16 Haziran 2019
Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
Bir dal ıhlamur bir tutam zahterle birlikte biz de terk ettik Yeşilbağcılar’ı...
Geçtiğimiz yıl bu zamanlar, Lagina antik kenti ile adeta iç içe geçmiş olan Turgut köyünün kömür madenleri tarafından nasıl tehdit edildiğine dair çekimler yapmak için Yatağan’a gitmiştik. Bizi ilçenin otogarından alan Turgut Çevre Kültür Derneği Başkanı Kazım Erol köye gitmeden önce vadiyi boydan boya yutan kömür ocaklarının olduğu bölgeye götürdü.
Asfalt bir yol tam ortasından bıçak gibi kesilmiş, aşağısı yaklaşık 500 metre uzaklıktaki yeşil bir tepeye kadar, derinliği belki de yüz metreyi bulan bir çukur haline gelmişti. Çukurun genişliği ise kilometrelerle ifade edilecek büyüklükte görünüyordu. Sanki doymak bilmez iştahıyla bir canavar Yatağan’dan başlayıp bütün bir vadi boyunca önüne çıkan her şeyi, üzerindeki börtü böceği, ağacı, evi, çiçeği yutarak Gökbel dağlarına doğru gidiyordu.
Uçurumun yanına çok fazla yaklaşmadan çekimlerimizi yaparken dev çukurdaki kömür ocağında harıl harıl kepçeler ve kamyonlar çalışıyordu. Zemini yer yer kömür siyahı, çoğu yerde boz bir renk almış olan vadi ilerideki yemyeşil bir tepenin eteklerinde bitiyordu. Tepenin yamacında, ağaçların, yeşilliklerin arasında görünen kırmızı kiremitli, beyaza boyalı şirin taş evlerin güzelliği bulunduğumuz yerden bile seçilebiliyordu. İşte bu evleri göstererek, “Bir zamanlar Yeşilbağcılar köyüydü orası” dedi Kazım. “Köy tamamen boşaltıldı birkaç yıl önce. Bir kısmı çevre il ilçelere göçtü, önemli bir bölümünü ise biraz ilerideki yeni Yeşilbağcılara taşıdılar” dedi. Çekimini yaptığımız, bu ortadan kesilmiş eski yolun da o zamanlar Yeşilbağcılar’ı Yatağan’a bağladığını söyledi.
Ucunda sarı kantaronların bittiği, mor çiçeklerin, sarı göbekli, papatyaların uçurum çatlaklarından fışkırdığı tarla ile ilgili yanımızdakiler, “biraz kazsanız tarihi esere ulaşırsınız” diye iddialı konuştular. Doğanın yanı sıra tarihin de yok edildiğini anlatmak istiyorlardı bu sözlerle. Çekimlerimizi bitirdikten sonra Yeşilbağcılar köylülerinin taşındığı yere doğru hareket ettik.
Yatağan termik santralinin birkaç kilometre uzağında, Turgut köyü yolu üzerindeydi Yeni Yeşilbağcılar. Köyün hemen girişindeki iki katlı evinin verandasında konuştuğumuz emekli öğretmen Muammer Uyar, 600 yılı aşkın bir tarihi olan köylerini nasıl terk etmek zorunda kaldıklarını anlattı uzun uzun: “Hala zeytin bahçelerimiz var orada. Köyümüze girmek için şirketin kontrol noktasında kimliklerimizi bırakmak zorundayız. Kendi memleketimizde mülteci gibiyiz!..”.
80 yaşındaki kayınpederi İsmet Uzakgiden de gözleri dolu dolu anlattı köyünden sürgün edilmelerini: “İki evim vardı. Birisini yeni yapmıştım, oğlum için. Daha anahtar vurmadan elimizden aldılar. 40-50 dönüm zeytinliğimizi istimlak edip 90 bin lira verdiler elimize. O zamanlar bir belediye reisi seçmiştik, dindar adam hakkımızı arar diye. Arkasında namaz kılınacak adam değilmiş!... Demem o ki, bizim önümüze düşen olmadı. Yuvamız, yurdumuz dağıldı. Yerinden kopan taş yosun tutmuyor. Turgutlulara son diyeceğim; Direnin!..”
***
Geçtiğimiz hafta, o gün aramızdaki uçurumun bir ucundan gördüğümüz terk edilmiş Yeşilbağcılar köyüne gittik. Komşu Turgut köyünden olan rehberlerimiz, köye madenin aldığı ova tarafından girişin olanaksız olduğunu söyleyerek, ormanların arasındaki, bozuk dağ yollarından götürdüler bizi. Sık karaçam ağaçları ile kaplı tepede araçlarımızı bırakıp yürüyerek köye doğru inişe geçtiğimizde yolun iki yanında küçük pembe, mor çiçekleriyle bitmiş bir kekik türü olan zahterler çıktı önümüze. Keskin kokuları insanın başını döndüren zahterleri okşayıp elimizi kokladık uzun uzun. Köye yaklaştıkça zahter kokularına nar çiçeği, narenciye, dut, ıhlamur ve yüzlerce otun çiçeğin kokusu karıştı.
Her taşına, ağacına, sokağına terk edilmişliğin hüznü sinen köyü iki saati aşkın bir zaman boyunca dolaştık. Kimisi bakımsızlıktan, kimisi terk edenler tarafından kısmen yıkılmış evlerin bahçelerine girdik. Ağaçlar meyveye durmuştu. Dutlar ballanmış, erikler kızarmış, kaysılar, şeftaliler olgunlaşıp tatlarından çatlamışlardı. Bahçelerdeki sarmaşık güller, insan boyunu geçen pembe, kırmızı, beyaz çiçekli gül hatmiler her bir yanı kaplamıştı. Yıkık evlerin duvarlarında, çatılarında biten otlar doğada yaşamın mutlaka bir yolunu bulduğunun kanıtıydı sanki. Duvarları yıkılan evlerde görünen raflarda hala sıra sıra dizili cam kavanozlar, bir parmak toz altında da olsa sağlam bir şekilde, belki kendilerini terk edenler bir gün gelirler umuduyla bekliyorlardı.
Adımlarımız, uçuşan sinekler, arılar ve hafif hafif esen rüzgarın sesleri dışında hiçbir hareketin, sesin olmadığı sokakları gezdi. Arnavut kaldırımlı dar sokaklarda oynaşan çocukların, kadınların, gençlerin izlerini aradık. Köyün bir zamanlar sakinleri olan Rumlardan kalan, tüm güzelliğini, alımlılığını hala taşıyan evlerin o taş örme işçiliğindeki ustalığa hayran kaldık.
Köyün belki de tek koruma altına alınan eseri olan camisinin bahçesinde durduk kısa bir zaman. Bahçenin içinde kavuklu, Arapça yazılı mezar taşları yan yana sıralanmıştı. Minaresinin ucu yıkılmış olan camiye bitişik bir türbe de vardı. Camiinin geniş ahşap kapısı alelade bir asma kilitle zincirlenmişti. Aylardır tek damla suyun düşmediği anlaşılan şadırvanın muslukları sökülmüştü.
Köyü terk etmeden önce soluklandığımız camii bahçesindeki ıhlamur ağacı sarı sıcak altında saatlerdir süren yorgunluğumuzu aldı götürdü ama içimize dolan kederden bir şey eksilmedi. Dallarına arıların doluştuğu kocaman ıhlamurun çiçekli bir dalını koparıp aldım yanıma. Arabalarımıza ulaşmak için tırmandığımız yokuş yolun başındaki zahterden de bir tutam koparıp ıhlamurun yanına koydum. Bir dal ıhlamur bir tutam zahterle birlikte biz de terk ettik Yeşilbağcılar’ı...
Dönüşte, Turgut köyünün zeytinliklerini yutup, Lagina antik kentine doğru sırnaşık bir şekilde sokulan kömür ocağının dehşet verici görüntüsünü izlerken, 80 yaşında yurdundan koparılan İsmet amcanın sözlerini düşünüyordum; “Yerinden kopan taş yosun tutmaz. Direnin!.
https://www.evrensel.net/yazi/84166/yerinden-kopan-tas-yosun-tutmaz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder