Özer Akdemir, Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi
mezunu. Gazeteciliğe 1998 yılında Evrensel’in Zonguldak muhabiri olarak
başladı. Bergama köylülerinin siyanürlü altın işletmesine karşı verdiği
mücadelelerin haberlerini yaparak çevre gazeteciliğine yönelen Akdemir, bu
haberleri nedeniyle “gazeteciliğin fikri takip ilkesine bağlılık konusunda
gösterdiği çabadan ötürü” 2003 yılı Metin Göktepe Gazetecilik Ödülleri Jüri
Özel Ödülü’nü gazeteci Neşe Düzel ile paylaştı. 2016 yılında Kanun Hükmünde
Kararname(KHK) kararı ile kapatılan Hayat Televizyonu’nda çevre sorunları ve
buna karşı verilen halk mücadelelerini konu edinen haftalık “Çepeçevre Yaşam”
adlı programının yapımcı ve sunuculuğunu gerçekleştirdi. Akdemir, ‘Çepeçevre
Yaşam’ programını halen Evrensel WEBtv üzerinden devam ettiriyor.
Çevre konulu birçok kitabı da bulunan Özer Akdemir ile çevre haberciliği ve çevre sorunlarına ilişkin konuştuk:
Çevre haberciliği nedir, nasıl yapılmalıdır?
Sanayileşme ve kapitalist sistemin yapısı gereği çevre ve ekoloji sorunları her geçen gün artıyor. Gazeteci, haberleri objektif bir şekilde okura duyurmakla görevlidir. Çağının tanığı ve olayların aktaranı olarak gazeteci, çevresel sorunlara karşı diğer yaptığı haberlerden biraz daha fazla ilgi göstermesini, hatta bu haberleri sadece gazeteci olarak değil, yaşamı savunma mücadelesinin içinde bir birey olarak yapmayı görev edinmelidir. Yaşamın savunulduğu yerde gazetecinin tarafsızlığından bahsetmek olanaksızdır.
Çevre konulu birçok kitabı da bulunan Özer Akdemir ile çevre haberciliği ve çevre sorunlarına ilişkin konuştuk:
Çevre haberciliği nedir, nasıl yapılmalıdır?
Sanayileşme ve kapitalist sistemin yapısı gereği çevre ve ekoloji sorunları her geçen gün artıyor. Gazeteci, haberleri objektif bir şekilde okura duyurmakla görevlidir. Çağının tanığı ve olayların aktaranı olarak gazeteci, çevresel sorunlara karşı diğer yaptığı haberlerden biraz daha fazla ilgi göstermesini, hatta bu haberleri sadece gazeteci olarak değil, yaşamı savunma mücadelesinin içinde bir birey olarak yapmayı görev edinmelidir. Yaşamın savunulduğu yerde gazetecinin tarafsızlığından bahsetmek olanaksızdır.
“Hasankeyf’teki katliamın Kaz Dağları kadar öne çıkmaması ve
etkili olmamasının birçok sebebi var”
Yakın zamanda Kaz Dağları’nda altın madenciliği için 200 bin
ağacın kesilmesi gündemdeydi, aynı şekilde Hasankeyf’te 12 bin yıllık tarih
sular altına gömüldü, taşındı. Hasankeyf’in taşınması, sular altına gömülmesi
maalesef Kaz Dağları kadar yer bulamadı sokakta, medyada. Tüm bunları nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Kaz Dağları’nda kesilen ağaç miktarı konusunda çelişkili rakamlar olduğunu söyleyelim öncelikle. Hükümete göre 14 bin, şirkete göre 30-40 bin, orman mühendislerine göre ise 400 binin üzerinde ağacın kesilmesinden bahsediliyor. Kesilen ağaç sayısı elbette ki önemli ama ondan da önemli olan orada yok edilen orman ekosistemidir.
İkincisi Kaz Dağı mücadelesi tıpkı Hasankeyf gibi yeni bir mücadele değildir. 10 küsür yıldır hukuki ve fiilli bir mücadele süreci yürütülmektedir Kaz Dağları’nda. Ne yazık ki insanların on binler halinde mobilize olabilmesi ve dağdaki kıyıma, talana dur demek için mücadeleye atılması için 400 bin ağacın kesilmesi ve bu katliam görüntülerinin özellikle sosyal medya üzerinden yaygınlaştırılması gerekiyormuş.
Hasankeyf’teki katliamın Kaz Dağları kadar öne çıkmaması ve etkili olmamasının bir çok sebebi olduğunu düşünüyorum. Bir kere bölgenin kendine özgü anti demokratik ortam, mücadele eden kesimlerin sayıca azlığı, bölgede ekoloji mücadelesinin yeteri kadar kitleselleşememesi, baskı ortamının hiç azalmaması vs…
Medyada yer bulamaması ise medyanın bugünkü hali ile ilintili. Diğer birçok ülkenin gerçek gündemi olan konular da havuz medyası tarafından perdelenirken, bir avuç görsel ve yazılı medya tüm baskılara rağmen ısrarla habercilik yapmaya çalışıyor.
Şuan ise kent cinayeti, çevre felaketi ile sonuçlanacağı konuşulan Kanal İstanbul gündemde. Çevre habercileri veya gazeteciler, çevrenin bu kadar talana uğradığı bu dönemde ne yapmalı?
Örgütlü mücadelenin içine katılmalı. Kalemi, bilgisi ve emeğiyle… Her kesim için bu böyle. Başkaca yolu da yok ve istenirse başarılabiliyor, Gezi süreci gibi.
İnsanların ve toplumun genel anlamda çevreye bu kadar duyarsız olmasında medyanın rolü var mı? Varsa ne ?
Var elbette. Ancak asıl medyayı kontrol eden sermaye kesimi ve siyasi iktidar. Yaygın medya siyasi iktidarın baskısına direnemiyor. Dolayısıyla işini yapamıyor. İşini yapabilse gerek çevresel konularda, gerek eğitim, sağlık her alanda toplumun gerçek haberlerle bilgilenmesinin en önemli araçlarından birisi olabilir.
Son olarak Türkiye’de çevre haberciliğinin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Habersiz kalma diye bir derdi olmaz çevre habercisinin. Haberleri yetiştirememek, yeterince zaman ayıramamak gibi derdi olur. Bu anlamda geleceğin en çok çalışan muhabirlerinin çevre gazetecileri olacağını düşünüyorum. Tabii gerçek anlamda gazetecilik yapabilmek için siyasi iktidarın basın üzerindeki baskısı ve siyaset dayatmasından kurtulmak gerekiyor.
https://1haberimizvar.wordpress.com/2019/12/30/ozer-akdemir-gelecegin-muhabirleri-cevre-gazetecileri-olacak/?fbclid=IwAR1Z-H0hh_HsFGc-xnK-QNZUKFtYhTl2ed8pL4wQ94pqLk_xcCx_A-m4N-kKaz Dağları’nda kesilen ağaç miktarı konusunda çelişkili rakamlar olduğunu söyleyelim öncelikle. Hükümete göre 14 bin, şirkete göre 30-40 bin, orman mühendislerine göre ise 400 binin üzerinde ağacın kesilmesinden bahsediliyor. Kesilen ağaç sayısı elbette ki önemli ama ondan da önemli olan orada yok edilen orman ekosistemidir.
İkincisi Kaz Dağı mücadelesi tıpkı Hasankeyf gibi yeni bir mücadele değildir. 10 küsür yıldır hukuki ve fiilli bir mücadele süreci yürütülmektedir Kaz Dağları’nda. Ne yazık ki insanların on binler halinde mobilize olabilmesi ve dağdaki kıyıma, talana dur demek için mücadeleye atılması için 400 bin ağacın kesilmesi ve bu katliam görüntülerinin özellikle sosyal medya üzerinden yaygınlaştırılması gerekiyormuş.
Hasankeyf’teki katliamın Kaz Dağları kadar öne çıkmaması ve etkili olmamasının bir çok sebebi olduğunu düşünüyorum. Bir kere bölgenin kendine özgü anti demokratik ortam, mücadele eden kesimlerin sayıca azlığı, bölgede ekoloji mücadelesinin yeteri kadar kitleselleşememesi, baskı ortamının hiç azalmaması vs…
Medyada yer bulamaması ise medyanın bugünkü hali ile ilintili. Diğer birçok ülkenin gerçek gündemi olan konular da havuz medyası tarafından perdelenirken, bir avuç görsel ve yazılı medya tüm baskılara rağmen ısrarla habercilik yapmaya çalışıyor.
Şuan ise kent cinayeti, çevre felaketi ile sonuçlanacağı konuşulan Kanal İstanbul gündemde. Çevre habercileri veya gazeteciler, çevrenin bu kadar talana uğradığı bu dönemde ne yapmalı?
Örgütlü mücadelenin içine katılmalı. Kalemi, bilgisi ve emeğiyle… Her kesim için bu böyle. Başkaca yolu da yok ve istenirse başarılabiliyor, Gezi süreci gibi.
İnsanların ve toplumun genel anlamda çevreye bu kadar duyarsız olmasında medyanın rolü var mı? Varsa ne ?
Var elbette. Ancak asıl medyayı kontrol eden sermaye kesimi ve siyasi iktidar. Yaygın medya siyasi iktidarın baskısına direnemiyor. Dolayısıyla işini yapamıyor. İşini yapabilse gerek çevresel konularda, gerek eğitim, sağlık her alanda toplumun gerçek haberlerle bilgilenmesinin en önemli araçlarından birisi olabilir.
Son olarak Türkiye’de çevre haberciliğinin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Habersiz kalma diye bir derdi olmaz çevre habercisinin. Haberleri yetiştirememek, yeterince zaman ayıramamak gibi derdi olur. Bu anlamda geleceğin en çok çalışan muhabirlerinin çevre gazetecileri olacağını düşünüyorum. Tabii gerçek anlamda gazetecilik yapabilmek için siyasi iktidarın basın üzerindeki baskısı ve siyaset dayatmasından kurtulmak gerekiyor.