30 Aralık 2019 Pazartesi

Özer Akdemir: Geleceğin muhabirleri çevre gazetecileri olacak



Özer Akdemir, Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi mezunu. Gazeteciliğe 1998 yılında Evrensel’in Zonguldak muhabiri olarak başladı. Bergama köylülerinin siyanürlü altın işletmesine karşı verdiği mücadelelerin haberlerini yaparak çevre gazeteciliğine yönelen Akdemir, bu haberleri nedeniyle “gazeteciliğin fikri takip ilkesine bağlılık konusunda gösterdiği çabadan ötürü” 2003 yılı Metin Göktepe Gazetecilik Ödülleri Jüri Özel Ödülü’nü gazeteci Neşe Düzel ile paylaştı. 2016 yılında Kanun Hükmünde Kararname(KHK) kararı ile kapatılan Hayat Televizyonu’nda çevre sorunları ve buna karşı verilen halk mücadelelerini konu edinen haftalık “Çepeçevre Yaşam” adlı programının yapımcı ve sunuculuğunu gerçekleştirdi. Akdemir, ‘Çepeçevre Yaşam’ programını halen Evrensel WEBtv üzerinden devam ettiriyor.
Çevre konulu birçok kitabı da bulunan Özer Akdemir ile çevre haberciliği ve çevre sorunlarına ilişkin konuştuk:

Çevre haberciliği nedir, nasıl yapılmalıdır?
Sanayileşme ve kapitalist sistemin yapısı gereği çevre ve ekoloji sorunları her geçen gün artıyor. Gazeteci, haberleri objektif bir şekilde okura duyurmakla görevlidir. Çağının tanığı ve olayların aktaranı olarak gazeteci, çevresel sorunlara karşı diğer yaptığı haberlerden biraz daha fazla ilgi göstermesini, hatta bu haberleri sadece gazeteci olarak değil, yaşamı savunma mücadelesinin içinde bir birey olarak yapmayı görev edinmelidir. Yaşamın savunulduğu yerde gazetecinin tarafsızlığından bahsetmek olanaksızdır.

“Hasankeyf’teki katliamın Kaz Dağları kadar öne çıkmaması ve etkili olmamasının birçok sebebi var”
Yakın zamanda Kaz Dağları’nda altın madenciliği için 200 bin ağacın kesilmesi gündemdeydi, aynı şekilde Hasankeyf’te 12 bin yıllık tarih sular altına gömüldü, taşındı. Hasankeyf’in taşınması, sular altına gömülmesi maalesef Kaz Dağları kadar yer bulamadı sokakta, medyada. Tüm bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kaz Dağları’nda kesilen ağaç miktarı konusunda çelişkili rakamlar olduğunu söyleyelim öncelikle. Hükümete göre 14 bin, şirkete göre 30-40 bin, orman mühendislerine göre ise 400 binin üzerinde ağacın kesilmesinden bahsediliyor. Kesilen ağaç sayısı elbette ki önemli ama ondan da önemli olan orada yok edilen orman ekosistemidir.
İkincisi Kaz Dağı mücadelesi tıpkı Hasankeyf gibi yeni bir mücadele değildir. 10 küsür yıldır hukuki ve fiilli bir mücadele süreci yürütülmektedir Kaz Dağları’nda. Ne yazık ki insanların on binler halinde mobilize olabilmesi ve dağdaki kıyıma, talana dur demek için mücadeleye atılması için 400 bin ağacın kesilmesi ve bu katliam görüntülerinin özellikle sosyal medya üzerinden yaygınlaştırılması gerekiyormuş.
Hasankeyf’teki katliamın Kaz Dağları kadar öne çıkmaması ve etkili olmamasının bir çok sebebi olduğunu düşünüyorum. Bir kere bölgenin kendine özgü anti demokratik ortam, mücadele eden kesimlerin sayıca azlığı, bölgede ekoloji mücadelesinin yeteri kadar kitleselleşememesi, baskı ortamının hiç azalmaması vs…
Medyada yer bulamaması ise medyanın bugünkü hali ile ilintili. Diğer birçok ülkenin gerçek gündemi olan konular da havuz medyası tarafından perdelenirken, bir avuç görsel ve yazılı medya tüm baskılara rağmen ısrarla habercilik yapmaya çalışıyor.

Şuan ise kent cinayeti, çevre felaketi ile sonuçlanacağı konuşulan Kanal İstanbul gündemde. Çevre habercileri veya gazeteciler, çevrenin bu kadar talana uğradığı bu dönemde ne yapmalı?
Örgütlü mücadelenin içine katılmalı. Kalemi, bilgisi ve emeğiyle… Her kesim için bu böyle. Başkaca yolu da yok ve istenirse başarılabiliyor, Gezi süreci gibi.

İnsanların ve toplumun genel anlamda çevreye bu kadar duyarsız olmasında medyanın rolü var mı? Varsa ne ?
Var elbette. Ancak asıl medyayı kontrol eden sermaye kesimi ve siyasi iktidar. Yaygın medya siyasi iktidarın baskısına direnemiyor. Dolayısıyla işini yapamıyor. İşini yapabilse gerek çevresel konularda, gerek eğitim, sağlık her alanda toplumun gerçek haberlerle bilgilenmesinin en önemli araçlarından birisi olabilir.
Son olarak Türkiye’de çevre haberciliğinin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Habersiz kalma diye bir derdi olmaz çevre habercisinin. Haberleri yetiştirememek, yeterince zaman ayıramamak gibi derdi olur. Bu anlamda geleceğin en çok çalışan muhabirlerinin çevre gazetecileri olacağını düşünüyorum. Tabii gerçek anlamda gazetecilik yapabilmek için siyasi iktidarın basın üzerindeki baskısı ve siyaset dayatmasından kurtulmak gerekiyor.
https://1haberimizvar.wordpress.com/2019/12/30/ozer-akdemir-gelecegin-muhabirleri-cevre-gazetecileri-olacak/?fbclid=IwAR1Z-H0hh_HsFGc-xnK-QNZUKFtYhTl2ed8pL4wQ94pqLk_xcCx_A-m4N-k

2019: Ekolojinin kara, umudun aydınlık yılı


30 Aralık 2019 04:14

Başta ABD olmak üzere emperyalist devletler iklim krizi ile yüzleşmeyi reddetse de dünya halkları arasında buna karşı tepkilerin yoğunlaştığı bir yıl olarak geride kalıyor 2019.
 Resim
Fotoğraf: MA
Özer AKDEMİR
2019 yılına ekolojik sorunlar ve mücadele süreçleri olarak baktığımızda bir önceki yıla göre daha da artan bir ivmenin olduğunu söylemek mümkün. Üstelik sadece ülkemizde değil dünya genelinde de bu durum böyle. Bunda en önemli etken kuşkusuz her geçen gün kendisini daha da çok hissettiren iklim krizi gerçeği. Her ne kadar başta ABD olmak üzere emperyalist devletler iklim krizi ile yüzleşmeyi reddetse ya da ertelese de dünya halkları arasında buna karşı tepkilerin yoğunlaştığı bir yıl olarak geride kalıyor 2019. Kriz öyle bir hale gelmişti ki dünyanın sunduğu 1 yıllık doğal kaynakları tükettiği gün olarak belirlenen Küresel Limit Aşım Günü Türkiye için 27 Haziran'da dünya genelinde ise Temmuz ayı olarak hesaplandı. Yani bu hesaba göre 2020 yılından 6 ay borç almış oluyor 2019...
GRETA KUŞAĞI
16 yaşındaki İsveçli Greta Thunberg'in parlamento önünde iklim krizine dikkat çekmek için her cuma yaptığı okul grevi kısa zamanda dünya çapında bir direniş haline geldi. Özellikle lise ve öncesi yaş grubundan gençlerin yoğun olarak katıldığı bu eylemler ülkemizde de ilgi gördü ve katılım sağlandı. Birçok ülkede yapılan iklim krizine karşı karbon emisyonlarının azaltılmasına dönük uluslararası toplantılardan yine somut bir sonuç elde edilemedi. Kapitalizm krizini aşmak için tek çıkar yol olarak gördüğü üretim, tüketim, kâr döngüsünden vazgeçmeye yanaşmıyor.
Resim
KAZ DAĞI SU VE YAŞAM
Ülkemizde 2019'un ekoloji sorunları ve mücadele takvimine bakacak olarsak; kuşkusuz bu yılın en önemli ekolojik odaklı hareketliliği Kaz Dağı'nda altın işletmeciliği için yapılan doğa katliamına karşı başlayan kitlesel tepki oldu. Yaklaşık 400 bin ağacın katledilip, çok geniş bir alandaki orman ekosisteminin yok edildiği görüntülerinin basın ve sosyal medya üzerinden yaygınlaşması üzerine başlayan Su ve Yaşam nöbeti, ülke genelinde büyük bir ilgi görerek on binlerce insanın Kaz Dağı için harekete geçmesine  neden oldu. Günlerce süren bu kitlesel hareketlilik sonucu Bakanlık Kanadalı Alamos Gold şirketinin iznini yenilemezken, şirket yaklaşık 200 işçili işten çıkararak Kirazlı bölgesindeki faaliyetlerini askıya aldığını duyurdu. Buna karşın yakınlardaki Kumarlı köyünden maden alanına su taşımak için boru hattı yapma çalışmalarına devam eden şirkete karşı köylüler sularımızı vermek istemiyoruz diye eylem yaptılar.
TOPRAĞA SUYA SİYANÜR SIZIYOR
Kütahya Gediz ilçesinde "Ege'nin can damarı" denilen yerde, Murat Dağı’ndan yapılmak istenen altın işletmeciliğine karşı da yörede büyük tepki gösterildi. Büyük Menderes, Gediz, Porsuk ve Banaz Çayı’nın kaynaklığını yapan Murat Dağı'ndaki altın madenine verilen ÇED Raporu, bilirkişilerin olumsuz görüş bildirdiği mahkeme süreci sonucunda iptal edildi.
Ordu Fatsa'daki altın madeni, Erzincan İliç, İzmir Efemçukuru ve Bergama gibi yörelerdeki altın işletmeciliğinde üretim hız kesmeden devam ediyor. Gümüşhane'deki altın madenlerinden sulara karışan siyanür sonucu zehirlenmeler ve bir işçinin yaşamını yitirmesinin üstünün örtüldüğü, yine İliç'teki altın madenine karşı dava açılmaması için şirketin köylü başına 130 bin lira para verdiği de bu yılın ilginç olayları arasında yer aldı.
“TEMİZ” YALANI “YENİLENEBİLİR” TALANI
“Yenilenebilir-temiz enerji” diye yıllardır propagandası yapılan RES ve JES'lerin halkın yaşam alanlarına verdiği zararların biraz daha belirginleştiği bir yıl oldu geçtiğimiz yıl. Yıllardır RES'lere karşı direnen Karaburun Yayla köylüleri 70 yıl öncesine dayanılan bir raporla köylerinin afet bölgesi ilan edilmesi şokunu yaşadılar.
Resim
AYDINLILAR DİRENİYOR
JES'lerle adeta kuşatılan Aydın'da geçtiğimiz yıl Kızılcaköy'de, Yılmazköy'de ve son olarak Kuyucak Değirmendere köylerinde direnişler, yaşam nöbetleri vardı. Zaman zaman polis, jandarma müdahalelerinin olduğu direnişler hala devam ediyor. Kızılcaköy'ün ÇED Raporu Aralık ayının ilk günlerinde onaylanırken, Değirmendere köylüleri ise ÇED toplantısını protesto ettiler. Bu arada İzmir'in çeşitli bölgelerinde 35 jeotermal sahasının ihaleye çıkarılması İzmir kent merkezi ve ilçelerinde önemli bir hareketlenme yarattı.
BİN JANDARMA BİR MAHALLEYE KARŞI
Öte yandan Manisa Salihli Hacıbektaşlı mahallesinde evlerin ve okulların yanı başında yapılmak istenen JES'e karşı direnen yurttaşlara yaklaşık bin polis ve jandarma müdahale etti. SANKO şirketi bu müdahale ve gözaltılar sonrası jandarma korumasında alanda çalışmalara başlayabildi.
Reklam
TERMİK BACASINA FİLTRE TARTIŞMASI
Baca filtreleri olmayan termik santrallerin 2,5 yıl daha filtre takmaktan muaf tutulmasının yoğun tepkiler sonrası AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından veto edilmesi geçtiğimiz yılın sonlarında gelen bir kazanım olarak değerlendirilebilir.
Gerek Kaz Dağı direnişi gerek Murat Dağı'ndaki altın madeni meselesi ve gerekse termik santrallere filtre muafiyetinin geri tepmesi kamuoyu tepkisi ve direnişin gücünün sermayeye geri adım attırdığı örnekler olarak da verilebilir. Diğer taraftan bu vetonun ardından söz konusu termik santrallerin tam güç çalışmaya başlaması ve diğer termik santrallerin yarattığı çevre, tarım,. sağlık sorunları ise 2019'da tartışılan konular ve verilen mücadeleler arasındaydı.
AHH HASANKEYF!
On iki bin yıllık tarihi kent Hasankeyf tüm çabalara rağmen Haziran ayı içinde su tutmaya başlayan Ilısu Barajının sularına yavaş yavaş gömülüyor. Hasankeyf’te insanın bakmaya kıyamadığı yüzlerce tarihi değer betona ve suya gömülüyor. Taşınan Zeynel Bey Türbesi ve Selçuklu camiinin dışında binlerce Hasankeyfli, köylü için göç yolları göründü. Sular altında neleri kaybettiğimizi bile bilemeyeceğiz.
NÜKLEER SEVDASI
AKP'nin nükleer santral sevdası devam ediyor. Sinop'ta yapımı planlanan ve yüz binlerce ağacın kesilerek sahanın santral için hazırlanmasından bir süre sonra Japon firma artan maliyetleri ileri sürerek projeden çekildi. Olan yüz binlerce ağaca oldu ancak AKP'nin burarda bir nükleer santral kurma hevesi henüz geçmiş değil.
“YA KANAL YA İSTANBUL!”
Kuşkusuz 2019'un son günlerinde en çok konuşulan konu Kanal İstanbul projesi oldu. AKP hükümetinin ÇED sürecini başlatıp alelacele onayladığı proje için İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu net konuşuyor; "Ya kanal ya İstanbul!" Bilim insanlarının büyük bir ekolojik ve ekonomik felaket olarak nitelediği projenin bir rant aktarım projesinin yanı sıra Montrö anlaşmasının boğazlarla ilgili maddesini baypas etmeyi amaçladığı iddiaları dile getiriliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konuya dair konuşurken Montrö ile ilgili vurgusu da bu iddiaları güçlendirir nitelikte. Bunun uluslararası ilişkiler açısından nasıl değerlendirileceği ve diğer devletlerin tepkisi ise kestirilebilmiş değil.
DERT BİR DEĞİL BİNBİR
Bunların yanı sıra özellikle taş, mıcır ocakları, kuars-felspat ve mermer madenciliğinin yol açtığı çevresel yıkımın yoğun olarak yaşandığı bir yıl olarak da geride kalıyor 2019. Kentlerdeki arsız yapılaşma, tarımda kullanılan zehirler ve bunların etkileri, GDO tartışması, üçüncü köprü, üçüncü hava limanın yol açtığı orman katliamları, çöp ithalatı, nehirlerin her geçen gün daha da kirlenmesi ve sulak alanların bir biri ardına yok olması gibi konuları da üst üste koyduğumuz da ekolojik bakımdan kara bir yılı daha geride bıraktığımızı söylemek mümkün.
YÜKSELEN VE BİRLEŞEN DİRENİŞLERİN UMUDU
Kuşkusuz gerek ülkemizde gerekse dünyada yükselen ekoloji ve halkaların özgürlük mücadelesi tüm bu karamsar tabloya rağmen gelecek güzel günlere olan umudu da diri tutuyor. Ekolojik odaklı mitingler, gösteriler, ülkemizin her yerinde yaşam nöbetleri çoğalırken, Ekoloji mücadelesi de Ekoloji Birliği gibi örgütlerin etrafında birleşerek ortak mücadele ve dayanışmayı büyütmeye devam ediyor.



Milli Piyango bileti satıcısı: Umut satıyoruz ama geçinemiyoruz



2020’ye günler kala her köşe başı Milli Piyango bileti satıcılarıyla doldu. Geleceğe dair umut sattıklarını söyleyen satıcılar kendi geçimini sağlayamıyor.
 Resim
Fotoğraf: Evrensel

Özer AKDEMİR
İzmir
Yeni yıla girilmesine günler kala sokaklarda Milli Piyango satıcıları çoğaldı. “Herkese umut dağıtıyoruz” diyorlar sorduğunuzda ama kendilerinin umutları ne yeni yıla dair? Ya herkesin merak ettiği bu milli piyango satışından onlar ne kadar kazanıyor? Ne zamandır bu işi yapıyorlar ve işin zorlukları ne?
Bu soruları Basmane Garın giriş kapısın önünde milli piyango satıcılığı yapan Ozan Mısırlıoğlu’na sorduk. Öncelikle asıl işinin bu olmadığını söyledi. Özel güvenlikçi olarak çalışıyormuş yıllardır. “Yaklaşık 5 yıldır yılbaşlarında Milli Piyango alıp satıyorum. Ek iş olarak. Ne yapalım. Üç bin lira alıyorum özel güvenlik işinden. Çoluk çocuk var. Bu para ile geçinmek çok zor” dedi.
BİR BİLETE DÖRT FARKLI VERGİ ÖDÜYORUZ!
Milli Piyango satışından ne kadar kazandığı sorusuna cebinden çıkardığı bir kağıdı göstererek yanıt veriyor Mısırlıoğlu. Milli Piyango Konak Şubesi Bilet Satış Bordrosu yazıyor kağıdın üzerinde. Aldığı toplam 350 biletin kupür numaraları, başlangıç ve bitiş numaralarının ve adetlerinin yazdığı kağıdın altında ise kendisinden tahlis edilen paranın dökümü yer alıyor. İşin can sıkıntısı kısmı da orada yatıyor aslında. Toplam 7 bin liralık bilet için Ozan Mısırlıoğlu dört kalem vergi ödüyor! Yüzde 18 KDV için 1067 lira 80 kuruş, yüzde 10 Şans Oyunları Vergisi için 593 lira 22 kuruş, yüzde 15 Komisyon 800 lira 85 kuruş ve yüzde 15 Gelir Vergisi kalemi olarak 120 lira... 13 lira da bileti alırken kesiliyormuş. 7 bin liralık bilet için kendisinden 6 bin 319 lira 28 kuruş tahlis edilmiş. Bütün biletleri satarsa net kazancı 680 lira olacak. Tabii hepsini satabilirse? 
SATILMAYAN BİLET ELİNDE KALIYOR
Bu soruya gelmeden önce bu kadar vergi verilmesinin adaletsizliğinden yakınıyor Mısırlıoğlu: “Her şey vergi, her şey. Umut satıyoruz biz, insanların en çok ihtiyacı olan şeyi. Bundan bile bu kadar vergi alıyorlar! Ha bir de herkes yapamıyor bu işi. Bu işi yapabilmek için ilk başlarken 100 dolarlık bayilik ruhsatı almanız gerekiyor.” Kendisi ilk aldığında bu parayı verdiğini ve 5 yıldır seyyar bayilik yaptığını söyleyen Mısırlıoğlu, devam etmeyi düşündüğünü söylüyor. Peki satamadığı biletler ne oluyor, geri alıyor mu Milli Piyango İdaresi? “Hayır” diyor Mısırlıoğlu, “Biletler bize kalıyor.” Riskli değil mi sorumuza ise şu yanıtı veriyor: “Öyle ama kuralı böyle bu işin. Gece gündüz çalışıp biletleri bitirmeye çalışıyoruz. Genelde de bitiyor. Halk bir umut diye alıyor tüketiyor biletleri. Ama bize sorsan geçinemiyoruz.”
Milli Piyango satıcısı ve tezgahı önünde bilet bakan bir kişi
BİRKAÇ GÜNE BİTMESİ GEREKİYOR BİLETLERİN
Bu işi yapmak için her yıl yılbaşı yaklaşırken özel güvenlik işinden izin aldığını söyleyen Mısırlıoğlu, “Soğukta, yağmurda bekliyorum burada. Birkaç gün içinde satmamız lazım ne yapalım!” Yine de umutla bakıyor geleceğe. Yüzü hep gülüyor konuşurken. Son günlerde İzmir’de havaların soğuması keyfini kaçırmamış. Kalın giysiler, kazaklarla soğuğa karşı korunmaya çabalarken bir yandan da “Yılbaşı biletleri. Büyük ikramiye tam 80 milyon lira...” diyerek biletlerini satmaya çabalıyor.
https://www.evrensel.net/haber/394256/milli-piyango-bileti-saticisi-umut-satiyoruz-ama-gecinemiyoruz

29 Aralık 2019 Pazar

En uzun gece... (Pazar yazısı)




Özer AKDEMİR


Zonguldak’ta, Karadeniz’e doğru bir burun gibi uzayan Fener Mahallesinde liman arkasına tepeden bakan bir çınar ağacı var. Tüm yapraklarından soyunmuş bu günlerde. Çıplak dalları bulutlara dokunmak isteyen cılız parmaklar gibi alabildiğince açılmış göğe doğru. Mevsim kışın ortası olsa da tepenin büyük kısmı yemyeşil. Aralarda yaprakları sararmış orman sarmaşıkları yeşilin içine kanaviçe gibi işlenmiş sanki. Böğürtlen, ısırgan ve eğrelti otları da kayaları, ağaçları sarıp sarıp sarmalamış. 
En uzun gece...
İşte bu tepenin üzerinde bulunur Fener Mahallesi. Gemilere yol gösteren deniz fenerinden gelir adı. Zonguldaklının “Yayla” dediği bu burun, üzerindeki evlerin çoğu Fransızlar tarafından yapıldığı için Fransız Mahallesi olarak da bilinir. 
İçinde paslı ve emektar TKİ kayıklarının bulunduğu liman arkasından Fener Mahallesi’ne doğru giden bir yol vardır. Ortalığı birbirine katan fırtınalı günler haricinde kendi halinde ırgalanan denizin yanı başındaki yoldan yürüyüp biraz ileride bulunan iki tünelin ağzına vardığınızda içinizde bir ses size “Dur! Girme!..” diyecektir.
Dinlemeyin siz de bu sesi! Biz dinlemedik. Çok tekin görülmeseler de her iki tünele de girdik. “Küçükken bize buralardan uzak durun derlerdi” diyen Zonguldaklı arkadaşımın göz korkutma çabası da işe yaramadı...
Resim
Yekpare bir kayalığa oyulmuş denize doğru giden tünelin içinde öbek öbek su birikintilerini gördüğümde bir “acaba” geçmedi değil içimden. Eni konu 30 metre kadar uzunluğu bulunan tünelin ucundaki mavilik bu bir anlık duraksamayı alıp götürdü ama. Paslı tren raylarının üzerinde, su birikintilerine basmamak için hoplaya zıplaya gittik öbür uca. Tünelin diplerinde boş şarap ve bira şişeleri, bir zamanlar vızır vızır vagonların çalıştığı, günümüzde ise ıslık çalan rüzgar ve martı çığlıklarından başkaca bir sesin duyulmadığı izbe tünelin şimdiki işlevi hakkında yeterince bilgi veriyordu. 
Tünelin öbür ucunda göz alabildiğine, neredeyse aynı renkte iki mavilik uzanıyordu. Maviliğin birinin üzerinde, tabloya özenle çizilmiş bir resim kadar kıpırtısız duran kırmızı-beyaz kuşaklı uzun bir yük gemisi denizi gökyüzünden ayırıyordu. 
Sarp bir uçurum gibi dimdik iniyordu tünelin ucu denize. Ki burada eskiden nereye yanaşıyordu gemi, nerede boşaltıyordu vagonları belli değildi. Ömrü bu kentte geçmiş Zonguldaklı arkadaşım da bilmiyordu bunu. Sonradan öğrendim ki lauvarda yıkanan kömürden geriye kalan işe yaramaz taş ve kayalar vagonlarla buraya getirilip denize tumba ediliyormuş. 
Birincinin hemen çaprazına düşen, tepenin içine doğru küçük bir midibüs sığacak genişlikte oyulmuş ikinci tünelin öbür ucu görünmüyordu ama içerisi sarı ışık veren ampullerle aydınlatılmıştı. Kaldırım taşı ile döşenmiş zemini, yan taraflarında tünelin tavanından sızan suların aktığı kanalları, tertemiz duvarları ile bu şirin tünel yaklaşık 200 metre uzunluktaydı. Tünelin hemen çıkışına kondurulan denizi tepeden gören seyir terası, duvarlarındaki yazılara bakılacak olursa aşıkların ve ayrılanların buluşma mekanıydı. 
KELEBEK ÖMÜRLÜ İKİ ŞAİR
ResimGeniş bahçeleri olan Fransız evlerinin arasındaki yol boyunca “anıt ağaç” tabelaları asılı çınarlar diziliydi. Her biri 150-200 yaşlarındaki bu doğu çınarlarının diplerini örten sarı yapraklar günlük güneşli havaya rağmen kışta olduğumuzu unutturmuyordu. 
Orman gülleri, böğürtlen çalıları ile çevrelenmiş yemyeşil bir doğanın içerisindeki bu güzelim mahallede yürürken yirmili yaşlarda ölen iki Zonguldaklı şairi düşündüm. Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu’yu. Her ikisi de veremden ölen bu şairlerin yaşamları ülkemizde daha çok “Kelebeğin Rüyası” filmi ile öğrenildi. 
Zonguldaklı bu iki şair, kısacık yaşamlarının bir bölümünü şimdi yürüdüğümüz bu yollarda, bu ağaçların altında, elleri ceplerinde dolaşarak, aç, sefil veremle savaşarak ve ancak erkence öleceklerini bilenlerin yazabileceği şiirleri yazarak geçirmişlerdi. 
“Ağaç, kuş ve güneş
Sizi dertsiz bildim
Dertli günümde.”
Dizelerinin sahibi Rüştü Onur sevdiğinden ebedi ayrılığı da tadarak 22 yaşında yumar gözünü dünyaya. Verem tedavisi için İstanbul’a giderken vapurda tanışıp aşık olduğu, sonra evlendiği Mediha Sessiz hanımın, evliliklerinin 18. günü karın zarı iltihabı nedeniyle ölmesi onun da ölümü olur adeta. Hastalığa direnme gücünü tamamen yitiren Onur, eşinin ölümüne 12 gün dayanabilir. Soğuk bir aralık günü ciğerlerinden gelen kanda boğularak ölür!.. 

“Diyecekler ki arkamdan
Ben öldükten sonra
O, yalnız şiir yazardı
Ve yağmurlu gecelerde
Elleri cebinde gezerdi”
Diyen Muzaffer Tayyip Uslu da “parasızlıktan imanı gevreyerek”, tedavi olamadığı verem hastalığından bir deri bir kemik kalana kadar eriyerek, Zonguldak’ta anasının kucağında can verdiğinde 26 yaşındadır! 
Orta Anadolu’da bir bozlak vardır. Verem hastalığının çok yaygın olduğu yıllarda sevda yüzünden verem olanları ve ölenleri anlatır; 
“El çek tabip el çek benim yaremden 
Ölürüm kurtulmam ben bu veremden”
Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu tıpkı bozlaktaki gibi ölmüşlerdir. Sevdadan, yoksulluktan, şairlikten...
Eskilerin “Şeb-i yelda” dedikleri en uzun gecede dönüş yoluna düştüm. Zonguldak - İzmir arasında, karşıdan fırtına derecesinde esen rüzgara karşı giden bir otobüste saatlerce Zonguldaklı şair arkadaşları düşündüm. Onların hastalık, parasızlık ve aşk acısı ile geçen günleri, geceleri geldi gözümün önüne. Fuzuli dedim, ne de güzel anlatmış kısacık yaşamlarına en uzun geceleri sığdıranları... 
“Şeb-i yeldâyı müneccimle muvakkit ne bilir, 
Mübtelâ-yı gama sor, kim geceler kaç saat...” 

Sabit

Yeni yılda gündüz ve gecelerinize keder uğramasın...

25 Aralık 2019 Çarşamba

Kızılcaköy'de JES projesi ÇED raporunun onaylanmasına halk tepkili



Aydın Efeler'e bağlı Kızılcaköy'de yapılmak istenen jeotermal enerji santrali için hazırlanan ÇED raporunun onaylanmasına bölge halkı tepki gösterdi, "Bu proje Aydın'ın ölüm fermanı olur" dedi.

 Kızılcaköy'de yapılmak istenen JES'e karşı halk eylem yaparken
Fotoğraf: Yoldaş Taş
Aydın Efeler'e bağlı Kızılcaköy yakınlarında yapılmak istenen JES'e "ÇED olumlu" belgesi verilmesine karşı tepkiler devam ediyor. Kızılcaköylüler bugün Aydın kent meydanında bir basın açıklaması bu bölgede JES yapılmasını Aydın'ın ölüm fermanı olarak niteleyerek buna izin vermeyeceklerini dile getirdi.
JES, İÇME SUYU BARAJINA ÇOK YAKIN
AYÇEP, Menderes İnisiyatifi, ÇİYAP, TEMA, Aydın Barosu Çevre Komisyonu gibi ekoloji örgütlerinin ve Aydın'lı çok sayıda yurttaşın da katıldığı eylemde Kızılcaköy halkı imzalı metni okuyan Gülcan Bahar, Aydın ili Efeler İlçesi Kızılcaköy mevkiinde Gürmat Elektrik Anonim Şirketi tarafından yapılması planlanan Sarı Zeybek JES projesinin ÇED raporunun İDK'de kabul edildiğini hatırlattı. Bu rapora itiraz için 10 günlük süre verildiğini belirten Bahar, "Sarı Zeybek JES projesi Aydın il merkezine 7 km. En yakın yerleşim yeri Gerenkovaköyüne  850 m. güney batısında. Aydın şehir merkezi ile birilikte 30 yerleşim yerinin su ihtiyacını karşılayan İkizdere barajı yapılmak istenen santral alanının 2.5 km kuzeyinde. Santral alanının yer üstü kaynaklarının bu kadar yakınına yapılması son derece tehlikelidir" dedi.
 Kızılcaköy'de yapılmak istenen JES'e karşı halk eylem yaparken
Fotoğraf: Yoldaş Taş
AYDIN'IN ÖLÜM FERMANI
JES'lerin Aydın bölgesinde yaptığı zararlara değinen Bahar, "Bu bölgede bir jeotermal enerji santrali yapılması Efeler ilçesini, Kızılcaköy, Dereağzı köyü, Gerenkova köyü, İncirliova ilçesini ve germencik ilçesini her yönüyle olumsuz etkileyecektir. Bu santralin hayata geçmesi Aydın'ın ölüm fermanının imzalanması demektir. Hangi enerji kaynağı çocuklarımızın mutlu ve sağlıklı çevrede yaşamasından önemlidir? Hangi zenginlik, bu ülkenin  doğal zenginliğinden daha önceliklidir?" diye konuştu. Kızılcaköylüler olarak ÇED olumlu Raporu'nun derhal iptal edilmesini talep etiklerini belirten Bahar, "Zeytinimizi incirimizi toprağımızı havamızı suyumuzu kısaca yaşamı savunmak için herkesi bir olmaya, dayanışmaya bekliyoruz" dedi.
 Kızılcaköy'de yapılmak istenen JES'e karşı halk eylem yaparken
Fotoğraf: Yoldaş Taş
"GÖREVE BAŞLADIĞIMDAN BU YANA JES'LERE HİÇ RUHSAT VERMEDİM"
Basın açıklamasında konuşan Efeler Belediye başkanı Mehmet Fatih Atay, Aydın’ın JES’ler ile birlikte kanser oranının en çok arttığı iller arasında olduğunu ifade etti. Bir önceki belediye başkanı Mesut Özakcan tarafından 3 santral ile ilgili ruhsat verildiğini belirten Atay, “Göreve başladığımız 1 Nisan tarihinden itibaren değil herhangi bir ruhsat, bir nokta bile vermedim.  Havamızın, suyumuzun ve toprağımızın uluslar arası sermayeye peşkeş çekilmesine seyirci kalmayacağız” dedi. Uluslar arası sermayenin daha fazla kar etmesi uğruna, halk sağlığının hiçe sayıldığını belirten Atay; “Bilsinler ki, jeotermale asla geçit vermeyeceğiz. Belediyenin ne kadar imkanı varsa havama, suyuma toprağıma dokunma diyen Efeler halkının hizmetindedir” diye konuştu.
 Kızılcaköy'de yapılmak istenen JES'e karşı halk eylem yaparken
Fotoğraf: Yoldaş Taş
"JES ŞİRKETİ ZIKKIM YESİN"
Fatih Atay’ın ardından söz alan Kızılcaköy’lü Leyla Çiyanşen; “Ben çocuğumu incirle, zeytinle büyüttüm. Ekmeğimizi çiftçilikten kazanmaya çalışıyoruz. Biz yetiştiremezsek ne yiyecekler? JES şirketi zıkkım yesin umurumuz da değil, Aydın halkını kendi sağlığı için toprağına suyuna daha fazla sahip çıkmaya çağırıyorum. Biz olmasak, cumhurbaşkanı kim? Biz olmasak bakan kim? Biz varsak bir anlamı var onların. Para babalarının keyfi için biz ölmeye mahkum değiliz” dedi. Kızılcaköylü Gülten Şimşek 16 ayı aşkındır JES'e karşı direndiklerini ifade ederek; "Direnmeye devam edeceğiz, vazgeçmeyeceğiz. Topraklara sahip çıkacağız. Allahtan merhamet bekliyorsunuz, Allahın yarattığına merhamet etmiyorsunuz" dedi. Basın açıklamasına İyi Parti Aydın Milletvekili Aydın Adnan Sezgin'de katıldı. (Aydın/EVRENSEL)
https://www.evrensel.net/haber/393922/kizilcakoyde-jes-projesi-ced-raporunun-onaylanmasina-halk-tepkili

Yüzsüzlüğün bu kadarı: Zeytinleri asitle kurutan JES'çiler bir de fidan dağıttı
Aydın'da yüzlerce zeytin ve inciri kurutan JES şirketleri fidan dağıttı. Değirmendereli köylüler şirketlerin yaptığını "yüzsüzlük" olarak niteledi.
 zeyin ve incirleri kurutan JES şirketinin fidan dağıtımı
Fotoğraflar: AYÇEM

Özer AKDEMİR
Aydın Kuyucak'ta yüzlerce zeytin ve incir ağacının kurumasına yol açan JES şirketi, geçtiğimiz günlerde Pamukören'de zeytin ve incir fidanı dağıttı. JES'ten çıkan akışkanları derelere boşaltarak yüzlerce zeytin ve inciri kurutan şirketin bu hamlesi, köylülerin tepkisine neden oldu.
"YÜZSÜZLÜK"
Çelikler A.Ş adlı JES şirketine en sert tepki, tüm itirazlarına ve aylardır süren direnişlerine rağmen evlerinin 25-30 metre dibine JES kuyusu açılmak istenen Değirmenderelilerden geldi. Turcas adlı şirketin projesine karşı direnen Değirmendereliler, tarım arazilerinin ortasına açılan JES kuyusu için zeytinlerin kesildiğini ve diplerine asit döküldüğünü belirterek şirketlerin zeytin ve incir fidanı dağıtmasını "yüzsüzlük" olarak nitelediler.
TABELA ASARAK SUÇLARINI İTİRAF ETMİŞLERDİ
JES şirketleri, bölgede işletme kenarına "dikkat, dere suyu sıcak ve yakıcıdır" tabelası asacak kadar pervasız davranıyor. Kurallara göre yer altından çektiği akışkanı elektrik üretiminin ardından geri basması gereken şirket, bunu yapmayıp sıcak akışkanı derelere verdiğini astığı tabela ile bir anlamda itiraf edip kendini ele vermişti.
2018 yılında Pamukören kent merkezinde yer alan Çelikler Holding şirketine ait JES'te boru patlaması sonrası 1500 kadar incir ve zeytin ağacı kurumuştu. Şirketin, Kayran Nehri'ne bıraktığı akışkan, çay suyunu kirletirken çiftçiler birçok ağır metal ve radyoaktif zehir taşıyan bu suyu, içindekileri bilmeden sulamada kullanmışlardı. Zehirli sular nedeniyle yüzlerce incir ve zeytin kurumuştu.

JES'ÇİLERİN DERNEĞİNE GÖRE İNCİRE VE ZEYTİNE FAYDALI!
Jeotermal firmaları, JES'lerin tarıma ve suya zararlarını hep inkar etmeyi yeğliyorlar. Hatta JES şirketleri tarafından kurulan JESDER, jeotermallerin incir ve zeytin üretimine faydası olduğunu bile ileri sürüyor!
Geçtiğimiz günlerde Pamukören'de Çelikler jeotermal şirketinin tarıma destek verdiğini göstermek adına halka incir ve zeytin ağaçları dağıtmasına köylüler ve Aydın Çevre Mücadelesi (AYÇEM) tepki gösterdi. AYÇEM konuya dair yaptığı açıklamada JES şirketinin adeta "İncir ve zeytin ağaçlarını kurutuyorum ama zeytin ve incir ağaçlarını da halka dağıtıyorum" dediğini belirterek, bu fidanları alan vatandaşları da "katiline aşık olmakla" eleştirdi.

22 Aralık 2019 Pazar

Yalnız Efe belgeseli, İzmir’deki ilk gösterimini yaptı



İzmir'de Efemçukuru altın madenine direnen tek köylü olan Ahmet Karaçam'ı anlatan "Yalnız Efe" belgeseli, yönetmenleri Sevgi Halime Özçelik ve Özer Akdemir'in katılımıyla İzmir'de gösterimini yaptı.
 'Yalnız Efe' belgeselinin İzmir'deki ilk gösterimi sonrası filmin yönetmenleri Sevgi Halime Özçelik ve Özer Akdemir söyleşi gerçekleştirirken
Fotoğraf: Evrensel
İzmir'in içme suyunu sağlayan barajların bulunduğu havzada işletilen Efemçukuru altın madenine karşı direnen tek köylü olan Ahmet Karaçam'ı anlatan "Yalnız Efe" belgeseli, İzmir'de ilk gösterimini yaptı.
'Yalnız Efe' belgeselinin İzmir'deki ilk gösterimi sonrası filmin yönetmenleri Sevgi Halime Özçelik ve Özer Akdemir söyleşi gerçekleştirirken
Yönetmeliğini Evrensel Gazetesi İzmir Temsilcisi Özer Akdemir ve Gazeteci Sevgi Halime Özçelik'in yaptığı belgesel, İzmir Barosu konferans salonunda gösterildi. Gösterime Ege Çevre ve Kültür Platformu, Ekoloji Birliği, Emek Partisi İzmir il Başkanı Emine Uyar ve çok sayıda sivil toplum örgütü temsilcisi katıldı.
Görüntünün olası içeriği: 3 kişi, Sevgi Halime Özçelik ve özer Akdemir dahil, oturan insanlar ve iç mekan
Efemçukuru Altın Madeni’ne karşı köyünde tek başına direnen Çoban Ahmet Karaçam’ın yaşamını ve mücadelesini anlatan “Yalnız Efe” belgeselinin İzmir'deki ilk gösteriminde yönetmenler belgeselin ardından söyleşi düzenledi.
"TEK BAŞINA BİR MÜCADELE ÖRNEĞİ"
İlk olarak konuşan Sevgi Halime Özçelik, "Festivallerde gösterimi oldu ama İzmir'de Efemçukuru savunucularıyla birlikte belgeselimizi izlemek çok güzeldi. Dostlarımız bu süreci yeniden yaşadı" dedi.
Resim
Gazeteciyken sürekli çevre haberleriyle ilgilendiğini söyleyen Özçelik, Ahmet Karaçam ile de bu süreçte tanıştığını anlattı. Özçelik, "Tek başına da olsa direnmek mümkün mü ve evet, bunun mümkün olduğunu gösteren bir Ahmet Karaçam vardı" diye konuştu, çekim sürecinde yaşadıkları sorunlara da değindi.

Resim 
Sevgi Halime Özçelik (solda) ve Özer Akdemir (sağda) | Fotoğraf: Evrensel
"BİR DİRENİŞ GÜZELLEMESİ"
Özer Akdemir ise bu belgeseli ekoloji mücadelesinin bir parçası olarak gördüklerini dile getirdi. Kısıtlı imkanlarla ve dayanışma ile çekimleri tamamladıklarını aktaran Akdemir, “İzmir’in içme suyunu hâlâ kirleten bir madenden bahsediyoruz. İzmirlinin gündeminde yeterince yer tutmamasına karşın hem orada verilen mücadeleyi hem de Karaçam’ın bireysel direnişini gördük. Dediğimiz gibi Karaçam’ın direnişini, hikayesini anlatarak ekoloji mücadelesinin bir parçası olmasını istedik. Bu belgeseli bir cümle ile tanımlarsak eğer 'Bir direniş güzellemesi' diyebilirim" dedi.
Son olarak ise Akdemir, "Belgesel tek başına kalınsa da direnmenin güzelliğini gösteriyor ama tek olmayalım, hep birlikte mücadele edelim" diye ekledi.
Söyleşide belgeseli izleyenler ise, Yalnız Efe'nin gösteriminin her yerde gerçekleşmesi gerektiğini belirtti. (İzmir/EVRENSEL)
https://www.evrensel.net/haber/393711/yalniz-efe-belgeseli-izmirdeki-ilk-gosterimini-yapti

Çözüm birlikte mücadelede (Pusula_Zonguldak)



Zonguldak Çevre Koruma Derneğinin düzenlediği, “Zonguldak’ta ve Türkiye’de doğanın talanı ve ekoloji mücadelesi” panelinde konuşan Dernek Başkanı Ahmet Öztürk ile Evrensel Gazetesi Çevre Muhabiri Özer Akdemir, ülkede yaşayan herkesin birebir yaşadığı ekolojik sorunların ancak birlikte mücadele ile aşılabileceğini söyledi.
 Çözüm birlikte mücadelede

 22 Aralik 2019 15:19:01
Zonguldak Çevre Koruma Derneğinin düzenlediği, “Zonguldak’ta ve Türkiye’de doğanın talanı ve ekoloji mücadelesi” panelinde konuşan Dernek Başkanı Ahmet Öztürk ile Evrensel Gazetesi Çevre Muhabiri Özer Akdemir, ülkede yaşayan herkesin birebir yaşadığı ekolojik sorunların ancak birlikte mücadele ile aşılabileceğini söyledi.
Zonguldak Çevre Koruma Derneğinin düzenlediği, “Zonguldak’ta ve Türkiye’de doğanın talanı ve ekoloji mücadelesi” başlıklı panel yapıldı. TMMOB Maden Mühendisleri Odası Lokali’nde yapılan panele konuşmacı olarak Zonguldak Çevre Koruma Derneği Başkanı Ahmet Öztürk ile Evrensel Gazetesi Çevre Muhabiri ve İzmir Temsilcisi Özer Akdemir katıldı. Gökçebey, Devrek ve Çaycuma’dan da katılımın olduğu panelde ilk konuşan Ahmet Öztürk, “Bugün kentimizin en batısındaki Alaplı’dan girip en doğudaki Devrek’ten çıkacağımız Mengen sınırına kadar her noktada bir başka ekoloji sorunu yaşanıyor. Bu ülkenin değerlerine adeta düşman birileri doğayı talan ediyor. Artık ayyuka çıktığı, termik santral yapılması planlanan bölgelerde karşı duruşları örgütlemek isteyen ekolojistlerle yerel yönetimlerin, ‘Bakın termik santral kurulunca ortaya böyle bir rezalet çıkacak’ diye insanları otobüslere doldurup getirdikleri Çatalağzı-Muslu bölgesindeki termik kirliliğe çok fazla değinmeyeceğim. Mesela Alaplı’da dünyanın en yaşlı ormanları var. Burada biri 4,115 yaşında olmak üzere yaşı binin üstünde onlarca ağaç bulunuyor. Ülkenin dört bir yanında yaşı iki yüzü, üç yüzü geçmiş ağaçlar önlerine tabelalar asarak koruma altına alınırken, burada bin yaşındaki ağaçlara kimse dönüp bakmıyor bile. Bizim bu varlığı çok iyi değerlendirmemiz, orayı bir doğal koruma alanı olarak kentin bir büyük zenginliğine dönüştürmemiz gerekirken, bu ülkenin tüm değerlerine düşman bir Vandal anlayış, orada altın arama faaliyetinde bulunuyor. Yetinmiyor, Alaplı’dan Devrek Adatepe Köyü sınırına kadar yüzlerce kilometrelik bir coğrafyada yeni bir arama faaliyeti başlatıyor. Bu şu demek, Anadolu’nun akciğerleri durumunda olan ve büyük bölümü doğal ağaçlardan oluşan Batı Karadeniz ormanlarının tahrip edilerek Türkiye soluksuz bırakılacak” dedi.
 
KANDİLLİ GÖKÇELER’DE YAŞANAN KATLİAM, KAZ DAĞLARINI ARATMIYOR
Kandilli Gökçeler’de Kaz Dağları’nda  tüm ülkeye ayağa kaldıran görüntülerin aynısının bulunduğunu söyleyen Öztürk, “Burnumuzun dibinde Kandilli Gökçeler’de, Düzce’de faaliyet yürüten bir firma, silis madeni çıkarmak için sözcüğün tam anlamıyla doğayı talan ediyor. Elbette Kaz Dağları önemli. Türkiye’nin çok önemli bir coğrafyasında bulunuyor. Endemik türler açısından çok zengin. Mitolojik olarak da önem taşıdığı gibi, dünyanın oksijen açısından en zengin bölgelerinden biri olarak niteleniyor. Ancak ağaç sıklığı ve orman altı bitki örtüsü zenginliği açısından baktığımız da Kandilli Gökçeler’de yaşanan katliam, Kaz Dağlarında yaşananlardan çok fazla. Böyle bir çalışma yapıldı mı bilmiyorum, ama hepimizin gözlemi de odur ki, Karadeniz ormanlarında birim başına düşen ağaç sayısı, Ege ve Akdeniz ormanlarından iki üç kat daha fazla. Dolayısıyla burada yürütülen faaliyet diğer yerlerde yapılan faaliyetlerden çok daha büyük katliama neden oluyor. Bu sahaları şirketlere Türkiye Taşkömürü Kurumu kiralıyor. Biliyorsunuz TTK’nin uhdesindeki Zonguldak Kömür Havzası Akçakoca’dan Kastamonu Azdavay’a kadar uzanıyor. TTK yetkililerinden aldığım bilgiye bu coğrafyanın birçok yerinde silis madeni bulunuyor. Bu şirket bu sahaların işletilmesi konusunda da girişimlerde bulunmuş. Bilgi doğruysa, sözünü ettiğim bölgenin birçok yerinde aynı görüntülerle karşılaşacağız” dedi.

HERKESİN YAŞAM ALANLARI SALDIRI ALTINDA
Bizzat Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından “Sakarya Irmağı’ndan Kızılırmak Deltası’na kadar olan bölgenin en değerli ekosistemi” olarak tanımlanan Filyos Vadisi’nde planlan Filyos Vadisi Projesi’nin bölgenin tek akarsuyunun yanında planlandığını söyleyen Öztürk, sözlerini, “Bu proje hayata geçtiğinde yaşadığımız çevre sorunları kendini iki ile üç ile çarpacak. Zaten tarım toprağı açısından son derece yoksul bölgede, ekebileceğimiz bir karış toprak kalmayacak. Tüm bunlara baktığımızda ülkenin tüm değerlerine düşman bir güruh, nerede bir doğa parçası varsa hepsini yok edelim diyor adeta. Yapılan doğa talanının akılla izah edilebilir bir yanı yok. Bugün toplumsal muhalefetin temel dinamiğini çevre mücadelesi oluşturuyor. Bu mücadelenin içine girmemiş neredeyse bir insan dahi kalmadı. Herkesin yaşam alanları saldırı altında. ‘Bu devletle hiçbir zorum yok arkadaş’ diyen insanlar bile, burnunun dibinde kendine hiç sorulma ihtiyacı duyulmadan bir anda geliştirilen proje nedeniyle, polisle, jandarmayla karşı karşıya geliyor. Hatta gaz yiyor, cop yiyor. Tüm bunları önlemenin tek yolu var, birlikte mücadele. Bizlerin çabalarını birleştirmeleri, daha çok bir araya gelmesi, birlikte mücadeleyi büyütmesi lazım diyerek” sözlerini tamamladı.

EKOLOJİ MÜCADELESİ BİR YAŞAM MÜCADELESİDİR
Daha sonra söz alan Evrensel Gazetesi Çevre Muhabiri, İzmir Temsilcisi Özer Akdemir, “Ülkenin her yanından ekolojik sorunlar, ekoloji mücadelesi var. Yılanın dokunmadığı da kimse yok. Aslında insanlar devleti tanıyor, devletin ne olduğu görmeyen kalmayacak bu gidişle. Devlet her sorunda öyle ama ekoloji meselesinde çok daha fazla dişini göstererek, herkese dokunuyor” dedi. Sunumuna ülkenin dört bir yanında çektiği, doğanın talanı ve acımasız şekilde tahribini gösteren fotoğrafların eşliğinde sürdüren Akdemir, “Çözüm nerede ve nasıl?” sorusuna da yanıt vermeye çalıştı. Akdemir, “Bu dönemde ne yargı bağımsızlığından ne hukuk güvencesinden, ne de çevre hakkından söz edebiliyoruz. Hukuksal süreçlerden toplumun sıkıldığını ve alınan sonuçların toplumda yılgınlık yarattığını bizzat ülkenin en önemli hukukçuları söylüyor. Ekoloji mücadelesi bir yaşam mücadelesidir. İki kişi kaldık, bir kişi kaldık diye hayıflanmamız lazım. Yalnız Efe Ahmet ağabey gibi tek başımıza kalsak da mücadeleyi sürdürmemiz lazım. Keçi çobanlığı yapan Ahmet Karaçam’ın bağı altın madeninin hemen dibinde. Madenin çalışmaya başlaması için bağı alması lazım. Ahmet ağabey direniyor, bağını satmıyor. Ona el arabasıyla ancak taşınabilecek miktarda para ve ayrıca iki ev vaat ediyorlar. Ahmet ağabeyi yine de ikna edemiyorlar. Sonuçta bu şekildeki tarım alanlarına 200 metre olan koruma bandını 100 metreye düşürüp öyle çalışmaya başlıyorlar. Ahmet ağabey hâlâ direniyor. Yani bir kişinin direnişi bile çok önemli” dedi.

EKOLOJİ BİRLİĞİ, EKOLOJİ MÜCADELESİ İLE DEMOKRASİ MÜCADELESİNİ BİRLEŞTİRİYOR
Birlikte mücadelenin önemine de değine Akdemir, “Geçtiğimiz günlerde Ankara’da üçüncü meclis toplantısını yaptığımız Ekoloji Birliği’ni yerel ekolojik örgütlerin ortak dayanışma ve mücadele birliği olarak kurduk. Birliğin içinde ülkenin dört bir yanından ekoloji örgütleri var. Her birimiz kendi yerelimizde yalnız kaldığımız için, devletin, sermayenin büyük gücüne karşı duramıyoruz. Ya da seslerimiz yeterince duyulmuyor. Ekoloji Birliği mücadelelerimizi ortaklaştırmak, sesimizin daha fazla duyulmasını sağlamak, daha güçlü karşı çıkışlar örgütleyebilmek amacıyla kuruldu. Ekoloji Birliği bir yandan ülkenin dört bir yanındaki ekoloji mücadelesini birleştirirken diğer yandan demokrasi mücadelesinin de içinde olacak. Çünkü ekoloji mücadelesi aynı zamanda siyasi mücadeledir de. Emek mücadelesi ile bağlarını da kurmalıdır. Biz Ankara’da yapmak istediğimiz ancak Valilikçe izin verilmeyen ekoloji mitingini, tam da bu anlayışla DİSK, KESK, TMMOB ve Türk Tabipler Birliği ile birlikte örgütledik. Bu doğrultudaki çabalarımız devam edecek. Ben burada başta Zonguldak Çevre Koruma Derneği olmak üzere, bölgede ekoloji mücadelesi içinde olan tüm örgütleri Ekoloji Birliği içinde yer almaya çağırıyorum” dedi.

KAPİTALİST SİSTEM İÇİNDE TEMİZ ENERJİ DİYE BİR ŞEY YOKTUR
Sorulan bir soru üzerine nükleer enerjiyle ilgili görüşlerini de paylaşan Akdemir, “Bir kere şunu bir kenara yazalım, kapitalist sistem içinde temiz enerji diye bir şey yoktur. En temiz şey bile kapitalist sistemin mantığı içinde kirlenir. Şunu kabul etmemiz lazım, kapitalizm kirlidir, her şeyi kirletir. Kar mantığı ile düşündüğü için doğayı düşünmediği gibi kamu yararı gibi kavram da aklının ucundan geçmez. Meseleye bir bu noktadan bakmamız lazım. İkincisi, nükleerin çok farklı boyutları var. Bütün Avrupa nükleer santralleri kapatır, bu enerjiyi en çok kullanan Fransa terk eder, Amerika keza Almanya vaz geçerken bizim hâlâ Akkuyu’da, Sinop’ta nükleer santral peşinde koşmamız kabul edilemez. Bunun akılla, mantıkla izah edilebilir bir yanı yoktur. Tabii iktidarın hevesleri başka. Bunlardan birincisi bu santraller üzerinden rant aktarımı sağlamak istiyor. İkincisi buradan elde ettiği deneyimle nükleer silah yapma sevdası içinde. Bu heveslerle ülkeyi bir bilinmeyen maceralara sürüklüyor. Çernobil’de, Fukushima’da yaşananlar ortadayken, artık geri kalmış denilebilecek bir teknoloji ile nükleer santral kurmaya çalışmak kabul edilemez. Japonya’nı hem teknolojide eriştiği boyut hem de güvenlik konusundaki hassasiyeti iyi biliniyor. Bu durumda bile Fukushima felaketi yaşandıysa ben Türkiye’de olacakları düşünemiyorum.  Hele Akkuyu’nun yeri hepten yanlış” dedi.

17. yıl dönümünde Hablemitoğlu suikastı: Hiç kimse görmek istemeyen kadar kör değildir!.. (Pazar yazısı)


22 Aralık 2019 04:41

PAZAR
Özer AKDEMİR

Özer AKDEMİR
Dr. Necip Hablemitoğlu suikastının 17. yıl dönümünde gelenek yine bozulmadı! Suikastın işlendiği 18 Aralık tarihine birkaç gün kala kamuoyunun gündemine getirilen “şok” gelişme ile bu yılki “geleneksel Hablemitoğlu suikastı tartışması”na da start verilmiş oldu!
Ankara Üniversitesinde inkılap tarihi enstitüsünde öğretim görevlisi olarak çalışan Dr. Necip Hablemitoğlu 18 Aralık 2002 tarihinde, akşam üzeri evinin önünde bir suikast sonucu öldürüldü. AKP’nin tek başına iktidar olmasından iki ay sonra gerçekleştirilen suikast partinin 17 yıllık iktidarı süresince çözül(e)medi!

17. yıl dönümünde Hablemitoğlu suikastı: Hiç kimse görmek istemeyen kadar kör değildir!..
ALTIN MADENİ VE HABLEMİTOĞLU
Öldürülmeden önceki çalışmalarına ve yazdığı kitaplara baktığımızda Hablemitoğlu’nun özellikle Fethullah Gülen Cemaatine yönelik sert eleştirilerinin yanı sıra Bergama’daki altın madeni karşıtı köylü hareketini “Dış güçlerin oyunu” olarak nitelediği görülüyordu. 
Hablemitoğlu’nun 2001 Ağustos'unda çıkan ve altın madenine karşı mücadele eden Bergama Köylülerini Alman Vakıflarının kışkırttığını ileri sürdüğü “Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası” kitabının sahte bilgi/belge ve kişiler üzerinden kurgulandığını da yeri gelmişken belirtelim. (Bkz: Kuyudaki Taş/Alman Vakıfları ve Bergama Gerçeği, Evrensel Basım Yayın 2011)
Hablemitoğlu suikastı günümüze kadar çözül(e)mese de hemen her yıl bir kere, çeşitli gerekçelerle gündeme getirildi. Suikasttan bir yıl sonra başka bir davadan tutuklu iken mahkemede “Hablemitoğlu’nu ben öldürdüm” diyerek itiraflarda bulunan Durmuş Anuçin adlı “seri katil”in itirafları 2003 ve 2007 yıllarında “Dosyanın tozunun alınmasına” neden oldu. Bu itiraflardan sonra birçok kişinin ifadesi alınırken soruşturmadan bir sonuç elde edilemedi. Savcı Cengiz Köksal Durmuş, Anuçin’i “Sanık olamayacak kadar bilgisiz” buldu.
2006 yılında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tam da Ergenekon soruşturmasının başlayacağı günlerde “Bu ülke Necip Hablemitoğlu cinayetini yaşamış, sonrasında her şey örtbas edilmiş bir ülke...” diyordu. Oysa bu sözleri söylediğinde partisi 4 yıldır tek başına iktidarda kendisi de başbakandı!.. 

2007 yılında Ergenekon davalarının başlangıcı sayılan Ümraniye’de ele geçirilen el bombaları ile aynı seride olan bir el bombası, İzmir’de İbrahim Çiftçi (Çerkez İbrahim) adlı yer altı dünyasının tanınmış isimlerinden birisinin öldürülmesinde kullanılınca Hablemitoğlu dosyası yeniden raftan indirilerek Ergenekon dosyasına eklendi. Çünkü İbrahim Çiftçi’nin adı, 2003 yılında “Suikastı ben yaptım” diyen Durmuş Anuçin’in itiraflarında suikastın azmettiricisi olarak geçiyordu. Anuçin, Hablemitoğlu’nu öldürmek için Ankara’ya İbrahim Çiftçi ile birlikte gittiklerini, tetiği kendisinin çektiğini itiraf etmişti. Bu gelişmenin ardından Anuçin, o dönem Ergenekon davasının ‘ünlü’ savcısı, günümüzde FETÖ firarisi Zekeriya Öz tarafından da iki kez sorgulandı. Anuçin, bu sorguların ardından Veli Küçük ve Sedat Peker tarafından tehdit edildiğini ileri sürerek kaldığı cezaevinden 5 sayfalık el yazısı itiraflarını daha da ayrıntılandırarak Savcı Öz’e gönderdi. Bu itiraflar da Anuçin’i Hablemitoğlu davası sanığı yapmaya yetmedi!.. 
Resim
NEDEN ‘FETÖ İZİ’ ARAMADILAR?
Bu noktada şu soru yıllardır aklımı kurcalıyor; “FETÖ’cülerin kumpası” diye Ergenekon dosyasını toptan çöpe atanlar, neden Durmuş Anuçin’in ifadeleri sonrası yapılan araştırmada bir “FETÖ izi” aramadılar? Suikastı karartmak için Anuçin’in ifadesinde yerini tarif ettiği (İzmir Balçova’da bir ev) suikast silahı ve diğer ayrıntılar yok edilip/karartılıp Anuçin “Sanık bile olamayacak kadar bilgisiz” yapılmış olamaz mı? Bu soruşturmayı yürüten polis ve yargı görevlilerinin ‘FETÖ’ ilişkisi araştırıldı mı? Bunların içerisinde ‘FETÖ’den ihraç edilen ya da cezaevinde olan var mı? Savcı Zekeriya Öz’ün ‘FETÖ’ bağlantıları zaten artık herkesin malumu. 
Geçtiğimiz günlerde suikast zanlısı denilen kişinin yakalanmasının Gazeteci Zihni Çakır’ın ‘FETÖ’ çatı davasında “Ciddiye alınmayan” bir ifadesinden yola çıkılması sonrası geliştiği açıklandı. Peki, Anuçin’in ciddiye alınmayan iddiaları neden yıllardır “kumpasın parçası” olarak yorumlanıyor? Anuçin, çeşitli tarihlerde üç kere, her birinde daha ayrıntılı ifadelerle suikastı neden üstlensin ki? 
Zihni Çakır’ın “Ergenekon’un çöküşü” kitabında bahsettiği bir raporla Anuçin’in ifadelerinde geçen birçok adın (İbrahim Çiftçi, Veli Küçük) ve olayın eşleşmesi karşısında neden suskun kalınır? Sorular çoğaltılabilir ama yanıtların ardına bu iktidar döneminde düşülmeyeceğini suikastın 17 yıllık karanlıkta kalması bize gösterdi.
“Suikast zanlısı Ukrayna’da yakalandı” haberlerine gelirsek; haberler Hablemitoğlu suikastı yıl dönümüne iki gün kala düştü medyaya. Suikastın 17. yıl dönümü olan 18 Aralık’ta eşi Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu ve aile Avukatı Ersan Barkın tarafından gerçekleştirilen basın toplantısında TSK’den ihraç edilen eski bir yüzbaşı hakkında kırmızı bülten çıkarıldığı bilgisi paylaşıldı. Ukrayna’da bulunan Nuri Gökhan Bozkır adlı kişi Hablemitoğlu suikastı ile ilgili temmuz ayında Ukrayna’da tutuklanmış ancak daha sonra sınırlı ev hapsi ile serbest bırakılmış. 
Aile davanın bu son savcısına güvendiklerini daha önceden açıklamıştı zaten. “Eğer engellenmezse” davada olumlu gelişmeler olacağına yönelik umutlu konuştular. “İlk kez tetiği çekme ihtimali olan birisinin” yakalandığını söylediler. 
DEVLET SOMUT ADIM ATMIYOR
Öte yandan, zanlı Ukrayna’dan siyasi sığınma talep etmiş ve Türkiye’de başkaca davaları da olduğu söylenmişti. Bu ve benzer bazı gelişmeler zanlının iadesinin zor olduğu, suikastın yine karanlıkta kalacağı şüphelerinin kuvvetlenmesine neden oluyor. Nitekim basın toplantısında Şengül Hablemitoğlu çekinceleri bulunduğunu, zanlının süren bağlantıları olabileceğini bu nedenle korunma olasılığını gündeme getirerek; “Buradan bir şey çıkmayacağına dair kaygımız var” dedi. Şengül Hanım sonrasında da, suikastla ilgili gerçeğe ve adalete yakın olunmadığını, devlet aygıtının cinayetlerin aydınlatılması için somut adım atmadığını da ifade etti. 
Suikastın 17. yıl dönümünde artık gelenekselleşen bir tiyatro yeniden sahnelendi. Her zamanki gibi bir iki gün süren bu tiyatronun çıkardığı patırtı yatıştıktan sonra geriye bakıldığında dünden bugüne bir arpa boyu yol gidilmediği görülecektir. AKP hükümetinin bu suikastı çözme niyeti hiçbir zaman olmadı. Olsa şimdiye kadar çözer, faili meçhuller için TBMM’ye verilen soru önergelerini reddetmezlerdi. 
Hiç kimse görmek istemeyen kadar kör değildir!..
https://www.evrensel.net/yazi/85369/17-yil-donumunde-hablemitoglu-suikasti-hic-kimse-gormek-istemeyen-kadar-kor-degildir

20 Aralık 2019 Cuma

Yalnız Efe belgeseli 22 Aralık'ta İzmir'de gösterilecek



Efemçukuru altın madenine karşı direnen Ahmet Karaçam'ı anlatan "Yalnız Efe" belgeselinin ilk gösterimi 22 Aralık'ta yapılacak.

Fotoğraf: EGEÇEP
İzmir'in içme suyunu sağlayan barajların bulunduğu havzada işletilen Efemçukuru altın madenine karşı direnen tek köylü olan Ahmet Karaçam'ı anlatan "Yalnız Efe" belgeseli İzmir'de ilk gösterimini 22 Aralık'ta yapacak.
Yalnız Efe belgeseli afişi
Yönetmeliklerini Evrensel Gazetesi İzmir Temsilcisi Özer Akdemir ve Gazeteci Sevgi Halime Özçelik'in yaptığı belgeselin kamera arkasında ise Aliye Ceylan ve Özer Akdemir yer alıyor. 
YALNIZ EFE BELGESELİ NE ANLATIYOR?
Kente 20 km uzaklıkta olan Efemçukuru Altın Madeni, 2002 yılından beri İzmir’in gündeminde. Bu altın madeni, orman bölgesinde ve 6 yıldır faaliyet gösteriyor. Kentin yeraltı-yerüstü sularını kirlettiği bilirkişi raporları ile kanıtlandı. Yalnız Efe, İzmir’in içme suyu havzasında işletilen bu altın madenine karşı direnen bir köylünün hikayesi.

Belgeseli "Bir direniş güzellemesi" olarak niteleyen Özer Akdemir, Yalnız Efe ile ilgili şunları söyledi; "Yalnız Efe, direnen tek köylü olan Ahmet Karaçam’ın tek başına direnişe devam etmesi sonucu iktidar, çıkardığı yasaları değiştirmek zorunda kaldı. Bir kişinin bile direndiği yerde umut vardır. Yalnız Efe belgeseli tek kişi de kalınsa direnmeye devam edilmesinin önemine dikkat çekiyor. Ahmet Karaçam’ın bu direniş öyküsü ülkemizde çok zor koşullarda devam eden ekoloji mücadelelerine de bir moral ve motivasyon desteği aynı zamanda".
Daha önce Documentarist 12. İstanbul Belgesel Günlerinde ve Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Film Festivalinde (BİFED) gösterilen Yalnız Efe'nin ilk gösterimi 22 Aralık Pazar günü saat 15.00'te İzmir Barosu Konferans Salonu'nda yapılacak. EGEÇEP tarafından düzenlenecek gösterime belgeselin yönetmenleri de katılacak. Gösterimin ardından Efemçukuru altın madeni ve madene karşı mücadele konusunda bir de söyleşi gerçekleştirilecek. (İzmir/EVRENSEL)
https://www.evrensel.net/haber/393555/yalniz-efe-belgeseli-22-aralikta-izmirde-gosterilecek

Aydın Valiliği JES'e karşı imza standı açılmasına izin vermedi!


20 Aralık 2019 12:00
 Son Güncellenme Tarihi: 21 Aralık 2019 14:56

Aydın Kızılcaköy'de JES'e ÇED onayı verildi. AYÇEP'in JES'e karşı imza standı başvurusu valilik tarafından reddedildi. AYÇEP ve köylüler köy köy, kapı kapı gezerek imza topluyor.

 
Fotoğraf: Ferdi Uzun/AA
Özer AKDEMİR
Aydın Valiliği geçtiğimiz günlerde ÇED raporu onaylanan JES'e karşı imza standı açarak imza toplamak isteyen AYÇEP'in başvurusunu reddetti.
ÇED RAPORUNA İTİRAZ İÇİN 10 GÜN SÜRE VERİLDİ AMA...
Aydın Efeler'e bağlı Kızılcaköy yakınlarında işletilmek istenen JES'e karşı 17 aydır direnen köylülere kötü haber geçtiğimiz günlerde geldi. Şirketin ÇED dosyası Ankara'da Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nda yapılan İnceleme Değerlendirme Komisyonu (İDK) toplantısında uygun bulunarak onaylandı. Halkın itiraz ve önerilerini almak için 10 günlük askıya çıkarılan nihai ÇED raporuna Aydınlılar ve Kızılcaköylüler tepki gösteriyor. ÇED raporunun iptal edilmesi, JES projesinden vazgeçilmesi talebiyle Aydın Çevre ve Kültür Derneği (AYÇEP), imza masası açmak için izin talebinde bulundu. Ancak Aydın Valiliğince reddedildi.
"MANDALİNACI VALİ YARDIMCISI"NIN İMZASI VAR
JES'e karşı 21-22-23 Aralık 2019 tarihleri arasında üç gün süreyle açılmak istenen imza standına izin verilmediğini belirten Aydın Valiliği kararının altında da Vali Yardımcısı Musa Hulusi Arat'ın imzası var.
"DEMEK Kİ HALA OHAL İLE YÖNETİLİYORUZ"!
Valiliğin yasak kararını değerlendiren AYÇEP Yönetim Kurulu üyesi Avukat Hicran Danışman, kararda gerekçe bile olmadığına dikkat çekerek "Keyfiliğin açık ilanı. Demek ki memleket hala OHAL ile yönetiliyor. ÇED raporu halkın görüşüne açılıyor ama halkın bilgi sahibi olup görüş bildirmesinin kanalları keyfi bir şekilde kapatılıyor. Biz de sokak sokak kapı kapı dolaşıp halkı bilgilendirecek ve o imzaları toplayacağız" dedi.
"HAKLARIMIZI SOKAKLARDA ARAYACAĞIZ"
AYÇEP Başkanı Mehmet Vergili de imza masalarına Valilik tarafından izin verilmemesine eleştirerek şunları söyledi: "ÇED sürecini kafalarında bitirmişler anlaşılan. Halka ÇED dosyasına 10 gün içinde itiraz etme hakkı veriyor yasalar. Biz de AYÇEP olarak halkın itirazlarına dair dilekçeleri ve imzaları alıp ilgili kuruma iletmek istedik. İşte bunu engelliyorlar. Halkın görüş, temenni ve bilgi edinme hakkını engellemek totaliter rejimlerde olan bir şey.
Halkın tepkilerini hiçe sayarak, Aydın'ın batısında yüzlerce kuyu açma hakkı veriyorlar şirketlere. Biz bu yasağa karşı sokaklarda, caddelerde, ev ev gezerek imza toplamaya devam edeceğiz. Halkın görüşlerinin bu şekilde engellenmesine karşı biz de haklarımızı sokaklarda arayacağız."
Reklam
KIZILCAKÖY'LÜ ŞENNUR EFE: PES ETMEK YOK!
Kızılcaköyünden Şennur Efe de "Bir Kızılcaköylü olarak toprağın üstünde verimi sağlıyoruz. Bunlar bu toprağın altını karıştırarak bizden ne istiyorlar? Biz bunlara karşı çıkmak için imza toplayarak itirazlarımızı dile getirmek istedik. Buna bile izin vermedi vali!. Toprağımıza, suyumuza, havamıza biz sahip çıkmayacağız da kim çıkacak? Buna karşın mücadeleye devam ediyoruz. Pes etmek yok! Gece gündüz sokak sokak, köy köy dolaşıp imza topluyoruz. Tanımadığımız evlerin kapısını çalıp imza istiyoruz, halk da imza veriyor, ilgi gösteriyor" dedi.
EKOLOJİ BİRLİĞİ: EKOLOJİ MÜCADELESİ YASAKLARLA DURDURULAMAZ
İmza kampanyasının valilik tarafından engellenmesine tepki gösteren Ekoloji Birliği, “Bileşenimiz AYÇEP, Aydın Valiliğine dilekçe ile, 21-22-23 Aralık 20219 tarihlerinde imza standı açmak için başvuru yaptı. Biliyoruz ki, imza standı açma başvurusu demokratik bir haktır. Dilekçe vermenin amacı Valilik tarafından güvenliğin alınması, bilgisi olması içindir. Aydın Valisi, yasaklama kararıyla demokratik bir talebi yasaklamakla şirketlerin çıkarına göre tavır almış oldu. Ekoloji Birliği olarak Aydın Valiliği’ni kınıyoruz. Ekoloji mücadelesi yasaklarla durdurulamıyor. Aydın halkı jeotermal santrallere karşı mücadele ile bunu kanıtladı. Aydın Valiliğine kararını değiştirmeye çağırıyoruz. AYÇEP mahalle mahalle, köy köy gezerek yine halkı bilgilendirme çalışmasını yapacaktır. Bu çalışmayı yapmayı Aydın Valiliği engelleyemeyecektir” denildi.

Çepeçevre Yaşam - Aydın Kızılcaköy halkının JES'e karşı direnişi


19 Aralık 2019 Perşembe

Zonguldak'ta doğanın talanı ve ekoloji mücadelesi konuşulacak


19 Aralık 2019 20:19

Zonguldak Çevre Koruma Derneği,, "Zonguldak ve Türkiye'de doğanın talanı ve ekoloji mücadelesi" başlıklı bir söyleşi yapacak.
 Zonguldak Çevre Koruma Derneğinin düzenlediği söyleşinin afişi
Görsel: Zonguldak Çevre Koruma Derneği
Zonguldak Çevre Koruma Derneği, "Zonguldak ve Türkiye’de doğanın talanı ve ekoloji mücadelesi" başlıklı bir söyleşi düzenleyecek. Söyleşide Zonguldak Çevre Koruma Derneği Başkanı Ahmet Öztürk ile Evrensel gazetesi İzmir Büro Temsilcisi Özer Akdemir konuşmacı olarak yer alacak. Maden Mühendisleri Odası Zonguldak Şubesi Lokali’nde 21 Aralık'ta yapılacak olan söyleşi, 12.30’da başlayacak. Özer Akdemir söyleşi sonrasında kitaplarını da imzalayacak.
Resim
"TALANDAN ZONGULDAK DA PAYINI ALIYOR"
Konuyla ilgili bilgi veren Zonguldak Çevre Koruma Derneği Başkanı Ahmet Öztürk, "Türkiye’de artık çevre sorunlarından değil, doğanın talanından söz etmek gerekiyor. Bu talandan Zonguldak da yoğun şekilde payını alıyor. Havamız, sularımız kirleniyor, Türkiye’nin akciğerleri sayılacak ormanlarımız yok oluyor. Diğer yandan ekoloji mücadelesi tüm ülkede yayılıyor. Nerdeyse her yurttaş, ekoloji ile ilgili bir eylemin içinde yer almış bulunuyor. Yıllardır bu sorunları gazete ve televizyonlarda tartışan, yaptığı haberler ve yayımladığı kitaplarla toplumsal bilincin oluşmasına katkı sunan değerli gazeteci Özer Akdemir ile bu meseleleri konuşacağız. Tüm Zonguldak halkını etkinliğe davet ediyorum" dedi.
ÖZER AKDEMİR KİMDİR?
Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesinden mezun olan Özer Akdemir, gazeteciliğe 1998 yılında Evrensel gazetesi Zonguldak muhabiri olarak başladı. Evrensel'in İzmir Temsilciliği'nin yanı sıra çevre muhabiri olarak görev yapan Akdemir'in, "Anadolu'nun 'Altın'daki Tehlike/Kışladağ'a Ağıt", "Kuyudaki Taş/Alman Vakıfları ve Bergama Gerçeği" ve "Doğa ve Direniş Öyküleri" adlı kitapları yayımlandı. Özer Akdemir, Efemçukuru Altın madenine karşı direnen tek köylü olan Keçi Çobanı Ahmet Karaçam’ın yaşamını ve mücadelesini konu edinen “Yalnız Efe” belgeselinin yönetmeliğini Sevgi Halime Özçelik ile birlikte yaptı. (HABER MERKEZİ)

15 Aralık 2019 Pazar

Madencilik çalıştayı: Madencilik doğayı, sağlığı, tarihi ve tarımı yok ediyor


15 Aralık 2019 15:57

Muğla'da gerçekleştirilen "Madenciliği konuşuyoruz" çalıştayında ülkemizdeki madencilik politikaları ve uygulamaları tartışıldı.
 Maden çalıştayında kürsü ve divan masası
Ülkemizdeki madencilik politikaları ve uygulamaları; bilim insanları, politikacılar ve uzmanların yanı madencilik yapılan yörede yaşayan köylüler tarafından "Madenciliği konuşuyoruz" çalıştayında konuşuldu. Madencilik sektör temsilcilerinin de katıldığı çalıştayda köylüler, "sessiz çığlığımızı duyun artık" dediler.
MADENLERDE HERKESİN HAKKI VAR
Çalıştayın açılışında yapılan konuşmalarda TMMOB adına söz alan Engin Fırat Ata, neoliberal çağda madenciliğin kamu yararından çok birkaç kişinin yararına yapıldığını ifade etti. Ata, "Madenler üzerinde herkesin hakkı vardır, bir avuç kişinin değil" dedi.
CHP'nin Doğa Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Gülizar Biçer Karaca çeşitli konularda çevre sorunları ile karşı karşıya olan yurttaşların çağrıları üzerine Anadolu'yu karış karış dolaştığını belirterek akıl almaz birçok vahşi madencilik uygulaması ile karşılaştıklarını söyledi.
BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ BAŞKANI GÜRÜN: "BİZE HİÇBİR BİLGİ VERMİYORLAR"
Görüntünün olası içeriği: 3 kişi
Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Gürün sayısal veriler, haritalar ve grafiklerle desteklediği konuşmasında yerel yönetimler olarak kendilerine resmi olarak hiçbir bilginin verilmediğini ifade etti. Madencilik sektörünün Muğla'da ve ülkenin dört bir yanında çok önemli bir doğa tahribatına neden olduğunu kaydeden Gürün, çıkarılan madenin işlenmeden satılmasını son derece büyük bir handikap olarak niteledi. Gürün; "Muğla'da nerede, ne kadar maden ruhsatı var gibi bilgilerini resmi olarak alamıyoruz. Sağdan soldan bilgi çalıp doğruya ulaşmaya çalışıyoruz. Bu kadar karanlık bir şey doğal olarak şüpheyi de çoğaltır" dedi.  Muğla'nın yüzölçümünün %27’sinin maden ruhsat alanı olduğunu belirten Gürün, "Hiçbir şekilde yerel yönetimlere bilgi verilmeden, padişah fermanı gibi veriliyor bu ruhsatlar. Ruhsat verilen alanda Sit mi var, orman mı var hiç dikkat edilmiyor" diye konuştu. Muğla'da 2014’ten önce 449 maden ocağının ruhsatlandırıldığını, 2014 yılından sonra ise 192 madene ruhsat verildiğini aktaran Gürün, toplam 641 maden alanının çoğunun ormanlarda olduğuna dikkat çekti.
Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, ayakta
“BACA GAZI ÖLÇÜMÜ YAPILMIYOR”
Termik santrallere filtre takılmamı tartışmalarına da değinen Gürün şunları söyledi; "Yatağan yıllarca filtre takmadı. Sağlıkla ilgili negatif etkilerini açıklayamadık, çünkü araştırılmadı. Filtre takılmasını geciktirmek için baca ağzından çıkan dumanın, külün zararlarını kamuoyundan sakladık. Yıllar sonra Yatağan'a filtre takıldı ama bu filtrelerin ne kadar neyi arıttığını, hangi zararlı maddeleri tuttuğunu bilemiyoruz. Baca gazında bunu ölçen cihaz yok.
“BACA KÜLÜNDE URANYUM VAR”
Çalıştayın öğleden önceki ilk oturumunda konuşan Dünya Gazetesi tarım yazarı Ali Ekber Yıldırım, Türkiye'deki tarım sektörü verilerini anlattı. Geçmişte bir tarım ülkesi olan Türkiye'nin bugün 15 milyar dolarlık tarım ürünü aldığını ifade eden Yıldırım, yanlış madencilik ve enerji politikaları nedeniyle sadece toprağı değil, suyun da kirlendiğini belirtti. Yıldırım, 17 yıldır iktidarda olan AKP'nin genelde tarımdan anlamayan kişileri tarım bakanı yaptığına dikkat çekerek, her gelen bakanla birlikte farklı bir tarım politikasının gündeme getirildiğini vurguladı. Prof. Dr. Doğan Kantarcı madenciliğin orman ekosistemlerine etkileri başlıklı sunumunda Muğla bölgesinde çalışan üç termik santralle ilgili açılan davalarda bilirkişi olarak bulunduğunu belirterek, yaptıkları araştırmalarda korkunç değerlerle karşılaştıklarını söyledi. Termik santrallerde yakılan kömürlerin içinde uranyum olduğunu ve baca külünde de bu nedenle uranyum bulunduğunu kaydetti.
Fotoğraf açıklaması yok.
Kantarcı, konuşmasında Kanal İstanbul tartışmalarına da değinerek, "1600 sayfalık ÇED raporunu okudum. Bu ÇED raporu değil, projenin çevresel etkileri yok içinde" dedi.
“TARİHİ VE KÜLTÜREL VARLIKLAR YOK EDİLİYOR”
Arkeolojik açıdan madencilik faaliyetlerini anlatan Prof. Dr. Ahmet Tırpan "1980 yılından itibaren Yatağan bölgesinde kömür alanlarındaki arkeolojik değerleri kurtarmak için çalışmalar yaptık. Ancak kumpaslarla bizi buradan uzaklaştırıldık. Tespit ettiğimiz sit sahaları dışında başka Sit sahası tespit edilmedi. Bölgedeki tarihi ve kültür varlıkları yok edilmeye devam ediyor" dedi.
“MESELE TOPLUMSAL ADALET MESELESİ”
Çalıştayın öğleden sonraki ilk oturumunda konuşan bağımsız araştırmacı Duygu Avcı, madenlerin alternatif ekonomisi başlıklı sunumunda, "Türkiye’deki madencilik uygulamalarına baktığımızda çevresel ve toplumsal etkilerin gerektiği gibi dikkate alınmadığını düşünüyorum. Aslında bu etkileri topluma getirdiği maliyetler var.  Bu maliyetler toplumda birtakım kesimlerin üzerine yükleniyor. Mesele toplumsal adalet meselesi" dedi.
Reklam
“DEVLET KÂR PEŞİNDE”
Av. Fevzi Özlüer madenciliğin hukuku ve politikası başlıklı sunumunda madencilerin ve devlet kurumlarının madencilik ile ilgili süreçlere yurttaşları katılmasını istemediğini belirtti. Özlüer, "Yurttaşların kamu yararı, kamu düzeni beklentileriyle şirketlerin kısa sürede hızla kâr elde etme beklentisi çatıştığında devlet kısa sürede kâr beklentisini karşılayan uygulamalara yöneldi".
DIŞ GÜÇLER MASALININ ÇIKIŞI!
Çalıştayda "Madenciliğin söylemleri başlıklı" bir sunum yapan gazetemiz İzmir Temsilcisi Özer Akdemir ise ülkede gelişen her ekoloji mücadelesine yönetilen "bu karşı çıkışların ardından ülkenin kalkınmasını istemeyen dış güçler var" söyleminin kökenlerini aktardı. Bu "psikolojik savaş" tekniğinin" ilk kez uygulandığı Bergama Köylü hareketinin bu yöntemle sönümlendirildiğini belirten Akdemir, "Bu oyunda çok önemli bir işlevi olan Necip Hablemitoğlu'nun yazdığı kitap sahte belgeler, bilgiler ve sayısal verilerle kurgulanmıştır. Bugün hala bu kitabın ve dış güçler yalanının yaşam alanlarını savunanlara karşı kullanılması kullananlar için ne kadar utanç verici bir durum olsa da bu aynı zamanda ekoloji mücadelesinin bu yalanı deşifre etmekteki yetersizliğini ortaya koymaktadır" dedi.
"SİLİKOZİS HASTALARI ÖLDÜKLERİNDE BİLE..."
Öğleden sonraki ikinci oturumda Prof. Dr. Kayıhan Pala, madenciliğin sağlığa etkilerini anlattı. Sözlerine "Madenleri ve enerjiyi kapitalizmin sınırları içerisinde tartışamayız" diye başlayan Pala, "Dünyada her yıl dokuz milyon insan çevresel kirlilik nedeniyle hayatını kaybediyor. Türkiye ye maliyeti ölümlerin yüzde 12 sinden daha fazlası çevresel kirlilikle ilişkili. Bir yılda yalnızca hava kirliliği nedeniyle erken ölen insan sayısı 52.000! Kâr hırsı bu kadar insanı öldürürken kömürü çıkaralım mı çıkarmayalı mı diye tartışamayız. Ülkemizde meslek hastalıkları konusunda hiçbir bilimsel veri yok. Her yıl kırk binden fazla insanın istatistik verilere girmesi gerekir. Oysa bu istatistiğe giren sayı 500. silikozis hastaları hayatlarında kaybettiklerinde dahi silikozis hastası olarak verilerde yer alamıyorlar" dedi.
Resim  
"MADENCİLERDEN İKLİM KRİZİ SÖZÜNÜ DUYAMADIK DAHA"
Prof. Dr. Doğanay Tolunay madenciliğin iklim krizine etkileri başlıklı sunumunda madenciliğin her aşamasında yoğun sera gazı salımlarına neden olduğunu ifade etti. Tolunay, "526 milyon ton sera gazı salımı yapıyoruz ülke olarak atmosfere. Madencilik sektörü burada ilk onuncu sırada. Oysa daha madencilerden henüz iklim krizi diye bir şey duymadık" dedi.
Reklam
MADENCİLER: HÜKÜMETLE YENİ MADEN YASASI HAZIRLIYORUZ!
Çalıştayda konuşan madencilik sektörü temsilcileri ise orman bedellerinin fazlalığı, izin aşamalarının uzunluğu, yeteri kadar teşvik edilmemesi gibi bir dizi yakınmalarda bulunduktan sonra AKP ile yeni bir Maden Yasası çalışmasını birlikte yürüttüklerini söylediler. Maden sektörü temsilcilerinin sözleri salonda bulunan köylüler ve yurttaşlar tarafından tepki ile karşılandı.
Çalıştayda söz alan yöre köylüleri termik santraller ve maden ocakları nedeniyle yaşamlarının, tarım arazilerinin, sularının ellerinden alındığını, arkeolojik eserlerin yok edildiğini anlattılar.
“SESSİZ ÇIĞILIĞIMIZI DUYUN!”
Yatağan İkizköy'den gelen bir kadın şunları söyledi: "Köyümüz kaderine terk edilmiş durumda. Sondajlar vurulduğundan bu yana sularımız kalmadı. Her gün iki kere patlatılan dinamitlerle depremi de yaşıyoruz. Bacalardan çıkan dumanı pisliği anlatamam. Çocuğum nefes alamıyorum diyor. Ormanlarımızı elimizden alınmaya çalışılıyor. Zeytincilikle geçiniyorduk şu an bir tane bile zeytinimiz kalmadı. Verdiğimiz psikolojik savaşı anlatamam. Eşim 2 yıldır ilaç kullanıyor, insan içine çıkamıyor. Doğayı katletmesinler artık. Ankara'ya kadar gittik ama sesimiz duyulmuyor. Sessiz çığlığımız var. Dedelerimizin topraklarını parayla satmak istemiyoruz inatla zorla elimizden almaya çalışıyorlar. Şu anda zehir soluyoruz". (Muğla/EVRENSEL)

https://www.evrensel.net/haber/393166/madencilik-calistayi-madencilik-dogayi-sagligi-tarihi-ve-tarimi-yok-ediyor

Bir tutam saç, yüz yıllık özlem… (Pazar Yazısı)


15 Aralık 2019 03:48
 Bir tutam saç, yüz yıllık özlem…


Özer AKDEMİR
Yüz yaşına merdiven dayamıştı. Ömrünün son deminde kundağında daha 40 günlük bir bebekken ayrılmak zorunda kaldığı ata topraklarına gidiyordu. Artık kendileri de yaşını başını almış, torunlarını büyüten iki kızından son isteği bu olmuştu. İlerleyen yaşının bu yolculuğu kaldıramayacağından endişelenen kızlarına her şeyi göze aldığını ve kendisini son derece dinç hissettiğini söylemişti. Büyük kızı Helen, torunu Aleksi ile kendisinin de yanında olmaları şartıyla bu yolcuğa çıkabileceklerini söylediğinde ihtiyar babası çocuklar gibi sevindi…
Karaburun Yarımadası'nda, bozkıra benzeyen kırçıl otlar, cılız maki ve tek tük zakkum ağaçlarından başka hiçbir bitkinin olmadığı bir arazide ilerliyorlardı. Ara sıra masmavi Ege’yi görüyorlardı otomobilleri bir tepenin başına geldiğinde. Haritanın gösterdiği yerden sağa, tozlu bir toprak yola döndü araç. Küçük bir tepenin başına doğru kıvrılarak ağırca ilerledi. Etrafı çıplak çakır dikenlikler ve yine makiliklerle kaplıydı yolun. 
Tepenin üzerinden yeniden denizi görmeye başladıklarında arabayı durdurmasını söyledi torununa. Kızı inip kapıyı açtı babasına. İhtiyar adam bastonunu yere koydu ve yavaşça indi otomobilden. Açık, güneşli, çok güzel bir hava vardı. Denizden doğru tatlı bir esinti geldi burnuna. Rüzgara kekik, deniz yosunu, tuz ve baygın zakkumların kokusu karışmıştı. Başı döner gibi oldu. Hafifçe sallandı. Kızı sarıldı hemen beline, torunu koştu geldi koluna girdi. Endişeyle baktı 96 yaşındaki adama. Yaşlı adam “Merak etmeyin” der gibisinden elini sıktı torununun. Gülümsedi gözlerine bakarak.
Tam önlerindeydi köy. Köyden geri kalan yani!.. Çıplak taşlarla örülmüş çatısız harabe halindeki onlarca ev, denize doğru dik inen daracık sokaklar, taş viranelerin arasında incir ağaçları… 
Bir iki harabe evin yanı başında upuzun kavak ve servi ağaçları yükseliyordu. Köyün sağ yanında dev gibi rüzgar santralleri vardı. Köye çok yakındı RES’ler ve bu hafif esintide bile durmadan dönüyorlardı. Rüzgarın sesine RES’lerin kanatlarından çıkan iniltiye benzer mekanik ses karışıyordu. 
Bulundukları tepeden tatlı bir eğimle denize doğru inen köyle deniz arası belki 2-3 kilometre kadar vardı. Kuş uçuşu daha az bir mesafeydi bu ve köyün artık birer yıkıntıya dönüşmüş olan bütün evlerinden denizi görebiliyordunuz.
“Kilisenin yanındaymış evimiz, kiliseyi bulalım” dedi yaşlı adam. Tam o sırada büyük taş bir evin içinden çıkan grubu gördüler. Kadınlı erkekli 7 kişilik grup da kendilerini görmüştü. Aralarında 20 metre kadar ya var ya yoktu. Elini kaldırdı Aleksi. Yabancı aksanı hemen belli olan Türkçesi ile ‘merhaba’ dedi gruba. ‘Merhaba’ dedi gruptaki kadınlardan biri. O da elini kaldırdı ve gülümsedi kendilerine. 
Reklam
Çeşme Müze Müdürlüğü görevlileri, köy muhtarları ve Karaburun Kent Konseyinden bir yetkili, neredeyse yüzyıl önce terk edilen ve o günden bu yana da boş duran eski Rum Köyü Sazak’ın “kültür varlığı” olarak koruma altına alınması çalışması için köyde incelemeler yapıyorlardı. 1923 yılında göç ettikleri Sazak köyüne Ege’nin karşı kıyısından, Yunanistan’dan gelenlerle tam da o gün böyle karşılaştılar. 
Hikayesini öğrendikten sonra sıkıca kucakladıkları ihtiyar Dimitri’yi kilise kalıntılarına götürdüler. Kiliseden geriye hemen hemen hiçbir şey kalmamıştı. Defineciler, köylüler ve “Taşları bile ihtiyarlatan zaman” büyük oranda yok etmişti kiliseyi. Sadece küçük bir kısmı duruyordu ve bir duvarında İsa ile Meryem Ana’nın solmuş, silinmiş, karalanmış resimleri göze çarpıyordu. 
20 yıl önce ölen babasının yıllarca anlattığı evi ise elleri ile koymuş gibi buldular. İhtiyar Dimitri’nin içine doğduğu ve kırk günlükken tüm köyle birlikte terk ettiği evi kiliseden daha iyi durumdaydı. 
Babasının anlattıklarından sokaklarını, ağaçlarını, denizini, rüzgarını, üzüm bağlarını aradı Dimitri. Titrek adımları ile bastonuna dayanarak şimdi kadim rüzgarların dışında kimsenin toz kaldırmadığı taş sokakları adımladı. Babasının “Denizin rengi gibi çivit mavisine boyamıştım” diye anlattığı, kucağında İsa’yı taşıyan Meryem Ana heykelciğinin bulunduğu duvarın içine oyulmuş rafın üst kısımları hâlâ çivit mavisi rengini koruyordu. Evin bir zamanlar avlu olan küçük kısmında kocaman bir incir ağacı vardı şimdi. 
Görüntünün olası içeriği: bulut, gökyüzü, açık hava ve doğa
Gidip ağacın dibindeki bir taşın üzerine oturdu. Elini koynuna soktu. Tam göğsünün üzerine koymuştu küçük bez çıkınını. İçinde annesinin ve babasının birbirine karışmış saçları vardı!... 
Annesi babasından önce ölünce karısının hâlâ sapsarı olan saçından bir tutam kesip, daha memleketi terk etmedikleri bir zamanda, nişanlı iken kendisine verdiği mendilin içine koymuştu babası. Ölmeden birkaç ay öncesi Dimitri’ye verdi bu en değerli hazinesini. Dedi ki ona “Ben ölünce bir tutam saçımı kesip annenin saçlarının arasına koymanı istiyorum senden. Ve ikimizin saçını denizin öbür tarafındaki köyümüze götürüp, evimizin içindeki avluya göm. Araştırdım, köyümüz terk edilmiş bir şekilde hâlâ duruyormuş Badembükü’nün tepesinde. Senden son isteğim bu evlat!..” Babası, yağmurun ve karın birbirine karıştığı bir kış günü öldü. Gözyaşları içinde onu gömmeden önce saçından bir tutam kesip, mendilin içindeki annesinin saçlarının yanına koydu Dimitri. Annesinin sarı saçları babasının beyaz saçları ile karışmıştı…
İhtiyar Dimitri titrek elleriyle ceketinin cebinden küçük bir makas çıkardı. Kızından seyrek saçından bir tutam kesmesini rica etti. Kızı göz yaşları içinde dediğini yaptı babasının. İhtiyar adam kendi saçını anne babasının saçının arasına koyup çıkını sıkıca bağladı. İncir ağacının dibine küçük bir çukur açmasını istedi torunundan ve çıkını o çukura koyup üstünü toprakla iyice örttü. 
Kırk günlük bir bebekken doğduğu topraklardan göç etmek zorunda kalan Dimitri’nin artık iyice ihtiyarlayan yüreği, anne ve babasıyla baba ocağında tekrar buluşmalarının sevinci ile pır pır ediyordu.* 
Reklam
* Mübadele döneminde 1923 yılında terk edilen Karaburun’daki eski Rum köyü Sazak geçtiğimiz ay kentsel sit alanı ilan edildi. 
https://www.evrensel.net/yazi/85327/bir-tutam-sac-yuz-yillik-ozlem

9 Aralık 2019 Pazartesi

Kartallar nerede uçsun?


09 Aralık 2019 18:16
Çanakkale Boğaz Köprüsü için açılacak taş ocağı kartalların soyunu tehdit ediyor
Çanakkale Boğaz Köprüsü projesi için açılması planlanan taş ocağının yerinin büyük orman kartalı ve şah kartalının yaşam alanı olduğu ortaya çıktı.
 Resim
Fotoğraf: Evrensel
Özer AKDEMİR
İzmir
Çanakkale 1915 Köprüsü projesinde kullanılmak için yapımı planlanan 19 taş ocağından birinin nesli tükenmekte olan büyük orman kartalı ve şah kartalının yaşam alanı olduğu ortaya çıktı. Proje ile ilgili hazırlanan ÇED raporuna görüş yazan ornitologlar proje sahasının ana kuş göç yollarının yakınında bulunduğunu dile getirdi.
TAŞ OCAĞI KÖY MERASI VE DOĞAL SİT ALANINDA
Karayolları Genel Müdürlüğü Kamu Özel Sektör Ortaklığı Bölge Müdürlüğü tarafından Çanakkale’nin Gelibolu ilçesi, Kavaklıtepe Mahallesi sınırları içerisinde yapımı planlanan taş ocağından çıkarılan malzeme Kınalı-Tekirdağ-Çanakkale-Savaştepe Otoyolu Şarköy-Çanakkale (1915 Çanakkale Köprüsü dahil) Kesimi projesinde kullanılacak. Yıllık 150.000 ton taş üretilmesi planlanan alan köylülerin mera alanında yer alıyor. ÇED raporunda taş ocağının kuş uçuşu 233 metre batısında yer alan Kavaklı köyüne ait evler sahaya en yakın yerleşim yeri olarak belirtilmiş.

Akalan taş ocağı, Kemalpaşa
ENDEMİK TÜRLER VAR AMA SORUN DEĞİL!
Proje alanı “doğal sit -sürdürülebilir koruma ve kontrollü kullanım alanı” içerisinde kalıyor. ÇED raporunda faaliyet alanı yakın çevresinde tespit edilen endemik türler olan yılan otu, akçaağaç, çan çiçeği, yalancı ısırgan gibi türlerin “faaliyet alanı dışında da geniş bir yayılışa sahip” olduğu ileri sürülerek “Gelecekte nesillerinin tehlikeye girmesi gibi bir durum da söz konusu değildir” deniliyor.
Raporda faaliyet alanı içerisinde yer alan ve kısmen tahrip olan habitatlar ve popülasyonu zarar gören türleri kısa zaman dilimi içerisinde kendini yenileyeceği de iddialar arasında.
Resim
TAŞ OCAĞI KUŞ ANA GÖÇ YOLUNA ÇOK YAKIN
ÇED raporunda alanın hayvan varlığı ile ilgili kısmı ise fauna değerlendirmesinde olduğu kadar “Koruma altında türler var ama proje bunların neslini tehdit edecek boyutta değil” cümlesi ile geçiştirilecek türden değil. Çünkü taş ocağı yapılması planlanan alan göçmen kuşların en yoğun olarak geçiş yaptığı ana göç yollarına çok yakın bir konumda. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesinden Ornitolog Dr. Öğretim Üyesi İbrahim Uysal ve Uzman Biyolog Esra Kalkan tarafından hazırlanan Ornitolojik Değerlendirme Raporunda alanın küçük orman kartalı, küçük kartal, yaz atmacası, ala doğan, kara çaylak, arı şahini, yılan kartalı, balık kartalı ve şahin türleri için ildeki en yoğun kullanılan göç rotası olduğu dile getiriliyor.
SOYU TEHDİT ALTINDAKİ KUŞLAR
Ornitolog raporunda “Vahşi yaşamda soyu tükenme tehlikesi çok büyük olan” türler için kullanılan EN kategorisinde bulunan “büyük orman kartalı” ve “Vahşi yaşamda soyu tükenme tehlikesi büyük olan üveyik ve şah kartalı olduğu dile getiriliyor. Raporda şu an tehlikede olmasa bile yakın gelecekte soyları tehlike altına girebilecek üç kuş türünün (bozkır delicesi, ala doğan ve kınalı keklik) de bölgede yaşadığı belirtilmiş.
Resim
ÖNERİLER VE ALINACAK ÖNLEMLER
Sahanın zengin bir ornitofaunaya sahip olduğunun altını çizen ornitologlar maden sahalarının kuş türleri üzerinde yaptığı olumsuz etkilere vurgu yaptı.
Ornitologlar taş ocağının bu türlere etkisinin önlenmesi ile ilgili önerilerde bulunurlarken, projeyi üstlenenlerin ÇED dosyasındaki önerilere verdiği yanıtlarda "taşıma yolu değiştirilsin" önerisi dışında diğerleri için alınacak önlemlere yer aldı: 
- Maden işletme sırasında patlatma yapılmaması
Proje kapsamında işletilecek patlatmasız açık üretim yöntemi ile faaliyet gerçekleştirilecektir.
- Şah Kartal türünün üreme döneminde maden faaliyeti ve taşıma sırasında oluşacak tozun minimuma indirilmesi için gerekli sulama işlemlerinin yol üzerinde ve maden yükleme aşamasında kesintisiz sürdürülmesi
Faaliyetin gerçekleştirilmesi sırasında sahada ve nakliye güzergahında düzenli olarak arazöz ile sulama yapılacaktır.
- Faaliyet sahasının 250 m kuzeyinde bulunan Katı Atık Depolama alanı Şah Kartal ve diğer yırtıcı türler için beslenme alanı olarak kullanılmaktadır. Bu nedenle maden faaliyetlerinin türün besin ihtiyacının en yüksek olduğu üreme dönemi (mart ayının ortası ve temmuz ayı sonu) içerisinde minimuma indirilmesi
Üretim aşamasında Şah Kartal ve diğer yırtıcı türlerin üreme döneminde çalışmalar asgari seviyede tutulacak bu dönem içerisinde nakliye işlemleri en aza indirilecektir.
- Ocaktan çıkarılacak malzemenin nakliyesi aşamasında proje ekibi tarafından tarafımıza bildirilen taşıma yolunun değiştirilmemesi. Kullanılacak nakliye yolunun maden çıkışından sonra doğuya doğru yönlenerek türün beslenme ve üreme alanından uzak tutulması
Proje kapsamında malzemenin sevkiyatı için kullanılacak nakliye yolu belirlenmiş olup, altenatif bir yol kullanımı söz konusu olmayacaktır.
- Sahada maden faaliyetleri süresince Ornitoloji alanında yüksek lisans yapmış daimi bir biyoloğun istihdam edilerek Şah Kartalın izlenmesi, saha üzerindeki uçuş sayıları, uçuş süreleri, avlanma sayıları gibi verilerin düzenli olarak tutulmasının sağlanması ve tespit edilen rahatsızlık belirtileri olduğunda ve tür bölgeye beslenme amacı ile yaklaştığında faaliyetlerin durdurulabilmesi
Sahadaki işletme faaliyeti süresince Ornitoloji alanında yüksek lisans yapmış daimi bir biyolog istihdam edilecektir. Uzman biyologun görüşleri doğrultusunda hareket edilecek olup, gerektiği durumlarda faaliyet durdurulacaktır. 
(NOT: İtalik ve bold kısımlar ÇED dosyasındaki öneriler, altında yer alan kısımlar ise projeyi üstlenenlerin yanıtları)

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...