Sizler bu satırları okurken, İzmir’in dağlarında yalnız bir
adam, ilerlemiş yaşına rağmen her gün kilometrelerce dere tepe gezmeye artık
isyan eden yaralı ayağının ağrısına dayanmaya çalışarak keçilerini güdüyor
olacak. Sizler, bir tatil günü mahmurluğu ile geç kalktığınız yatağınızdan
kahvaltı sofralarınıza oturup gazetenizi elinize aldığınızda yaşı 60’ları
geçmiş o yalnız adam bir tespih çalısının cılız gölgesine sığınacak, sırtındaki
teri kurutabilmek için ilk molasını verecek. Tüfeğini ve kıl örgü heybesini
kurumaya yüz tutmuş bir delice zeytinin dalına asan o yalnız adam, dizinin
dibine oturan, bazen başını kucağına koyup uyuyan kuzusunun sarı tüylerini
okşayarak dinlenirken, sığındığı çalının yüz metre gerisinde, tel örgülerin
içerisinde harıl harıl çalışan altın madeninin sesini duymamaya çalışacak!
Sürüsü yazı-yabanın bir avuç kalmış otları ile karnını
doyururken, tespih çalısının gölgesinden yer yer turkuaza çalan deniziyle
üzerinde ince bir buğunun tüttüğü İzmir Körfezi’ne bakacak yalnız adam.
Sizler, kahvaltı çayınızın ikinci bardağını doldurduğunuzda,
o yalnız adamın molası da bitmiş olacak. Yayıla yayıla epeyce kendisinden
uzaklaşan sürüsünü toparlayıp, artık neredeyse tepeye çıkmış olan güneşin
yakıcı sıcağından korunmak için iğne yapraklı kızılçamların arasına doğru
yönelecek. Sarp kayalıkların, yere dökülmüş ince çam yaprakları ile adeta
karın-buzun üzerinde yürüyormuşçasına kayan dimdik yamaçların, önünde tozu
dumana katarak ilerleyen sürüsünün peşi sıra vadinin dibindeki dereye ulaşmaya
çabalayacak.
İnce belli cam bardaklarda, rengarenk desenli fincanlarda
yudumladığınız çayın suyunda o yalnız adamın direnişinin, sırtında kuruyan
terin emeği olduğunu kaç İzmirli biliyor ki acaba? Koca kentin burnunun
dibinde, 700 metre
yükseklikteki bir ormanın içinde, milyonlarca insana içme suyu sağlayan
barajların havzasında işletilen altın madenine karşı tek başına direnen bu
adam, Efemçukuru köylüsü Keçi Çobanı Ahmet Karaçam’dır. Namıdiğer “Yalnız
Efe”...
İşte, İzmirli gazeteci arkadaşım Sevgi Halime Özçelik ile bu
yalnız adamın, Yalnız Efe’nin öyküsünü çektik aylar boyunca. Onun direnişini,
mücadelesini, yoksul yaşamını, direnişinde tek başınalığını görüntülerle
belgelemeye çalıştık.
Belgesel ekibi olarak Yalnız Efe’nin öyküsünü onun
yoksulluğuna yakın bir yoksunluk koşullarında çekmek zorunda kaldık. Yeri geldi
yedek pilimiz, hafıza kartımız olmadığı için çekimleri yarım bırakarak döndük
İzmir’e. İki fotoğraf makinesi, iki tepe üstü mikrofonla o dağların başında,
hırçın esen rüzgarların ortasında son derece sessiz, konuşmayı sevmeyen Ahmet
ağabeyden yaşamına, mücadelesine dair birkaç cümle alabilmek için uğraştık.
Cep telefonu kullanmayan, bir yerde 15 -20 dakikadan fazla
duramayan keçilerin peşinde sürekli hareket halinde olan Yalnız Efe’yle
konuşabilmek, vakit geçirebilmek çekimler sırasında en çok zorlandığımız anlar
oldu. Onun sürüyü götürdüğü güzergahı, mola verdiği yerleri, sürünün su içtiği
dere kenarlarını ve burada ne kadar zaman geçirdiklerini ezberleyip, ondan önce
oralarda olup bu kısacık anlarda onunla konuşmaya çalıştık.
Büyük bir çoğunluğu altın madeni ile ekonomik ilişki
içerisine giren, kendisi, çoluğu çocuğu akrabası madende çalışan köylülerle
konuşabilmek de epeyce sıkıntılı oldu. Onlarla köyün içerisinde değil
çalıştıkları üzüm bağlarında görüşme yapabildik bu nedenle.
Birkaç ayda tamamladığımız çekimler ancak iki yıllık bir
sürede belgesel haline gelebildi. Çekimlerimizi kendi kıt kanaat
olanaklarımızla yapabildik ama bundan sonrası, kurgu, ses, renk, altyazı vs.
teknik konularda profesyonel yardım gerekiyordu. Gereken parayı bulabilmek
aylarımızı aldı. Bu süre içerisinde bir dostumuz alt yazıyı, bir başkası
fragman müziğini gönüllü olarak yaptı. Çekimler sırasında bizi köye götüren
dostlarımızın bir kısmı akaryakıt parasını dahi almadılar. En sıkıştığımız anda
EGEÇEP küçük de olsa bir kaynak aktararak çekimlerimize devam edebilmek için
yedek pil, kart gibi acil ihtiyaçlarımızı almamızın önünü açtı.
Yalnız Efe belgeseli, altın madeninin milyon lirayı bulan
teklifini elinin tersiyle itip yoksul ama onurlu bir yaşamı tercih eden,
madenin bağına konmaması için direnen keçi çobanının öyküsüydü.
Her ne kadar bütün çekim ekibi ve destek verenler Yalnız
Efe’nin mücadelesinin aktarılmasına yürekten inansalar ve bu inancın verdiği
cesaret içerisinde “sıfır bütçe”yle bu işe kalkışsalar da, teknik
olanaksızlıkların yol açtığı sıkıntılar belgeselde ortaya çıktı ne yazık ki.
Bazı yerlerde rüzgarın sesi, bazı yerlerde görüntünün niteliği teknik
aksaklıklar olarak yansıdı belgesele. Daha iyisi mutlaka olurdu, olmalıydı ama
bizim olanaklarımız da açıkçası ancak bu kadarına elverdi.
Yalnız Efe ilk gösterimini 12. İstanbul Documentarist
Belgesel Günlerinde, 16 Haziran’da Yeşilçam Sinemasında yaptı. İzleyicilerin
beğenisini ve alkışını aldı, merakını uyandırdı. Birçok izleyici belgeselin
devamının çekilip çekilmeyeceğini sordu.
Yalnız Efe belgesel olarak salonlarda, ekoloji mücadelesi
verilen alanlarda gösterilirken, belgeselin kahramanı hâlâ o dağlarda keçilerin
peşi sıra koşturacak.
Yaşamı savunmanın, direnmenin lafla olmayacağının canlı
tanığıdır Yalnız Efe. Bu yönüyle de ülkedeki ekoloji mücadelelerine önemli bir
mesaj taşımaktadır; Tek başınıza da kalsanız direniş olduğu müddetçe umut
dimdik ayaktadır!..
Ayağına taş değmesin, yolun açık olsun Yalnız Efe...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder