Altı yıl önce 31 Mayıs akşamı. Televizyondaki görüntüleri
izlerken bir taraftan kulağım telefon sesinde. Bir değişiklik, iptal var mı
diye bakıyorum.
Bir gün sonra sabah İstanbul’da Çevre Mühendisleri Odası
tarafından gerçekleştirilecek “Yaşam ve Çevre Politikaları Çalıştayı”nda
sunumum var. Gidiş geliş uçak biletleri günler öncesinden alınmış. İzmir’den
Prof. Dr. Ali Osman Karababa ile birlikte katılacağız. Olaylar boyutlandıkça
çalıştayın iptal edilme olasılığına karşı ikimiz de birbirimizi arıyoruz, böyle
bir durum var mı diye. Sonuçta iptal haberi gelmedi ve bizler sabah uçağı ile
İstanbul’a hareket ettik.
Çalıştayın yapıldığı salona vardığımızda herkes Taksim’deki
olayları konuşuyordu. Olayların hâlâ devam ettiği, gösterilerin her geçen gün
arttığı ve çeşitli kentlere sıçradığı gelen bilgiler arasındaydı. Kısa bir
değerlendirmeden sonra çalıştayı iptal edip tüm katılımcılarla Taksim’de, Gezi
Parkı’nın ağaçlarını korumak için direnen binlerce insanın arasında olmamız
gerektiğine karar verdik.
Bir taksiye binerek çalıştayın yapılacağı salona çok da uzak
olmayan Taksim’e doğru yola çıktık. Meydana çıkan bütün sokakların polis
kontrolünde olduğunu öğrenince meydana yakın bir yerde indik. Çoğunluğunu
gençlerin oluşturduğu binlerce insan, sokaklardan akın akın İstiklal Caddesi’ne
gidiyorlardı. Caddeye yaklaştığımızda alkış, slogan, düdük seslerine polisin
attığı gaz bombalarının patlamaları karışıyordu. Önerileri dikkate alarak bir
eczaneye girip talcit solüsyonu, bez maske, yara bandı vs. malzemeler aldık.
Ara sokakların birisinden İstiklal’e adım attığımızda ise
olayların tam içine düşmüştük. On binlerce kişi, Taksim Meydanı yönünde barikat
kuran polislere karşı sloganlar atıyorlar, atılan gaz bombalarını gençler
tekmeliyor, su dolu bir kovanın içine atarak etkisiz hale getiriyor, ya da
gerisin geri polise fırlatıyorlardı.
İstiklal Caddesi’ndeki kalabalık, atılan gaz bombalarının
etkisinden korunmak için ara sokaklara giriyor, duman biraz dağıldığında ise
tekrar caddeye çıkıp Taksim yönüne doğru ilerliyordu.
1 ve 2 Haziran 2013 tarihinde İstiklal Cadde-si’nin ara
sokaklarında, Taksim Meydanı ve Gezi Parkı’nda gördüğüm olayları, dayanışmayı,
yoldaşlık ilişkisini asla unutamam. Yaşamımın o anına ve o tarihten bugüne
kadar, uğruna mücadele ettiğim değerlere kendimi hiç bu kadar yakın
hissetmemiştim...
Caddede, gazdan etkilenenleri ara sokaklara taşıyan
gençlerden oluşan ekipler vardı. Yaralıların ilk tedavilerini beyaz önlükler
giymiş, çeşitli hastanelerde çalışan doktor, hemşire, sağlıkçılar yapıyorlardı.
Onlar da birer eylemciydi aslında ve ara ara caddeye çıkıp kalabalığın arasında
gösterilere katılıyorlardı.
Belki de ceplerindeki son harçlıkla üç beş simit, kutu süt,
birkaç muz, meyve alıp sokaklardaki göstericiler arasında dolaşıp ikram eden,
lokmasını paylaşan gençler gördüm. Yaralanan gençleri sağlık ekibine teslim
ettikten sonra caddeye koşuyordu bu gençler. Yıllarca en zorlu pratik içinde
mücadele alanlarında pişmiş örgütlü bir militan gibi kararlı, cesur, gözüpek,
bombanın üstüne atılan, ara sokaklarda makine gibi işleyen bir direniş örgütü
kuran bu göstericiler kimlerdi?
Tam da o günlerin sıcağında yapılan, Gezi Parkı eylemiyle
başlayarak büyüyen protestolarda sokağa çıkanların profil ve motivasyonuna dair
ipuçları elde etme amaçlı, İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesinden
Esra Ercan Bilgiç ve Zehra Kafkaslı tarafından on-line olarak gerçekleştirilen
bir anket bu sorunun yanıtına ışık tutacak nitelikteydi. Yaklaşık 20 saat
erişime açık kalarak 3 bin kişi tarafından yanıtlanmıştı anket;
“3-4 Haziran 2013 tarihlerinde yanıtlanan #direngeziparkı
anketinin sonuçlarına göre: Protestolara destek verenlerin; yüzde 39.6’sı
19-25; yüzde 24’ü 26-30 yaşları arasında. yüzde 75.8’ eylemlere sokağa
çıkarak katıldı.
Yüzde 53.7’si daha önce hiç bir kitlesel eyleme sokağa
çıkarak katılmadı.
Yüzde 70’i kendini hiç bir siyasi partiye yakın hissetmiyor,
yüzde 14.7’si bu konuda kararsız.
Yalnızca yüzde 15.3’ü ise kendini bir siyasi partiye yakın
hissediyor.”
Yaşamlarında belki de ilk kez eylem alanına çıkmış, bir
gösteriye katılan, çoğu lise ve üniversite çağında genç insanların
yaratıcılıkları, heyecanı, dinamizmi, cesareti demektir Gezi. Gelecek güzel
günlere olan inancı besleyen bir kaynaktır...
İstiklal Caddesi ve ara sokaklarında on binlerin o
heyecanını yaşamış biri olarak, ortak bir hedefe yönelmiş, birbirinden ve
haklılıklarından cesaret alan kitlelerin çok kısa bir zamanda örgütlenebilme
yeteneğine sahip olduğuna tanıklık ettik o gün. Yıllar süren, inişli çıkışlı,
çoğu zaman saldırılar karşısında geriye düşen, Sisyphos gibi tepeye ulaşmak
üzereyken kayayı tekrar dağın eteğinde bulan bir demokrasi, devrim ve sosyalizm
mücadelesinde başarıya ulaşmanın hiç de ütopya olmadığının bir göstergesidir
Gezi benim için. Kitlelerin, hiç umulmadık bir anda, bir olayla birlikte
harekete geçebileceğinin, bu süreçte önemli bir bilinç ve örgütsel davranış
sıçramasının yaşanabileceğinin de en önemli örneğidir. Öte yandan bu türden
kendiliğinden patlayan kitle hareketlerinin eğer bu hareketi yönetip
yönlendirebilecek bir örgüt-parti yoksa çok da uzun erimli olamayacağının,
yanlış alanlara kanalize edilip söndürülebileceğinin de dersleri vardı Gezi’de.
Taksim Meydanı’ndan polis çekildikten sonra kurulan
komünler, direniş komiteleri, dayanışmanın yarattığı o kardeşlik, yoldaşlık,
demokrasi rüzgarı aradan onlarca yıl geçse de, hareketi kötülemek, ezmek,
unutturmak için her türlü çaba gösterilse de ülke tarihine izini bıraktı bir
kere.
Gezi, Türkiye’de devrimin boş bir düş olmadığının kanıtıdır
ve belirsiz bir tarihte yaşanacak olan o toplumsal sıçramanın, demokrasi,
eşitlik, özgürlük dolu geleceğin işaret fişeğidir...
https://www.evrensel.net/yazi/84079/gezi-bir-isaret-fisegidir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder