02 Mayıs 2021 04:15
Fotoğraf: Özer Akdemir
Bu yılki 1 Mayıs’ı da yine salgın gölgesinde karşıladık. AKP hükümeti salgını siyasi iktidarının bekası için kullanmaya, toplumsal hareketliliği de bu çerçevede yönlendirmeye devam ediyor. Lebalep kongreler gösterisi ile birlikte tırmanan vaka ve ölüm sayılarının ardından alınan 21 günlük “Tam kapanma” işçileri kapsamıyor. DİSK’in araştırmasına göre işçilerin yüzde 61’i tam kapanmadan muaf, yüzde 22’si ise kısmen muaf sektörlerde çalışıyor.
İktidar doğa talanı projelerini de bu kısıtlamalardan muaf tutmak istiyor. Rize İkizdere’de, Milas İkizköy’de sokağa çıkma yasaklarında iş makinelerinin alana sokularak çalıştırılmak istenmesi bu amaca yönelik. İnsanlar evlere tıkılırken, dağlarda, ormanlarda, nehirler üzerinde, tarım alanlarında, maden ocaklarında sermayenin doğa talanının önü sonuna kadar açılıyor.
Pandemi gölgesinde, tam kapanma parodisi ile geçse de 1 Mayıs emek bayramında ülkenin dört bir yanında işçiler, emekçiler bayramlarını kutladılar. İş, ekmek, özgürlük mücadelesini her koşulda sürdüreceklerini kararlılıkla dile getirdiler.
***
BİR DİRENİŞİN İKİ KOLU EMEK VE EKOLOJİ MÜCADELESİ
Emek mücadelesi, emeğinin hakkını alma mücadelesinin yanı sıra sermayenin doğayı tahrip etmesine karşı da bir mücadeledir aslında. Bu yönüyle emek ve ekolojik direnişler emeğin ve doğanın sömürüsüne karşı ortak mücadelenin iki kolu olarak da değerlendirilebilir. Emek ve ekolojik mücadele doğayla barışık, sömürünün olmadığı, insan onuruna yaraşır bir dünyayı kurma mücadeleleridir. Bu nedenle de özünde ortak bir mücadeledir.
Emek ve ekolojik mücadelenin ayrı örgütlenmeler ve ayrı programlar altında sürdürüldüğü günümüzde bu iki mücadelenin ortak verilmesi gerektiği her fırsatta hem emek, hem ekoloji cephelerinde sıkça dile getirilir. Peki, bu ortak mücadele nasıl olabilir?
Emek ve ekoloji mücadelelerinin nasıl birleştirilebileceği, ortak mücadele zeminlerinin ve araçlarının neler olabileceği ve bunların nasıl yaratılabileceğine dair birkaç ekoloji örgütünden aldığım görüşlerden bölümler aktarmak istiyorum bu haftaki pazar yazısında.
Emek ve ekoloji mücadelelerinin güçlerini birleştirmesi, bunun yol, yöntem ve araçlarına dair yaklaşımlar ilerleyen günlerde geniş bir dosya şeklinde gazetemizde yer alacak. Bu dosyanın ön hazırlık çalışması olarak şimdilik dört ekoloji örgütüne, Mezopotamya Ekoloji Hareketi (MEH), Kuzey Ormanları Savunması (KOS), Ordu Çevre Derneği (ORÇEV) ve Çine Yaşam Platformu (ÇİYAP) aynı soruyu sordum: “Emek ve ekoloji mücadelesinin ortak verilmesi gerektiği yönündeki görüşlere dair değerlendirmeleriniz neler? Ortak mücadelenin yol, yöntem ve araçları neler olabilir?” İşte cevapları:
“Emek ve ekoloji mücadelesinin yan yanalığı bir zorunluluk. Ne var ki bugün ülkemizde bu yaklaşımdan epey uzaktayız” (KOS).
“Bir araya gelmek adına durmadan örgütlenme ve dayanışma ağlarını örmek bu mücadelede en önemli noktalardandır. Doğayı, emeği yaşamı hep birlikte savunacağız.” (MEH)
“Birleşik mücadeleyi örmek için her şeyden önce siyasi gruplaşmaların önüne geçilmelidir. Ekoloji mücadelesinin kendine özgü bileşenlik yapısı bulunuyor. “Sol sekter” yaklaşımlardan kaçınmak gerekir” (ORÇEV).
“Emek ve ekoloji mücadelesi birleşmeli ve birleşik bir mücadele verilmeli. Çünkü sermayenin bu denli vahşi saldırısı yoksul halk kesimini daha da yoksul bırakırken, bir yandan kendine muhtaç bırakıp ucuz iş gücü sağlıyor” (ÇİYAP).
***
PROF. DR. BEYZA ÜSTÜN’E VE HASTA MAHPUSLARA ÖZGÜRLÜK!
İki cezaevi haberiyle sona erdirelim bu haftaki yazımızı. Prof. Dr. Beyza Üstün, ekoloji mücadelesine teorik ve pratik olarak çok şey vermiş, emeğini, alın terini ve bilgisini bu mücadelenin örgütlenmesi çabasına katmış bir isim. Bunları yaparken de yerellerdeki mücadelelerin hep yanında olmuş, akademisyen kimliği ile de milletvekili sıfatı taşırken de alçak gönüllülükle her mücadelenin bir neferi gibi davranmış bir yaşam savunucusu, bir bilim insanı. Siyasi bir kumpas davası olan Kobanê olayları davası nedeniyle diğer HDP’li yöneticilerle birlikte 300 güne yakın bir zamandır cezaevinde tutuluyor. O günleri, sürecin nasıl geliştiğini, siyasi iktidarın bu süreçteki rolünü ve tavrını bilenler Kobanê davasının siyasi bir dava olmanın yanı sıra “ Kobanê düştü düşecek!” sözünü havada bırakan direnişe yönelik bir intikam davası olduğunun farkında kuşkusuz. Kurdun, kuşun, böceğin yaşamını savunmak için gecesini gündüzüne katan Beyza Hoca’nın Kobanê olayları sırasında yaşamını yitirenlerden sorumlu tutularak 38’er kez ağırlaştırılmış hapis cezası ile yargılanması ülke siyaseti ve hukuk tarihinin utançlarından birisidir! Bu hukuk garabetinin bir an önce son bulmasını ve Beyza Hoca’nın ve HDP yöneticilerinin özgürlüğüne kavuşmasını diliyorum.
HASTA TUTUKLULAR ÖZGÜRLÜKLERİNE KAVUŞTURULMALI
Ali Osman Köse’yi Ankara Ulucanlar’dan tanırım. 1994 yılında 4. koğuşta komşumuzdu. Arkadaşları, kesintisiz 27 yıldır cezaevinde olan Köse’nin sağlık sorunları ve en son konulan kanser teşhisine dair bir mektup göndermişler İzmir büromuza. İnsan hakları ve sağlık örgütlerinin defalarca altını çizdiği gibi; suçu ve aldığı ceza ne olursa olsun, cezaevlerinde tedavi olanağı olmayan hasta tutukluların özgürlüklerine kavuşturulması en temel hak olan yaşam hakkının bir gereğidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder