onarken Çaldağı hukuk mücadelesinin Anayasa Mahkemesinden (AYM) başka bir yolu kalmadı.
İKİ BİLİRKİŞİ RAPORU DA “MADENCİLİK YAPILAMAZ” DEDİ
Dünyanın en verimli tarım ovaları arasında gösterilen Gediz Ovasının ortasında, Çaldağı'da yapılmak istenen nikel madenciliğinde hukuksal süreçte sona gelindi. Birçok kez el değiştiren madene verilen ilk ÇED Raporunun mahkemece iptal edilmesinin ardından madene ikinci ÇED Raporu verilmişti. Bu ÇED Raporuna karşı da aralarında TMMOB bağlı odalar, EGEÇEP ve Ekoloji Kolektifi'nin de bulunduğu kurumlar dava açmıştı. Manisa 2. İdare Mahkemesi yılında sonuçlanmış, madenin ÇED olumlu raporu 2016 yılında iptal edilmişti. Bu kararı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Çaldağı Nikel Şirketi temyiz ederken, Danıştay 14. Dairesi, mahkeme sürecinde yapılan bilirkişi keşfindeki 3 kişilik bilirkişi heyetinin yetersiz olduğu gerekçesi ile kararı bozmuştu. Mahkemenin bu karar doğrultusunda yeniden oluşturduğu çeşitli uzmanlık alanlarından 9 kişilik bir bilirkişi heyetinin yaptığı keşif sonrası heyet oy birliği ile ÇED raporunun yanlış ve yetersiz olduğuna karar vermişti. Ancak mahkeme bu açık bilirkişi görüşüne ve mahkeme başkanının karşı oyuna rağmen önceki ÇED’i baz alarak bilirkişi raporunu geçersiz sayıp ÇED iptal davasını reddetmişti. Yerel mahkemenin "o zaman bilirkişi keşifleri neden yapılıyor" diye tepki gösterilen kararı Danıştaya temyiz edilmişti. 
TARIMI YOK EDECEK, SUYU TÜKETECEK
Temyiz dilekçesinde ÇED raporundaki birçok eksiği tespit eden bilirkişi raporuna rağmen ÇED'in iptal edilmemesinin hukuka aykırı olduğu ileri sürülmüştü. Temyiz dilekçesinde "Söz konusu işletme, bilirkişi raporunda belirtilen risklerin dışında bölgenin tarım alanlarıyla çevrili olması, işletmenin tamamının orman alanı üzerinde kurulu bulunması, deprem riskli bölgede yer alması, tarımsal faaliyet gösteren bölgenin suyunu göz ardı edilemeyecek şekilde tüketecek ve kirletecek olması ve sadece Turgutlu ovası için değil, Menemen ve Foça ilçelerini kapsayacak kadar geniş bir alanı etkileyecek şekilde gibi pek çok riski içermektedir” denilmişti. Dilekçede uluslararası yasalara da vurgu yapılarak; "uygulandığında doğal varlıkların geri dönülemez bir biçimde kaybı ile bölgenin geleceğinde önemli kayıpların oluşması söz konusudur" denilerek yürütmenin durdurulma ı da talep edilmişti. 
“NE PAHASINA OLURSA OLSUN MADENİ ÇALIŞTIRMAYACAĞIZ”
Yerel mahkemenin davayı reddetmesine tepki gösteren Turgutlu Çevre Platformu (TURÇEP) de yaptığı açıklamada mahkeme kararının kamu yararına değil maden şirketinin çıkarına hizmet edeceği ifade edilerek, “Topraklarımıza ne pahasına olursa olsun sahip çıkacak ve bu madeni kesinlikle çalıştırmayacağız" demişti. Danıştay'ın yerel mahkemenin kararını onayarak dosyayı kapatmasından sonra Çaldağı mücadelesinin hukuki anlamda Anayasa Mahkemesi'ne gitmekten başka bir yolu kalmadı.

https://www.evrensel.net/haber/372415/danistay-rapora-ragmen-caldagida-madenciligine-yesil-isik-yakti

AİHM'den bilgi edinme hakkına dair Allianoi kararı


30 Ocak 2019 13:34

AİHM, sular altında kalan Allianoi antik kenti ile ilgili bilgi edinme hakkının ihlaline kararı verdi.

Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
Özer AKDEMİR
İzmir
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Yortanlı Barajının suları altına gömülen Allianoi antik kenti ile ilgili bilgi edinme hakkının ihlaline kararı verdi.
KORUMA KURULU ANTİK KENTİ DEĞİL BARAJI KORUDU
Bergama yakınlarındaki 2000 yıllık antik sağlık yurdu Allianoi, yaşam savunucularının yıllarca süren mücadelesine ve açılan davalara rağmen 2011 yılında Yortanlı Barajının suları altına gömüldü. Allianoi'nin baraj sularına gömülmesine yeşil ışık İzmir II. Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu'ndan gelmişti. Antik kentin korunmasına dair alınan birçok mahkeme kararı bölge kurulunca alınan yeni kararlarla geçersiz kılınırken, Kurul son olarak 28.05.2010 ve 17.08.2010 tarihli kararları ile Allianoi ören yerinin kumla örtülerek, baraj suları altına bırakılmasına karar vermişti. Kurulun bu kararının ardından 08.12.2010 tarihli kararla da barajda su tutulmasına izin verildi. Henüz yargı sürecinin sonuçlanması beklenmeden başlanan su tutulması sonrası Allianoi sular altında kalmıştı.
AİHM'den bilgi edinme hakkına dair Allianoi kararı
KORUMA KURULUNDA 'GAYRİNİZAMİ' TOPLANTI
İzmir II. Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun aldığı son kararların iptali davası sırasında ortaya çıkan Allianoi hakkında Bölge Koruma Kurulunda 26.01.2010 tarihli toplantı davacı yaşam savunucuları tarafından "gayrinizami" olarak nitelenirken, Kültür ve Turizm Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdür Yardımcısı Nermin Beşbaş Başkanlığında, İzmir 2 Nolu KTVKBK üyeleri, DSİ yetkililerinin katıldığı bu toplantının tutanakları davacılara verilmemişti. Tutanağın kendilerine verilmesi için Bilgi Edinme Kanunu gereği yapılan başvurular da “…toplantının kurumlar arası hizmete özel bir toplantı olması..” gerekçesiyle reddedilince, konu AYM'ye taşınmıştı. AYM'nin de talebi reddetmesi üzerine AİHM'e götürülen bilgi edinme hakkı ihlali dosyası geçtiğimiz günlerde sonuçlandı.
"ÖNEMLİ BİR KAZANIM"
AİHM'in kararını yorumlayan Allianoi davacılarında EGEÇEP Hukuk Komisyonu üyesi Av. Arif Ali Cangı şunları dile getirdi; "AİHM kararının içeriği konusunda henüz ayrıntılı değerlendirme yapmak mümkün olmasa da ilk elden şunu söyleyebilirim, kararla;
· - idarenin hukuka aykırı işlemlerine dair kimi bilgilerin "kurum içi görüş, bilgi notu ve tavsiye" kılıfı altında gizlenmesinin bilgi edinme hakkını ihlal ettiği,
· - İnsanlığın ortak mirası olan doğal ve kültürel varlıkların korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması kapsamında, bireylerin ve sivil girişimlerin bilgi edinme ve başvuru hakkının olduğu İnsan Hakları Mahkemesince kabul edilmiş oldu". AİHM kararını önemli bir kazanım olarak niteleyen Cangı, "Her ne kadar suya gömülmesine engel olamasak da Allianoi'un insanlığın ortak kültür mirası olan bir değer olduğunun, Allianoi Girişim Grubu'nun önemli bir işlev gördüğünün AİHM tarafından da tanınması açısından da kararı çok kıymetli buluyorum" dedi.

27 Ocak 2019 Pazar

Karabigalı Yılmaz Abi (Pazar yazısı)


27 Ocak 2019 04:15

 Ã–zer AKDEMÄ°R
PAZAR


 Karabigalı Yılmaz Abi


Basmane Garından çıkıp Gaziler Caddesi boyunca gazetenin İzmir bürosuna yürürken bazen karşılaşırız Yılmaz Abi’yle. Koltuğunun altında sert plastikten silindir bir oturak, elinde, içine sattığı tespih, yara bandı, jilet, kolye, İzmirimkart kılıfı gibi ıvır zıvırların yanı sıra, küçük bir elektronik tartıyı koyduğu naylon çanta, yolla kaldırım taşının birleştiği köşede başı önde tedirgin tedirgin yürür. Ayağının biri kaldırım taşına değmek zorundadır ilerleyebilmesi için. Çünkü Yılmaz Abi’nin gözleri neredeyse kördür.
Bir gün gözlerinin durumunu sorduğumda, birinin tamamen kör olduğunu söylemişti. Diğeriyle ilgili ise “kırmızı bir ışıktan başka bir şey göremiyorum” demişti.
Yolunu, kaldırımlara ayağını sürterek doğrultur ama trafik lambalarını geçmek hiç de kolay olmaz onun için. Araçların gelip gelmediğini anlamadığından yolun kenarında, kulaklarını seslere açarak, başını etrafında birisi var mı yok mu anlamak için sağa sola çevirerek dakikalarca beklediği olur.
Gaziler Caddesinin esnafları artık tanıdıkları Yılmaz Abi’yi görünce koluna girip karşıya kadar geçirirler. Ben de çoğu zaman onunla, tam büronun olduğu iş hanının yanındaki bu trafik lambalarında karşılaşırım. Tutar kolundan geçirir, yolun sağına park etmiş araçlar nedeniyle kaldırımı hizalayamayacağı için araçlar bitene kadar da onunla yürürüm. Bu arada da sohbet ederiz Yılmaz Abi’yle.
Yaşı 60’ın üzerinde değildir ama daha yaşlı görünür. Boyu kısa, teni kara denecek kadar esmerdir. Artık neredeyse tamamen beyazlamış saçları ve gençken yakışıklı olduğunu belli eden yüz hatları vardır.
Tepecik Hastanesinin arka taraflarında, Roman mahallesindeki evinden sabah erkenden çıkıp iki kilometrelik yolu 3 saatte ancak yürüyerek eski Şifa Hastanesi’nin köşesine kadar gelir. Oraya oturup çantasının içindeki satılık eşyaları çıkarıp önüne koyar, tartısını da onların yanına iliştirir ve saatlerce hiç sesini çıkarmadan müşteri gelmesini bekler.
Sattığı eşyaların en yüksek fiyatlısı 10 liradan fazla değildir. Gözleri görmediği için ne verirlerse alır. Üstünü isteyen müşteri olursa da cebinden çıkardığı paralardan almasını ister.
Karşılıksız güvenir müşterisine. Kendisi gibi kör bir satıcının üç kuruşuna tenezzül etmeyeceklerini düşünür. Bu düşüncesinde yanıldığı çok olmuştur ama bunların bazılarını hiç fark etmez, fark ettiklerine de kızıp söylenmez.
Akşama doğru Tilkilik’te turşucu dükkanı olan bir komşusu geçerken onu da arabasına alır hayrına. Evinin önünde bırakır.
Her gün yağmurda, güneşte üç saatlik yolu, üstelik gözleri görmüyorken yürümenin zor olup olmadığını sordum bir gün. “Ne yapalım abi” dedi. “Evde iki genç kız, bir karı ekmek beklerler benden. Çalışmak zorundayız ele güne muhtaç olmamak için.”
Memleketini öğrendiğimde Karabiga’da 2011 yılında yaptığımız çekimlerden bahsettim ona. Sevincini görmeliydiniz! Belki 50 yıldır gitmediği memleketini, çocukluğunun geçtiği yerleri sordu bana.
Anlattım; denizi, Priapos’a doğru uzanan yemyeşil otlakları, küçük beldenin dar sokaklarını, sahildeki balıkçıları, teknelerin etrafında dolaşan kedileri, kıyılarını döven dalgaları, sert rüzgarları, bakir koylardaki Akdeniz Foklarını, Priapos’un burçlarını, burçların dibinde biten kır çiçeklerini, kantaronları, hemen yanı başındaki ahlat ağacını...
O günden sonra her koluna girdiğimde Karabiga’yı anlatmamı istedi benden.
Yılmaz Abi’ye termik santralden bahsetmedim hiç. Anlattıklarımı tutkuyla dinlemesi, heyecanlandıkça kolumu sıkması, üç beş tanesi eksik dişlerinin göründüğü ağzını keyifle açıp sevinç çığlıkları atması, arada durup “hala duruyor mu o sokak? Sokağın başında seyyar köftecilik yapardı babam. Kalenin burçlarının dibinde ateş yakıp şarap içerdik” diyerek o anı yeniden yeniden yaşaması sanırım bana engel oldu. 
Sadece, Karabiga ile ilgili ilk sohbetimizde, termik santral kurulmasına karşı halkın direndiğini, bizim de 2011 yılında bu direnişi çekmeye gittiğimizi söylemekle yetindim.
Karabiga’nın bugününü anlatmadım ona. O yeşil otlakların termik santral külleri ile dolduğunu, sert rüzgarların dev gibi bacanın dumanlarını taa Kaz Dağı’na savurduğunu, denize bırakılan sıcak suyun balıkları haşladığını, Akdeniz foklarının artık neredeyse koyları unuttuğunu, Priapos’un burçlarından her gün bir parça tuğlanın daha koptuğunu, sokakların kirli, insanların sarı benizli olduğunu, şirin beldenin üç kuruş kazanan santral işçilerinin ceplerini boşaltmak için AVM’lerle dolduğunu anlatmaya yüreğim el vermedi...

26 Ocak 2019 Cumartesi

Ekoloji Birliği: Tüm yerel yönetimlerde çevre koruma birimi kurulmalı


26 Ocak 2019 15:15

Ekoloji Birliği, yerel seçimlere ilişkin yazılı açıklama yaparak nasıl bir yerel yönetim anlayışı istediklerini tüm adaylara çağrıda bulunarak iletti.
Ekoloji Birliği yerel yönetim için çağrıda bulunarak, “Halktan, emekten, doğadan yana, ekolojik bir yerel yöneticilik anlayışından yanayız ve ülkemizin böyle bir anlayışla yönetilmesini istiyoruz” dedi.
Yazılan açıklamada yerel yönetimlerin çoğunun verdiği hizmetlerde halkın çıkarları değil, daha fazla rantın gözetildiği belirtildi. 
Ekoloji Birliği: Tüm yerel yönetimlerde çevre koruma birimi kurulmalı
“Kuzey Ormanları’ndan Kazdağı’na,  Kozak Yaylası’ndan Aydın’a, Efemçukuru’ndan  Yatağan’a, Alakır’dan Dersim’e, İliç’den, Cerrattepe’ye, Karadeniz yaylaları ve kıyılarından Sinop’a, Gerze’den Amasra’ya, Trakya’ya  kadar ülkenin her yerinde uygulanan talan projeleri ile ülkemizin önemli ekosistem alanları büyük zarar gördü. Allianoi, Zeugma gibi önemli antik kentler su altında bırakıldı. Hasankeyf hızla yok oluşa sürükleniyor” diye ifade edilen açıklamada Ekoloji Birliği olarak tüm adaylara, programlarına almaları için taleplerini yazarak çağrıda bulundular.

“Bizler, halktan, emekten, doğadan yana, tüm canlıları gözeten, ekolojik bir yerel yöneticilik anlayışından yanayız ve ülkemizin böyle bir anlayışla yönetilmesini istiyoruz.

  1. Sular arıtılmalı ve halkın çeşmeden içebileceği hale getirilmeli, kaynak suları, 3. şahıslara tahsis edilip satılması yerine, şehir içme suyu hatlarına ilave edilerek içme suları daha kaliteli hale getirilmelidir,
  2. İmar planları hazırlanırken, AVM’ler ve emlak rantı değil, sağlıklı barınma alanları, yeşil alanlar, sanatsal-kültürel-eğitim mekanları, deprem toplanma alanları gibi ihtiyaçlar düşünülmelidir,
  3. Enerji verimliliği ve tasarrufu ile ilgili çalışmalar yapılmalıdır,
  4. Termik santral, metalik madencilik, barajlar, Rüzgar Enerji Santrallari (RES’ler), Jeotermal Enerji Santralleri (JES’ler), Güneş Enerji Santralleri (GES), balık çiftlikleri, sanayi tesislerinin atıkları, pirina-kömür yakımının yarattığı hava kirliliği, yapılaşmanın yol açtığı yeşil alan kaybı ve diğer faaliyetlerin yarattığı  tüm  çevre sorunlarına duyarlı olunmalı, bunlara karşı verilen ekoloji mücadeleleri yerel yönetimler tarafından sahiplenilerek, her türlü destek sunulmalıdır,
  5. Yerel ekolojik tarımsal üretime önem verilmeli, bu ürünlerin aracısız pazarlanması için gerekli üretici pazarları kurulmalıdır,
  6. Sebze meyve hallerinde laboratuvarlar kurularak, halkın sağlığı gözetilmeli, ilaç kalıntılı, zehirli gıdalar engellenmelidir,
  7. Kaçak yapılaşma ve sanayi tesislerine izin verilmemelidir,
  8. Tüm yerel yönetimlerde çevre koruma birimi kurulmalı ve bu birimde konusunda uzman elemanlar görevlendirilmelidir,
  9. Doğayı yöneten değil, doğanın bir parçası olduğunu kabul eden politikalar geliştirilmelidir.
  10. Bizler, ülkenin dört bir yanında yaşam alanlarımızı koruma mücadelesi veren 60'a yakın yerel ekoloji örgüt ve hareketlerin birliği, Ekoloji Birliği olarak, 31 Mart seçimlerinde ekolojik bir yaşam çabasına oy vereceğimizi ilan ediyoruz." (İzmir/EVRENSEL)
  11. https://www.evrensel.net/haber/372050/ekoloji-birligi-tum-yerel-yonetimlerde-cevre-koruma-birimi-kurulmali



23 Ocak 2019 Çarşamba

Prof. Dr. Ümit Erdem: Orası zaten millet bahçesi


23 Ocak 2019 04:17

Ege Üniversitesi kampüsündeki alanın millet bahçesi yapılmak istenmesine dair görüşlerini aldığımız Prof. Erdem, “Orası zaten millet bahçesi" dedi.
 
Özer AKDEMİR
İzmir
İzmir Bornova’da bulunan Ege Üniversitesi kampüsündeki 290 bin metrekarelik bir alanın millet bahçesi yapılmak istenmesine dair görüşlerini aldığımız Prof. Dr. Ümit Erdem, “Orası zaten millet bahçesi” dedi. Erdem, kampüs içindeki koruluğun klimatolojik olayları önleyecek yegane yeşil alanlardan birisi olduğunu söyledi.
‘RANT BAHÇESİ OLMASIN’
Ege Üniversitesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ümit Erdem, kampüs içinde oluşturulan koruluğu başından bu yana bilen, emek vermiş hocalardan bir tanesi. Koruluğun Eski Rektör Sermet Akgün’ün büyük emekleri ile yapıldığını belirten Erdem, koruluğun korunması bir yana daha da büyütülmesi gerektiği görüşünde. Oradaki ağaçları öğrencilerle birlikte diktiklerini aktaran Erdem, millet bahçesi projesini şöyle değerlendirdi; “Zaten orası millet bahçesi gibi. Adını mı öyle koymak istiyorlar, ya da elit bir zümre mi gelmek istiyor onu bilmiyoruz tabii. Orası bir rant bahçesi olmasın diye uğraşmak gerekiyor.” O alanın millet bahçesi işi için ayrılmasının belli bir uzmanlık alanı ile birlikte yapılabileceğini dile getiren Erdem, “Bu işin uzmanlık alanı da Ege Üniversite Peyzaj Mimarlığı Bölümü. Onlara soruldu mu sorulmadı mı bilmiyorum ama bir gerçek var, orada bina olmaması lazım. Bahçe dediğiniz yer, ağaç örtü bitkileri ve yüzey bitkileri ile oluşan bir alandır. Yani oksijen deposu olması gereken bir yerdir” dedi.
KORULUK KORUNUP GENİŞLETİLMELİ
Koruluğun mutlaka korunması gerektiğini ifade eden Erdem, “Otoyoldan gelecek gürültüyü kesmek için bilim dünyasına bir hizmetti koruluk. O koruluk kalmalı, bir de oraya gidip gelinebilecek değişik yol planlaması ile Hacılarkırı da katılırsa millet bahçesi olur. İnciraltı kent ormanı gibi bir alan olur. Tarihe tanıklık edecek bu koruluğa Sermet Akgün adının verilmesini isterim ben, çok emeği var çünkü” diye konuştu.
 
Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
SADECE BORNOVA’NIN DEĞİL DÜNYANIN MİKROKİLİMASI
Hacılarkırı’nın TOKİ’ye verildiğini, üniversitenin de birçok binalaşmaya gittiğini kaydeden Erdem, “Bornova’nın durumu meydanda, 57. Topçu Tugayı ne olacak onu bilmiyoruz. Orası sadece Bornova’nın değil dünyanın mikroklimasını oluşturuyor. En önemlisi de klimatolojik değişikliklerin de engelleneceği yer olarak korumak lazım orasını. 1 santimetrekarelik yeşil alana bile insanlığın ihtiyacı var. Böyle yapacaklarsa planlamada ben de elimden geldiği kadar yardımcı olurum. Ama oraya restoran yap, başka binalar dik bunlar doğru değil” dedi. Erdem, “Özetle şunu demek istiyorum. Millet bahçesi sadece bahçe olacaksa evet ama başka şeyler de işin içine giriyorsa oturup düşünmek lazım. Çünkü tekrar söylüyorum klimatolojik hadiseyi önleyecek yegane yeşil alanlardan birisidir” dedi

https://www.evrensel.net/haber/371737/prof-dr-umit-erdem-orasi-zaten-millet-bahcesi

20 Ocak 2019 Pazar

Mor dağların ‘Yalnız Efe’si (Pazar yazısı)


20 Ocak 2019 03:35
Mor dağların ‘Yalnız Efe’si

Gün yitip gitmeden önce sarp yamaçlar kızıla kesti. Issız koyaklar gölgelendi. En son ışık denizin ortasında kaybolurken, orman turunç renginden çağla yeşiline, ardından gece mavisine büründü.
Yıldızlar bir bir göz kırparken akşamın alacasına, serin bir yel usulca sokuldu ormanın içine doğru.
Yalnız Efe kendine geldiğinde gözlerinin önünde yıldızlar uçuyordu. İçinde bir bulantı vardı. Başı ortadan ikiye yarılacakmış gibi ağrıyordu.
Gökyüzüne baktı, ay tam bu sırada iki tepenin çatalından doğuyordu. Bulutsuz gece göğünde üzeri lekelenmiş tepsi gibiydi ay.
Ağzı yukarı düşmüştü bulunduğu yere. Kalkmaya çalıştı, yapamadı. Dizlerinin üzerine doğru dönmek istedi, dönemedi. Bekledi bir süre daha. Nefes alışlarını düzenlemeye uğraştı. Boğazı yanıyordu soluk aldıkça. Yüreği o kadar yavaş atıyordu ki! Bir an duracak sandı. Ürperdi! Ölüme ne kadar yakın olduğunu düşündü. ‘Belki de öldüm’ diye geçti içinden.
Yattığı yerden toprağın içine parmaklarını daldırdı. Serin topraktaki yaşamı hissetti. Toprak nemliydi, çiğ kokuyordu.
Kafasını kaldırıp etrafına bakındı. Keçileri az ötede birbirine sokulmuş duruyorlardı. Gecenin karanlığından korktuklarında, eğer evin yolunda değillerse bir araya gelirler, bir top olurlar, başlarını birbirinin gövdelerine sokup beklerlerdi. Usul usul kımıldamaları duyulurdu bu zamanlarda. Boyunlarındaki çanların sesleri çın çın öterdi. Bir de gecenin ve etraftaki ormanın uğultusu olurdu.
Ama tüm bunlar maden gelmeden önceydi...
Rüzgar, madenin boğuk homurtularını, geri geri giden bir kepçenin çıkardığı uyarı sirenini, yükünü almış bir kamyonun inleyerek dağa sarmasının seslerini getirdi kulaklarına kadar.
Toparlamıştı birazcık kendini. Soluk alış verişi düzelmiş, başındaki ağrı hafiflemişti sanki. Son hatırladığı şey ormanın içinde başının dönmesi, çamların üstüne üstüne gelişi, dik yamaçtan aşağı doğru yuvarlanmamak için bir ağacın gövdesine sarılışı, ağacın reçine kokusu ve sert budakların ellerinin derisini bir elmanın kabuğunu soyar gibi soyuşu idi.
İşte o düştüğü ağacın altındaydı hâlâ. Zamanı kestirmeye çalıştı, yatsıya yaklaşmış olmalıydı. Tam bu zamanlarda keçileri ile birlikte köye girmiş, evine giden küçük yokuştan aşağı sarı ölgün sokak lambalarının altında iniyor olmalıydı.
Demek ki en az iki üç saattir baygın yatıyordu bulunduğu yerde. Ayağa kalkmak istedi. Sol ayak bileğinde müthiş bir acı onu olduğu yere mıhladı adeta. Elleriyle bileğinin çevresini yokladı. Kırık çıkık bir şey yok gibiydi ama dinmeyen ince bir sızı hissediyordu. Çamın dalından destek alıp tekrar ayağının üzerine basmayı denedi, acı onu olduğu yere kıç üstü oturttu yeniden.
Heybesi hâlâ boynuna çaprazlama bir biçimde takılıydı. Tüfeği aşağıya doğru kayıp gitmiş, belki bir 10 metre öteye sürüklenmişti. Heybeyi karıştırdı. Bir poşete sarılı keçi peyniri ve yufka çıkınının altındaki telefonuna ulaşıp oğlunun numarasını bulmaya çalıştı. Gecenin karanlığı bozuk gözleri ile birleşince küçük ekrandan ismi bulmak hiç de kolay olmadı onun için. Nihayet oğlunun adını gördüğü ekranda ara tuşuna basarken içinden telefonun çekmesi için dua ediyordu.
*
İzmir’in dağlarına ilk karların düştüğü günlerde Uzundere yolundan Efemçukuru ayrımına saptığımızda bembeyaz bir bulut aracımızın yolunu kesti. Buluttan çıkar çıkmaz da kar yağmış yamaçları, tepeleri beyazlamış ağaçları gördük. Buz gibi, tertemiz bir hava girdi açık pencereden içeriye.
Köye girdiğimiz gibi, sürüyü önüne katıp bağlara doğru ilerleyen Yalnız Efe’yi gördük. Keçilerin arkasında, elinde ince uzun bir ceviz dalı, omzunda tüfeği, sırtında asker kamuflajından kabanı ile topallayarak yürüyordu.
Bizi görünce yüzü güldü, “Ne o keçi gütmeyi mi özlediniz” dedi. Sarılıp kucaklaştık. “Keçilerden çok seni özledik Ahmet abi” dedik. Neden topalladığını sorduk. Bir yıl kadar önce, başına gelen olayı öğrendik o zaman. Düşüp bayılmasını, bu sırada ayağından gelen ‘kıt’ sesini, ayıldıktan sonra oğlunu arayıp onun yardımı ile eve zar zor gidebilmesini anlattı. Doktor, ‘Kesin dinlenmelisin, artık çobanlığı bırakmalısın’ demiş ama o bir hafta sonra tekrar düşmüş keçilerin peşine.
‘Çalışmazsak ekmek yok, mecburum keçileri gütmeye’ dedi. Bir iki saat lafladık. Onu anlatan belgeseli ilk ona izlettik. Çok beğendiğini söyledi, teşekkür etti bize. Beş dakika oldukları yerde durmayan keçilerin epeyce uzaklaştığını gördüğümüzde vedalaştık. Dallarından güneş sızan çamların içine doğru topal topal yürüdü gitti. Ağaçların arasında kaybolurken omzundaki tüfeğin namlusu şavkıdı. Keçilerin çan sesleri arasında ayak sesi duyulmaz oldu.  
Dönerken, Yalnız Efe’nin bağlarının yanından, İzmir’in suyunu kirleten madenin önünden geçtik. Aylarca gidip geldiğimiz bağlarda mevsim kışlamış, asmalar çoktan gazelini dökmüştü.
İzmir’in bu dağları çok efe gördü geçmişte. İşgale karşı direnen, tüfek çatıp, sarı çamın altından kurşun sallayan.
İzmir’in son efesi hâlâ o dağlarda. Yalnız Efe, tüfeği omzunda, boynunda kıl heybesi, yaralı ayağına yan basarak, ‘Ne mor dağları biter bu ülkenin ne omzu tüfekli efeleri’ dercesine dolanıyor...


19 Ocak 2019 Cumartesi

Ekoloji Birliği: Amaç çevre koruma değil devlete para kazandırma


19 Ocak 2019 15:57

Ekoloji Birliği plastik poşetleri paralı hale getiren kanuna dair açıklama yaptı.

Ekoloji Birliği plastik torbaların marketler parayla satılmasının devlete para kazandırmaktan öte bir amaca hizmet etmeyeceğini açıkladı. Birlik, çevre sorunlarına bütüncül yaklaşmanın önemine vurgu yaptı.
Türkiye genelinde 60’a yakın yerel çevre örgütünü temsil eden Ekoloji Birliği içinde poşetleri paralı yapan torba kanun değişikliği ile ilgili yazılı bir açıklama yaptı. Plastik atıkların, günümüzün en büyük çevre sorunlarından biri haline geldiğinin altının çizildiği açıklamada, buna çözüm bulma arayışında olan ülkeler, plastik atıkların azaltılmasına yönelik ciddi uygulamalar geliştirdikleri belirtildi. Ülkemizde 2019 yılı ile birlikte yürürlüğe giren kanun değişikliği ile poşetlerin ücretli olarak satılmaya başlandığını belirten Ekoloji Birliği, “Gönül isterdi ki bu kanun değişikliği, plastiklerin çevresel etkilerini azaltmak için yapılan kapsamlı bir çalışmanın ürünü olsun. Ancak böyle olmadı. AKP Hükümetlerinin alışık olduğu biçimde farklı konu ve içeriklerde kanun değişikliklerinin bir arada yapıldığı, torba kanun değişikliği ile ücretli poşetler yaşamımıza girdi” dedi.
Ekoloji Birliği: Amaç çevre koruma değil devlete para kazandırma
AKP EN BÜYÜK ÇEVRE SORUNU OLARAK POŞETİ Mİ GÖRDÜ?
“Büyük bir çevre kirliliğinin yaşandığı ülkemizde AKP hükümeti, çevre kirliliğini oluşturan en büyük sorun olarak poşetleri mi görmüştü?” sorusunu yönelten Ekoloji Birliği, 10 Aralık 2018’de kanunun poşetlerden devlete para kazandıracak biçimde tasarlandığını ifade etti. “Geri kazanım katılım payı” olarak adlandırılarak devlete yaratılan gelirin, devletin kasasında nasıl harcanacağı dahi belirlenmediğini aktaran Ekoloji Birliği, bu ek gelirin, geri kazanım amacı dışında, devletin açıklarını kapatmak için harcanacağını dile getirdi.
‘ÇEVRECİ’ DENİLEN KANUNUN BAZI MADDELERİ ÇEVRE DÜŞMANI
Poşetleri ücretlendirerek çevreci bir uygulama gibi gösterilen Kanun Değişikliği'nde yer alan bazı maddelerin, çevreye geri dönüşsüz zararlar verecek türden olduğuna işaret eden Ekoloji Birliği açıklamasında, bu maddelerden birkaç örnek de verildi:
Denizlerimiz yenilenebilir enerji alanı haline getirildi.
Kirletme bedeli, emisyon ücreti gibi adlar altında devlete yeni para kaynakları yaratıldı.
Amacından saptırılan Kyoto Protokolü hükümlerinden biri olan ‘karbon ticareti’ni başlatacak mekanizmaların yaratılması için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na yetki verildi.
Çıkarılan kanunun, gerekli ön çalışma ve düzenlemeler yapılmadığı için birçok eksiklik barındırdığına dikkat çekilen açıklamada, kanun değişikliğinin, şirketleri, vatandaşı atıkların geri dönüşüme zorlayıcı hiç bir hüküm içermediğinin altı çizildi.
ŞİRKETLERE DİKENSİZ GÜL BAHÇESİ YARATMA ÇABASI
Plastik atıkların büyük çoğunluğunun su ve içecek ambalaj atıklarında oluştuğuna dikkat çekilen açıklamada, “Naylon poşeti ücretlendiren bu kanun değişikliğinde, şişelerin de dahil olduğu plastik atıklar için depozito uygulaması 2021 yılına kadar ertelendi. Biz Ekoloji Birliği olarak bu girişimi, Türkiye'de son yıllarda hep yapıldığı gibi zamanı geldiğinde bu süreyi daha ileri bir tarihe öteleyerek şirketler için dikensiz gül bahçesi yaratma çabalarının bir adımı olarak değerlendiriyoruz. Bununla birlikte kanun değişikliği alelacele hazırlandığı için vatandaşın para verip alacağı poşetlerin üzerinde şirket reklamlarının kaldırılması hiç akla getirilmediği anlaşılıyor” denildi.
TÜM PLASTİK VE PETLERİN KULLANIMI YASAKLANMALI
Çevre sorunlarının bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekliliğine vurgu yapılan Ekoloji Birliği açıklamasında, “Havamız, suyumuz, toprağımız kirletilirken, temiz değilken, doğal ve tarım alanlarımız yok edilirken çıkartılan bu kanun değişikliği poşetleri devlete para kazanma aracı olmaktan başka bir amaca hizmet etmeyecektir. Yalnızca plastik poşetlerin değil, zorlayıcı önlemler alınarak tüm plastiklerin ve petlerin kullanımının azaltılması gerektiğine inanıyoruz” görüşleri ifade edildi. (HABER MERKEZİ)

https://www.evrensel.net/haber/371511/ekoloji-birligi-amac-cevre-koruma-degil-devlete-para-kazandirma

18 Ocak 2019 Cuma

Ege Üniversitesi kampüsü Millet Bahçesi yapılmak isteniyor


18 Ocak 2019 15:59

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Ege Üniversitesi kampüsünün Millet Bahçesi yapılacağını açıkladı. Peki Millet Bahçesi için neden bu yer seçildi?
Özer AKDEMİR
İzmir
Bilim insanları tarafından ‘İzmir'in temiz hava fabrikası’ diye nitelendirilen Ege Üniversitesi kampüsü AKP'nin hedefinde. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Ege Üniversitesi kampüsünün Millet Bahçesi yapılacağı yönündeki açıklaması birçok kesim tarafından kentin tam ortasında kalan bu yeşil alana AKP'nin gözünü diktiği şeklinde yorumlanıyor.
Ege Üniversitesi kampüsü Millet Bahçesi yapılmak isteniyor

EGE ÜNİVERSİTESİ KAMPÜSÜNDEKİ ORMANLIK ALAN
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz günlerde partisinin İzmir'deki aday tanıtım töreninde “Ege Üniversitesi Bornova Kampüs alanına Millet Bahçesi için çalışmalara başladık” derken, 290 bin metrekare alanda çalışmaların devam edeceğini söylüyordu. Bu 290 bin metrekarelik alanın Çevre ve Şehircilik Bakanı’nın çeşitli kereler Ege Üniversitesi Rektörlüğüne yaptığı ziyaretlerde dile getirilen projelerle ilgili olduğu görülmekte. Bu ziyaretlerde Bakanlık ile Rektörlük arasında “hazineye ait atıl arazileri hem de üniversite mülkiyetindeki arazileri değerlendirileceği” bir protokolün imzalanmasından bahsediliyordu. Bahsedilen alanın Ege Üniversitesi kampüsündeki ormanlık alan olduğu düşünülüyor. Bu alan, hazine tarafından eğitim ve bilimsel araştırma amacıyla kullanılmak üzere hazinece tahsis edilmiş ya da vatandaşların kamulaştırılmış arazilerinden oluşuyor. Yaklaşık 3450 dönümlük Ege Üniversitesi kampüs arazisinin Ankara yolunun kuzeyinde kalan 545 bin metrekarelik Lojmanlar Yerleşkesinde. Yerleşke içinde Ege Üniversitesi konuk evi, Güneş Enerjisi Enstitüsü ve personel lojman binaları ile fıstık çamı koruluğu ve zeytinlikleri içeren Ege Üniversitesi Ormanı yer almakta. Yaklaşık 290 bin metrekarelik bir alanı kaplayan fıstık çamı koruluğu 1983-1984 yıllarında Ege Üniversitesi ormanı oluşturmak amacıyla Orman Genel Müdürlüğü’nün katkılarıyla fıstık çamı plantasyonu yapılarak oluşturulmuştu. Yerleşkenin Kuzey ve Batısında bulunan zeytinlikler ise yaklaşık 108 bin metrekarelik bir alanı kaplamakta.
ZATEN HALKA AÇIK
Yerleşkede yer alan 2200 metre uzunluğundaki yürüyüş parkuru üniversite personelinin yanı sıra halka da açık yürüyüş, koşu ve bisiklet parkuru olarak haftanın her günü aktif olarak kullanılmakta. 290 bin metrekarelik bu koruluk, yüz ölçümü 420 bin metrekare olan Kültürpark’ın yaklaşık 4'de 3'ü kadar büyüklüğü ile İzmir’in akciğerlerinin önemli bir parçası durumunda. 550 dönümlük lojmanlar bölgesinin yarısını kaplayan yaklaşık 290 dönümlük bu ormanlık alan zaten halka açık olup, isteyen çoluk çocuğu ile gelip yürüyüş yapabilmekte, konuk evindeki restoran ve kafeteryada yiyip içebilmekte.
İMAR YASAĞI VAR
Bornova Belediyesi’ndeki imar kayıtlarına göre kentin temiz hava ve yağış gereksinimi yönünden vazgeçilmez oksijen deposu olan ve Ege Üniversitesi ormanı olarak bilinen bu koruluğun üzerinde imar yasağı var. Ayrıca yerleşkedeki tüm ağaçlar da koruma altında. Yani üniversite bile bu ormanda eğitim amaçlı da olsa en küçük bir yapılaşmaya gidemez. Ancak AKP defalarca örneği görüldüğü gibi belediyeleri devreden çıkarıp Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın imar planı değişikliği kararlarıyla bu yasağı aşabilir.
BİNLERCE AĞAÇ KESİMİ SÖZKONUSU
Millet Bahçesi'nin projesi henüz açıklanmamış olsa da başka kentlerde uygulanmaya konulan projelerde olduğu gibi spor sahaları, çocuk parkları, kafeterya, piknik alanı gibi son derece geniş binaların yapılması söz konusu.
Bu aktivite mekanlarının ve yapıların yapılabilmesi için 290 dönümlük koruluğun en az yarısı büyüklüğünde bir alanda binlerce ağacın kesilme olasılığı var. Bu durum, ormanın iklim ve hava kirliliği gibi çevresel etki faktörlerine olan olumlu etkisini yok edebilecek. İzmir'in çeperinde içinde birçok kıraç arazi varken, kente yeni yeşil alanlar kazandırmak gibi bir amaçtan bahsediliyorsa, zaten yetişmiş bir orman alanı, kentin akciğerlerinden birisi neden gündeme getiriliyor sorusu yanıt bekliyor?
BİLİM: MUTLAKA KORUNMALI DİYOR?
Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Peyzaj Mimarlığı öğretim üyeleri Çiğdem Coşkun Hepcan ve Şerif Hepcan'ın EÜ Ziraat Fakültesi Dergisinde 2017 yılında yayınlanan “Ege Üniversitesi Lojmanlar Yerleşkesinin Hava Kalitesinin İyileştirilmesine Yönelik Düzenleyici Ekosistem Servislerinin Hesaplanması” başlıklı bilimsel araştırması, bu ormanın ve içinde bulunduğu lojmanlar yerleşkesinin kentin temiz hava fabrikası gibi işlev gördüğünü ve mutlaka korunması gerektiğini gösteriyor. “Yerleşkedeki geniş ve sık dokulu taç örtüsünün bir yılda toplam 324.47 ton zararlı kirleticinin atmosferden uzaklaştırılması ve yaşamları boyunca 8107.86 ton karbondioksitin depolanması yoluyla kente önemli ekolojik katkılar sağladığını gösterdi. Bu özellikleriyle Lojmanlar Yerleşkesi hem kentsel açık yeşil alanların değerli bir bileşeni, hem de nitelikleri itibarıyla ekosisteme olan olumlu katkısı  açısından örnek bir yeşil alandır. Bu nedenle yapılaşma baskısına karşı bitki dokusu ve açık-yeşil alan varlığıyla mutlaka hassasiyetle korunmalıdır.”

13 Ocak 2019 Pazar

Poşet parası (Pazar yazısı)


13 Ocak 2019 02:30
Poşet parası

PAZAR
Eve geldiğinde burnundan soluyordu. Güler yüzle kapıyı açan karısının yüzüne bakmadı bile. Doğrudan mutfağa gidip, elindeki poşetleri masanın üzerine fırlatır gibi bıraktı. Poşetlerin birinin içinden gelen “çıtt” sesi siniri daha da arttırdı. ‘Çıtt’ sesinin geldiği poşetin ağzını açıp baktı. Üzerinde kocaman üç yumurta ve gülen sarı bir tavuk resmi bulunan kartonun kenarından yumurtanın sarısı akmaya başlamıştı bile.
Karısı mutfak kapısında durmuş şaşkın şaşkın bakıyordu.
“Ne oldu? Neye öfkelendin bu kadar?” diye sordu.
Kaç yumurta kırıldığını anlamak için poşetten çıkardığı yumurtalara bakarken biraz sakinleşmişti. Neyse ki sadece bir tanesi kırılmış görünüyordu.
Derin bir “offf” çekip, içindeki kızgınlığın kalanını da boşaltmaya çalıştı.
“Markette her ürünün fiyatı uçmuş gitmiş. Bu yetmezmiş gibi çıkarken aldıklarımı koyduğum iki poşetten de para aldılar. Unutmuştum ben, poşetlerin paralı olduğunu. Bırakamadım da geri...”
Karısı gülmesini içinde tuttu. Gitti adamın omzunu şefkatle okşadı. Eşine hak verdi. 25 kuruşun bile hesabını yaptıkları günler hiç bitmiyordu ki...
Adam, aldığı malzemeyi çıkarırken, kırılmış yumurtayı mutfak tezgahının üzerinde çöp kutusu olarak kullandıkları plastik kabın içindeki poşete attı.
“Eee, şimdi çöp kovasına ne yerleştireceğiz o zaman” diye geçirdi içinden.

Poşet parası

***
Sabah, servis beklediği durağa gitmeden önce, her zaman yaptığı gibi durağın yanındaki fırından iki poğaça, kaynamış bir yumurta, bir tane de küçük kutularda satılan meyve sularından aldı. Meyve suyunun yan tarafına yapıştırılmış plastik pipet var mı yok mu diye bakmayı ihmal etmedi bu sefer. Dün bakmamış, pipetsiz çıkınca epey zorlamıştı meyve suyunu içmek.
Tezgahtar kız aldıklarını poşete koyarken “Bundan da para alacaklar mı acaba?” tedirginliği geçti içinden. Neyse ki her zamanki kadar bir para ödedi aldıklarına.
Fırından hâlâ karanlık ve soğuk olan sokağa çıktığında “Oldu olacak bu meyve suyu kutularından, bu pipetlerden de para alsınlar” diye düşündü. Buz gibi bir rüzgar içini üşütmeye başladığında gocuğunun yakasını iyice kaldırdı. Önündeki plastik su şişesine tekme atıp işçi servisinin geleceği durağa yürüdü.
*
Çamdibi-Aliağa arasında bir saate yakın süren yolculuğun ilk 15 dakikasında yine hep yaptığı gibi kahvaltılıklarını yedi. Sabah uykusuna geçmeden önce telefonundan günün haberlerine baktı.
“Turizm şirketi sahibi turizm bakanı cennet gibi bir koyu kendine otel yapmak için imara açtı”
“Cumhurbaşkanının yazlık sarayı yapımı için Okluk Koyu’nda inşaat sürüyor.”
“Plastik poşetlerden alınan 25 kuruşun 15 kuruşu bakanlığa, 10 kuruşu markete kalacak”
“Cumhurbaşkanı; ‘denizlerimizin kenarlarını, orman alanlarını betona çevirme gayretinde olanlar var. Şu para var ya nelere muktedir, şu kapitalizm nelere muktedir. Doğa şöyle olmuş böyle olmuş, umurunda değil...’ dedi”!
Köprüye zam, asgari ücretin vergi diliminde artış, pazar fiyatları el yakıyor ve memlekette çıkan gazetelerin çoğu bunların hiç birisini yazmıyordu!..
Telefonu sinirli sinirli cebine sokarken, iki elini göğsünün üzerinde birleştirip koltuğu geriye yatırdı ve uyudu...
**
Kamyon inleye inleye yolu çıkıyordu. Yol siyah yapışkan bir toza bulanmıştı. Günlük güneşlik havada, yoldan kalkan toz nedeniyle kamyonun pencerelerini sıkı sıkıya örtmüştü. Yanından geçtiği ağaçların yaprakları o kadar acıklı görünüyordu ki!..

Çevredeki fabrikaların bacalarından oluk oluk duman fışkırıyordu. Yaklaşık 2 kilometrelik yolun sağı solu hep fabrikalarla doluydu. Kimi fabrikalar arkasında ne olduğunu göstermeyen yüksek levhalarla çevrelenmişti. Bunların arkasındaki gizlenmeye çalışılan şeyi çok iyi biliyordu o.
Kamyonunun kasasına doldurduğu 20 tonluk yükte de yüksek levhalar ardına gizlenmeye çalışılan şey vardı; demir çelik fabrikaları ve termik santralden çıkan cüruf atıkları!
Kamyonu yolun sağındaki ince asfalt bir yola doğru döndürdü. Yol hafif bir eğimle tırmanışa geçti ve bir süre sonra sağlı sollu cüruf dağlarının arasından ilerleyerek küçük bir çam ormanının karşısındaki tepenin üzerinde durdu. Tepe ovanın ortasında sonradan oluşmuş bir cüruf tepesiydi. Dorseyi kaldırıp cürufu boşalttıktan sonra kamyonu üzerinde tek bir otun dahi bitmediği bu pis kokulu yapay tepeden indirdi. Hiç durmadan geldiği yoldan fabrikaya doğru dönüşe geçti. Cüruf tepesinin altındaki çukurda kalan alan sularla dolmuştu. Gölyüzü deniyordu bu küçük düzlüğe. Dökülen cüruflarla her geçen gün ufalan ve yakında izi bile kalmayacak olan sulak alanlardan birisiydi.
Demir çelik fabrikasında çalışan bir işçi olarak buraya günaşırı getirip döktüğü tonlarca cürufun ‘tehlikeli atık’ olduğunu gazeteden öğrenmişti. Ülkenin en güzel ormanlarının, ovalarının, dağlarının şirketler tarafından nasıl talan edildiğini her gün görüyordu. “Çevreyi temiz tutmak için poşetleri paralı yapıyoruz” diyenlerin iki yüzlülüğüne artık şaşırmıyordu. Bir taraftan hükümetin iyice ‘Sinekten yağ çıkarma’ ustası haline geldiğini düşünüyor, bir taraftan da kendilerini yıllardır 25 kuruşun hesabını yapmak durumunda bırakmalarına lanet ediyordu.

11 Ocak 2019 Cuma

Aydın'da hastaneye 300 metre uzaklıkta JES açılıyor!


Aydın’ın en büyük hastanesinin yanı başına JES kuran şirket proje tanıtım dosyasında zeytinlik alanları adeta gizlemiş.
11 Ocak 2019
Fotoğraf: AYÇEP
Özer AKDEMİR
Aydın'da kent merkezini adeta kuşatan jeotermal şirketleri kentin artık içlerine kadar sokuluyor. Aydın'ın en büyük hastanesine 300 metre uzaklıkta jeotermal enerji santrali (JES) yapmaya başlayan şirket, proje tanıtım dosyasında zeytinlik alanları adeta gizlemiş.
Aydın'da Adnan Menderes Üniversite Hastanesi'ne 300 metre uzakta yeni bir jeotermal santrali kuruluyor. Tamamı tarım arazisi üzerinde, zeytinlik ve incir bahçelerinde kurulacak olan JES konusunda köylülerle görüşmeye giden AYÇEP'liler çok ilginç bir görüntüyü fotoğrafladılar.
ŞİRKET DEREYE BORU HATTI YAPMIŞ!
Geçtiğimiz günlerde Kalfaköy'e giderek köylülerle yapılmak istenen JES projesi hakkında görüşen Aydın Çevre ve Kültür Platformu (AYÇEP) üyelerine köylüler tarafından gösterilen görüntüler projenin yöre açısından ne kadar riskli olacağının kanıtı gibi. Şirketin arazide kuyu çalışmaları yaparken birçok zeytin ağacını kestiğini belirten köylüler, AYÇEP'lileri kuyuların açıldığı yere götürdüler. AYÇEP Sekreteri Gönül Hastaoğlu kuyuların olduğu alanda yaptıkları gözlemde,  karşılarına çıkan ilginç manzarayı şu şekilde anlattı:
“Şirket yan yana üç tane kuyu için hazırlık yapmış. Kuyu sondajları için metal boruları yerleştirmişler. Üç kuyunun yanında içine naylon serili küçük bir çukur açarak bu sondaj sırasında çıkacak akışkanı güya burada toplamak istemişler. Ancak bu çukur sadece bir kuyudaki çalışma ile dolabilecek kadar küçük. Şirket bunu da hesap etmiş olacak ki, toprağın altından geçirilen künk borularla çukura dolacak akışkanın Zindan Deresine dökülmesini sağlamak üzere bir boru hattı yapılmış. Biz bu kuyuların yanında tuz ruhuna benzer kimyasal bir madde kokusu nedeniyle çok fazla duramadık. Sondaj sırasında kullanılıyormuş bu kimyasallar.”
Hastaoğlu, köylülerin Aydın kent merkezine çok yakın bir konumdaki tarlalarının imara açılmasını beklerken JES projesi ile karşılaştıklarını, bunu istemediklerine dair dilekçelerle önümüzdeki günlerde mahkemeye başvurmak istediklerini aktardı.
 
Fotoğraf: AYÇEP
HASTANEYE 300 METRE!
‘KEN KİPAŞ Elektirik Üretim A.Ş.’ tarafından Aydın ili, Efeler ilçesi, Kalfaköy mahallesi yakınlarında yapılmak istenen JES 18 MW gücünde. JES Proje tanıtım dosyasında (PTD) yer alan ifadeler santralin nasıl bir alana kurulmak istendiğini gösteriyor:
“Proje alanı ve yakın çevresi tarım arazileri ile kaplı olup, planlanan santral alanının 300 metre güneyinde Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Kampüsü, 1 km güneyinde Aydın Merkez İlçesi, yine 1 km kuzeydoğusunda ise Kalfaköy Mahallesi bulunmaktadır.”
ZEYTİNLİKLER PROJE DOSYASINDA 'UNUTULMUŞ'!
Proje tanıtım dosyasında tarım arazisi olarak görünen JES alanının tarım dışı kullanımı için ÇED sürecinden sonra “Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu” uyarınca, Aydın İl Tarım ve Orman Müdürlüğü ve/veya Tarım ve Orman Bakanlığı’ndan gerekli izinler alınacağı dile getiriliyor. PTD'de yer verilen proje alanı ile ilgili fotoğraflarda JES kurulmak istenen arazinin zeytinliklerle kaplı olduğu görülürken, dosyada bu konuya dair hiçbir bilgiye yer verilmiyor. Arazinin zeytinlikler ve incir bahçeleri ile dolu olduğu PTD'nin eklerinde yer alan Ek-8 Genel Yerleşim planında açıkça ortaya konmuş ancak PTD dosyasında buna dair hiçbir cümlenin olmaması dikkat çekiyor. Ek-8'deki Genel Yerleşim Planının büyütülmesi ile görülebilen tesis alanında yapılacak JES birimlerine yer verilirken “içerisinde 60 adet zeytin olan tarla”, “95 ağaçlık zeytinlik”, “İçinde kagir ev olan incir bahçesi” gibi bölümlerdeki bu ağaçların ne olacağı ile ilgili PTD dosyasında bir açıklamaya rastlanılmıyor. Ancak PTD'nin eklerinde yer alan Çevre Düzeni Planında Zeytinlik alanlarda Zeytincilik Yasasının geçerli olduğu belirtiliyor. Yasaya göre “Zeytinlik sahaları içinde ve bu sahalara en az 3 kilometre mesafede zeytinyağı fabrikası hariç zeytinliklerin vegatatif ve generatif gelişmesine mani olacak kimyevi atık bırakan, toz ve duman çıkaran tesis yapılamaz ve işletilemez.”
KONFÜÇYÜS VAR ÇEVRESEL ETKİLER YOK!
Hz. İbrahim’den Konfüçyüs'e, George Lucas'tan Leonardo Da Vinci’ye kadar sondaj ve kuyu açma tarihi gibi son derece gerekli (!) bilgilerin olduğu PTD dosyasında, Aydın'ın en önemli hastanesine bu kadar yakınlıktaki bir JES'in çevreye, havaya, suya, zeytine, incire olan etkilerine yer verilmemiş. Şu an için ÇED süreci başlayacağı duyurulan JES projesi için ön hazırlık çalışmaları yapılan üç kuyu için kaç zeytin ağacının kesildiği, arazide başkaca ne tür bir faaliyetin yapıldığı gibi bilgilere de PTD dosyasında ulaşmak mümkün değil.

6 Ocak 2019 Pazar

Taziye çadırı oldu direniş çadırı (Pazar yazısı)


06 Ocak 2019 06:50
Birkaç gün önce gece vakti Manisa Salihli’nin doğusunda, yığma alüvyon bir tepenin yamacına kocaman bir çadır kuruldu. Demir iskeletlerin üzerine naylon branda geçirildi hemencecik ve bir saatte hazır edildi. Hacıbektaşlı Mahallesi’nde yaşayan Kürt kökenli yurttaşların yıllardır kullandıkları taziye çadırı, bir anda direniş çadırı haline getirildi. İçine de varilden bozma irice bir soba, bir köşeye çay ocağı, plastik sandalyeler, birkaç masa ve bolca odun - kömür konulunca, işte size direniş çadırı…

Hacıbektaşlı Mahallesi’nde yaşayan Kürtler taziye çadırını direniş çadırı yaparken, çay ocağında demlenen çayı, Kurtuluş Savaşı sırasında Salihli’ye yerleşerek mahalleye adını veren, şu an ise çok az kalmış bir Hacıbektaşlı Alevi dağıtıyordu. Sobanın başında başörtülü, başı açık kadınlar sohbet ediyorlar. Kimi Yörük, kimi Türkmen, kimi Kürt, kimi göçmen...
Hacıbektaşlı’da halkın başına gelen bela bir anda mahallede yaşayan değişik milliyetten, değişik mezheplere üye insanları kaynaştırmış, aynı mücadelenin birer parçası olarak direniş çadırında buluşturmuştu.


Direnişe destek için Salihli’nin başka bir mahallesinden gelen Kabazlı Dayanışma Grubu Başkanı Aygül Uysal direniş çadırının kurulma öyküsünü yaşadığı şaşkınlığı gizlemeden anlattı; “Bu mahalleye jeotermalin zararları ile ilgili bilgi vermeye gelirken bana dediler ki; ‘Orada çok farklı kökenden insanlar var. Her biri ile ayrı ayrı toplantı yapmanız lazım’. Yaparız dedim, ne olacak. Akşam kadınların çoğunlukta olduğu, çoluk çocuk mahallelinin katılımıyla bir salonda toplananlara 15 dakika kadar JES’lerle ilgili bilgi verdiğimde genç bir arkadaş araya girdi; ‘Abla biz senin dediklerini çok iyi anladık. Daha fazla anlatmana da gerek yok. Şimdi hemen direniş çadırını kuracağız’ dedi. İki saate çadır kurulmuş, nöbete başlanmıştı. Biz bu çadırın, yaşam nöbetinin gerekliliğini Kabazlı’ya aylardır anlatamıyoruz oysa. Çok şaşırdım”.
*
Direniş çadırının kurulduğu gecenin sabahında gittiğimde kadınlar çadırın içinde sobanın başına oturmuşlar, erkekler çadırın kurulduğu yolun üzerine kümelenmişlerdi. Mahalleli bu toprak yoldan şirket elemanı hiç kimsenin geçişine izin vermiyordu. Geldiğimizi duyan kadınlar hemen ellerinde “Çocuklarımızın geleceği için JES’e hayır” yazan dövizlerle çadırın önüne çıktı. Mahalleli kadınlardan Eşe Kozak o sabah hazırladıkları bildiriyi okudu kameraya; “JES’lerin Aydın halkına verdikleri zararı gördük. Arıların ölümüne, ağaçların kuruduğuna, suların zehirlendiğine şahit olduk. JES buraya kurulursa, bu ovalardaki binlerce çiftçi, binlerce işçi, işsiz ve çaresiz kalacak”.
JES kurulan arazinin eski durumunu gösteren fotoğraflar aslında her şeyi anlatıyordu; Yemyeşil otlar ve sarı çiçeklerin açtığı tepenin üzerinde oynayan çocuklarının fotoğrafıydı ilki. Çocukların üzerinde durdukları yeşil tepe yoktu artık! Arka fonda Salihli’nin evlerinin görüldüğü başka bir açıdan çekilmiş fotoğrafta çocukların oturduğu yerde ise şimdi 75 metrelik bir sondaj kulesi bulunuyordu!
Çadırın kurulduğu yerin 20-30 metre aşağısında üç tane okul vardı. Öğrencilerin teneffüslerde girip çıktıkları, bahçede koşup oynadıkları rahatlıkla görülüyordu. Bitişikte bir evin bahçesindeki ağacın dalları portakalların ağırlığından eğiliyordu. Çadırın önünden geçen, kıyılarında yaban çileği çalıları olan yola bitişik soğan tarlasındaki yeşil soğanlar bir karış uzunluğa erişmişti.
Toprak yol biraz yukarıda ikişer katlı iki evin önünden geçiyor, sonra daha 20 gün öncesine kadar yemyeşil olan tepecikte son buluyordu. JES şirketi 15 gün içerisinde tepeceği ortadan kaldırmış, ortasına dibi siyah plastik örtü kaplı bir havuz yapmıştı. Dev gibi bir sondaj makinesinin çevresinde, büyük mavi renkli plastik depolar ve tesislerde çalışan işçilerin kalmaları için prefabrik konteynerler yan yana dizilmişti.
Daha tamamlanmamış jeotermal tesisinin görüntüsü bile insanı ürpertiyordu. Gediz Ovası’nın bu verimli topraklarındaki doğanın hali içler acısıydı. Hacıbektaşlı Mahallesi’nin tepesinde dikilen sondaj kulesi ise bu acıklı tablonun üzerine tüy dikiyordu sanki.
Salihli Hacıbektaşlılar Anadolu’nun değişik yerlerinden gelerek yurt edindikleri topraklarda sağlıklı yaşam haklarının bir şirket tarafından ellerinden alınmasına karşı bugün birlikte direniyorlar. Bir taziye çadırını halkların direniş çadırı haline getirmişler, mevsimin soğuğuna aldırmadan içerisinde kardeşçe, omuz omuza yaşam nöbeti tutuyorlar.
*
Bu yazının yazıldığı gece, jandarma sabaha karşı 03’te direniş çadırını basarak söküp götürdü. Çadırda nöbet tutan 8-10 genç karşı koymaya fırsat bile bulamadılar. Mahalleliler, “Biz sağlıklı bir yaşam için, çocuklarımıza mutlu bir gelecek bırakmak adına mücadele ediyoruz. Çadır dediğin dört direk bir muşamba. Gene kurarız” diyorlar.

3 Ocak 2019 Perşembe

Enerji Bakanlığı da 'Kanser Köye' gözünü kapatmış durumda


 03 Ocak 2019 20:53


Bakanlık soru önergesi yanıtında Greenpeace’in içme sularında tespit ettiği radon-222 gazının adını dahi anmadı.



Özer AKDEMİR
İzmir
HDP İzmir Milletvekili Murat Çepni’nin, Söke Kisir Köyü'nde Greenpeace tarafından yapılan radyasyon ölçümlerine dair raporla ilgili TBMM'ye verdiği yazılı soru önergesine Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez’den yanıt geldi. Greenpeace’in 2017 yılında yaptığı analiz sonuçlarını içeren rapordaki sonuçları görmezden gelen Bakanlık TAEK’in 2015 yılında yaptığı ve hiçbir sorun görmediği ölçümleri adres göstermekle yetindi. 
İÇME SUYUNDA 24 KAT YÜKSEK RADON 222
Evrensel'in kamuoyu gündemine taşıdığı Greenpeace Kisir Raporu ile ilgili Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez'in yazılı olarak yanıtlamasını istediği soru önergesinde HDP’li vekil Çepni, Kisir köyündeki kanser olayları ile köyün yakınlarındaki Osmankuyusu mevkiinde 1960'lı yıllarda yapılan uranyum sondaj çalışmaları arasında bağ kurulduğuna dikkat çekmişti. Greenpeace'in konu ile ilgili Kisir Köyü'nde 17-18 Haziran 2017 tarihleri arasında sertifikalı radyasyon uzmanları Jekhi Harkonen ve Jan Beranek de aralarında yer aldığı dört kişilik bir ekiple bölgede incelemelerde bulunduğunu aktaran Çepni, "Çalışma sonunda açıklanan raporda, 'Su analizlerinde özellikle bir noktada ciddi bir sorun tespit ettik. Bölgede yaşayanların içme suyu için kullandığı bir çeşmede, radon 222 radyoaktivitesinin Avrupa Konseyi Direktifi'nde belirtilen litrede 100 bekerellik sınır değerin çok üstünde, 2400 bekerel civarında olduğu görüldü” denilmektedir" demişti. Çepni, köye 2.5  kilometre uzaklıktaki eski uranyum sondaj alanında da limitlerin 35-40 katı radyasyon ölçüldüğünü ifade ederek; Greenpeace raporunda 'Kısa süreliğine de olsa bu noktalara gelinmemesi gerekiyor halbuki sahanın etrafında ne bir uyarı levhası ne de sahaya girmenizi engelleyecek bir önlem var. Maden sahasının ıslah edilmesi, numune alındığı belirtilen ve uygun bir şekilde kapatılmamış olan noktaların acilen kapatılması gerekiyor” cümlelerine dikkat çekmişti. 

BAKANA 9 KİSİR SORUSU 
Çepni, Enerji Bankına yönelttiği 9 soruda, Greenpeace ölçümleri ile TAEK ölçümleri arasındaki farkın nedenlerinin yanı sıra bu raporun ardından köyde herhangi bir radyasyon ölçümü yapılıp yapılmadığını sormuştu. Çepni, bölgede yoğun olarak tarımsal faaliyet yürütüldüğünden, tarımsal faaliyette kullanılan suda radyasyon ölçümü, uranyum sondaj alanına komşu mandıranın durumunu ve köylülerin zararlarının giderilip giderilmediği gibi sorular yöneltmişti.
GREENPEACE 'ÇOK YÜKSEK' TAEK 'HİÇBİR SORUN YOK'!
Çepni’nin sorularına Grenpeace’in raporunun TAEK tarafından 2015 yılında yapılan ölçüm sonuçları ile karşılaştırıldığı yanıtını veren bakan Dönmez, “TAEK verilerine göre, elde edilen radyasyon değerlerinin insan sağlığını olumsuz etkileyecek düzeyde olmadığı belirtilmiştir” dedi. Kisir’de bir adet Radyasyon Erken Uyarı Sistemi (RESA) kurulduğunu belirten Bakan Dönmez, buradaki verilerin TAEK’in Resmi internet sayfasında anlık olarak yayınlandığını ileri sürdü. Köyün içme suyunu karşıladığı şebekeden akan musluklarda Greenpeace tarafından ölçülen limitlerin 24 katı Radon-222 gazı ile ilgili soru önergesi yanıtında tek satır açıklama yapmayan Bakan Dönmez, sadece tarımsal sulama suyunda TAEK tarafından analiz yapıldığını belirtmekle yetindi. 
RADON GAZININ ADI DAHİ ANILMAMIŞ!
Bakan Fetih Dönmez’in yanıtları Çepni’nin soru önergesine yanıt vermiş gibi görünmekten öte bir anlam taşımamakta. Radyasyon uzmanı kişilerce alınan örneklerin Fransa’da akredite bir laboravutuvarda analiz ettirilmesi sonrası ölçüm sonuçlarına dair hazırlanan Greenpeace Raporu ile TAEK’in 2015 yılı ölçümleri arasındaki bariz çelişkiye hiç değinmeyen Dönmez, bilim insanlarının üzerinde en çok durduğu ve “kanserlerin nedeni bu” dediği musluk sularında tespit edilen radon-222 gazına dair tek cümle bile bir açıklama getirmedi. Çepni’nin soru önergesine verilen yanıtlar, “Bakanlık Kisirlilerin radyasyonla iç içe bir yaşam sürmelerini, radyoaktif gazlarla kirlenmiş suları içmelerini bir kez daha görmezden gelerek geçiştirdi” şeklinde yorumlanabilir. 
https://www.evrensel.net/haber/370119/enerji-bakanligi-da-kanser-koye-gozunu-kapatmis-durumda

Ekoloji Birliği'nden ve TTB'den bilim insanı Bülent Şık'a destek


03 Ocak 2019 14:48
 Son Düzenlenme Tarihi: 03 Ocak 2019 21:10

Ekoloji Birliği ve TTB, gizlenen kanser raporunu halka açıkladığı için hakkında hapis istemiyle dava açılan bilim insanı Bülent Şık'a destek verdi.

Gizlenen kanser raporunu halka açıkladığı için hakkında 12 yıl hapis istemiyle dava açılan bilim insanı Bülent Şık'a Ekoloji Birliği destek verdi. Türk Tabipleri Birliği (TTB) de Sağlık Bakanlığı’a araştırmanın sonuçlarının neden kamuoyuna açıklanmadığını sordu.

'RAPORU AÇIKLAMAYAN SAĞLIK BAKANLIĞI SUÇLUDUR'
Ülke genelinde 60 yerel ekoloji örgütünün birliği olan Ekoloji Birliği Bülent Şık'a açılan dava ile ilgili yazılı açıklama yaptı. Ekoloji Birliği "Asıl suçlu, kanser raporunu 4 yıl boyunca halktan gizleyerek görevine ve halka ihanet eden Sağlık Bakanlığı'dır" dedi.
Türkiye'de halkın, gıdasının yenmeyecek, suyunun içilmeyecek kadar zehirli kimyasallarla kirli olduğunu Sağlık Bakanlığı'ndan değil, Gıda Uzmanı ve Yazar Bülent Şık'ın yazdığı makalelerden öğrendiğini belirten Ekoloji Birliği, Sağlık Bakanlığı'nın yaptırdığı araştırmada görev alan Bülent Şık'ın, araştırma sonuçlandıktan 3 yıl sonra kendine ait bilgileri halka açıkladığını dile getirdi.
Sağlık Bakanlığı'nın 2011 - 2015 yılları arasında Kocaeli, Kırklareli, Tekirdağ, Edirne ve Antalya illerinde gıda ve su örnekleri analizinin, kanser ve pek çok hastalık nedeni olarak bilinen pestisit, ağır metal, poliaromatik hidrokarbon gibi zehirlerle gıdalarımızın imha edilmesini gerektirecek kadar kirlendiğini ortaya koyduğunu aktaran Ekoloji Birliği, araştırma yapılan illerimizde suyun, kurşun, alüminyum, krom ve arsenik kirliliği nedeniyle içilemez durumda olduğu anlaşıldığını hatırlattı.
EKOLOJİ BİRLİĞİ: SAĞLIK BAKANLIĞI, GÖREV İHLALİ YAPTI
Araştırmanın yapıldığı Kocaeli Dilovası’nda her üç ölümden biri, Tekirdağ, Kırklareli, Edirne’de her beş ölümden biri, Antalya’da ise her on ölümden biri kanserden kaynaklandığını aktaran Ekoloji Birliği, "Antalya ile diğer iller arasındaki çarpıcı farklılık, sanayinin yoğun olduğu yerlerde kirliliğin ve buna bağlı kanserden ölüm oranını dramatik biçimde arttırdığını ortaya koymaktadır. Sağlık Bakanlığı, kanser raporunu aradan 4 yıl geçmesine rağmen bugüne kadar halka açıklamadı. Raporu gereken önlemleri alması için ilgili devlet kurumlarına bile göndermeyen Sağlık Bakanlığı, görev ihlali yaptı" dedi.
Görevini yerine getirmeyen Sağlık Bakanlığı'nın Nisan 2018'de gazetedeki yazı dizisinde, çalışmalarına katıldığı araştırmada kendine ait sonuçları halka açıklayan bilim insanı Bülent Şık hakkında suç duyurusunda bulunduğunu belirten Ekoloji Birliği: "Sağlık Bakanlığı'nın öncelikli görevi, halk sağlığına zarar veren atıklarını havaya, derelere bırakan fabrikaları ve onların sahibi bir avuç sermayedarı korumak değil, halkın sağlığını koruma için bu kirliliğin oluşmasına engel olmaktır. Görevini yerine getirmeyen Sağlık Bakanlığı, gizlediği araştırma sonuçlarını yayınladığı için bilim insanı Bülent Şık hakkında suç duyurusunda bulunarak kendi kurumunu halkın gözünde küçük düşürmüştür. Sağlık Bakanlığı, hatasından geri dönerek Bülent Şık hakkında yaptığı suç duyurusunu derhal geri çekmeli ve yaptırdığı kirlilik araştırma sonuçlarını sansürsüz olarak halka açıklamalıdır" dedi.
Ekoloji Birliği, Bülent Şık davasının izleyicisi olacağını belirterek, "Davanın her aşamasında bilim insanı Bülent Şık'a desteğimizi sunacak, asıl suçlu olan Sağlık Bakanlığı'nı görev ve sorumluluğunu yerine getirmediğini anlatmaya devam edeceğiz" dedi.
TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ'NDEN SAĞLIK BAKANLIĞI'NA SORULAR
Türk Tabipleri Birliği (TTB) Sağlık Bakanlığı’nın Beş İlde Yürüttüğü Çevresel Kirlilik Araştırması Sonuç Raporu Ne Oldu?” başlıklı açıklama yayımladı. TTB açıklamasında Sağlık Bakanlığı’nca yürütülen araştırmanın sonuçlarının neden kamuoyuna açıklanmadığını sordu.
TTB Merkez Konseyi ve TTB Halk Sağlığı Kolu tarafından yapılan açıklamada, söz konusu projenin uzun zaman önce tamamlanmış olmasına karşın henüz sonuçlarının açıklanmadığına ve açıklamak isteyen bilim insanlarının da engellendiğine dikkat çekilerek, Sağlık Bakanlığı’nın bu tutumunun, çevre ve insan sağlığının olumsuz etkilendiği yönündeki kuşkuları doğrular yönde olduğu vurgulandı.
‘BU BÖLGELERDE ÖNLEM ALINDI MI?’
Açıklamada, araştırmanın sonuçlarına ilişkin olarak Sağlık Bakanlığı’na şu sorular yöneltildi:
Adı geçen bölgelerde havadaki toz parçacıklarına (PM) yapışan ve solunum yoluyla bünyemize aldığımız kanserojen kimyasalların araştırılması yapıldı mı? Yapıldıysa sonucu ne oldu?
Projenin yürütüldüğü bu illerde bir yılın kaç gününde Dünya Sağlık Örgütü’nün kabul ettiği hava kirliliği değerleri aşıldı?
Alınan gıda numunelerin yüzde kaçında maksimum kalıntı sınırını aşan pestisitler tespit edildi? Gıda ürününde maksimum kalıntı sınırının altında kalan ancak birden fazla sayıda pestisit içeren numunelerin yüzdesi ne kadardır? Yer altı sularında pestisit ve kalıntıları tespit edildi mi? Edildi ise miktarı nedir? Sularda ve bu bölgelerde üretilen gıda maddelerinde arsenik ve benzeri ağır metal ve eser elementler tespit edildi mi? Eğer edildiyse ne gibi önlemler alındı?
Araştırma sonunda bütün çalışmalar üst üste konularak bir haritalama tekniği ile kanser vakalarının yoğun olduğu bölgelerde kanserojen-kimyasal kirliliğinin de yoğun olup olmadığına bakıldı mı? Bakıldıysa sonuçları nedir?
Klasik modelde bir kimyasalın miktarı azaldıkça zararlı etkisinin de azalacağı kabul edilir. Oysa hormonal sistem bozucu kimyasalların zararlı etkisi düşük dozlara doğru gidildikçe daha çok artış göstermektedir. Çalışmada gıda ürünlerinde saptanan pestisitlerin hormonal sistem bozucu nitelikte olup olmadığı incelendi mi?
Çalışmanın kapsadığı illerde kanser sıklığı ve kansere bağlı ölümler ülke ve dünya ortalamalarına göre nasıl bir değişim izliyor, takip edildi mi?
Projeden elde edilen bilgiler doğrultusunda bu bölgelerde herhangi bir önlem alındı mı? Alındıysa nedir? (HABER MERKEZİ)




Salihli'de Hacıbektaşlı Mahallesi halkı JES'e karşı direnişe geçti


Son Düzenlenme Tarihi: 03 Ocak 2019 18:43
03 Ocak 2019 11:53
Manisa Salihli'de Hacıbektaşlı Mahallesi'nde yaşayan yurttaşlar JES şirketinin kullandığı yolu kesti, çadır kurarak yaşam alanları için nöbete başladı
Özer AKDEMİR
Manisa Salihli’ye bağlı Hacıbektaşlı Mahallesi halkı, mahallelerinde açılmak yapılmak istenen jeotermal enerji santraline (JES) karşı direnişe başladı. Yılbaşı öncesi JES şirketinin çalışmalarına engel olup durduran mahalleli, dün akşam direniş çadırı kurarak şirketin kullandığı yolu kapattı.
JES ALANINA KOMŞU ÜÇ OKUL VAR

Hacıbektaşlı Mahallesi halkı JES’lerin sağlığa, çevreye ve tarıma yaptığı zararlara dikkat çeken ve yaşam alanlarında JES istemediklerini belirten dilekçeleri Salihli Kaymakamlığı, Manisa Valiliği ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığına gönderdi. JES yapılmak istenen alanın yanında üç tane okulun olduğunu, okulların yurdu ve spor salonu bulunduğunu belirten mahalleli, bir de yeni ilkokul projesi olduğunu dile getirdi.
'AYDIN HALKININ ÇARESİZLİĞİNİ GÖRDÜK'
Mahalleli bugün direniş çadırının önünde yaptığı basın açıklamasında bir kez daha JES istemediklerini belirterek, proje iptal edilene kadar direnişe devam edeceklerini söyledi.
 

Basın açıklamasını okuyan Eşe Kozak, Anayasa’nın devlete ve yurttaşa verdiği çevreyi koruma ödevini yerine getirmeye çalıştıklarını belirterek JES’lerle ilgili endişelerini şöyle dile getirdi: Aydın’da yaşayan yurttaşların çaresizliklerini gördük. Bu kentte doğanın nasıl yok olduğunu gördük. Alaşehir yavaş yavaş ölüyor ve onların çaresizliklerini gördük. Sıra bizim topraklara geldi.
Yerin 2 bin 500 metre altında çıkan zehirli akışkanları solumak istemediklerini belirten Hacıbektaşlılar, “JES’leri besleyen bu kuyulardan çıkan akışkanın çevreye verdiği zararları gözlerimizle gördük. Şirketin Yılmazköy’deki JES’leri nedeniyle arılar ölüyor. Zeytin ağaçları kurumaya başladı” dedi.
'JES GİDENE KADAR DİRENECEĞİZ'
30-40 yıllık ömrü olan JES şirketinin bölgeden gittikten sonra ovaların verimsizleşeceğini, insanların kanserle cebelleşeceğini, içme ve sulama sularının kalmayacağını belirten mahalleli, “Bu ovalardaki binlerce çiftçi, binlerce işçi, işsiz ve çaresiz kalacak” dediler. Mahalleliler şirkete yolu kullandırtmayacaklarını, JES gidene kadar direneceklerini belirtti.


Basın açıklamasına Hacıbektaşlı, Çukuroba, Yenipazar’da yaşayan yurttaşların yanı sıra Salihli Çevre Derneği üyeleri de katıldı. 



2 Ocak 2019 Çarşamba

İzmir'in tarihini değiştirecek kalıntılar suyun altında çürüyor


 02 Ocak 2019 15:29

Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu'nun ‘mutlak korunması gereken alan’ raporu verdiği ve sular altında çürüyen Roma kalıntıları TBMM gündemine taşındı.
İzmir'in tarihini değiştirecek kalıntılar suyun altında çürüyor
Özer AKDEMİR
İzmir'in göbeğinde, Konak Meydanı’na 20-30 metre uzaklıktaki bir inşaatın kazı çalışmaları sırasında ortaya çıkan Roma dönemi yapı kalıntıları aylardır suların içerisinde çürüyor. CHP İzmir Milletvekili Murat Bakan İzmir 1 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun ‘mutlak korunması gereken alan’ raporu verdiği kalıntılarla ilgili TBMM'ye soru önergesi verdi.
İNŞAATTAN TARİH ÇIKTI
İzmir’in Konak ilçesinde mülkiyeti Vakıflar Müdürlüğü’ne ait olan 120 yıllık Kaptan Mustafa Paşa İş Merkezi için 2016 yılında yap-işlet-devret modeliyle yapılan çalışmalar sırasında binanın zemininde tarihi buluntular ortaya çıkmıştı. Bu gelişme üzerine iş makineleri ile yapılan çalışmalar durdurulurken 3. derece arkeolojik sit alanında kalan bölgede İzmir 1 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından alanda incelemeler yapılmıştı. Geçtiğimiz yıl mayıs ayında çıkan kalıntılarla ilgili Koruma Kurulu tarafından yapılan sondaj çalışmaları ve incelemeler sonrasında kurul kalıntıların Roma dönemine ait liman, hamam yapısı olduğu sonucuna vararak bölgedeki tarihi kalıntıların tümünün ortaya çıkarılabilmesi için Müze Müdürlüğü’nün çalışma yapması kararına varmıştı.
TARİHİ  KALINTILAR SULARLA DOLDU
Koruma Kurulu'nun ‘mutlak korunması gereken alan’ dediği alanla ilgili aylardır hiçbir çalışma yapılmazken, ortaya çıkarılan yapı kalıntıları yağan yağmur ve zemin suyu nedeniyle sularla dolmuş durumda. Konuyu TBMM gündemine taşıyan Çevre Komisyonu Üyesi ve CHP İzmir Milletvekili Murat Bakan, Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy tarafından yanıtlanması istemiyle yazılı soru önergesi verdi. Gerekli çalışmaların yürütülmemesinin nedeni ile tarihi alandaki mevcut zemin suyunun giderilmesi ve önlenmesine ilişkin çalışmalara ne zaman başlanacağını soran CHP’li Bakan, çalışmaların derhal başlaması için çağrıda bulundu.
KÜLTÜR BAKANINA SORULAR
Murat Bakan, Kültür Ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’a şu soruları yöneltti:
İzmir 1 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından alınan kararda belirtildiği gibi, bir dönemin sosyo-kültürel yaşamını göstermesi ve mevcut alanda kompleks yapı olgusu olduğu anlaşılan ve ‘mutlak korunması gerekli alan’ olarak değerlendirilen söz konusu alanda gerekli çalışmaların yürütülmemesinin nedeni nedir?
Tarihi alandaki mevcut zemin suyunun giderilmesi ve önlenmesine ilişkin çalışmalara ne zaman başlanacaktır? Çalışmaların tamamlanmasına ilişkin öngörülen süre nedir?
‘Mutlak korunması gerekli alan’ olarak değerlendirilen söz konusu tarihi alan arkeolojik çalışmalar tamamlandıktan sonra ne şekilde değerlendirilecektir?

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...