30 Ekim 2019 Çarşamba

Ekoloji Mücadelesi Büyüyor (Coşkun Özbucak)


Ekim 30, 20190
 

Ekololi Birliği 26 Ekim 2019 Cumartesi günü Ankara’da “İklim krizine ve ekolojik yıkıma DUR diyoruz” adıyla bir miting yapmak için Ankara Valiliğine başvuru yaptı. Ama nedense yanıt mitinge 24 saat kala verildi.

Toplantı, gösteri ve yürüyüş yasası 24 saat kala yanıt verme hakkını tanıyor. Bu yasanın eksikliğinin, yanlışlığının olması bir tarafa, bir mitingin izin ya da yasak kararının son 24 saate kadar bekletilmesinden kaynaklanan niyet hakkında olumlu düşünme olanağı yok.
Bir miting için izin çıkmadan hazırlık yapılamaz. İzin verilmediğinde yapılan hazırlıklar ve masraflar boşa gidecektir. Son 24 saatte verilen izin sonrası da teknik hazırlığı yapmak; pankart yazdırmak, ses düzenini hazırlamak, bildiri bastırıp dağıtmak için zaman kalmıyor. Yani 24 saat kala “izin” verilmesi bile “yasak” anlamına gelmektedir. Yasaklamayı da son 24 saate bırakmak ayrı bir sorun.
Ekoloji Birliği’nin mitinginin yasaklanması “çözüm” oldu mu? Kesinlikle olmadı. Ülkenin her tarafında protesto basın açıklamaları yapıldı. Ekoloji mücadelesi verenler kenetlendi, Ekoloji Birliği önemli bir iş başararak çekim merkezi oldu.
Ekololi Birliği’nin miting yapma süreci bir başka gerçeği de ortaya çıkardı. Ekoloji mücadelesinde kaygısı olanları ortaya çıkardı, birleştirdi; kimi çürük elmaların ayrışmasına katkı sundu. “Başarısızlık” bekleyenlerin sevinci kursaklarında kaldı.
Miting girişimi, birbirinden haberdar olmayan ama yüreği ekoloji mücadelesinden yana çarpanları birleştirirken, ekoloji mücadelesinde yalnız olduğunu sananlara yeni bir umudun olduğunu gösterdi. 26 Ekim 2019 Ankara mitinginin yasaklanması ters tepti.
Miting için Ankara’ya gitme hazırlığı yapanlar o kadar çokmuş ki; bu, yasağa yönelik tepkilerden de anlaşıldı. Yeni bir hareketliliği, enerjiyi ortaya çıkardı. Artık yarın, dün gibi olmayacak. Nerede ekolojik yıkım ve talan varsa mücadelesi büyütülecek.
“İklim krizi ve ekolojik yıkım ve talanın” yalnızca yerelin değil, ülkenin sorunu olduğu kanıtlandı. Yerelde verilen mücadelenin aslında ülkenin bağımsızlığını, doğal yaşamını ve geleceğini savunmak anlamına geldiği anlayışında ortaklaşılmasını sağladı.
Ekoloji Birliği’nin mitingini Ankara Valiliği yasakladı. Bir de mitinge katılımı engelleyenler, destek olmadıklarını açıklayanlar oldu. Hepsi kaybetti, Ekoloji Birliği ve hiçbir çıkar gözetmeden ekoloji mücadelesi verenler kazandı. Yarın için “yasak” anlayışı devam edebilir, ama “destek” olmayanlar yanlışlarının farkına varacakları kesin.
Yani sonuçta; ekolojik yıkıma, talana karşı mücadele edenler birleşerek büyüyecekler ve kazanacaklar.
https://ekolojibirligi.org/ekoloji-mucadelesi-buyuyor/

27 Ekim 2019 Pazar

Yasaklanan Ekoloji Birliği mitinginin gösterdikleri (Pazar yazısı)



27 Ekim 2019 04:00


Ekoloji Birliğinin 26 Ekim’de Ankara Tandoğan’da yapmak istediği miting Ankara Valiliği tarafından, 25 Ekim’de yasaklandı. Valilik 11 Ekim tarihinde kendilerine iletilen miting başvurusuna son güne kadar yanıt vermedi. Böylece, ülkenin dört bir yanında günler öncesinden hummalı bir şekilde “İklim krizine ve ekolojik yıkıma DUR diyoruz” başlıklı mitinge hazırlıklara başlayanlara son güne kadar mitinge izin çıkıp çıkmadığının belirsizliğini yaşattı.

Mitinge izin verilmemesine yönelik Ekoloji Birliğinin ilk açıklamasında antidemokratik yasağa karşı tepki gösterildi. Mitingin yasaklanmasına dönük gerek Ekoloji Birliği yürütme kurulu, gerekse yerellerdeki bileşenleri bu durumu protesto eden basın toplantıları ve açıklamalar yaptı.  

Ekoloji Birliğinin miting kararı ile ilgili görüşü 3 Ağustos 2019 tarihinde Ankara’da yapılan yürütme kurulu toplantısında konuşuldu ilk olarak. Kaz Dağları’ndaki ekolojik yıkıma karşı her geçen gün büyüyen bir tepki vardı o günlerde. On binlerce insan hem bu ekolojik tahribatı protesto etmek, hem de birkaç gün önce başlayan “Su ve Vicdan Nöbeti”ne destek olmak için ülkenin değişik yerlerinden Kaz Dağları’na, Balaban Tepesi’ne gidiyordu. 

Ülkenin baş döndüren bir hızla değişen gündemi içerisinde ekolojik yıkıma kamuoyunun dikkatinin çekildiği Kaz Dağları mücadelesi aslında birçok yerdeki ekolojik yıkım ve talan görüntülerinin de gündem olması bakımından bir ivme yaratabilir miydi? 

Yerel ekoloji mücadelelerinin dayanışması ve ortak mücadele birliği amacıyla 2018 yılı mart ayında Eskişehir’de 60 yerel ekoloji örgütü tarafından kuruluşunu ilan eden Ekoloji Birliğinin yürütme kurulu toplantısında bu sorunun yanıtı tartışıldı. Tartışmalar sonucunda tüm bileşenlerine ülke genelinde Kaz Dağları kadar diğer ekolojik mücadelelerin de katılımıyla büyük bir Ekoloji Mitingi yapılmasına yönelik öneri götürülmesi kararı alındı. 

14 Eylül tarihinde Kaz Dağları mücadelesi ile dayanışma içinde olunduğu mesajını vermek, hem de devam eden Su ve Vicdan Nöbeti’ni ziyaret etmek üzere Çanakkale’de toplanan Ekoloji Birliği Yürütme Kurulu öğleden önceki oturumunda miting konusunu değerlendirdi. Bileşenlerden gelen görüşler doğrultusunda mitingin 26 Ekim Cumartesi günü Ankara’da yapılması kararı verildi. 

Ne hazindir ki “Her ağacın kurdu özünden olur” atasözünü doğrular nitelikte gelişmeler yaşandı ilerleyen süreçte. Türkiye’deki ekoloji ve emek örgütlerinin dayanışma içerisinde ortak gerçekleştirme çabasına girdikleri mitinge karşı ayak oyunları gecikmedi. Yalan yanlış gerekçelerle, sosyal medya üzerinden açık açık mitinge katılmayın çağrısı yapan birkaç kişinin bu “bozgunculuk” çabasına hiç kimsenin itibar etmemesi ekoloji mücadelesi içerisinde yer alan yaşam savunucularının ve yerel direnişlerin düşünsel anlamda da olgunluğunu ortaya koydu. 

Öte yandan, mitinge dair görüşleri sorulan bazı siyasi parti temsilcilerinin “Tüm ekoloji mücadelelerini destekliyoruz” dedikten sonra kurdukları “ancak” cümlesi de Ekoloji Birliği mitingine destek konusunda gösterdikleri ikircikli tutumun işaretiydi. “Bütün ekoloji mücadele ve eylemlerini destekliyoruz” diyenler, parti programlarındaki ekoloji maddesi ile övünenler Ekoloji Birliğinin Ankara mitingine hemen hemen hiçbir katkıda bulunmayarak samimiyet testinden sınıfta kaldılar.
Bazı illerde ise kendisini “sol-sosyalist-özgürlükçü” gibi tanımlarla ifade eden ve ekoloji mücadelesini önemsediğini her fırsatta ileri süren partiler açıktan “Ekoloji Birliğinin mitingini desteklemiyoruz” diye herhangi bir gerekçe ileri sürmeden miting karşıtı açıklamalar yapabildiler.
Tüm bu karşıt çabalara rağmen Ekoloji Birliğinin mitingine açık destek emek ve meslek örgütlerinden geldi. DİSK, KESK, TMMOB ve TTB mitingi desteklediklerine dair açıklama yaparken, DİSK ve KESK bileşenlerine mitinge olanaklar ölçüsünde katılım çağrısında bulundular. Ayrıca Emek Partisi de tüm örgütlerine gönderdiği yazıda mitinge katılım ve destek çağrısında bulundu.

Her şeye rağmen, Ekoloji Birliğinin ülkedeki tüm ekolojik meselelere dair muhatabın kendisi olduğunu ortaya koyan bu cesur çıkışıyla, irili ufaklı 60 bileşeninin önemli bölümü tarafından yapılan miting çalışmasıyla, emek örgütlerinin konfederasyon düzeyinde desteğini alması ve başta Kaz Dağı olmak üzere diğer ekolojik sorunları gündemde tutmasıyla daha baştan bu mitingin başarılı olduğu söylenebilir.

Bu miting girişimi bir ilk oldu. İlk kez ülkenin dört bir yanından yaşam savunucuları ile emek, meslek örgütleri, siyasi partiler omuz omuza ekolojik odaklı bir mitingde meydana çıkma çabası içinde oldular. Emek, demokrasi ve ekoloji alanındaki saldırılara karşı ortak bir direniş cephesinin oluşturulması bakımından bu miting girişimi Ankara Valiliğinin engellemesine rağmen başarılıdır denebilir. Valilik yasağı bir demokrasi ayıbıdır! Ekoloji hareketinin gelişimini durdurmak bir yana daha da ileri taşıyacak ve ters tepecektir. 
https://www.evrensel.net/yazi/85008/yasaklanan-ekoloji-birligi-mitinginin-gosterdikleri
https://ekolojibirligi.org/yasaklanan-ekoloji-birligi-mitinginin-gosterdikleri/

Miting yasağına tepkiler

Ülkenin dört bir yanında
mitinginin yasaklanmasına tepki gösterildi. Yaşamı savunmak yasaklanamaz. Birlik Mücadele Yaşam...

Resim
Resim

Resim

Resim


Resim

Resim

26 Ekim 2019 Cumartesi

Farkındalık mitingi engellendi: 'Hangi yasaya uygun?'


26.10.2019
Ekoloji Birliği’nce düzenlenen ' ‘İklim Krizine ve Ekolojik Yıkıma Dur Diyoruz’ mitinginin Ankara Valiliği tarafından yasaklanması büyük tepkiye sebep oldu. EGEÇEP ve diğer platformlar adına, Alsancak'ta bir basın açıklaması yapılırken, karar protesto edildi.
ÇEVRE  26.10.2019, 15:26  26.10.2019, 15:49
 Farkındalık mitingi engellendi: 'Hangi yasaya uygun?'
DUYGU KAYA/ İZ GAZETE-  Geçtiğimiz günlerde Ekoloji Birliği’nce düzenlenen ve DİSK, KESK, TMMOB ve TTB tarafından desteklenen ‘İklim Krizine ve Ekolojik Yıkıma Dur Diyoruz’ mitingi Ankara Valiliği tarafından ‘uygun görülmeme’ kararıyla engellenmişti. EGEÇEP ve ona destek veren diğer platformlar tarafından bu karara bir tepki olarak, Alsancak’ta bulunan Türkan Saylan Sanat Merkezi'nin önünde basın açıklaması yapıldı.
Basın açıklamasını Hüsnü Dilli yaptı. EGEÇEP sözcüsü Hüsnü Dilli, mitinge bir gün kala alınan bu kararı kınadıklarını ifade etti.
 
‘YAŞAMI ŞİDDET KULLANMADAN SAVUNAN İNSANLARA YAPILAN SERT MÜCADELER...'
EGEÇEP sözcüsü Dilli, mitingin engellenmesini kararını veren kişilere, “Efemçukuru’nda, Kazdağları’nda, Madra Dağı’nda, Bergama’da ve ülkemizin daha pek çok yerinde ormanların, tarım ve turizm alanlarının, kadim kültürlerimizin şirketlerin acımasızlığına terk edilmesi hangi yasaya uygun? Yaşamı şiddet kullanmadan savunan insanları ve ekoloji hareketlerini yıldırmaya yönelik sert müdahaleler ve hukuksuzluklar hangi yasaya ve vicdana uygundur” sorularını yönelterek tepki gösterdi.
‘GELECEĞİMİZ İÇİN DUR DEMEYE DEVAM EDECEĞİZ’
İklim krizine dikkat çekmek ve ekoloji mücadelesini yükseltmekten başka bir amacı olmayan bu mitingin yasaklanmasının dayanışmayı güçlendireceğini ifade eden Hüsnü Dilli, “ Geleceğimiz için iklim krizine, ekolojik yıkıma, yeraltı ve yerüstü varlıklarımızın talan edilmesine dur demeye devam edeceğiz. Bundan kimsenin kuşkusu olmamalıdır” ifadelerini kullanarak, yurttaşları mücadelede yer almaya çağırdı.

Ekoloji Birliği Ankara Mitingi


Resim

Ekoloji Birliği'nin Ankara'da yarın yapacağı "İklim krizine ve ekolojik yıkıma DUR diyoruz" mitingine yasak geldi! Yaşamı savunmaya yasak getiremezsiniz. Durmak yok MÜCADELEYE devam!.

Resim


Resim
Resim


Ankara'da yapılacak olan Ekoloji Birliği mitingine
'den de destek açıklaması geldi.



Emek ve ekoloji mücadelelerinin birleşik ortak direniş cephesinin örtülmesi açısından son derece önemli bir adım bu
✌️

✊

📣
Birlik - Mücadele - Yaşam...


Ankara'da yapılmak istenen EKOLOJİ MİTİNGİNE iki gün kaldı. Günler öncesinden yapılan başvuruya
hala yanıt vermiş değil! Ülkenin her yerinden insanlar bu yanıtı bekliyor. Daha neyi bekliyorsunuz?..
Resim



22 Ekim 2019 Salı

Ekoloji Birliği: Havamıza, Suyumuza, Toprağımıza Sahip Çıkıyoruz!


BASINA VE KAMUOYUNA-22.10.2019

Ekoloji Birliği olarak 26 Ekim 2019 Cumartesi günü Ankara’da Tandoğan Meydanı’nda “İklim krizine, ekolojik yıkıma DUR diyoruz” mitinginde birliğimizi ve mücadelemizi büyütmek için buluşuyoruz.
Ülkemiz adeta yangın yeri! Talan edilmedik bir karış yer kalmadı. Gün geçmiyor ki yeni bir yıkım projesi ile karşı karşıya kalmayalım. Bugün de Göreme Vadisi ve çevresinin Milli Park Statüsü kaldırılmış olduğunu öğrendik.
Görüntünün olası içeriği: 6 kişi, gülümseyen insanlar, yazı
Altın madenciliğine, nükleer ve termik santrallere, HES’lere, RES’lere, JES’lere, taş ocaklarına; denizlerin, göllerin, derelerin kirletilmesine DUR demeye geliyoruz.
Onurlu Bergama mücadelesinin bize açtığı yoldan yürüyoruz. Altın Madenleri ve diğer metalik madenlerine karşı Cerattepe’de, Kazdağları’nda,(Kirazlı, Lapseki), Madra’da (Burhaniye-İvrindi), Havran’da (Tepeoba, Eğmir), Balya’da, Kalkım’da (Karaaydın), Sındırgı’da (Kızıltepe), Kozak’ta, Murat Dağı’nda, Gümüşhane’de (Mastra, Yıldız, Midi), Kütahya’da, Uşak’ta (Eşme Kışladağ), Manisa’da (Salihli Sart), Turgutlu’da (Çaldağ), Erzincan’da (İliç, Alaçer), Fatsa’da (Altıntepe), Niğde’de (Bolkardağ, Kızıltepe, Tepeköy), Eskişehir’de( Kaymaz, Söğüt), Kayseri’de (Himmetdede), Sivas’ta (Bakırtepe), İzmir’de (Efemçukuru, Çukuralan), Ayvalık’ta (Karaayit), daha adını sayamadığımız bir sürü yerde verilen mücadeleyi birleştirmeye geliyoruz. Arama aşamasında olan daha yüzlerce projenin olduğu yerlerde, Balya Orhanlar’da, Erzincan Kemaliye’de, Samsun Kavak’ta, Tokat Tozanlar’da ve daha birçok yerde yükselen mücadeleyi selamlıyoruz.
Halen çalışmakta olan 42 termik santral ile hem havamız hem sularımız hem topraklarımız kirletildi, iklim krizinin daha da artmasına neden olundu. Yapım aşamasında olan, üretim lisansı almış, ön lisans almış daha onlarca termik santral projesi var. Muğla Yatağan’da, Milas Ören’de, Afşin Elbistan’da, İskenderun’da, Adana’da, Zonguldak’ta, Silopi'de, Çan’da, Karabiga’da, Konya’da Kütahya’da, Amasra’da, Gerze’de, Yırca’da daha pek çok yerde termik santrallara karşı mücadeleler yürütüldü ve yürütülüyor.
Görüntünün olası içeriği: 8 kişi, iç mekan
Karadeniz’in tüm derelerine ve diğer dere ve ırmaklara yapılan HES’ler derelerimizi kuruttu, yeraltı ve yerüstü su sistemlerimizi altüst etti. Heyelanlara, sellere neden olundu. Barajlar iklimi değiştirdi, toprakların çölleşmesine, tuzlanmasına neden oldu.
Aydın’da, Manisa’da, Turgutlu’da, Gülpınar’da, daha pek çok yerde JES’ler havayı, suları, toprakları zehirledi, yaşamı çekilmez hale getirdi.
Resim
Karaburun, Çeşme, Ayvacık Kıran Köyleri, Balıkesir Köyleri, daha adını sayamadığımız pek çok yer RES türbinleri ile kaplandı ve yenilenebilir enerji yalanları ile köylülerin yaşam alanlarının içine kadar girildi. EYBEK Dağı’da RES tehdidi altında.
İstanbul’un kuzey ormanları ve yeşil alanları, boğaz ekosistemi, köprüler, havaalanları, otoyollar gibi mega projelerle yaşanmaz hale geldi.
Ülkemiz otoyol ve köprü projeleri ile, aşırı yapılaşma ile beton yığınına çevrildi.
Ayvalık’ta, Çeşme’de, diğer yerlerde balık çiftlikleri ile denizler kirletildi.
Endüstriyel tarım ve hayvancılık ile tarım alanları kirletildi. Atalık tohumlarımız yokedildi.
Finike’de, Aydın’da, Manisa’da, Kocaseyit’te, Büyükdere’de, Ayvalık’ta, Bergama’da, Kozak yaylalarında, binlerce taş ocağı işletmesi ile doğamız onarılamaz yaralar aldı.
Güvenlik gerekçeleri ile ormanlarımız yakıldı.
Allianoi gibi, Hasankeyf gibi antik kentlerimiz, değerlerimiz baraj suları altında bırakıldı, bırakılmaya çalışılıyor.
Resim
Ormanlarımızın, sincaplarımızın, ceylanlarımızın çığlığını; denizlerimizin, derelerimizin, göllerimizin kirliliğinden isyan eden tüm canlılarının yakarışını; tarihi, kültürel miraslarımızın yok edilişinin öfkesini, siyanürden etkilenen insanlarımızın çığlığını, tarım arazileri zehirlenen köylülerin isyanını, halkın tepkisini Ankara’ya getiriyoruz. Toprağımızı, suyumuzu, geleceğimizi yok etmek isteyenlere karşı omuz omuza olmaya, verilen mücadeleyi ortaklaştırarak büyütmeye, taleplerimizi haykırmaya Ankara’ya geliyoruz.
Yaşam alanlarımıza, tarım arazilerine, ormanlarımıza, derelerimize yönelik saldırılara DUR demeye geliyoruz.
• Altın madenciliği, metalik madencilik, termik santrallar, HES’ler, JES’ler, RES’ler, balıkçiftlikleri, taş ocakları, aşırı yapılaşma, endüstriyel hayvancılık, gereksiz duble yollar, köprüler, havaalanları gibi iklim krizine ve tüm ekolojik yıkıma yol açan tüm talan ve yıkım projelerinin ve faaliyetlerinin ülkenin her tarafında acilen durdurulmasını,
• Halkın onayı olmayan hiçbir projenin uygulanmamasını,
• Bu yıkım ve talan projelerinin ve çalışmalarının önünü açan başta maden ve enerji yasaları olmak üzere tüm ilgili mevzuatın bir daha ekolojik yıkıma ve talana izin vermeyecek şekilde yeniden düzenlenmesini,
• Ekoloji, emek, demokrasi, kadın hakları mücadelesi önündeki tüm engellerin, kısıtlamaların, yasaklamaların kaldırılmasını istiyoruz.
EKOLOJİ BİRLİĞİ
Eş sözcüler:
Süheyla Doğan 0533 455 21 02 Coşkun Özbucak 0542 786 27 73
Mail: ekolojibirligi@gmail.com web: ekolojibirligi.org
https://www.facebook.com/ekolojibirligi/posts/970184683346993?__tn__=K-R

21 Ekim 2019 Pazartesi

İklim Haberciliği Atölyesi'nde İlk Gün: Çevre Haberciliği ve Çevre Davaları (sakine Orman)


ATÖLYE BİA / İKLİM HABERCİLİĞİ ATÖLYESİ - EKİM 2019Sakine Orman

IPS İletişim Vakfı/bianet'in düzenlediği "İklim Haberciliği Atölyesi" bugün başladı. 25 Ekim'e kadar sürecek atölyenin ilk gününde çevre haberciliği ve çevre davaları konuşuldu.


İklim Haberciliği Atölyesi, gazeteci ve Evrensel gazetesi İzmir Temsilcisi Özer Akdemir ve Avukat Hülya Yıldırım'ın katılımıyla gerçekleşti. Atölye BİA’da gerçekleştirilen eğitime, gazeteciler, işsiz gazeteciler ve öğrenciler katıldı.
Atölyenin ilk oturumunda gazeteci Özer Akdemir, çevre haberciliğini ve çevre haberciliğinde saha pratiklerini anlattı.
“Çevre haberciliği yapacaksanız habersiz kalmazsınız”
"Çevre alanında çalışacaksanız habersiz kalmazsınız" diyen Özer Akdemir, "Her yerde ekolojik yıkım var ve bu yıkıma karşı bir mücadele var, bu yıkımların ÇED toplantıları da var. Habersiz kalmazsınız yani" dedi.
Sahadan pratikler ve gazetecilik deneyimleriyle anlatımına başlayan Akdemir, çevre haberciliğine, çevreyi, doğayı kendine dert edinerek başladığını söyledi ve şöyle devam etti:
"Yaşamın savunulduğu yerde tarafsız gazeteci olmaz. Objektif olmalıdır, doğruları yazmalıdır ama yaşam konusunda çevre konusunda tarafsız olunmamalı.
"Halka gerçekleri anlatmak zorundayız. Siyasal nedenlerden ötürü de bu çok az yapılıyor aslında."
Çevre meselesinin kamuoyunun gündemine geldiği ilk yılları anlatan Akdemir, çevre meselesinin günümüzde neden bu kadar görünür olduğunu sordu.
Sorunun cevabını içeren çevre fotoğrafları üzerinden, doğa ve çevre tahribatları konuşuldu.
Özer Akdemir: "Gazeteci bir yolunu bulmalı"
Resim
Akdemir, çevre haberciliğinde fikri takibin, bilirkişi keşiflerinine katılmanın ve ÇED raporlarını dikkatli okumanın öneminden bahsetti. 
"Gazetecinin bilirkişi keşifine katılması çok önemli. Katılamıyorsa, gazetecinin bir şekilde oraya katılmanın bir yolunu bulması gerekiyor" diyen Akdemir, temsil haline gelen çevre mücadelelerini anlattı ve şöyle devam etti: 
Resim
"Ekoloji mücadeleleri bize, aslında bir halkın yaşam mücadelesi olduğunu gösterdi.
"Ve sadece çevre haberciliğinde mücadeleyi değil, panel, söyleşi, bildiri ne varsa konuya ilişkin gelişmeleri izlemek ve takip etmek gerekiyor.
ÇED süreçleri
"Çed raporlarının neresini okuyacağınızı bilirseniz, haberi nereden vereceğinizi bilirsiniz. Konuya hakim olabilirsiniz. Bilirkişi raporlarını iyi okumak gerekiyor dolayısıyla gözden kaçan noktalar olabiliyor." 
Resim
ÇED raporunun ne olduğunu da anlatan Akdemir, hazırlanan ÇED raporlarındaki yanlışlara değinerek; 
"Sadece doğa kirlenmiyor. Hukuk kirleniyor. Maden yasası kırk kez değişti, çevre yasası değişti, maden işletmeleriyle ilgili de birçok şey değişti. O değişiklikleri de değiştirecekleri yeni bir yasa her zaman geliştiriyorlar.
"Yaptığımız haberlerde sadece çevre kirliği değil, toplumsal kirlenmeyi ve toplumu birbirine düşüren meseleleri de vermek gerekiyor. Yasaların da birçok yönünü haberlerinize taşımalısınız."              
Çevre haberciliği yaparken aynı zamanda bir ekolojist olmanın getirilerinden bahseden Akdemir, şunları sıraladı;
Resim
* Haberci, haberin içinde oluyor.
* Haber, direkt sana geliyor.
* Haberi kurarken insani ilişkiler geliştiriyorsun.
* Haberleri de objektif yaptıkça haber kaynakların sana güveniyor.
* Her haberde haber kaynağın değişiyor ve artıyor.  
Özer Akdemir, son olarak gazetecilik pratikleriyle ilgili katılımcıların sordukları soruları yanıtladı.
Bilgi Edinme Hakkı 

Atölyenin öğleden sonraki oturumunda ise, Avukat Hülya Yıldırım, “Çevre davaları ve hukuk” başlığıyla sunumunu gerçekleştirdi.
Avukat Hülya Yıldırım, kent ve çevre davalarında bilgi ve belgeye erişimi, ÇED raporları nasıl okunmalıyı ve ÇED süreçlerine dair teknik bilgiler ve yargı kararlarının okunması ve değerlendirilmesini anlattı.
Avukat Hülya Yıldırım, bilgi edinme hakkını anlatarak başladı.
Bilgi edinme hakkı
Vatandaşın kendi hakkını koruyabilmesi için gerekli bilgiyi edinme hakkı olduğunu anlatan Yıldırım, “Bilgiye erişme hakkı sadece o bilgiye ulaşmakla değil birçok hakla da ilgili aslında. Sağlıklı bir gıdaya erişmek de bilgi edinmeyle doğrudan bağlantılı bir haktır” dedi ve şöyle devam etti; 
“Bilgiye erişmediğiniz noktada bir şeyi yargıya taşımanız mümkün olmaz. Bilgi edinme hakkı, diğer hakları istediğiniz şekilde kullanabilmek adına bir araç olarak kullanılmalı.
“Bilgi edinme bir soruyu sormak ve ona bir cevap almak değildir."
Yıldırım, bilgi edinirken dikkat edilmesi gereken noktaları da şöyle aktardı;
*Bilgi edinmede soruyu soruyorsun ama ne için? Amacınızı saptamanız gerekiyor.
*Bu bilgiyi kimden ve nasıl istemeliyim? Doğru soruyu doğru kişiye sormanız önemlidir.
Kent ve çevre davaları
Mahkemeleri, bilirkişi incelemelerini ve ÇED süreçlerini anlatan Yıldırım, yargı kararlarına da değindi.
Yıldırım, Ekoloji Kolektifi’nin kitaplarını, Mülsüzleştirme Ağı ve İklim Adaleti gibi siteleri kullanılabilecek kaynak olarak önerdi.
Avukat Yıldırım, ÇED süreçlerini anlattı ve şöyle ekledi: 
“Her faaliyet çevre değerlendirme raporu hazırlamak zorunda değildir. Bazı faaliyetler proje tanıtım dosyası hazırlar. Ek1 listesinde yer alan projeler ÇED’e tabidir. Ek2’de yer alan faaliyetler ise proje tanıtımına tabidir. Bir de ÇED kapsamı dışında tutulan faaliyetler vardır."
(SO)
http://bianet.org/bianet/medya/214770-iklim-haberciligi-atolyesi-nde-ilk-gun-cevre-haberciligi-ve-cevre-davalari

Ekolojik Odak_Çevre Gazeteciliği_Yalnız Efe_Doğa Direniş Öyküleri (Artı TV)



Resim

Ekolojik Odak'ta bu hafta çevre gazeteciliği konuşuluyor. Türkiye'nin hemen her bölgesinden giderek yükselen çevre ve yaşam alanları mücadelelerini çevre gazeteciliği ekseninde Evrensel Gazetesi Yazarı @ozer_akdemir değerlendiriyor. Resim @Pel_in_Ce ile #EkolojikOdak 18.00'de Artı'da
(Programın tamamı youtu.be/l6EGsLTunyI

20 Ekim 2019 Pazar

Hurman Çayı (Pazar yazısı)


20 Ekim 2019 04:09
Hurman Çayı

Özer AKDEMİR
Malatya’da, kent hastanesinin ilaç kokan bir odasında 14 yaşındaki bir genç kanserden öldü geçenlerde. Adı Kerem. Ancak bir yıl dayanabildi amansız hastalığa. Ne doktorlar, acılı ilaçlar ne de dualar fayda etti. Gün gün eridi ve bitti!..
Gencecik, fidan gibi bir oğlandı. Esmer tenine çok da yakışan yemyeşil gözleri vardı. Annesinden almıştı gözlerini. Elleri, ayakları babasına benzerdi. Biçimliydi, sırım gibiydi vücudu. İncecik iki dal gibi uzardı kolları. Ergenlik sivilceleri bile çok yakışırdı bıyıkları yeni terleyen kavruk yüzüne.
 Tanıyanları, eş dost akrabası 14 yaşında bir çocuğun nasıl kanser olduğuna akıl erdiremeseler de artık o eski şaşkınlık yoktu kimsede. Sadece sonsuz bir keder kapladı duyan herkesi.
Bir yıl önce, hastalığın ilk teşhisi sırasında doktorlar bütün yaşam öyküsünü dinlediler Kerem’den. Sordular. Geçen yıl, Malatya’ya Afşin’in bir köyünden gelmişti ailesiyle. Babası fabrika işçisiydi, annesi ise temizlikçi. Evin büyük oğluydu. Kendinden 4 yaş küçük bir de kız kardeşi vardı.
O güne kadar olan kısacık yaşamı köylük yerde, tarlada, bağda, bahçede geçmişti. Köyünün yanı başında akan Hurman Çayı’nın kenarında sığır gütmüştü okula başlayana kadar. Çayda çimmiş, susadığında suyunu içmişti. En önemlisi de, köylerine bir iki kilometre uzaklıkta gece gündüz duman kusan iki tane termik santral bacalarının adeta dibine doğmuştu. Onların geniz yakan kokusundan başka bir hava solumayarak büyümüştü.

Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
Doktorların soruları da Kerem’in on dakikada anlattığı kısacık öyküsü de bitti. Birbirlerinin gözüne baktı doktorlar. Olay onlar için aydınlanmıştı...
*
Kerem’in ince bedeninin, Afşin Ovası’nda yeni biçilmiş sarı buğday tarlaları ile çevrili bir mezarlıkta yürek yakan ağıtlarla toprakla buluştuğu gün Elbistan’da termik santralin yanı başındaki Çoğulhan kasabasına kül yağdı yine! Sabah saatlerinde simsiyah bir dumanı kusmaya başladı bacalar. Evlerine komşu evi kadar yakın termik santralin bacasından çıkan dumanı gören Çoğulhanlılar pencerelerini kapattı. Santralin güneyindeki Alemdar köylüleri dam başına serdikleri tarhanayı içeri aldılar. Güneşin alnında kurumaya bırakılan biberlerin, domateslerin üzerine çarşaf gerdiler. Yine de fayda etmedi. Kül, yaz ortasında kar yağıyormuş gibi sessiz sessiz sokaklara, balkonlarda unutulmuş çamaşırlara, ağaçlara, pencere pervazlarına yağdı tüm gün. Bir süre sonra arabaların üzerinde bir karış toz birikti. Ağzını mendil ile kapatmış bir delikanlı araba kaputunun üzerindeki toza o günün tarihini attı...
Çoğulhan’da küçük bir parkın içinde bulunan iki katlı muhtarlık binasının üst katında çayımızı yudumlarken, beyaz fayanslarla döşeli terasının halini gösterdi Muhtar Kadir Sönmez, “Durumumuzu bu görüntü anlatmaya yeterli sanırım” dedi. Bir zamanlar beyaz olan fayansın üzeri bir parmak siyah-gri kül ve isle kaplanmıştı...
“1968 yılında Demirel zamanında temeli atıldı santralin” diye anlatmaya başladı muhtar; “O günden bu zamana çok sıkıntısını çektik. Buranın köylüsü hep çiftçilik yapar. Eskiden araziler bire yirmi, bire otuz verirdi. Şimdi verim yüzde 5’lere kadar düşüyor. O da neden; bu termik santralin bacadan çıkan dumanı yüzünden. Çünkü bacalarında filtre yok! Ekilen ve büyüyen ağaçların dallarının içi simsiyah! Yediğimiz salatalıklar yıkamadan yemeğe kalksak boğazımız yanıyor, asit yakar gibi. Çocukların boğazları ağrıyor okula giderken. Bazılar tarhana seremiyor kül yağdığı için, pekmez kaynatamıyor. Bu yüzden başka köye gidiyorlar oradan alıp, yükleyip geliyorlar. Gidemeyenler de elindekileri yiyor ve hasta oluyor. Ekinler yetişmiyor, yetişenlerin de içleri kurum dolu...”
**

Termik santralin tel örgülerinin yanı başındaki kaldırımdan sürüsüyle geçerken bacanın yüksekliği yine başını döndürdü Çoban Ali’nin. Yüzündeki bir haftalık sakalı ve kıvırcık saçları simsiyah görünüyordu. Gözüne giren teri sildiğinde eline yapışan siyahlığa küfretti. Ağız dolusu bir tükürük attı santralden tarafa. Çoban Ali santralin kendisini işe almamasına kızıyordu. Babası da bu santralde çalışmış, emekli olmuş, geçtiğimiz sene de ölmüştü. Ölmeden önce “Gidin buradan” demişti, kendine ve annesine. Nereye, neyle, nasıl gideceklerdi!..
Gidemeyip, santralin isini dumanını yuta yuta yaşıyorlardı. “Ölüyoruz bari çalışarak ölelim” dedi Ali de köyün tüm gençleri gibi. Sadece bir ikisini işe aldı santral. Diğerleri yine kahve diplerinde, rençperlikte, sürü peşinde, amelelikte…
***

Öğleye kadar süren çekimlerden epey yorulmuştuk. Hurman Çayı’nın üzerinden sallanarak geçen tahta köprüden yürüyerek suyun iki yanına kurulmuş çadır görünümlü ahşap bölmelerin içindeki hasır yastıklara sırtımızı verdik. Suyun serinliği gölgede 35-40 dereceyi bulan sıcağın etkisini kırıyor, ağaçlarla bezeli çay kenarındaki lokantada oturanları o bölgenin en şanslı insanları yapıyordu.
Malatya’da 14 yaşında kanserden ölen Kerem’in hüzünlü öyküsünden bahsettik. Aslında bu bölgenin her tarafı adeta bir hüzün müzesi gibiydi. İnsanların yüzleri, ovada toprakları yağmalanmış çiftçilerin öyküleri, kadınların ilenmeleri, çocukların melül mahzun halleri…
“Yakında Hurman Çayı da kalmayacak” dedi bizleri gezdiren öğretmen dostumuz. “Termik santrale kömür alabilmek için Hurman Çayı’nın sularını Göksun Nehri’ne akıtacaklar. Hurman Çayı kuruyacak. Yani tarım tamamen bitecek buralarda!..
Yaşamının büyük bölümü bu topraklarda geçen, ovanın bozkırına büzülmüş küçücük bir köyden, Berçenek’ten Aşık Mahzuni’nin genç yaşta ölen Afşinli Mühendis Mehmet’in ardından yaktığı türküyü açtım telefonda. Belki bir süre sonra tamamen susacak olan Hurman Çayı’nın sesi, genç yaşta ölenlerin ağıtına karıştı.

“Hurman çayı Hurman çayı
Neden bulanık akarsın
Yiğit Mehmet can veriyor
Kardaşları çabuk varsın

Fidan boylu mühendisim
Yerden kalkıp gülmezmola
Kurban olam kadir mevlam
Geri Mehmet gelmezmola

Der Mahzuni düz ovalar
İster karlıca dağ olsun
Bir yiğit koptu dalından
Afşin’in başı sağolsun"

19 Ekim 2019 Cumartesi

Gümüşhanelerin panelinde altın madenleri tartışıldı


19 Ekim 2019 17:49

“Gümüşhane’de ve ülkemizdeki altın madenlerinin çevre ve toplum sağlığına etkileri” başlıklı panelde Evrensel İzmir temsilcisi ve Ekoloji Birliği yürütme kurulu üyesi Özer Akdemir de konuşmacıydı.
 Gümüşhanelerin panelinde altın madenleri tartışıldı
Fotoğraf: Evrensel
Gümüşhaneliler Dayanışma Platformu (GÜDAP) tarafından gerçekleştirilen “Gümüşhane'de ve ülkemizdeki altın madenlerinin çevre ve toplum sağlığına etkileri” başlıklı panel dün akşam Avcılar Barış Manço Kültür Merkezinde gerçekleştirildi.
Resim
Moderatörlüğünü maden mühendisi Süleyman Koç’un yaptığı panelin ilk konuşmacısı Evrensel İzmir temsilcisi ve Ekoloji Birliği yürütme kurulu üyesi Özer Akdemir oldu. Gümüşhanedeki altın madenleri ile ilgili yaptığı haberlerden örnekler veren Akdemir, “2014 yılında yaptığım haberde Kara Mustafa köyü deresine madenin atık sularını karıştığına dair köylülerin iddialarını dile getirmiştim. Aradan 5 yıl geçtikten sonra dereye siyanürlü atık karışması nedeniyle 192 köylü zehirlendi. Bir işçinin siyanürle öldüğü tıbbi raporlarla ortaya konmasına rağmen savcılık dosyayı kapattı” dedi. Yöredeki köylülerin ve madende çalışan işçilerin sahipsiz olduğunu belirten Akdemir, “İşçiler aylardır maaşlarını alamadığı gibi tarımı, hayvancılığı bu madenler tarafından bitme noktasına gelen köyüler de seslerini çıkaramıyor” diye konuştu. Ülkedeki ekoloji mücadelelerinden başarılı olan direniş örneklerini anlatan Akdemir, “Başarının yolu şu; yurttaş Anayasa’nın kendisine verdiği ödevle yaşam alanını, çevreyi korumak için bu şirketleri topraklarına, sularına sokmayacak. Yaşam nöbeti tutacak ve her koşulda çocuklarının geleceği için direnecek” dedi. Akdemir konuşmasının sonunda Ekoloji Birliği tarafından 26 Ekim’de Ankara’da yapılacak olan “İklim Krizine ve Ekolojik Yıkıma DUR diyoruz” mitingine katılım çağrısı yaptı.
Resim
"GÜMÜŞHANELİLER ZEHİRLENİYOR"
Panelin ikinci konuşmacısı olan TMMOB Yürütme Kurulu üyesi Cemalettin Küçük, altın işletmeciliği ve kullanılan siyanürün çevreye ve sağlığa etkilerini anlattı. Ülkenin dört bir yanında gidip gördüğü altın madenlerin yol açtığı doğa tahribatının korkunç olduğunu ifade eden Küçük, “Dünyanın hiçbir yerinde böylesine güzel bir coğrafyada bu kadar vahşi madencilik faaliyeti yaptırmazlar. Gümüşhanede’ki madenlere defalarca gidip çeşitli yıllarda basına yaptığıma açıklamalarda bu bölgede yaşayan insanların zehirlendiklerini ifade ettim. Bugün bu çok açık biçimde ortaya çıkıyor ve maalesef bir işçi canından oldu” dedi. Maden talanına karşı direnenlere geçmişte Bergama’da olduğu gibi “arkalarında dış güçler var Alman vakıfları var” iftiralarının atıldığını aktaran Küçük, “Oysa baktığımızda tam tersi bütün altın madenciliğinin arkasında Alman sermayesini görürüz. Siyanürü üretip dünyaya satanlar Almanlar” dedi. Gümüşhanelilerin yıllardır sahipsiz olduğunu, gelmiş geçmiş yerel yönetici ve siyasilerin kendi memleketlerine sahip çıkmadıklarını belirten Küçük, CHP lideri Kılıçdaroğlunu’da madencilerle görüştüğü için eleştirdi.
"BERGAMA’DAKİ SİYANÜR SİGARADAKİNDEN DAHA AZ"
Panelin son konuşmacısı olan Ziraat mühendisi Cenk İsmail Akkuş, madenciliğe sürdürülebilir kalkınma kavramı üzerinden yaklaştı. He türlü üretim faaliyetinin çevre açısından olumsuzluk yaratacak riskler taşıdığı söyleyen Akkuş, bunları koruyacak mevzuatın olmasına rağmen denetimde yaşanan eksiklikler nedeniyle çevresel tahribatların boyutunun büyüdüğünü ileri sürdü. Bergama’daki altın madenin atık havuzundaki siyanür oranının bir sigaradan bile olduğunu iddia eden Akkuş’un madenciliği savunan sözleri salonda zaman zaman tepkilerin yükselmesine neden oldu.
Avcılar Belediye Başkanı Turan Hançerli’nin de katılıp kısa bir konuşma yaptığı panelde, çok sayıda milletvekili, siyasi parti temsilcileri de söz alarak görüşlerini ifade ettiler.

16 Ekim 2019 Çarşamba

Özer Akdemir: Sistemi kökünden kazıyıp atacak harekete sahibiz (Demokrat Haber söyleşi)



Özer Akdemir ile belgeseli, son kitabını, çevre gazetecisi olmanın zorluklarını, tecrübelerini ve filminin de gösterildiği BIFED’e bakışını konuştuk
Röportajlar

16 Ekim 2019 Çarşamba 15:16
BIFED RÖPORTAJLARI-1
MUSTAFA DERMANLI / BOZCAADA
20 senedir çevre gazeteciliği yapan Özer Akdemir ile Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali (BIFED/Bozcaada International Festival of Ecological Documentary) için geldiği Bozcaada’da bir söyleşi gerçekleştirdik. Kısa süre önce çıkan kitabı “Doğa ve Direniş Öyküleri”nden de bahsettiğimiz röportajın asıl konusu ise Özer Akdemir’i adaya düşüren ve yönetmenliğini yaptığı “Yalnız Efe” filmiydi.
Sevgi Halime Özçelik ile birlikte çektikleri ve İzmir’de altın madenine karşı tek başına direnen Ahmet Karaçam’ın hikâyesinin anlatıldığı belgesel BIFED’de “Panorama” kuşağında Bozcaada’da gösterildi. Gösterim sonunda gerçekleşen soru-cevapta Özer Akdemir belgesel için, “İzmir'in Efemçukuru ile Çanakkale'nin Atikhisar'ı aynı, ikisi de kentin su havzası. Belgeselimizi izleyenler maden faaliyetlerinin yaratacağı tahribatı görebilirler. Tek başına da olsa direnmenin değerli olduğunu ve bir şeyleri değiştirdiğini anlatmak istedik” dedi.
Özer Akdemir ile belgeselini, son kitabını, çevre gazetecisi olmanın zorluklarını, tecrübelerini ve filminin de gösterildiği BIFED’e bakışını konuştuk.
Yalnız Efe filmi neyi anlatıyor?
Yalnız Efe, İzmir’in içme suyunu sağlayan havzadaki bir köy olan Efemçukuru’nda geçiyor. Bu köye birkaç kilometre ötede yapılmak istenen altın madenciliğine karşı mücadele eden tek köylü, keçi çobanı Ahmet Karaçam’ın hikâyesi. Yalnızlık ve efelik meselesi de bununla bağlantılı. Maden başlamadan önce köy aslında direngen bir köydü. Hükümetin izlediği politikalarla, devletin Acele Kamulaştırma Kararı sonrasında ve benzer gelişmeler sonrasında köylü direnişten vazgeçse de Ahmet abi bağını satmadı ve direndi. Biz, Yalnız Efe’de onun yaşamını aktarmak istedik. Bağı maden için çok stratejik bir noktada. Bağını elinden aldılar, dava açtı ve 10 yıl sürdü bu dava. Sonra davayı kazandı ama zorluklar ve ekonomik sıkıntılar yaşandığı bu dönemde maden firmasının o bağ için astronomik tekliflerlerine rağmen satmadı. Yalnız Efe tüm bu yaşananları anlatıyor.
‘EKOLOJİ MÜCADELESİNDE NASIL BAŞARILI OLUNACAĞININ İPUÇLARINI GERZE VERMİŞTİR’
20 yıldır gazetecilik yapıyorsun. Neredeyse tüm çevre mücadelelerini biliyorsun ve bileşenleri tanıyorsun. Zaman zaman mücadeleyi kazansak da, hevesimizin kırıldığı anlar da oluyor. Sence hata yaptığımız yerler nedir?
Ekoloji mücadeleleri içindeki en önemli kırılma Bergama köylü mücadelesidir. Bergama halkı yıllarca altın madenine direndi ama Bergama köylülerine karşı ortaya konulan o psikolojik harp dediğimiz oyun Bergama köylü hareketini sönümlendirdi. Daha sonra da girildi altın madenine. Diğer çevre sorunları, termikler, rüzgâr santralları vs karşısında görünmeyen bir şey var bence. Anadolu’nun her yerinde, ekoloji sorunlarının olduğu her yerde irili ufaklı direnişler var. Ama biz bunu göremiyoruz, gösterilmiyor ya da birkaç gazetenin ve gazetecinin gösterdiği kadarını biliyoruz. Her yerde bir çoban ateşi yanıyor. Bu bazen uzun erimli oluyor; işte Karadeniz’de, Artvin’de olduğu gibi, Kazdağı mücadelesinde olduğu gibi. Aslında bu mücadeleler devam ediyor. Kazanımı olan yerler de var. Mesela Gerze... Son derece önemlidir. Aslında ekoloji mücadelesinde nasıl başarılı olunacağının ipuçlarını Gerze vermiştir, ondan önce Yuvarlakçay vermiştir. Ondan da önce her şeye rağmen -son bir iki yıldır Cerattepe’de altın madeni işletiliyor olsa da- Artvin’e 25-30 yıl girememişlerdi. Ve daha geçen yıl Tire’deki Başköylüler şu hukuksuzluk ikliminde ekoloji mücadelesinin nasıl olması gerektiğini bize gösterdiler. Nasıl oluyor? Fiili direnişler yaratıyorlar, halk kendi yaşam alanını Anayasa’nın 56. Maddesinin kendisine verdiği ödev ile koruyor. Fiili mücadelenin yanında hukuki mücadele de eşzamanlı giderse ve eğer oraya siz bütün hukuksuzluğa rağmen şirketi sokmazsanız bir şekilde başarılı oluyorsunuz.
Resim
‘BERGAMA’NIN ÖYKÜSÜ SABAHA KADAR SÜRER’
Bergama’da bu saydığın mücadele biçimlerinin neredeyse hepsi vardı ama başarılı olunamadı. Bunu neye bağlıyorsun?
Bergama’da öyle bir psikolojik harp geliştirildi ki... O süreçte Necip Hablemitoğlu’nun “Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası” isimli bir kitabı çıktı. O kitaptan önce Milli Güvenlik Kurulu’nda Bergama hareketi milli tehdit olarak tanımlandı. Bunların tamamına dair “Kuyudaki Taş” adında bir kitap da yazdım. Milli tehdit olarak tanımlanan bir hareketin sönümlendirilmesine dönük devlet birimleri böyle bir oyun tezgâhladılar. Çok açık. Onların belgeleri de kitapta var. Hablemitoğlu’nun kitabı çok önemli bir role soyundu ve dediler ki: Hareketin arkasında Alman Vakıfları var, dış güçler var, bu nedenle Alman Vakıfları’yla işbirliği içerisinde olan Bergama köylü hareketini sönümlendirelim. Kitapta o iftira vardı. Belgeler sahte, bilgiler sahte, kişiler sahte! Hablemitoğlu’nun yazdığı kitapta belgeleri verdiği söylenen Prof. Dr. Metin Deliormanlı diye birisi şu ana kadar ortaya çıkmış değil. Öyle bir insan yok! ‘Türkiye’de altın çıkartılırsa ekonomimiz batacak o yüzden maden karşıtı mücadeleyi destekleyelim’ diyen Alman Kalkınma Bakanı’nın bir raporundan bahsediliyor, ki kitabın özü de odur. Bu rapor da sahte. Bu kitabı da altın madencileri finanse etti, dağıttı. O süreçte DGM’de bu altın madeni karşıtı mücadele veren 15 kişiye dava açıldı. Dava ilk celsede sonuçlandı. Çünkü bomboş bir dosya. Bu kitabı yazan ve iftirayı atan Necip Hablemitoğlu da ilk duruşmasında tanık olarak dinlenmesinden 8 gün önce öldürüldü. Yani Bergama’da öyle karışık ilişkiler var ki... Bergama’nın öyküsünü anlatsam sabaha kadar sürer.
Peki, son kitabın “Doğa ve Direniş Öyküleri”nden biraz bahseder misin?
20 yıldır çevre gazeteciliği yapıyorum. 20 yıldır yaptığım çevre haberlerinin geri planında aktaramadığım şeylerin hikâyesi var kitapta. Haberci bir haberi 5N 1K kuralı çerçevesinde anlatır ama o haberde onda duygular kalır, düşünceler kalır, insanlar tanır, onların yarattığı izlenimler kalır, onun tortusu kalır. Tür olarak eko-kurgu diyebiliriz bu öykülere ama bu kitapta neredeyse kurgu yok. Ekolojik sorunları bir hayvan, bir insan veya ağaç üzerinden anlattım. Tür olarak da haber dilinden değil de biraz öykü, biraz edebiyat katarak insanların ekolojik sorunlara biraz duyarlılığını arttırabilmişsem kitap görevini yapmıştır.
‘GAZETECİ OBJEKTİF OLMAK ZORUNDA AMA TARAFSIZ OLAMAZ’
Gazetecilik ile aktivistliğin iç içe geçtiği anlar illa ki yaşıyorsundur. Duygularını nasıl bastırıyorsun?
Resim
Ben önce gazeteciliğe başladım. Sonra EGEÇEP olsun, Ekoloji Birliği olsun, bu örgütler içerisinde aktif mücadele yürüterek, yürütme kurulu üyeliği yaparak, sözcülüğünü yürüterek ekoloji aktivisti de oldum. Ben gazetecinin tarafsız olduğunu düşünmüyorum. Hele ki yaşamı savunma gibi bir meselede... Gazeteci objektif olmak zorunda ama tarafsız olamaz. Orada doğa katledilirken siz ne diyeceksiniz? Toprağınız, havanız, suyunuz ve sizden sonra gelecek nesillerin, tüm canlıların yaşamı kirletilirken tarafsızım demogosinin arkasına sığınılamaz. Orada ağacı, böceğin ya da insanların, köylülerin yaşadığı sıkıntıyı görüp de ben haberini yapıp gerisine karışmam demek bana göre çok vicdanlı ve doğru bir düşünce tarzı değil.
‘BIFED’İN İZİ SÜRÜLÜYOR, BIFED ÖRNEK ALINIYOR’
BIFED’e dair neler söylemek istersin...
Sanırım ilk veya ikinci BIFED’in açılışına gelmiştim gazeteci olarak. BIFED yabancımız değil, takip ederiz her sene. Bu sene bir gazeteci olarak değil bir belgesel yönetmeni olarak gelme şansı buldum. Son derece önemli, son derece değer verilmesi gereken bir festival. Şu anda BIFED’in izi de sürülüyor. BIFED model alınıyor, örnek alınıyor. Bu sene Bergama’da da benzer bir festival düzenlendi. Bunlar artıyor. Ekoloji mücadelesinin, meselesinin aslında görsel sanatlar alanında, edebiyat alanında daha çok yer bulduğunun kanıtlarıdır bunlar. Bulması da gerekiyor zaten, bulmak zorunda. Gidişat kötü. İklim krizine hiç değinmiyoruz. Değindiğimiz anda bambaşka bir dünya ortaya çıkıyor. Dünya gidiyor elimizden. Kapitalizm bindiği dalı kesiyor ve umurunda değil. Kendisiyle birlikte dünyayı yok etmeye soyunmuş bir sistemden bahsediyoruz.
‘YARIN YİNE AYAĞA KALKABİLİRİZ’
Filmden sonra ana karakter Ahmet Karaçam üzerine sohbet ettiğimizde “biz kazanacağız” demiştin. Hakikaten biz kazanacak mıyız, kazanacaksak hangi yolu izlememiz gerekiyor?
Umutsuzluğun yaşamda bir karşılığı olduğunu düşünmüyorum. Mutlaka kazanacağımızı düşünüyorum. Çünkü sistem de gitmiyor. Ülkemizdeki siyasi krizlere, en son Suriye Savaşı meselesine baktığımızda da bütün bunlar yönetememenin sonucudur. Dünyadaki kapitalist sistemin yaşadığı krizler aslında bu sistemle dünyanın gitmediğini gösteriyor. Buna karşı bizim irili ufaklı mücadelelerimize çok küçük, çok cılız demeyelim. Gezi’yi gördük. Üç ağaçtan milyonlarca insanın sokağa çıktığını gördük. Yarın yine ayağa kalkabiliriz. O potansiyel bizde var, o potansiyele sahip gençlerimiz var, mücadele de var, köylüler de var. Bugün Kazdağı’nda, Aydın’ın her köyünde, Anadolu’nun başka yerlerinde mücadele var. O zaten damla damla örülüyor, biz görüyoruz veya göremiyoruz, yeteri kadar yansıtabiliyoruz veya yansıtamıyoruz ama o hareket var ve o hareket hem dünyanın, hem insanlığın, hem de bütün canlıların sonunu getiren sistemi kökünden kazıyıp atacak. Başka yolu yok.  

https://www.demokrathaber.org/roportajlar/ozer-akdemir-sistemi-kokunden-kaziyip-atacak-harekete-sahibiz-h119855.html

14 Ekim 2019 Pazartesi

Burhaniye'de tarım ve çevre paneli: Bize nefes borusu şart


Burhaniye'de tarım ve çevre paneli: Bize nefes borusu şart


Balıkesir'in Burhaniye ilçesinde Tüm Köy-Sen tarafından gerçekleştirilen "Toprağına, tohumuna sahip çık" başlıklı panelde tarımın ve üretici köylülüğün sorunları ile çevresel sorunlar tartışıldı.



Tüm Köy-Sen tarafından Balıkesir'in ilçesi Burhaniye'de gerçekleştirilen "Toprağına, tohumuna sahip çık" panelinde tarımın ve üretici köylülüğün sorunları ve çevresel sorunlar tartışıldı. Panelde sorunların çözümü noktasında örgütlü mücadelenin önemine dikkat vurgu yapılırken önümüzdeki günler için de bir tarım kurultayı yapılması gündeme getirildi.
KAZ DAĞI MÜCADELESİNİN DÜNÜ BUGÜNÜ
Reha Yurdakul Kültür Merkezinde gerçekleştirilen panelin kolaylaştırıcılığını BURÇEP Yürütme Kurulu Üyesi Nafi Maraş yaptı. Panelde ilk olarak konuşan Evrensel İzmir Temsilcisi, EGEÇEP ve Ekoloji Birliği Yürütme Kurulu üyesi Özer Akdemir, görseller eşliğinde özellikle körfez bölgesindeki ekolojik sorunlar ve mücadelelere dair bilgi paylaştı. Akdemir, "Kaz Dağı'nın altın madencilerine karşı mücadelesi yeni değil, 10 yılı aşkın bir geçmişi var. İlk dönemlerde yöre köylülerinin madenlere karşı direnci ve mücadele kararlığı bugünkünden daha diri idi. Şimdi köylülerin mücadeleye katılımı ile ilgili ciddi bir sorun var. Bu sorun çözülmeden mücadelenin başarıya ulaşması çok zor görünüyor" dedi.
ÇANAKKALE MİTİNGİNİN ERTELENMESİNE ELEŞTİRİ
12 Ekim'de yapılan mitingin Suriye'ye yönelik askeri operasyon gerekçe gösterilerek ertelenmesini eleştiren Akdemir, "Bir kere bu erteleme kararı, içinde Ekoloji Biriliği temsilcisinin de olduğu miting tertip komitesine sorulmadan alındığı için anti-demokratiktir. Bunun da ötesinde, nasıl ki şirketler Suriye operasyonunu gerekçe göstererek doğa talanını ertelemiyorlarsa buna karşı verilen mücadelenin de kararlı bir şekilde devam etmesi gerekiyor" dedi. Özer Akdemir, özellikle su havzalarında yapılan altın işletmeciliğinin yanı sıra ülkenin değişik yerlerinden farklı konulardaki ekolojik sorunlara karşı verilen mücadelelerden kesitler aktardığı konuşmasını, başarılı direniş örneklerine vurgu yaparak bitirdi.
"BÜYÜK BİR EKOLOJİK YIKIM FAALİYETİ"
Panelin ikinci konuşmacısı olan Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Yönetim Kurulu üyesi Murat Kapıkıran, çevreci faaliyetin insan odaklı olmasına rağmen ekolojik faaliyetin insanı merkeze almadan, doğadaki tüm canlı Cansız varlıkları ve aralarındaki ilişkiyi odağına aldığını belirtti. Ülkemizde de yoğun biçimde yaşanan doğa talanını büyük bir ekolojik yıkım faaliyeti olarak tanımlayan Kapıkıran, "Madencilik, enerji üretimi, tarımsal faaliyetler vs her türlü faaliyet mutlaka kamu yararı gözetilerek yapılmalı" dedi. Kaz Dağı'nda şu an için 66 tane madencilik ruhsatı olduğunu aktaran Kapıkıran, "Elde edilen altının %2 si bize kalıyor bu madencilikte. Büyük bir ekosistemi çökertmenin karşılığı çıkarılan altının %2'si sadece!" Altın işletmeciliğinde kullanılan siyanürün ölümcül etkilerini anlatan Kapıkıran, dünyanın Çernobil’den sonra yaşadığı en büyük sıkıntı Romanya'daki maden atık barajının sızıntısıdır. Aradan yıllar geçmesine rağmen etkisi hâlâ devam ediyor" dedi.
"TÜRKİYE KOOPERATİFÇİLİK TRENİNİ DE KAÇIRIYOR"
Tarımda neoliberal politikaların etkisine değinen ve Türkiye'de tarımın dönüştürülmesi sürecine dikkat çeken Kapıkıran "İthalat cenneti olduk. Adana'da ekmekte GDO çıktı. Hayvancılık ithalatında ülkeye bir sürü hastalık da girdi. Ülkede 650 bin gıda işletmesi var, buna karşılık sadece 6500 gıda denetmeni görev yapıyor" dedi.

Fotoğraf: Evrensel
Dünya ülkelerinin tarıma büyük destek verdiğine dikkat çeken Kapıkıran, "ABD’de rafta gördüğünüz ürünün %40'ı devlet desteğidir. Dünyanın en fazla tarım desteği yapan ülkesi ABD’dir. Dünyanın en fazla tarım üreten ve satan ülkesi de ABD" diye konuştu.  
Konuşmasının önemli bir kısmını da kooperatifçilik uygulamalarına ayıran Kapıkıran, "İspanya’da tüketilen gıda ürünlerinin %40'ı gıda kooperatifleri üzerinden sağlanıyor. Biz kooperatif trenini de kaçırıyoruz. Kolektivizmi sağlamazsak toprağımızı, suyumuzu, atalık tohumumuzu kaybedeceğiz" dedi.
Resim

"YARININ SAVAŞLARI GIDA VE SU İÇİN OLACAK"
Panelin son konuşmacısı olan Tüm Köy Sen Eğitim Sekreteri Sedat Başkavak dünya egemen olan kapitalist sistemin yarattığı tabloya dair veriler paylaştı. Başkavak, "2025’te %30 daha fazla gıdaya ihtiyaç olacak, 2025’te aç insan sayısı iki katına çıkacak ve 2 milyarı aşacak, 30 yıl sonra dünya nüfusu 9 milyar olacak ve yarısı açlıkla boğuşacak, 30 yıl sonra % 60 daha fazla gıdaya ihtiyaç olacak" dedi. Bu tabloyu yaratanların su, enerji kaynakları, tarım toprakları, gıda güvenliği ve güvencesini de ellerinde tuttuklarını ifade eden Başkavak, "Bugün enerji ve enerji yolları için yapılan savaşlar, yarın su ve gıda için devam edecek" dedi.
Türkiye'nin imzaladığı uluslararası anlaşmalardan GATT, DTÖ ya da AB uyum yasalarının, "Tarım desteklerini azalt, kırsal kesim nüfusunu düşür, üretime kota getir, özelleştirmelerin önünü aç ve ithalatın önündeki engelleri kaldır" dayatmaları ile Türkiye tarımını şekillendirdiği ifade eden Başkavak, bu politikalar sonucu ABD ve AB'nin ortak, Türkiye'nin ise pazar haline geldiğini dile getirdi.
"YA KÖYLÜLER ŞİRKETLEŞECEK YA ŞİRKETLER TARIMA GİRECEK"
Eski tarım bakanlarından Mehdi Eker'in tarımda uygulanacak yeni politikayı "Ya köylüler şirketleşecek ya da şirketler tarıma girecek" diye özetlediğini aktaran Başkavak, bunun sonucu üretim ve dağıtımda rol oynayan kurumların kapatıldığını, Et Balık, SEK, Tekel, Şeker fabrikaları ve diğer kurumların özelleştirildiğini belirtti.
Çıkarılan tüm kanunların köylünün aleyhine işlediğini anlatan Başkavak, "Hayvancılık destekleri işi bilene değil parası olana veriliyor. Üretici köylüye verilmeyen destekler şirketlere kredi, hibe, vergi indirimi, ihracat desteği vb adlar altında veriliyor. İlaç, gübre, mazot gibi artan girdi maliyetleri üretimi olumsuz etkiliyor. Destekler yetersiz, hatta çoğu alınamaz durumda ya da alırken azalıyor. İthalat baskısı ürün fiyatlarını düşürüyor. Aracılar, tüccarlar kazanırken köylü ucuza satıyor, halk pahalı tüketiyor" ifadelerini kullandı.
"TÜM KÖY-SEN ÜRETİCİ KÖYLÜNÜN NEFES BORUSU OLACAK"
"Şirketler tarıma el attılar. Kredi, hibe, vergi indirimi vb. olanaklardan faydalanıyorlar. Tarımsal üretim, dağıtım ve pazarlamada rol alan tüm kurumlar ya satıldı ya da kapatıldı. En çok etkilenenler geçimlik tarım üretimi yapan köylüler" diyerek konuşmasını sürdüren Başkavak, körfezdeki üretici köylülerin sorunlarının tartışılması ve örgütlenme konusunun ele alınması için yakın gelecekte bir tarım kurultayı örgütlenmesini önerdi.
Başkavak "bize nefes borusu şart" diye tanımladığı Tüm Köy Sen'i şöyle tarif etti: Tüm Köy Sen, üretici köylülerin doğrudan söz sahibi olduğu, tarım politikaları üzerine söz söyleyen, fikir üretip onların belirlenmesinde dolaysız rol oynayan, taban fiyatın belirlenmesinde taraf olan, köylülük içindeki bölünmüşlüğü yok etmek üzere bilinç sıçraması yaratan, en geniş köylüyü kendi çıkarları ve talepleri temelinde bir araya getirebilen bir sendika olacak.
https://www.evrensel.net/haber/388824/burhaniyede-tarim-ve-cevre-paneli-bize-nefes-borusu-sart

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...