20 Ekim 2019 04:09
Malatya’da, kent hastanesinin ilaç kokan bir odasında 14
yaşındaki bir genç kanserden öldü geçenlerde. Adı Kerem. Ancak bir yıl
dayanabildi amansız hastalığa. Ne doktorlar, acılı ilaçlar ne de dualar fayda etti. Gün
gün eridi ve bitti!..
Gencecik, fidan gibi bir oğlandı. Esmer tenine çok da
yakışan yemyeşil gözleri vardı. Annesinden almıştı gözlerini. Elleri, ayakları
babasına benzerdi. Biçimliydi, sırım gibiydi vücudu. İncecik iki dal gibi
uzardı kolları. Ergenlik sivilceleri bile çok yakışırdı bıyıkları yeni terleyen
kavruk yüzüne.
Tanıyanları, eş dost akrabası 14 yaşında bir çocuğun
nasıl kanser olduğuna akıl erdiremeseler de artık o eski şaşkınlık yoktu
kimsede. Sadece sonsuz bir keder kapladı duyan herkesi.
Bir yıl önce, hastalığın ilk teşhisi sırasında doktorlar
bütün yaşam öyküsünü dinlediler Kerem’den. Sordular. Geçen yıl, Malatya’ya
Afşin’in bir köyünden gelmişti ailesiyle. Babası fabrika işçisiydi, annesi ise
temizlikçi. Evin büyük oğluydu. Kendinden 4 yaş küçük bir de kız kardeşi vardı.
O güne kadar olan kısacık yaşamı köylük yerde, tarlada,
bağda, bahçede geçmişti. Köyünün yanı başında akan Hurman Çayı’nın kenarında
sığır gütmüştü okula başlayana kadar. Çayda çimmiş, susadığında suyunu içmişti.
En önemlisi de, köylerine bir iki kilometre uzaklıkta gece gündüz duman kusan
iki tane termik santral bacalarının adeta dibine doğmuştu. Onların geniz yakan
kokusundan başka bir hava solumayarak büyümüştü.
Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
Doktorların soruları da Kerem’in on dakikada anlattığı
kısacık öyküsü de bitti. Birbirlerinin gözüne baktı doktorlar. Olay onlar için
aydınlanmıştı...
*
Kerem’in ince bedeninin, Afşin Ovası’nda yeni biçilmiş sarı
buğday tarlaları ile çevrili bir mezarlıkta yürek yakan ağıtlarla toprakla
buluştuğu gün Elbistan’da termik santralin yanı başındaki Çoğulhan kasabasına
kül yağdı yine! Sabah saatlerinde simsiyah bir dumanı kusmaya başladı bacalar.
Evlerine komşu evi kadar yakın termik santralin bacasından çıkan dumanı gören
Çoğulhanlılar pencerelerini kapattı. Santralin güneyindeki Alemdar köylüleri
dam başına serdikleri tarhanayı içeri aldılar. Güneşin alnında kurumaya
bırakılan biberlerin, domateslerin üzerine çarşaf gerdiler. Yine de fayda
etmedi. Kül, yaz ortasında kar yağıyormuş gibi sessiz sessiz sokaklara,
balkonlarda unutulmuş çamaşırlara, ağaçlara, pencere pervazlarına yağdı tüm
gün. Bir süre sonra arabaların üzerinde bir karış toz birikti. Ağzını mendil
ile kapatmış bir delikanlı araba kaputunun üzerindeki toza o günün tarihini
attı...
Çoğulhan’da küçük bir parkın içinde bulunan iki katlı
muhtarlık binasının üst katında çayımızı yudumlarken, beyaz fayanslarla döşeli
terasının halini gösterdi Muhtar Kadir Sönmez, “Durumumuzu bu görüntü anlatmaya
yeterli sanırım” dedi. Bir zamanlar beyaz olan fayansın üzeri bir parmak
siyah-gri kül ve isle kaplanmıştı...
“1968 yılında Demirel zamanında temeli atıldı santralin”
diye anlatmaya başladı muhtar; “O günden bu zamana çok sıkıntısını çektik.
Buranın köylüsü hep çiftçilik yapar. Eskiden araziler bire yirmi, bire otuz
verirdi. Şimdi verim yüzde 5’lere kadar düşüyor. O da neden; bu termik
santralin bacadan çıkan dumanı yüzünden. Çünkü bacalarında filtre yok! Ekilen
ve büyüyen ağaçların dallarının içi simsiyah! Yediğimiz salatalıklar yıkamadan
yemeğe kalksak boğazımız yanıyor, asit yakar gibi. Çocukların boğazları ağrıyor
okula giderken. Bazılar tarhana seremiyor kül yağdığı için, pekmez
kaynatamıyor. Bu yüzden başka köye gidiyorlar oradan alıp, yükleyip geliyorlar.
Gidemeyenler de elindekileri yiyor ve hasta oluyor. Ekinler yetişmiyor,
yetişenlerin de içleri kurum dolu...”
**
Termik santralin tel örgülerinin yanı başındaki kaldırımdan
sürüsüyle geçerken bacanın yüksekliği yine başını döndürdü Çoban Ali’nin.
Yüzündeki bir haftalık sakalı ve kıvırcık saçları simsiyah görünüyordu. Gözüne
giren teri sildiğinde eline yapışan siyahlığa küfretti. Ağız dolusu bir tükürük
attı santralden tarafa. Çoban Ali santralin kendisini işe almamasına kızıyordu.
Babası da bu santralde çalışmış, emekli olmuş, geçtiğimiz sene de ölmüştü.
Ölmeden önce “Gidin buradan” demişti, kendine ve annesine. Nereye, neyle, nasıl
gideceklerdi!..
Gidemeyip, santralin isini dumanını yuta yuta yaşıyorlardı.
“Ölüyoruz bari çalışarak ölelim” dedi Ali de köyün tüm gençleri gibi. Sadece
bir ikisini işe aldı santral. Diğerleri yine kahve diplerinde, rençperlikte,
sürü peşinde, amelelikte…
***
Öğleye kadar süren çekimlerden epey yorulmuştuk. Hurman
Çayı’nın üzerinden sallanarak geçen tahta köprüden yürüyerek suyun iki yanına
kurulmuş çadır görünümlü ahşap bölmelerin içindeki hasır yastıklara sırtımızı
verdik. Suyun serinliği gölgede 35-40 dereceyi bulan sıcağın etkisini kırıyor,
ağaçlarla bezeli çay kenarındaki lokantada oturanları o bölgenin en şanslı
insanları yapıyordu.
Malatya’da 14 yaşında kanserden ölen Kerem’in hüzünlü
öyküsünden bahsettik. Aslında bu bölgenin her tarafı adeta bir hüzün müzesi
gibiydi. İnsanların yüzleri, ovada toprakları yağmalanmış çiftçilerin öyküleri,
kadınların ilenmeleri, çocukların melül mahzun halleri…
“Yakında Hurman Çayı da kalmayacak” dedi bizleri gezdiren
öğretmen dostumuz. “Termik santrale kömür alabilmek için Hurman Çayı’nın
sularını Göksun Nehri’ne akıtacaklar. Hurman Çayı kuruyacak. Yani tarım tamamen
bitecek buralarda!..
Yaşamının büyük bölümü bu topraklarda geçen, ovanın
bozkırına büzülmüş küçücük bir köyden, Berçenek’ten Aşık Mahzuni’nin genç yaşta
ölen Afşinli Mühendis Mehmet’in ardından yaktığı türküyü açtım telefonda. Belki
bir süre sonra tamamen susacak olan Hurman Çayı’nın sesi, genç yaşta ölenlerin
ağıtına karıştı.
“Hurman çayı Hurman çayı
Neden bulanık akarsın
Yiğit Mehmet can veriyor
Kardaşları çabuk varsın
Neden bulanık akarsın
Yiğit Mehmet can veriyor
Kardaşları çabuk varsın
Fidan boylu mühendisim
Yerden kalkıp gülmezmola
Kurban olam kadir mevlam
Geri Mehmet gelmezmola
Yerden kalkıp gülmezmola
Kurban olam kadir mevlam
Geri Mehmet gelmezmola
Der Mahzuni düz ovalar
İster karlıca dağ olsun
Bir yiğit koptu dalından
Afşin’in başı sağolsun"
İster karlıca dağ olsun
Bir yiğit koptu dalından
Afşin’in başı sağolsun"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder