31 Ocak 2023 Salı

"Mutabakat metninde ormancılığın en büyük sorunları es geçilmiş"

 

 31 Ocak 2023 12:50


Doç. Dr. Cihan Erdönmez ve Prof. Erdoğan Atmiş, mutabakat metninde orman alanlarının ormancılık dışı kullanımlara tahsisine ilişkin düzenlemenin olmamasının büyük bir eksiklik olduğunu söylediler.

 




Özer AKDEMİR

Millet İttifakının dün açıklanan “yarının türkiyesi ortak politikalar mutabakat metni”nin ‘yeşil’ politikalar kısmında ‘yeşil dönüşüm’ü destekleyecek bağımsız bir finansman kuruluşu olarak iklim bankası kurulacağı, Tarım ve Orman Bakanlığının “tarım ve gıda güvenliği bakanlığı” olarak yeniden yapılandırılacağı, şehircilik ve afet yönetimi bakanlığı kurulacağı, Kanal İstanbul’un göreve başlandığı gün iptal edileceği gibi düzenlemeler yer alıyor. Mutabakat metninin ormancılıkla ilgili kısımlarını sorduğumuz İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Orman Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Cihan Erdönmez ve Bartın Üniversitesi Ormancılık Fakültesi Öğretim Üyesi, Ormancılık Politikası Uzmanı Prof. Dr. Erdoğan Atmiş metnin bu bölümlerine dair önemli eleştiriler getirdiler. Her iki bilim insanı da mutabakat metninde Orman Kanunu’nun ek 16. maddesinin yürürlükten kaldırılması, iklim hedefleri, orman yangınlarının hızla söndürülmesiyle ilgili önlemler gibi olumlu yönlerin olduğunu fakat ormanlara en büyük zararı veren orman alanlarının ormancılık dışı kullanımlara tahsisine ilişkin düzenlemenin olmamasının çok büyük bir eksiklik olduğunu söylüyor.

 

Doç. Dr. Cihan Erdönmez | Fotoğraf: Kişisel arşiv

"ORMANCILIK DIŞI KULLANIMLARA YER VERİLMEMİŞ"

Mutabakat metinde orman alanlarının ormancılık dışı kullanımlara tahsisine ilişkin düzenlemenin olmamasını eleştiren İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Orman Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Cihan Erdönmez, “Türkiye’de ormancılığın en önemli sorunu orman alanlarının ormancılık dışı kullanımlara tahsisi (madencilik, enerji, ulaştırma, altyapı, turizm vs.). Ormanlar bu tahsislerle paramparça oldu. Ekosistemin parçalanması yoluyla tahsis edilen alandan kat kat fazlasının ekolojik açıdan zarar gördüğü bir ortamda altılı masanın mutabakat metninde buna ilişkin hiçbir şeyin olmaması çok büyük bir eksiklik” dedi. 

FATURA ÇAM AĞACINA!

Erdönmez de Atmiş gibi mutabakat metninin ormanlarla ilgili bölümün yarısının orman yangınlarına ayrılmış olmasına rağmen, orman yangınlarının nedenlerinin ortadan kaldırılmasına ilişkin herhangi bir politika geliştirilmediği görüşünde. Erdönmez mutabakat metni ile ilgili şu görüşleri dile getiriyor: “Söndürme ve hava araçları-teknoloji ağırlıklı yaklaşım önemli olmakla birlikte tek başına orman yangınları sorununu çözmeye yetmez. Bu arada Anadolu coğrafyasının en az 30-40 milyon yıllık parçası olan çam ağaçları sosyal medyada olduğu gibi bu metinde de suçlu ilan edilmiş adeta. Yanan alanların restorasyonu ile ilgili olarak yapılan onlarca hata varken fatura yanlış bir şekilde çam ağaçlarına kesilmiş.”

ÜÇ TEMEL ALAN AYNI POTADA ERİTİLMEK İSTENMİŞ

 Son yıllarda ormanlara çok fazla zarar veren aşırı odun üretimi ile doğal ormanların tıraşlanarak endüstriyel plantasyonlara dönüştürülmesi konusunun atlandığını belirten Erdönmez, “İklim, çevre ve orman bakanlığı yaklaşımı bence kesinlikle yanlış. Her biri ayrı ayrı önemli olan üç temel alanı aynı potada eritmeye kalkmak mevcut karmaşayı daha da artırır. Orman bakanlığı ayrı olmalı, ancak iklim ve çevre politikalarıyla uyumlu şekilde çalışmalıdır. ‘Yanan orman alanlarına verilen yasaya aykırı imar izinlerini iptal edeceğiz’ cümlesi adeta sosyal medyadaki bilim dışı paylaşımlardan kopyala yapıştır yöntemiyle alınmış ama gerçeklikle bağı yok. Yanan orman alanlarının en önemli sorunu (yanmış olması dışında elbette) o alanda izlenen odun üretimi ve ağaçlandırma çalışmalarının tekniği” diyor.

‘BEKLEDİĞİMİ BULAMADIM’

Mutabakat metninde Orman Kanunu’nun ek 16. maddesinin yürürlükten kaldırılması, iklim hedefleri, orman köylüleri ile ilgili yaklaşım, orman yangınlarının hızla söndürülmesiyle ilgili önlemler gibi olumlu yönlerin de olduğunu kaydeden Erdönmez metnin beklentisini karşılamadığını şöyle ifade ediyor: “Ormancılık örgütü paramparça durumda. Örgüt yapısındaki değişikliklerle birlikte adaletsiz personel politikaları, atama ve yükseltmelerde liyakatin etkisiz eleman haline getirilmesi, yandaşlığın tek geçerli yükselme kriteri haline dönüşmesi ormanlarımıza ve ormancılığımıza çok kan kaybettiriyor. Bununla ilgili olarak da metinde bir şey bulamamış olmak beni üzdü”.

 

Fotoğraf: Erdoğan Atmış'ın kişisel arşivinden

ATMİŞ: "ÇEVRE VE ORMAN BAKANLIĞI DAHA ÖNCEDE DENENDİ, OLMADI"

Mutabakat metninde ormanlara sadece iki sayfa ayrıldığına dikkat çeken Prof. Dr. Erdoğan Atmiş, ormanlarla ilgili maddelerin alt alta ilgisiz bir şekilde sıraladığına dikkat çekti. Metinde ağırlıklı olarak orman yangınları ve orman köylüsünden bahsedildiğini ifade eden Atmiş, ormancılığın ana ilkeleri ile çok alt sıralarda yer alan “Yangınları az hasarla atlatılabilmek için ormanlarımızda arazöz yolları açacağız” gibi çok alt sırada yer alması gereken önerilerin aynı metin içinde harmanlanmaya çalışıldığını dile getirdi.

“Orman kısmını Tarım Bakanlığı bünyesinden ayırarak yeni kuracağımız ‘iklim, çevre ve orman bakanlığı’na bağlayacağız” şeklindeki önerinin örgüt yapısında ciddi bir değişikliğe işaret ettiğini vurgulayan Atmiş, “Çevre ve Orman Bakanlığı bu ülkede daha önce de denenmişti ve ormanlar için pek de iyi bir sonuç doğurmamıştı” görüşünü öne sürüyor.

Orman bakanlığının müstakil bir bakanlık olması, başka bakanlıklarla birleştirilmemesinin ormancıların ortak görüşü olduğunu belirten Atmiş, “Eğer bir başka bakanlıkla birleştirilecekse, tarım bakanlığı da, çevre bakanlığı da olmaz. Bu kötü tecrübeleri daha önce yaşadık. Çevre bakanlığı daha çok kirletilenin temizlenmesi, yok edilmek istenenin daha az zarar görmesine yönelik bir organizasyon. Halbuki ormanlar doğa korumanın tam merkezinde, doğal varlıkların hiç bozulmadan korunmasına hizmet eden varlıklar. Akarsu ve göllerin korunması, su üretimi, erozyon önleme, iklim değişimine uyum ve direnç gibi ekosistem hizmetleri ormanın sağlamakta olduğu yararlar olduğu için önceki deneyimlerden orman ve su işleri bakanlığı olması, eğer müstakil bir bakanlık olamayacaksa en akla yatan seçenek” diyor.

"2B UYGULAMASINA DERHAL SON VERİLMELİ"

İklim krizine vurgu yapılan bölümlerde ormansızlaşma ve orman bozulmasına karşı mücadelenin uluslararası gelişmeler ışığında yapılmasının vadedildiğini aktaran Atmiş, buna karşın ülkedeki ormansızlaşma ve orman bozulmasının nedenlerinin mutabakat metninde es geçildiğini söylüyor ve ekliyor: “Turizm, madencilik, enerji vb. ormancılık amacı dışındaki tahsisler, aşırı odun üretimi, özel ağaçlandırmalar, endüstriyel plantasyonlar, korunan alanların kullanılan alanlara dönüştürülmesi gibi konulara ya çok az değinilmiş ya da es geçilmiş. Örneğin; “Islah adı altında yapılan izinsiz ve denetimsiz orman kesimlerini durduracağız” maddesi orman ürünleri sanayi sektörünün kârını arttırmak için son beş yılda (2017-2021) ülke ormanlarında yapılan odun üretiminin yüzde 69 artmasına yol açan aşırı odun üretiminin yarattığı yıkımın boyutlarının altılı masa tarafından tam anlaşılamadığını gösteriyor. ‘Cumhurbaşkanına ormanlık alanın vasfını değiştirme yetkisi veren Orman Kanunu’nun ek 16. maddesini yürürlükten kaldıracağız’ maddesi en somut önerilerden biri. Bu kapsamda sadece ek 16. madde değil, 2B madde uygulamasına da derhal son verilmeli. Anayasa ve yasada bunlara imkan veren maddeler derhal yürürlükten kaldırılmalı.”

"ORMAN KÖYLÜSÜ İLE İLGİLİ ÖNERİLER ÜLKE GERÇEKLERİNDEN UZAK"

Orman köylüleriyle ilgili önerilerin ülke gerçeklerinden çok uzak olduğunu dile getiren Atmiş, “Her ne kadar 7.5 milyon orman köylüsünün varlığından bahsediliyorsa da, gerçekte orman köylüsü sosyolojine uygun yurttaş sayısı çok daha az. Çoğu orman köyünde sadece yaşlılar yaşıyor. Genç nüfusun az sayıda olduğu yerde kalkınma girişimlerinin başarıya ulaşması da çok zor.  Bu kapsamda “Orman Genel Müdürlüğünün bütçesini yeterli oranda arttıracak, küstürülen orman köylüsünü refaha kavuşturacağız” maddesi ayakları yere basmıyor. Çünkü orman köylüsünü “kalkındırmak” bildik ezberle başarılamaz ve Orman Genel Müdürlüğünün hem bilgi düzeyi, hem personel yapısı, hem de ekonomik durumu bunu başarmaktan çok uzak” diyor. 

Ormanların korunması ile ilgili önerilerin güvenlik kuvvetlerinin sayısına indirgendiğini ifade eden Atmiş, “Oysa ormanlarımızın iktidar ve sermayenin amaçlarını ortaklaştırmasıyla, tamamen ekonomi politik yaklaşımlar sonucu, ormanların ‘ekonomik büyümeyi-kalkınmayı’ sağlamak için yok edilmesi göze alınan bir doğal “kaynak” olarak görüldüğü için yok edildiği ve ranta dayalı imar ve yapılaşma izinlerinin verildiği, açma ve işgal suçlarının gerçekleştirildiği göz ardı ediliyor” diyor.

ORMAN YANGINLARI KISMI

Mutabakatın birçok maddesinin orman yangınları ile ilgili olduğunu vurgulayan Atmiş, bu maddeler içinde orman yangınlarını önlemeye yönelik madde bulunmadığını, daha çok orman yangınlarının tespiti ve söndürülmesiyle ilgili maddelerin olduğunu belirtiyor. Atmiş, bu konudaki bir önerinin mevcut durumu daha ileri götürecek bir öneri olmasını beklemek hepimizin hakkı. Orman yangınları hakkındaki çoğu madde her yangın döneminde kamuoyunu boş yere oyalayan uçak, helikopter gibi aslında bu orman yangınlarıyla ilgili olarak en son tartışılacak konularla ilgili. Gece görüşlü uçuş araçları alınacağı bile mutabakata girmiş. Fakat bunlar ormanlarla ilgili politikalar arasında, hatta orman yangınlarıyla ilgili politika önerileri arasında en alt sırada yer alacak öneriler.

"ORMAN EKOLOJİSİNDEN BİHABER BİR ÖNERİ"

“Yanan orman alanlarında ve yeni orman alanlarında yangına hassas çam ağaçları yerine mevcut floraya uygun başka türden ağaçlandırma çalışmaları yapacak” şeklindeki önerinin orman ekolojisinden bihaber bir öneri olduğunu kaydeden Atmiş, “Üstelik mutabakatta şehir efsanesine dayanan bir başka öneri daha var. O da “Yanan orman alanlarına verilen yasaya aykırı imar izinlerini iptal edeceğiz” şeklindeki öneri. Daha önce defalarca bir yere otel, enerji santrali, maden, yol, havalimanı yapmak için orayı yakmak gerekmiyor, mevcut AKP iktidarı mevzuatı o kadar değiştirdi ki, bunlara kolayca izin veriyor dediğimiz halde, altılı masanın hâlâ daha ormanlardaki yapılaşmanın, orman yangınları yüzünden arttığını sanması çok garip. Yanan orman alanları kendiliğinden geri gelebildiği halde, tahsis edilmiş ormanların bir daha orman ekosistemine dönüşmesi çok zor. Kaldı ki 2021 yılında yanmış olan 140 bin hektar orman alanının dörtte biri ormanlarda yapılmasına izin verilen enerji tesislerinden kaynaklanacak şekilde yandı” diyor.

 https://www.evrensel.net/haber/480789/mutabakat-metninde-ormanciligin-en-buyuk-sorunlari-es-gecilmis

29 Ocak 2023 Pazar

Zemheride Söke Ovası’nda leyleklerin işi ne? (Pazar yazısı)

 

29 Ocak 2023 03:57


 




Aydın Söke’ye bağlı Gölbent köyüne geçtiğimiz hafta içerisinde leylekler geldi. Ekosistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneğinin (EKODOSD) her yıl ilk leyleği gören ve haber veren yurttaşlara verdiği bir çuval un bu sene iki çuvala çıktı. Leyleği aynı anda gören iki köylü birer çuval unun sahibi oldular.

MUHTAR BAKİ’NİN TELEFONU

Derneğin bu haberi paylaştığı günün akşamı Söke Kisir Köyü Muhtarı Baki Suna telefon etti. Kendisiyle köyünün yakınında 40 yıl önce yapılan uranyum sondajları ile ilgili haber ve televizyon çekimlerini yaptığımız süreçte epey bir teşrikimesaimiz olmuştu. Geçtiğimiz aylarda da, Kaz Dağı’nda yapılan uranyum sondajlarına karşı Ayvacık’ın Arıklı köyünde gerçekleştirilen etkinliğe birlikte katılmıştık. Baki Suna orada, kendi köyünde yaşadıklarını, karşılaştıkları sağlık sorunlarını ve çevre problemlerini anlatıp, “Sakın bu sondajlara izin vermeyin. Biz bilmiyorduk, sağlığımızla ödedik. Siz bari yanmayın” demişti.

 

Fotoğraf: EKODOSD

"LEYLEKLERİN GELMESİ ÇEVRECİLERİN RUHSATIDIR"

Baki Suna telefonda Gölbent köyüne leyleklerin gelmesi ile ilgili dedi ki; “Zemherinin ortasında Söke Ovası’na leylekler geliyorsa bu çevrecilerin ruhsatıdır.”

Bu cümlenin ne anlama geldiğini sordum. Ne demek “çevrecilerin ruhsatı”?

“Leylekler havaların ısınması ile bahara doğru gelir. Ben şimdiye kadar bu mevsimde leyleğin geldiğini görmedim. Çevreciler hep diyorlar ya küresel ısınma var, iklimler değişiyor’ diye. İşte Gölbent’e gelen leylekler bu sözlerin ne kadar da doğru olduğunu gösteriyor.”

Baki Suna, konuşurken telefonunu dinlediği müziğin sesine yaklaştırdı bir ara. Zülfü Livaneli’den bir parça çalıyordu; “Çözülen bir yün yumağı, akıp giden günlerimiz”.

Dedi ki; “Benim korkum şu, aynen yaz bunu; bu şarkıları bizim çocuklarımız ileride dinleyemeyecek belki de. Leyleklerin zemheride Söke Ovası’na gelmeleri hiç de hayra alamet değil!...”

 

Fotoğraf: EKODOSD

"ACİLEN MİLLİ KURAKLIK MERKEZİ KURULMALI"

Baki Suna’yla telefon konuşmamız bittikten sonra yaklaşık on gün önce İzmir İktisat Kongresi öncesi gerçekleştirilen “Doğamıza dönüyoruz” başlıklı uzmanlar toplantısında tanıştığım Prof. Dr. Halim Orta’nın söyledikleri ile ilgili aldığım notlara göz gezdirdim. Türkiye genelinde 39 bilim insanı, uzman ve gazetecinin çağrıldığı toplantıda Halim Orta’nın iklim krizi ve su varlıklarımızla ilgili sözleri son derece çarpıcıydı. Aylardır ülkemizde yaşanan kuraklığa dikkat çekiyor, bir an önce bir milli kuraklık merkezi kurulması gerektiğini söylüyordu.

"SUYU KİM KİRLETİYORSA KİRLİ SUYU O KULLANSIN"

Yer altı su rezervlerimizi hovardaca kullandığımızı ve sularımızı kirlettiğimizi söyleyen Orta, iklim değişikliğinin sorumlusunun tarım olarak gösterilmesine de şiddetle karşı çıkıyordu. Toplantıdaki konuşmalarda bu yönde geçen cümleleri eleştiren ve tarımda kullanılan suya yönelik sözlere tepki gösteren Orta, derelerden ve nehirlerden akan kirli suların tarımda kullanılmasını insanın bindiği dalı kesmesine benzetti. “Kirli suları tarımda kullanalım’ diyorlar. Ne münasebet! Suları tarım mı sanayi mi daha çok kirletiyor? Tabii ki sanayi… O halde sanayi kullansın kirlettiği suları. Öbür türlü kirli sularla yetiştirilen ürünler yarın bizim sofralarımıza geliyor yine”.

SICAKLIK ARTIŞI, HİKAYENİN BAŞLANGICI HENÜZ

Toplantı bitiminde Sasalı’dan İzmir’e dönüş servisinde yan yana oturduk Halim Hoca ile. İzmir’in akşam trafiğine kaldığımız için yaklaşık bir saati bulan yolculukta kuraklığı, sularımıza yönelik politikaları konuşma olanağı bulduk.

Pek çok insan için iklim değişikliğinin esas olarak daha yüksek sıcaklıklar anlamına geldiğini söyleyen Halim Hoca, “Ancak sıcaklık artışı, hikayenin yalnızca başlangıcı. Dünya, her şeyin birbirine bağlı olduğu bir sistem olduğundan, bir alandaki değişiklikler diğer tüm alanlardaki değişiklikleri etkileyebilir. İklim değişikliğinin sonuçları şimdi, diğerlerinin yanı sıra yoğun kuraklıkları, su kıtlığını, şiddetli yangınları, yükselen deniz seviyelerini, selleri, eriyen kutup buzlarını, feci fırtınaları ve azalan biyolojik çeşitliliği içeriyor” diyordu.

"2040 YILINDA TÜRKİYE’DEN KURAKLIK NEDENİYLE GÖÇLER OLACAK"

Türkiye’nin daha geçen yıl imza attığı Paris İklim Değişikliği Anlaşması’na göre bu yüzyılın sonuna kadar dünyadaki ortalama sıcaklığın yaklaşık 4.5-5 derece artması bekleniyor. Bu anlaşmayla sıcaklık artışını yüzyılın sonuna kadar 2 derecenin altında tutmak hedefleniyor. Halim Hoca teorik olarak, ortalama sıcaklık 1-2 derece arttığında ortalama yağışın yüzde 10 ve ardından nehir debilerinin kabaca yüzde 40-70 oranında azaldığını anlattı ve ekledi; “Dünyadaki doğal afetler arasında en kötüsü kuraklıktır. Sinsi bir şekilde ortaya çıkıyor, seni çaresiz bırakır ve ne kadar süreceğini bilmiyorsun” dedi.

Halim Hoca’nın verdiği bir bilgi ise Kisir Köyü Muhtarı Baki Suna’nın endişesinin bilimsel kanıtı gibiydi adeta; “2040 yılında, göçleri de tetikleyecek bir kuraklık bekliyoruz Türkiye’de!..”

DURUM VAHİM!

Bu haftaki pazar yazısı ile ilgili okumalar yaparken Halim Hoca’ya yazarak o sözlerine dayanak olan bilimsel verileri istedim. World Resources İnstitute (Dünya Kaynaklar Enstitüsü) tarafından 2015 yılında açıklanan “2040 yılında dünyanın en çok su sıkıntısı yaşanan ülkeleri sıralaması” raporundan bir çizelgeyi gönderdi. Çizelgeye baktığımızda Türkiye 2040 yılında su stresi yaşayacak yerler arasında Kuzey Afrika, İspanya, Arabistan Yarımadası ve Şili, Estonya, Nabibya gibi ülkelerle birlikte “çok yüksek” kategoride yer alıyor.

NASA tarafından hazırlanan yer altı sularının düşümü haritasında da Türkiye’nin durumu “vahim!” Oysa bu sular gelecek nesiller için en önemli armağan olacak bugünden bırakacağımız. Sularını korumayan, kirletilmesine göz yuman devlet aklı yer altı sularının stratejik önemini de kavramış değil haliyle.

 

Fotoğraf: EKODOSD

LEYLEKLERİN SÖYLEDİĞİ...

Türkiye bu hafta sonuna doğru soğuk ve yağışlı havanın etkisi altına girdi. Ülkenin birçok yerinde okurlarımız bu yazıyı serin ve yağışlı bir havada okuyorlardır. Söyleyeceğim şu ki; hava sizi yanıltmasın. Bilim, küresel ısınmaya bağlı olarak kuraklığın gümbür gümbür geldiğini söylüyor.

Taa Afrika’dan Söke Ovası’ndaki Gölbent köyüne gelen leylekler bu köyü etrafındaki sulak alanlar nedeniyle tercih ediyorlar. Sulak alanların korunması bu nedenle sadece insanların değil tüm canlıların yaşam hakkını korumak aynı zamanda. 

Söke Ovası’na gelen leylekler bize ne mesaj getirmişler?

 https://www.evrensel.net/yazi/92388/zemheride-soke-ovasinda-leyleklerin-isi-ne

26 Ocak 2023 Perşembe

ÇEPEÇEVRE YAŞAM / Dünyadaki son sığla ormanını kesip yazlık yapacaklar!

 🌲Dünyadaki son sığla ormanını kesip yazlık yapacaklar!




Muğlalıların dünyadaki son Anadolu sığla ormanını koruma mücadelesi, Özer Akdemir'in hazırlayıp sunduğu Çepeçevre Yaşam'da


🕘#ÇepeçevreYaşam 21.00'de Evrensel'de

Şirket, mahkemenin ‘Milli parkta düğün olmaz’ kararını dinlemiyor

 

26 Ocak 2023 14:58



Aydın Dilek Yarımadası Milli Parkı’nda mangal, düğün, konser gibi etkinliklerin yapılmasına olanak sağlayan sözleşme iptal edilmesine rağmen işletme sahibi “Çalışmaya devam ediyoruz” açıklaması yaptı.

Özer AKDEMİR

Aydın Dilek Yarımadası Milli Parkı’nda mangal, yemekli düğün organizasyonu, konser gibi etkinliklerin yapılmasına olanak sağlayan ihale sözleşmesinin mahkeme tarafından iptal edilmesine rağmen ihaleyi kazanan işletme sahibi “Haberler asılsız, çalışmaya devam ediyoruz” açıklaması yaptı. Yurttaşlar tarafından açılan davanın avukatı Dr. Bülent Tokuçoğlu ise işletmecinin bu açıklamalarının “çaresizliklerini ört bas etmek için bilerek, kasten kamuoyunu yanıltma amacıyla” yapıldığını dile getirdi.

MAHKEMEDEN KAMU YARARI VURGUSU

Kuşadası’nda bir grup yurttaş tarafından Dilek Yarımadası Büyük Menderes Deltası Milli Parkı Zeus Mağarası ve Çevresinde Yapılacak Büfelere ve İçmeler, Aydınlık, Kavaklı Burun ve Karasu Koyları Alanlarında Kır Lokantası-Büfelerin ve Plaj İşletmeciliği, Dalış Eğitim gibi işletmelerin ihale usulü ile özel işletmelere devredilmesine karşı dava açılmıştı. Davaya bakan Aydın 2. İdare Mahkemesi ihale sözleşmesiyle Dilek Yarımadası Büyük Menderes Deltası Milli Park'ında rekreayonel faaliyetlere açık olan 4 koy için (İçmeler, Aydınlık, Kavakliburun, Karasu) işletmecilik ihalesi gerçekleştiğinin altı çizerek kamu yararı vurgusu yapmıştı. “Bireyin yararı ile kamu yararı kavramlarının çatışması halinde, birden çok bireyin oluşturduğu toplumun yararına yani üstün nitelikte olan kamunun yararına öncelik vermek gerekecektir” diyen mahkeme heyeti oy çokluğu ile yurttaşlar tarafından sözleşmesinin iptali istemiyle yapılan başvurunun zımnen reddine ilişkin işlem de hukuka uyarlılık bulunmadığı sonucuna varmıştı.

İŞLETMECİ: HABERLER ASILSIZ VE ALGIYA YÖNELİK

Söz konusu ihale ile Milli Park sınırları içerisindeki işletmeleri devralan özel işletme sahibi bu mahkeme kararı ile ilgili açıklamaların ve haberlerin “kamuoyunda algı yaratmak maksatlı asılsız haberler” olduğunu ileri sürdü. By Serkan adlı işletme sahibi sosyal medyadan yaptığı açıklamada, “Zimnen red edilen başvurularında bile ihale iptali talep edilmemişken sözleşme nasıl iptal edildi diye paylaşım yapılabilir. Bu kararı bu şekilde kamuoyuna servis etmek yanlış algı yaratmak ve art niyetli insanların sadece bir oyunudur” dedi. İhale şartnamesinde iptali istenen maddelerin hukuka aykırı görülmediğini ve davanın bu yönde reddine karar verildiğini ileri süren işletmeci, “Tarım ve Orman Bakanlığından aldığımız ihaleyi ticari bir faaliyet değil devletimizin bize verdiği bir görev bilerek layıkıyla üzerimize düşen tüm görevlerimizi yerine getirmeye devam etmekteyiz.” Dedi.

“ÇARESİZLİKLERİNİ ÖRTBAS AÇIKLAMASI”

İşletmecinin bu açıklamasını değerlendiren davanın avukatı Dr. Bülent Tokuçoğlu açıklamaların ya çaresizlikten ya da çaresizliklerini ört bas etmek için bilerek, kasten kamuoyunu yanıltma amacıyla yapıldığını dile getirdi. Tokuçoğlu şunları dile getirdi, “Mahkeme kararı çok açık olup, davacı taraf olarak Tarım ve Orman Bakanlığı’na yaptığımız idari başvuruda, bakanlıktan ihale sözleşmesinin iptalini istemiştik. Bakanlık bu istemimize 30 günlük cevap verme süresi içinde cevap vermeyerek talebimizi zımnen reddetmiş oldu. Mahkeme, kararında talebimizin zımnen reddinin hukuka aykırı olduğunu belirtmiştir.

Mahkeme kararının ilgili paragrafı tartışmaya yer vermeyecek kadar açık ve net ifadelerle yazılmıştır: “12/10/2021 tarihli ihale sözleşmesinin iptali istemiyle yapılan başvurunun zımnen reddine ilişkin işlem yönünden hukuka uyarlılık bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır.”

“EY BAKANLIK SÖZLEŞMEYİ İPTAL ETMEN GEREKİRDİ, BEN ETTİM!”

Mahkemenin idareye ihale sözleşmesinin iptali istemiyle yapılan başvuruyla ilgili zımni red işleminin hukuka aykırı olması nedeniyle ihale sözleşmesini iptal ettiğini aktaran Tokuçoğlu, “Yani mahkeme kararıyla; “ey bakanlık; ihale sözleşmesi iptal kararı vermen gereken, sen bu konuda karar vermemişsin, ben ihale sözleşmesini iptal ettim” demiştir” dedi.

MİLLİ PARKIN BİRÇOK KORUMA STATÜSÜ VAR

İhale ile özel işletmeye devredilen Milli Park, Milli Parklar Kanunu, Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kanunu, Uluslararası Sulak Alanlar Sözleşmesi (Ramsar), Avrupa'nın Yaban Hayatı ve Yaşam Ortamlarının Korunmasına Yönelik Sözleşme (Bern), Biyolojik Çeşitlilik Anlaşması (Rio) ve Akdeniz'in Kirliliğe Karşı Korunması Sözleşmesi (Barselona) gibi koruma statüleri ile koruma altında bulunuyor.

 https://www.evrensel.net/haber/480400/sirket-mahkemenin-milli-parkta-dugun-olmaz-kararini-dinlemiyor

25 Ocak 2023 Çarşamba

Akçay Sulak alana inşaat ruhsatının yürütmesi ikinci kez durduruldu

 

25 Ocak 2023 17:43


İstinaf mahkemesinin eksik bilirkişi incelemesi gerekçesiyle bozduğu karar sonrası yerel mahkeme Akçay Sulak alanı yapılaşmaya açan inşaat izninin yürütmesini ikinci kez durdurdu.

 


Fotoğraf: Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği

 Özer AKDEMİR

Akçay Sulak alanı yapılaşmaya açan inşaat izninin yürütmesi tekrar durduruldu. Yerel mahkeme İstinaf mahktemesince eksik bilirkişi incelemesi gerekçesiyle bozulan yürütmeyi durdurma kararı  sonrası istediği ek bilirkişi raporundan sonra bir kez daha yürütmeyi durdurma kararı verdi.

MAHKEME YÜRÜTMEYİ DURDURMUŞTU

Akçay Sazlığı ve Sulak Alanı'nda Edremit Belediyesi tarafından verilen inşaat ruhsatlarının iptali için açılan davada yapılan bilirkişi keşfinin raporu bölgenin sulak alan niteliğine dikkat çekerek Edremit Belediyesinin verdiği ruhsatlar geçersiz olduğunu ortaya koymuştu. Edremit Belediyesi tarafından “Enginkent Akçay” adlı konut projesi için verilen inşaat ruhsatlarına karşı Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği, Doğa Araştırmaları Derneği, Yeşil Düşünce Derneği, Edremit Çevre Sağlığı ve Doğayı Koruma Derneği, Çevre Koruma Kooperatifi, Doğa Derneği ve bir grup yurttaş tarafından dava açılan davaya bakan Balıkesir 2. İdare Mahkemesi bilirkişi raporunun ardından projeye verilen ruhsat için yürütmeyi durdurma kararı vermişti.

EK BİLİRKİŞİ RAPORU: RUHSATLAR MEVZUATA UYGUN DEĞİL

Mahkemenin 26/10/2022 tarihli ara kararı ile istenen ek bilirkişi raporunda “yürürlükte olmayan bir imar planına göre verilen imar durumu ve inşaat ruhsatlarının geçerli olamayacağı” görüşü ortaya kondu.

Balıkesir 2. İdare Mahkemesi bu ek bilirkişi raporu ile uyumlu olarak Edremit Belediye Başkanlığınca verilen inşaat ruhsatlarının yürürlükte bir plan olmadan verildiği için mevzuata uygun olmadığını belirterek işlemin hukuka uygun olmadığına hükmetti. Mahkeme işlemin uygulamaya devam edilmesi durumunda, telafisi güç veya olanaksız zararlar doğuracağı, böylelikle uyuşmazlığın esası hakkında karar verilinceye kadar maddi ve manevi varlığında telafisi güç zararların ortaya çıkabileceğini belirterek bir kez daha yürütmeyi durdurma kararı aldı.

Reklam

Reklam

"FLAMİNGOLARIN, YILAN BALIKLARININ YUVASIDIR"

Mahkeme kararı ile ilgili bir açıklama yapan Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği “Çok mutluyuz! Kesin kararın  da bizden yana olacağına inanıyoruz. Akçay sulak alanı rantçıların inşaat alanı değildir. Flamingoların, yılan balıklarının yuvasıdır.” dedi.  

 https://www.evrensel.net/haber/480345/akcay-sulak-alana-insaat-ruhsatinin-yurutmesi-ikinci-kez-durduruldu

Danıştay kararı Güzelçamlı Yat limanı ÇED raporunun iptalini kesinleştirdi

 

25 Ocak 2023 13:25


​​​​​​​Danıştay, Kuşadası Güzelçamlı yat limanı projesi ÇED raporunun iptali kararına itirazı reddetti. Avukat Dr. Bülent Tokuçoğlu bu kararla proje ile ilgili hukuki sürecin tamamlandığını söyledi.


Fotoğraf: Bülent Tokuçoğlu



Özer AKDEMİR

Aydın Kuşadası ilçesinin Güzelçamlı Mahallesinde bulunan Yat Limanı, Feribot Yanaşma Yerleri ile Balıkçı Barınağı Kapasite Projesi’ne verilen Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) olumlu kararının iptaline yönelik itiraz Danıştay Altıncı Dairesi tarafından reddedildi. İkinci kez önüne gelen dosya da bu sefer yerel mahkemenin kararını onayan Danıştay ayrıca karar düzeltme yolunu da kapattı. Davanın avukatı Dr. Bülent Tokuçoğlu bu kararla proje ile ilgili hukuki sürecin tamamlandığını söyledi.

MİLLİ PARKIN SINIRINDA

"Güzelçamlı Yat Limanı, Feribot Yanaşma Yerleri Yapımı İle Balıkçı Barınağı Kapasite Projesi"ne Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından Nisan 2019 tarihinde verilen ÇED olumlu kararına karşı bir grup yurttaş tarafından açılan davada, projeye 2008 yılında ÇED Olumlu kararı verilmesine rağmen yedi yıl içerisinde faaliyete başlanılmadığı gerekçesi ile bu ÇED kararının hükümsüz kaldığı ileri sürülüyordu. Davada ayrıca projenin alanda bulunan balıkçı barınaklarını da içerecek şekilde genişletme olacağı, alanda yapılacak inşai faaliyet sırasında yeterince önlem alınmasına ilişkin taahhüt bulunmadı için çevrenin kirletileceği, projenin önemli doğa alanlarından biri olan milli park sınırlarının çok yakınında olacağı gibi gerekçeler de sıralanmıştı.

DANIŞTAY YENİ BİR BİLİRKİŞYİ İNCELEMESİ YAPILSIN DEMİŞTİ

Dava sonucunda Aydın 2. İdare Mahkemesi projenin ÇED olumlu kararını iptal etmiş, bu karar Bakanlık ve davaya müdahil olan Aydın Büyükşehir Belediyesi tarafından Danıştay'a temyiz için götürülmüştü. Danıştay yaptığı temyiz incelemesi sonucunda çeşitli uzmanlık alanlarından yeni bir bilirkişi oluşturularak rapor hazırlanması ve yeniden karar verilmesi gerektiğini belirterek yerel mahkemenin kararını bozmuştu. Oluşturulan yeni heyetle yapılan bilirkişi keşfi sonucu hazırlanan raporda bir kez daha projenin uygun olmadığı yönünde görüş belirtilmişti.

YEREL MAHKEME İKİNCİ KEZ ÇED’İ İPTAL ETTİ

Bilirkişi raporunda ÇED raporunda proje alanında yaşayan koruma altındaki Akdeniz Fokundan bahsedilmesine rağmen aynı raporda bölgede koruma altında tür yok denilerek kendi içinde çeliştiğine dikkat çekilmiş, ayrıca Dilek Yarımadası Milli Parkı'nda Alageyik ve Karakulak gibi çok önemli ve nesli tehlike altında memeli canlılar yaşadığının altı çizilerek raporun sağlıklı hazırlanmadığı belirtilmişti. Aydın 2. İdare Mahkemesi bilirkişi raporunu dayanak alarak ikinci kez verdiği ÇED Olumlu Karanının iptalini bakanlık ve Aydın Büyükşehir Belediyesi yeniden temyiz etti. Temyiz başvurusunu görüşen Danıştay 6. Dairesi oybirliği ile aldığı 20.12.2022 tarihli kararıyla yerel mahkeme kararını onadı. Mahkeme ayrıca karar düzeltme yolunun kapalı olduğunun duyurulmasına karar verdi.

 https://www.evrensel.net/haber/480307/danistay-karari-guzelcamli-yat-limani-ced-raporunun-iptalini-kesinlestirdi

24 Ocak 2023 Salı

Yüzde 89’u RES’lere tahsis edilen Karaburun’da, halka "kalan toprağınızı GES’lerle paylaşın" deniyor

 

24 Ocak 2023 16:46


Yüz ölçümünün yüzde 89’u RES şirketleri tarafından parsellenen Karaburun’da halk ellerindeki yüzde 11'lik alanı da güneş enerji santrali (GES) projeleri ile paylaşmaya zorlanıyor.

Fotoğraf: Özer Akdemir



 Özer AKDEMİR

Yüz ölçümünün yüzde 89’u rüzgar enerji santrali (RES) şirketleri tarafından parsellenen Karaburun’da kabus bitmiyor. İnsanlar ve diğer canlılar Yarımada’nın kalan yüzde 11’lik alanında sıkıştırılmışken, şimdi de bu alanı yeni güneş enerji santrali (GES) projeleri ile paylaşmaya zorlanıyorlar.

“RES, GES DERKEN BİZİM ALANIMIZ DARALIYOR”

İzmir Karaburun’un Eğlenhoca Mahallesi yakınlarındaki “GES Projesi için ÇED süreci duyurusu Çevre ve Şehircilik İklim Değişikliği İl Müdürlüğü web sayfasında geçen yıl kasım ayında yayımlandı. Duyuruya göre Mak Solar Enerji AŞ tarafından yapılması planlanan GES projesi orman ve tarım alanlarının yakınlarında yapılacak.

Eğlenhoca Mahallesi Muhtarı Çağlayan Devrim, GES projesinin zaten gittikçe daralan tarım ve mera alanlarına zarar vereceğinden endişeleniyor. GES’lerin dağlık alanlarda yapılmasına karşı olmadıklarını söyleyen Devrim,  ancak bunların tarım alanı ve hayvan yetiştiriciliğinin olduğu yerlerde yapılmasının yanlış olduğunu söyledi.

Devrim, “Köyümüzde 12 hane vardı ve her hanede hayvancılık yapılırdı. Şu an bu 3-4 haneye düştü. Küçükbaş hayvancılık bitiyor. Bizim karakeçimiz var ve bu hayvanların sütlerindeki yağ oranı yüzde 11. Çok değerli bu. Piyasadaki sütlerdeki yağ oranı yüzde dörttür. En iyi olanı altıdır. Biz keçiciliğin artmasını isterken, özel ağaçlandırma alanı, RES, iletim hatları derken bizim alanımız daralıyor. Bir de bu GES ile kapladılar mı ovayı bizim orada hayvancılık bitti demektir” dedi. GES projelerinin iptal edilmesini istedikleri dilekçeleri il müdürlüğünün yanı sıra, belediyeye ve kaymakamlığa da verdiklerini belirten Devrim, “Bu kurumlar da bilsinler bizim bu işe karşı olduğumuzu. Bu şirketler santralleri kurduktan sonra gittikçe genişliyorlar ilerleyen zamanlarda” diye konuştu.

YUKARIOVACIK İÇİN BİR TEHDİT

GES proje tanıtım dosyasına göre GES yapılmak istenen alanın kuzey ve güneyinde orman alanı bulunuyor. Proje tanıdım dosyasında (PTD) proje inşası sırasında kazı çalışmaları yapılması ve ağaçların taşınmasından bahsedilirken, muhtarlık tarafından kurumlara verilen dilekçede projenin onaylanması ile marjinal tarım arazilerinin vasfını kaybetmesi, orman ve maki varlığına müdahale de söz konusu olabileceği ifade ediliyor. Dilekçede bu durumun Karaburun-Ildır Körfezi özel çevre koruma bölgesi flora-faunasını etkileyeceği belirtiliyor. Ayrıca üretilen elektriğin ulusal enerji şebekesine bağlantı noktasının henüz planlanmadığına dikkat çekilen dilekçede, bunun ileride projenin genişlemesi nedeniyle Yarımada’daki en verimli nadir tarımsal alanlardan olan Yukarıovacık için bir tehdit olacağı ifade edildi.

ŞİRKETLERE YÜZDE 89 YAŞAM İÇİN YÜZDE 11 YER AYRILDI!

Dilekçede mevcut RES’lerin yanında GES projesinin de kümülatif etkilerinin değerlendirilmesi gerektiğine dikkat çekilirken, “Yarımada’da mevcutta 140 rüzgar türbini bulunuyor. Karaburun Yarımadası’nın yüzde 89’unu kapsayacak şekilde 7 RES proje sahası bulunuyor. Bunun yanında  Yarımada’nın geriye kalan yüzde 11’lik alanında Karaburun-Ildır Körfezi özel çevre koruma bölgesi koruma kararı sonrası inşası tamamlanan bir güneş enerji santrali, öneri veya ÇED aşamasında iki GES projesi mevcuttur. Yarımada insanıyla, kuşuyla, arısıyla, keçisiyle bu yüzde 11’lik payı şimdi de GES projeleri ile paylaşmak zorunda bırakılmaktadır” ifadelerine yer verildi.

 https://www.evrensel.net/haber/480258/yuzde-89u-reslere-tahsis-edilen-karaburunda-halka-kalan-topraginizi-geslerle-paylasin-deniyor

Dünyadaki son sığla ormanını kesip yazlık yapacaklar

 24 Ocak 2023 04:32

Dünyadaki son sığla ormanını kesip yazlık yapacaklar

Köyceğiz-Dalyan bölgesine ait sığla ağaçları tehlike altında. Köyceğiz’in Karabatak Mahallesi olarak bilinen bölgedeki sığla ağacı ormanı konut yapımı için kesilmek isteniyor.



Fotoğraflar: Abidin Çınar/Evrensel


Özer AKDEMİR

Muğla

Dünya üzerinde sadece Köyceğiz-Dalyan özel çevre koruma bölgesinde doğal ve sağlıklı orman alanları oluşturarak varlığını sürdüren Anadolu sığla ağacını bir bitki türü olarak yok oluşa götürebilecek süreçlere bir yenisi ekleniyor. Köyceğiz’in Karabatak Mahallesi olarak bilinen bölgedeki Anadolu sığla ağacı ormanı konut yapımı için kesilmek isteniyor. Yörenin “Ağalar” olarak bilinen zengin ailelerine ait olan sığla ormanının bir bölümünde kesim için ağaçlar işaretlenirken, “Bu ağaçlar bizim çocuğumuz gibi. Gerekirse her birine kendimizi bağlar, yine kestirmeyiz” diyen mahalleli ise yıllardır iç içe yaşadıkları ormanı korumakta kararlı.

AĞAÇLARA KIRMIZI ÇARPI İŞARETİ

Köyceğiz’deki sığla ormanının kesimi ile ilgili süreç yaklaşık bir ay öncesine dayanıyor. Karabatak Mahallesi’ndeki ormanın sınırlarında bulunan sığla ağaçlarına çarpı işareti konmasının ardından mahalleli ağaçların kesilerek yerlerine konut yapılacağını öğreniyor. Mahallelinin yanı sıra Muğla’nın Ortaca, Köyceğiz ve diğer ilçelerindeki yurttaşların da katılımıyla sığla ağaçlarını koruma mücadelesi bu bilginin öğrenilmesinin ardından başlıyor. Sığla ağaçlarının korunması için başlatılan imza kampanyasının yanı sıra yöre halkı, çeşitli siyasi parti, sendika, dernek ve meslek örgütleri ortak basın açıklaması yaptılar. Birkaç gün önce Çepeçevre Yaşam Programı çekimleri için Karabatak Mahallesi’ndeki sığla ormanında toplanan yurttaşlar sığla ağaçlarının kesilmesine karşı sonuna karar mücadele kararlılıklarını dile getirdiler.


Fotoğraf: Abidin Çınar/Evrensel

"NE YAPACAĞIZ BİNAYI, HER YER BETON ZATEN"

Sığla ormanının kesilmesine karşı verilen mücadelenin en önemli dinamikleri, ülkenin diğer yerlerindeki ekoloji mücadelelerinde olduğu gibi yine kadınlar. İlerlemiş yaşına ve bacaklarındaki sağlık sorunlarına rağmen çekimlerin yapıldığı ormana gelen Karabatak Mahallesi kadınlarından 72 yaşındaki Hatice Deniz, 1969 yılında geldiği mahallede sığla ağaçları ile birlikte yaşadıklarını anlattı. Kendilerine ormandaki ağaçları göstererek “Burasını kesip götürün, şu öbür tarafları da biz keseceğiz” teklifinde bulunulduğunu anlatan Deniz, kabul etmediklerini ve oğlunun bu durumu herkese anlattığını söyledi. “Ağaçlar kesilir mi? Sabahleyin kalktık mıydı mahalle mis gibi sığla yağı kokar. Ne yapacağız binayı biz? Her yer beton zaten!” dedi.

"BU İŞARET BİZE MARAŞ’I, ÇORUM’U, KATLİAMLARI HATIRLATIYOR"

Mahallenin genç kadınlarından atanamayan Felsefe Öğretmeni Güliz Uzunağaç, ağaçlara kırmızı boya ile çizilen çarpı işaretlerini göstererek; “Bu işareti nerede görsem tüylerim ürperir. Çok acı şeyler çağrıştırır bana. Maraş Katliamı’nı, Çorum’u... Ne zaman bu işareti görsek orada bir katliam, zulüm vardır. Bu zulmün artık ne insanlarımızda ne de doğamızda yaşanmasını istemiyoruz.”


Fotoğraflar: Abidin Çınar/Evrensel

"EŞİMİ SIĞLA YAĞI İLE İYİLEŞTİRDİM"

MİDE hastası olan eşini sığla ağacı (Günlük ağacı diyor mahalleli) yağı ile iyileştirdiğini ve eşinin hastalıktan kurtulup 20 sene daha yaşadığını anlatan Emine Uslu da “Otu oluyor, sılcan oluyor, yağı oluyor, biz bunları toplayıp yiyerek karnımızı doyuruyoruz. Sılcanı yoğurtlarız, pişiririz. Biz kesme, biçme istemiyoruz” diyor.

"BİZİM ÇOCUĞUMUZ ONLAR"

Atmış iki yaşındaki Saime Aysan da çocukluğu ile birlikte yaşamının büyük kısmı bu mahallede geçen kadınlardan birisi; “Eskiden dayılarımız, amcalarımız bu ağaçların altında şarkılar, türküler söyleyerek otururlardı. İlerilerde ormanın içinde kaynak sularımız var. Buzdolaplarının olmadığı zamanlarda karpuzların üzerine isimlerimizi yazarak bu kaynak suların içine koyardık. Toprak testilerle suyumuz olurdu. Bizim çocuğumuz onlar, bizim çocukluğumuz burada geçti. Bu ağaçların kesilmesine razı değiliz”.

Elli iki yaşındaki Behiye Diş de bu mahallede doğup büyüyen kadınlardan birisi; “Bir gün gelip tak tak her yere işaret koydular. ‘Buraya ev yapacağız’ dediler. Razı değiliz” diyor.

Hatice Yüksel, Dalaman Barajı nedeniyle istimlak edilen Akköprü köyünden 30 yıl önce gelip buraya yerleşenlerden birisi. “30 seneden beri ben bu ağaçları tanıyorum. Kesilmesini değil korunmasını istiyoruz. Günlük ağacı Akköprü’de de vardı. Baraj nedeniyle kestiler. Bu ağaçlara sarılır gene kestirmeyiz. Bu ormanlar bizim doğa hakkımız.”

"BEN KARABATAK KIZIYIM"

“Ben Karabatak kızıyım. Bu ağaçları biz buradayken zor keserler” diyen mahallenin kadınlarından Gülşen Candoğdu, “Karabatak kızları çalışkandır, yamandır. Bu ağaçların düşen dallarını sırtımızda götürürüz biz ama asla kesmeyiz. Sabah kalktık mıydı evimizin içine mis gibi kokusu gelir bu ağaçların. Ağaçlarımıza sarılırız, kestirmeyiz. Bizi de kessinler! Denesinler hele, elimde orakla gelmezsem insan değilim!”


Fotoğraf: Abidin Çınar/Evrensel

"İNSAN EVLADINI KESER Mİ?"

İlyas Köse (Berber): “Ben de burada doğup büyüdüm. Günlük ormanları Köyceğiz’in simgesidir. İnsan evladını keser mi? Bu ormanlar bizim evladımız.”

Murat Konukçu (Tüm Emekliler Sendikası Köyceğiz Temsilcisi): Üyelerimizle birlikte bu mücadelenin içindeyiz. Bu ormanlar sadece bizim değil, binbir türlü canlının yaşam kaynağıdır. Biz buraya bunun için de sahip çıkmak zorundayız”.

Teoman Koray: “2014 yılında Köyceğiz’e geldim. Burası korkunç bir şekilde bozuluyor. Betonlaşma çok yoğun. Bunu yanı sıra Muğla’ya özellikle bir saldırı, eko kırım var. Bunu durdurmak zorundayız. Bunu için MUÇEP Köyceğiz Meclisini oluşturduk. Mücadeleyi halkımızla sürdürmeye çalışıyoruz”.

Murat Candan: Buraya üç yıl öce bu sığla ormanları burada diye gelip yerleştim. Ancak gün geçtikçe “Eskiden burası şöyleydi” diye serzenişte bulunacak duruma geldik. Oysa bu doğayı biz emanet aldık çocuklarımızdan. Biz bu ormanda yaşayan hiçbir canlıdan üstün değiliz. Bunu bilince çıkarmak zorundayız. Yunanistan’daki küçük bir alanda bulunan sığla ağaçları müze gibi ziyaret edilirken biz çok rahat katledebiliyoruz ne yazık ki!

"BİZE BAŞKA MÜTEAHHİTLERE BAŞKA"

Osman Biçer: “Emekliyim. 8 yıldır Köyceğiz’de yaşıyorum. Bizim bahçemizdeki altı tane sığla ağacı tuvalet giderlerini tıkadığı için köklerini temizletmiştik. Orman Müdürlüğü bize bırakın ağaçların kesilmesini, köklerine bile bir müdahalenin olamayacağını söyledi. Ancak iş müteahhitlere geldiğinde aynı süreç işlemiyor.”

Döndü Taka Çınar: “Muğla son dönemde çok göç aldı. Doğasına yönelik son dönemde siyasi iktidarın yağması yoğunlaştı. ‘Ben yaptım oldu’ zihniyetinin bir yansımasını bu sığla ormanları için de görüyoruz. Koruma altındaki endemik bir tür yok edilmek, ranta açılmak isteniyor. Bu da halktan gizli yapılmak isteniyor”.

 

Fotoğraf: Abidin Çınar/Evrensel

DÜNYADAKİ SON SIĞLA ORMANLARI BURADA

Halil Beytaş: “2014 yılında İstanbul’dan buraya gelerek yerleştik. Bu ormanı gördükten sonra buraya yerleşmeye karar verdik. Sığlanın en geniş popülasyonu burada. Dünyadaki son sığla ormanı burası. Bu ağaçlar doğal miras. 60 milyon yıldır yaşadığı ileri sürülüyor. Ormanın bitim noktasına imar verilmiş ve firmalar buraları satın alarak içindeki ağaçları kesmek istiyorlar. Burası Köyceğizlilerin deyimiyle ‘Ağalar’ın elinde.

Afife Karal: 2018 yılında İstanbul’dan göç ettim. Dört sene içinde doğal çevre çok bozuldu. Özellikle koronadan sonra aşırı talep var. Bu ağaçların kesileceğini öğrenince mahallelilerle toplanıp “Sığla Ormanı Savunması” diye bir grup oluşturduk. İmzalar toplayıp, çeşitli kurumlara dilekçeler verdik. Bu ağaçların ulusal korumasının yanı sıra uluslararası koruması var. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile mutlak korunacak ağaçlar arasına alındı. Ancak burasının adı geçmiyor kararnamede. Bunlar da oradan bir açık yakaladıklarını düşünüyorlar. Oysa burası zaten özel çevre koruma bölgesi.

 

 https://www.evrensel.net/haber/480172/dunyadaki-son-sigla-ormanini-kesip-yazlik-yapacaklar?a=jJtA

22 Ocak 2023 Pazar

Salda Gölü’nde gün batarken (Pazar yazısı)

 

22 Ocak 2023 04:26


Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

PAZAR




2011 yılının nisan-mayıs ayları arasında Küba’da bir ay kaldık. Türkiye’den giden küçük bir grup olarak bu bir aylık süre içerisinde, başta başkent Havana olmak üzere gezebildiğimiz kadar yeri gezmeye çalıştık. Bir daha gelmemiz neredeyse olanaksız olan bu ülkede gittiğimiz yerlerden birisi de Küba’nın Karayip Okyanusu kıyısındaki Pınar Del Rio idi. Vinales kasabasının Minas De Matahambre sahilinin bembeyaz kumsalında hamam suyu gibi ılık Karayip Denizi’ne girmeden önce denizin açıklara doğru koyulaşan turkuaz rengini uzun uzun seyrettik. Açık mavi gökyüzünde avare avare dolaşan beyaz bulutların gölgesi vurduğunda rengi laciverde çalan denizde, ufkun birleştiği yerde küçük bi’balıkçı teknesi bir görünüp, bir kayboluyordu. O denizde akşam güneşini de batırdık. Güneş, kocaman, kızıl bir portakal gibi hiç acele etmeden denize yudum yudum karıştı. Denizin üzeri bir orman yangınındaki alevler gibi kızıla kesti.

TURKUAZ SULAR

Tam 10 yıl sonra, 2021 yılı temmuz ayında, ailecek orman kamplarında konaklaya konaklaya gittiğimiz yaz tatilinde duraklarımızdan biri de Salda Gölü olmuştu. Diz kapağımıza kadar içine girdiğimiz Salda Gölü’nün suları Karayipler Denizi’nin turkuaz rengi ile aynıydı. Sonradan, göle bu şekilde girilmesinin gölün o eşsiz dokusuna zarar verdiğini öğrenecek ve girdiğimize bin pişman olacaktık. Ancak Salda Gölü’nü tehdit eden şey, sadece onu ülkenin dört bir yanından görmeye gelen ziyaretçiler değildi.

Salda’nın beyaz kumlarının bildiğimiz kum olmadığını, “huntit” adı verilen bir mineral olduğunu Prof. Dr. Doğan Kantarcı Hoca’dan öğrendik. Bu organik minerallerin üzerinde yüründüğünde un ufak olarak tozlaştığını, bu nedenle kumsalda ayakkabı ile yürümenin yasaklanması gerektiğini söylüyordu Kantarcı Hoca. Oysa, ayakkabı ile girilmemesi gereken kumsallara iş makineleri sokulmuş, o kumları kamyonlara doldurup “millet bahçesi” yapılacak yere sermişlerdi.

O günlerde henüz tamamlanmayan millet bahçesi, ahşap hediyelik eşya satan büfeleri, yeme içme, camii, tuvalet gibi yapıları ile 2021 yılı bahar aylarında tamamlandı. Gölün o bölümündeki suyun ve kumsalın rengi değişti bir süre sonra. Hemen üstü örtüldü bu olayın.

Geçtiğimiz aylarda ise gölün kumlarındaki kararmanın yanı sıra sudaki salyalaşmayı gösteren görüntüler düştü önümüze.

Salda Gölü’nün bu kadar yoğun bir insan baskısını artık kaldıramadığını söyleyen Doç. Dr. Erol Kesici, yer altı sularının çekilmesi ve millet bahçesi için yapılan düzenlemelerin bu renk değişimi ve sudaki salyalaşmanın en önemli nedenlerinden olduğuna dikkat çekiyordu.

Fotoğraf: Proje tanıtım dosyası

SALDA’YA KROM MADENİ TEHDİDİ

Salda’yı bekleyen en son tehlike ise gölü besleyen derelerin üzerinde işletilen krom madeni oldu. Yeşilova ilçesi, Niyazlar köyü sınırları içerisindeki madeninin kapasite artışı talebine Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü tarafından “ÇED gerekli değildir” kararı verildi. Eşeler Yaylası olarak anılan bu alan Yeşilova ve Karamanlı ilçeleri için olduğu kadar tüm Burdur açısından da son derece önemli bir bölge. Krom madeninin kapasite artışı istediği alanın su kaynaklarına çok yakın olduğuna dikkat çeken Burdur Barosu geçtiğimiz günlerde bir açıklama yaptı. Baro açıklamasında, “Bölgenin değeri Salda Gölü’nü besleyen su kaynaklarının da maden için gözden çıkarılmasını kabul etmemiz beklenemez. Eşeler Yaylası endemik bitki türlerine ve yaban hayvanlarına ev sahipliği yapmakta olan biyolojik çeşitlilik bakımından oldukça önemli bir alandır. Bölgede bulunan karaçam, sedir ve ardıç türü ağaçlardan 1000 yıllık ağaçların bulunduğu belirtilmektedir. Binlerce yıldır burada varlık göstermiş ve binlerce canlıya yuva olmuş bu doğal unsurların zarar görmesi hayal dahi edilemez” ifadelerine yer verildi.

MADENİN RUHSATI GEÇERSİZ

Türkiye’nin birçok yerinde jeoloji ve tıbbi jeolojik unsurlarla ilgili çalışmalar yapan Tıbbi Jeoloji Uzmanı Dr. Eşref Atabey’e, bu krom madeninin proje tanıtım dosyasını göndererek yorumlamasını rica ettim. Sağolsun Eşref Hoca o uzun metni okuyarak çok önemli noktalarına dair notlarını paylaştı. Madenin işletme ruhsatının geçersiz olduğu görüşünde. Eşref Hoca, “Maden yönetmeliği gereği krom cevheri IV. grup kategorisine girmekte ve IV (c) olarak ifade edilmeliydi. Bu haliyle ruhsat IV grup madenlerin a, b, c, ç tüm grupları için verilmiş olur ki bu bile ruhsatın iptal nedenidir” diyor.

Eşref Hoca, madendeki patlatmalar nedeniyle yer altı sularının yönlerinin değişeceği, bunun su kaynaklarının azalması ya da kurumasına neden olacağı uyarısında da bulunuyor. Maden sahasının tamamının orman alanı olduğuna dikkat çekerek, “Bu yetişmiş ağaçların kesilmesi küresel iklim değişikliğini olumsuz etkileyecek, karbondioksit emilimi ve oksijen üretimini azaltan sebeplerdendir” diyor. Eşref Hoca’nın dikkat çektiği bir başka sorun ise devlet kurumlarının birçok konuda önlem almayı şirketin insafına bırakmış olması. Hiçbir maden faaliyetinde şirketin gerekli bütün kurallara uyduğunun görülmediğini belirten Atabey’in bu değerlendirmesi bir anlamda kuzunun kurda emaneti edildiği gibi de yorumlanabilir. Atabey madenin göle mesafeli olmasına rağmen kirliliğin Salda Gölü’ne ulaşması ihtimali olduğunu söylüyor. Ancak buna dair sahada ciddi bir incelemenin yapılması gerektiğini de dile getiriyor.


Fotoğraf: Proje tanıtım dosyası

GÖLE KANALİZASYON KARIŞIYOR

Salda ile ilgili gelen en  son haber ise göle kanalizasyon suyu karıştığını gösteren fotoğraflar oldu.  “İçilebilir denen Salda Gölü’ne kanalizasyon karışıyor” diye iki fotoğraf paylaşan Salda Gölü Koruma Derneği, görüntülerin Salda’ya kanalizasyon akmadığını ileri süren Çevre ve Şehircilik Burdur İl Müdürü Murat Alaçatlı’yı yalanladığını dile getiriyor

Turkuaz renkli Salda da, dünyanın en nadir jeolojik oluşumlarından birisinde güneş batıyor. Göle akan derelere maden atıkları karışıyor. Güneş günbegün kararan kumsalı kızıla boyuyor...

 https://www.evrensel.net/yazi/92357/salda-golunde-gun-batarken

21 Ocak 2023 Cumartesi

İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi hazırlıkları: "Doğamıza Dönüyoruz" buluşması yapıldı

 

21 Ocak 2023 12:33


İzmir Büyükşehir Belediyesinin düzenleyeceği İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi hazırlıkları sürüyor. “Doğamıza Dönüyoruz” başlıklı toplantı dün İzmir Tarımı Geliştirme Merkezi’nde yapıldı.



Fotoğraf: İzmir Büyükşehir Belediyesi


İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından 15-21 Şubat 2023 tarihleri arasında düzenlenecek İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi’nin hazırlık toplantıları, ikinci aşamada uzman toplantılarıyla devam ediyor. İlki “Birbirimizden Razıyız” başlığıyla düzenlenen toplantıların ikincisi “Doğamıza Dönüyoruz”, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer'in ev sahipliğinde yapıldı. İzmir Tarımı Geliştirme Merkezi’nde (İZTAM) düzenlenen toplantıya, Türkiye’nin pek çok yerinden iklim krizi, ekoloji ve doğayla uyumlu kalkınma konularında çalışan akademisyen, gazeteci ve uzmanlar katıldı.

UZMANLAR KARARLARI DEĞERLENDİRDİ

6 buçuk saat süren toplantının ardından İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanı Tunç Soyer, basın açıklaması yaparak alınan kararlarla bilimsel bir çerçevenin oluşturulduğunu söyledi. Ekonomi ile ekoloji arasındaki bağlantıya değinen Soyer, “Tüm ekonomik kararlarla ilgili, tüm iktisadi politikalarla ilgili ekolojinin, doğanın, doğayla uyumun mutlaka dikkate alınması gerektiğini düşünüyoruz. Hatta birlikte düşünülmesi gerektiğini söylüyoruz” dedi.

“DOĞAYI İNSAN MERKEZLİ DEĞERLENDİREN ANLAYIŞ GERİDE KALDI”

Doğayı insan merkezli değerlendiren bir anlayışı geride bıraktıklarını vurgulayan Soyer, “Çevre sözcüğü doğayı insan merkezli olarak tarif eden bir sözcük. Biz doğayı çevre bağlamında değerlendirmiyoruz. Doğayı içinde yaşadığımız ve bizim de bir parçası olduğumuz bir bütünlük içerisinde görüyoruz. O nedenle de hem iktisat politikalarında, hem geleceğin Türkiye'sinin şekillenmesinde çağı yakalayan, doğayla, birbirimizle uyumlu iktisat politikalarını belirlemeye devam edeceğiz” diye konuştu.

KATILANLAR

“Doğamıza Dönüyoruz” başlıklı uzman toplantısına Doç. Dr. Ahmet Atıl Aşıcı, Dr. Baran Bozoğlu, Dr. Belgin Bahar, Prof. Dr. Çağatay Tavşanoğlu, Dağhan Mehmet Yazıcı, Dicle Tuba Kılıç, Prof. Dr. Doğanay Tolunay, Dr. Erhan Ekmen, Ertuğrul Barka, Prof. Dr. Fikret Adaman, Gamze Çelikyılmaz, Gökmen Argun, Prof. Dr. Halim Orta, Prof. Dr. Hazım Gökçen, Dr. Hikmet Öztürk, Hülya Türkmenoğlu, Hüsrev Özkara, Dr. İlker Kahraman, Prof. Dr. Koray Velibeyoğlu, Kübra Sultan Yüzüncüyıl, Prof. Dr. Levent Kurnaz, M. Levent Artüz, Doç. Dr. Meneviş Uzbay, Doç. Dr. Murad Tiryakioğlu, Prof. Dr. Murat Türkeş, Prof. Dr. Murad Yercan, Nuri Özbağdatlı, Dr. Özcan Türkoğlu, Özcan Yüksek, Özer Akdemir, Ruhisu Can Al, Dr. Selin Özokcu, Şehadet Çitil, Prof. Dr. Tayfun Özkaya, Prof. Dr. Tanay Sıdkı Uyar, Umut Dilsiz, Yasemen Bilgili, Yunus Arıkan, Yusuf Yavuz katıldı. (İzmir/EVRENSEL)

https://www.evrensel.net/haber/480018/ikinci-yuzyilin-iktisat-kongresi-hazirliklari-dogamiza-donuyoruz-bulusmasi-yapildi

 

19 Ocak 2023 Perşembe

ÇEPEÇEVRE YAŞAM/ İzmir'in Çernobil'i temizlensin!



🌲
İzmirliler, Gaziemir'deki eski kurşun fabrikası bahçesinde gömülü olan ve zehir saçan radyoaktif atıkların derhal temizlenmesini istiyor
🕘 özer Akdemir'in hazırlayıp sunduğu #ÇepeçevreYaşam 21.00'de Evrensel'de

https://twitter.com/i/broadcasts/1rmxPkRDeyZJN

18 Ocak 2023 Çarşamba

İzmir Dayanışma Akademisi - Söyleşisi

 



Şubat ayı buluşmamızda Ege Bölgesinde [ve aslında Türkiye'de (ve aslında tüm dünyada)] ekolojik yıkım projelerini ve bunlara karşı direnişleri konuşacağız. Av. Ömer Erlat'ın yürütücülüğünde 

@prometenncigeri

 Gamze Çiçek ve 

@ozer_akdemir

 Özer Akdemir'i konuk edeceğiz. Bekleriz.

Milli Parkı özel işletmeye çeviren ihale sözleşmesi iptal edildi

 

18 Ocak 2023 12:02


Aydın Dilek Yarımadası Milli Parkı’nda mangal, yemekli düğün organizasyonu, konser gibi etkinliklerin yapılmasına olanak sağlayan ihale sözleşmesi mahkeme tarafından iptal edildi.



Fotoğraf: EKODOSD


Özer AKDEMİR

Aydın Dilek Yarımadası Milli Parkı’nda mangal, yemekli düğün organizasyonu, konser gibi etkinliklerin yapılmasına olanak sağlayan ihale sözleşmesi mahkeme tarafından iptal edildi.

Mahkemenin oy çokluğu ile verdiği kararda kamu yararı tartışmasına atıfta bulunarak “kamu yararının birey yararı karşısında üstün nitelikte bir hak” olduğunun altı çizildi.

MİLLİ PARKTAKİ TESİSLER ÖZEL İŞLETMEYE DÖNÜŞECEKTİ

Kuşadası’nda bir grup yurttaş Dilek Yarımadası Büyük Menderes Deltası Milli Parkı Zeus Mağarası ve Çevresinde Yapılacak Büfelere ve İçmeler, Aydınlık, Kavaklı Burun ve Karasu Koyları Alanlarında Kır Lokantası-Büfelerin ve Plaj İşletmeciliği, Dalış Eğitim gibi işletmelerin ihale usulü ile özel işletmelere devredilmesine karşı dava açmıştı.

Açılan davada Milli Park sınırları içinde özel işletmelere ihale usulü verilen bu organizasyonların Milli Parklar Kanunu'na aykırı olduğu ve uygulanması halinde telafisi güç veya önlenemez zararlara yol açacağı belirtilmişti. Davaya bakan Aydın 2. İdare Mahkemesi kararında 12.10.2021 tarihinde ihale sözleşmesiyle Dilek Yarımadası Büyük Menderes Deltası Milli Park'ında rekreayonel faaliyetlere açık olan 4 koy için (İçmeler, Aydınlık, Kavakliburun, Karasu) işletmecilik ihalesi gerçekleştiğinin altı çizildi.

BİRÇOK YASAYA AYKIRI İHALE SÖZLEŞMESİ

İhaleyi alan işletmecinin Turizm İşletme Belgesini aldığı ve böylece saat 24.00'lere kadar restoranı işletebileceği koşulların oluştuğunun altını çizen mahkeme heyeti bu durumun Milli Parklar Kanunu'na, Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kanununa, Uluslararası Sulak Alanlar Sözleşmesi (Ramsar), Avrupa'nın Yaban Hayatı ve Yaşam Ortamlarının Korunmasına Yönelik Sözleşme (Bern), Biyolojik Çeşitlilik Anlaşması (Rio) ve Akdeniz'in Kirliliğe Karşı Korunması Sözleşmesi (Barselona) kapsamında koruma altında olduğuna yönelik Kuşadası'nda yaşayan bireyler ve sivil toplum kuruluşları temsilcilerinin imzalı dilekçelerinin reddedildiği dile getirildi.

“TOPLUMUN YARARI BİREYİN YARARINDAN ÜSTÜNDÜR”

Mahkeme başkanının yurttaşların konuya dair dava açma ehliyetleri olmadığı bu nedenle davanın reddedilmesi yönündeki karşı oyuna rağmen mahkeme heyetinin diğer iki üyesi ihale sözleşmesinin iptali yönünde oy kullandı. Oy çokluğu ile alınan kararda yöre halkının çevresel etkiler açısından sübjektif dava açma ehliyetine sahip olduklarının altı çizildi. Kamu yararı kavramının tüm devlet organlarının işlem ve eylemlerinin genel nitelikteki amacını ve aynı zamanda nedenini oluşturduğuna dikkat çekilen kararda; “Kamu yararı birey yararı karşısında üstün nitelikte bir hak olup, bununla birlikte bireyin yararı ile kamu yararı kavramlarının çatışması halinde, birden çok bireyin oluşturduğu toplumun yararına yani üstün nitelikte olan kamunun yararına öncelik vermek gerekecektir” denildi. Mahkeme ihale sözleşmesinin iptali istemiyle yapılan başvurunun zimnen reddine ilişkin işlemi iptali etti. Yöre halkı olan davacıların, ihale sonucu oluşabilecek çevresel zarar nedeniyle işlemin iptalini talep ettiği, ihaleye katılımcı olma gibi bir iddialarının bulunmadığına da vurgu yapan mahkeme heyeti, davacıların meşru ve güncel bir menfaatinden söz edilemeyeceği için konu işlem yönünde davacıların dava açma ehliyeti bulunmadığı sonucuna vardı.

“KARAR SEVİNDİRİCİ”

Davanın avukatı Dr. Bülent Tokuçoğlu mahkeme tarafından reddedilen kısmın dava açma hakkımız yönünden verilmiş bir karar olduğunu belirterek, “Kısmen kabul de olsa ihale sözleşmesinin iptali hukuken bizim, doğanın, ormanın ve ormanda yaşayan tüm canlıların lehine bir karar olup, sevindiricidir” dedi.

https://www.evrensel.net/haber/479755/milli-parki-ozel-isletmeye-ceviren-ihale-sozlesmesi-iptal-edildi

 

Çine’de işten çıkarılan maden işçilerinde silikozis endişesi

 

18 Ocak 2023 04:15


Çine’deki Polat Madencilik’te işçilerin işten çıkarılma gerekçelerine dair birtakım iddialar var ama bunlardan belki de en korkuncu bu işçilerin silikozis hastası oldukları için işten çıkarılmaları.



Silikozis hastası işçiler raporlarını gösteriyor | Fotoğraf:Özer Akdemir/Evrensel


Özer AKDEMİR
İzmir

Geçtiğimiz yılın son günlerinde Aydın’a bağlı Çine ilçesinde faaliyet gösteren Polat Madencilik İşletmesinden 15’e yakın işçi işten çıkarıldı. İşçilerin çıkarılma gerekçelerine dair birtakım iddialar var ama bunlardan belki de en korkuncu bu işçilerin silikozis hastası oldukları için işten çıkarılmaları.

38 yaşında evli ve beş aylık bir kız çocuğu olan Hüseyin Demiray işten çıkarılan işçilerden biri. 26 Aralık’ta, içeriğini tam anlamadıkları bir metin dikte edilerek, kendi el yazıları ile yazdırılıp imzalatılmış. “İşten çıkarılırken bütün haklarımı aldım. Bir daha geri dönme talebim olmayacak” gibi bir şeyler yazdığını hatırlıyor ama yazının içeriği ile ilgili aklında kalanlar sadece bunlar. Çalıştığı süre boyunca biriktiği söylenen 47 bin lira ile o ayki maaşı 5 bin 200 liranın toplamı 52 bin lira kadar bir para almış çıkarılırken.

"GÖZ GÖZÜ GÖRMÜYORDU"

3.5 yıldır Polat Madencilik’te çalışan Hüseyin, işletmenin içinde öğütülmüş madenin torbalandığı yerde çalıştığını söyledi. Hüseyin’in çalışma koşulları ile ilgili anlattıkları aslında Çine’deki diğer maden işletmelerindeki çalışma şartlarından pek farklı da değil: “Öğütülmüş maden torbalanacak yere geliyordu. 6-7 tane aynı anda torbalama yapan makine var. İçerisi tozdan göz gözü görmez bir halde idi. Topraklar ağzımızın içinde çatır çatır ediyordu. Verdikleri maske adi maskeler. İyi maskelerin pahalı olduğunu söylüyorlardı. Bize boyacıların kullandığı maskeleri veriyorlardı. İyi maskeler 2-3 bin lira imiş.”

İŞÇİLERİN GÖĞÜS FİLMİ ÇEKİLİYOR AMA...

180-200 işçinin çalıştığı işletmede aslında her ay işçilerin göğüs filmleri çekiliyor. Çine’deki diğer maden işletmelerinde de prosedür böyle. Ancak bu çekilen filmlerin sonuçlarına dair işçilere herhangi bir bilgi verilmiyor. Öyle ki işçilerin ciğerinde bir leke, sorun görüldükten sonra bile çoğu zaman haberleri olmuyor. Herhangi bir gerekçe ile işte çıkarılan işçiler bir süre sonra başka bir işe girmek için sağlık raporu alacakları zaman ciğerlerinde toz, silikozis olduğunu öğreniyorlar.



Fotoğraf: İlyas Tekin

SİLİKOZİS ENDİŞESİ VE TEHDİT!

Polat Madencilik’ten işten çıkarılan işçiler de şimdi “Acaba ciğerlerimiz hasta oldu da onun için mi işten çıkarıldık?” endişesi içindeler. İşten çıkarılırken bu işçiler “Sakın buradaki çalışma şartları vs. konusunda gazetecilere bilgi vermeyin. Bütün görüntüleriniz elimizde. Maskeyi çıkardığınız, gizli gizli sigara içtiğiniz görüntüler var bizde. Bunlar sizi suçlu çıkarır. Üstelik alacaklarınızı da zor alırsınız konuşursanız” diye tehdit edilmişler. İsimlerini vermek istemeyen işçiler, sağlık sorunu olmasa neden böyle sıkı sıkı “Konuşmayın basına” diye tehdit edilme gereği duyulduğunu sorguluyorlar haliyle. “Demek ki ciğerlerimizde bir sıkıntı var ki ‘İçeride maskenizi düzgün takmadığınıza dair görüntüler elimizde’ diye bizi tehdit ediyorlar” diye konuşuyorlar.

DOKTORLARA KARŞI GÜVEN EKSİKLİĞİ VAR

Hüseyin Demiray Polat Madencilik’te işe başladıktan sonra ilerleyen yıllarda sağlık sorunları başladığını söylüyor. “Üç dört aydır göğsümde çok ağrı oluyor. Nefes almakta zorlanıyorum. Geceleri öksürükten uyuyamıyorum bazen. Bebek uyanıyor, daha 5 aylık. İşe girmeden önce hiç bu tür şikayetlerim yoktu” diyor. Bu şikayetlerle Aydın Atatürk Devlet Hastanesine giden Hüseyin’e doktor “Solunum testini yanlış yapmışlar. Bu testten bir şey anlaşılamıyor” diye göğüs filmi istemiş. Çıkan göğüs filmi ile ilgili herhangi bir yorum yapmayan doktor, göğüs ağrıları ve solunum sorunları ile ilgili birkaç ilaç yazarak “Önümüzdeki ayın başında gelin tekrar bir kontrol edelim” diyerek göndermiş. Gerek Hüseyin’de gerekse diğer işçilerde doktorlara karşı ciddi bir güven eksikliği var. Büyük olasılıkla işyerlerinde her ay çekilen göğüs filmleri ile ilgili kendilerine bilgi vermeyen işyeri hekimlerinden kaynaklanan bu güven eksikliği nedeniyle bütün doktorların “maden patronları ile irtibatlı” olduğundan şüpheleniyorlar. Hüseyin de kendisine bu nedenle ciğer filmi ile ilgili bilgi verilmediği görüşünde. “Doktor hanıma bir sıkıntı var mı, açık açık söyleyin. Benim sağlığım bozulduktan sonra hiçbir şeyin kıymeti yok” dedim. “Ay başında tekrar gel bir kontrol edelim” diye ilaç yazıp gönderdi. Moralim bozulduğu için ilaçları bile almadım” diyor Hüseyin. Yazılan ilaçları eczaneye sorduğunda tamamının göğüs ağrıları ve solunum güçlüğü ile ilgili ilaçlar olduğu görülüyor.

İŞÇİLER HAKLARINI ARAMAYA ÇEKİNİYORLAR

Çine’nin Mutaflar köyünden olan Hüseyin Çine ilçe merkezinde kiralık bir evde oturuyor.

Kendisi gibi işten çıkarılan diğer işçilerin bir kısmında da sağlık sorunları olduğunu ancak işçilerin haklarını aramaktan çekindiklerini söylüyor. “Doktora vs. gidersek başımız ağrır. Tazminatımızı verdiler hazır, diyorlar. Oysa şirkette çalışırken o meslek hastalığına yakalanıyoruz. Tazminatlar da zaten bizim yasal hakkımız diyorum ben ama pek yanaşan yok hakkını aramaya” diye anlatıyor işten çıkarılan diğer işçilerle aralarında geçen konuşmaları.


Geçtiğimiz günlerde tekrar hastaneye giderek renkli göğüs filmi çektiren Hüseyin 15 gün sonra çıkacağı söylenen filmin sonucunu endişeyle bekliyor. Bu arada işten çıkarılan birkaç işçi arkadaşı da gidip göğüs filmi çektirmeye ikna oldular.

 https://www.evrensel.net/haber/479693/cinede-isten-cikarilan-maden-iscilerinde-silikozis-endisesi?a=EBIB

15 Ocak 2023 Pazar

Uludağ yalan ve talan başkanlığı! (Pazar yazısı)

 

 15 Ocak 2023 04:29




Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel


Geçtiğimiz günlerde Bursa Su Kolektifinden Caner Gökbayrak’la Bursa otogarında buluşup Uludağ’a çıktık. Ama öncesinde Nilüfer ilçesi sınırları içerisinde, bir pazar yerinin önünde açılan imza masasındakilerle kısa bir görüşme yaptık. Birkaç aydır iyice gündeme oturan ve geçtiğimiz günlerde de TBMM’deki komisyondan geçen Uludağ alan başkanlığı yasa tasarısına karşı toplanıyordu imzalar.

Elindeki megafonla alan başkanlığının Uludağ ve Bursa açısından ne demek olduğunu anlatmaya çalışan Candan Göz, bir iki gün içerisinde, sadece öğleden sonra açtıkları masada dört-beş saatte üç bin imza topladıklarını söyledi. “Sadece bir noktadan bu kadar imza toplamak aslında halkın bu olaya karşı ne kadar da tepkili olduğunu gösteriyor. Bu imzaları Meclise götürdük ve oradaki muhalefet milletvekillerinden yasa genel kurula geldiğinde hayır oyu kullanacaklarının da sözünü aldık” dedi.


Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

ÇEVRE MÜCADELESİNDE YAŞ SORUNU

Meclisteki muhalefetin sayısı yetmiyor yasa teklifinin reddedilmesine, evet. Yine de son dakikaya kadar teklife karşı durmaları ve oylama sırasında salonda yerlerini almaları lazım milletvekillerinin. Öbür türlü her yasal düzenlemede muhalefet milletvekilleri “Sayımız yetmiyor, ne yapalım” diyerek Meclis salonuna gelmezlerse iktidara çok az bir çoğunluk ile güle oynaya geçirmelerinin yolu açılıyor. 

İmza toplayanların yaş ortalamasının genelde ellinin üzerinde olması dikkat çekiyordu. Aslında çevre-ekoloji mücadelelerinin genel bir sorunuydu bu; mücadelenin orta yaş ve üzeri kişiler tarafından sırtlanması. Gençler, kendilerini o kadar yoğun bir gündem (okul, sınav, ekonomik sıkıntılar, sosyal konulardaki zorluklar vs.) içinde buluyorlar ki ekoloji ve çevre konularına ancak bu konular doğrudan kendilerini ilgilendirirse duyarlılık gösteriyorlar. 

Bu ve benzeri nedenlerle özellikle kentlerde çevre-ekoloji mücadelesi genelde orta yaşın üzerinde, orta sınıftan yurttaşların bir uğraşı olarak şekilleniyor. Kırsala gittikçe mücadelenin öznelerinin daha çok köylülere dayandığını, köylü kadınların ve gençlerin de bu süreçte mücadelenin içerisinde aktif olarak yer aldıklarını söylemek mümkün.

Semt pazarındaki imza masasının önünde görüştüğümüz Habip Göbelek, Bursalılara alan başkanlığının ne anlama geldiği konusunda hiçbir bilgi verilmediğinden yakındı. Bunu aşmak için kentteki çevre-ekoloji örgütleri olarak bir süredir imza, basın açıklaması gibi işler yapmaya çalıştıklarını söyleyen Göbelek’e göre kentteki diğer kurumlar da hâlâ bu meselenin önemini yeterince anlayabilmiş değil. 


Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

ULUDAĞ’DA KAR OLMAZSA

Ekoloji Birliği kuruluş sürecinden tanıdığım Caner Gökbayrak ile günlük güneşlik bir havada Uludağ’a doğru tırmanırken bu mevsimde karla kaplı olması gereken dağda neredeyse hiç kar olmadığını gördük. Neredeyse diyorum çünkü dağın zirvelerinde ve ormanın kuytuluklarında bir avuç da olsa, kar, kırağı, buz vardı.

Özellikle eski Türk filmlerinde, zenginlerin gözde tatil mekanları olduğu için sıkça gördüğümüz Uludağ otellerine şimdi yenileri eklenmişti. İkinci oteller bölgesi denilen yerde üzerinde Ağaoğlu yazan devasa bir otel yapılmıştı. Bu otelin hemen yanında bir başka çirkin otel daha vardı. Cumartesi günü olmasına rağmen birkaç tur otobüsüyle gelenleri ve gezintiye çıkmış üç beş turisti saymazsak oteller bölgesinde yoğun bir kalabalığın olmaması gözümüzden kaçmadı. Kar olmayınca Uludağ’ın da pek bir cazibesi kalmıyordu demek ki...

Dağcılıkla da uğraşan Caner, son beş-on yıldır Uludağ’daki kar yağışı azlığının giderek daha belirgin olduğunu söyledi. “Burasının bu mevsimde normali böyle değildi elbette. Şimdi kardan yukarıya çıkışımız bu kadar kolay olmamalıydı ve bulunduğumuz yerlerde de insanlar kayak yapmalıydı” dedi.

Yaklaşık 20 milyon metrekare yani 2 bin 800 futbol sahası büyüklüğüne ulaşan bir alanın alan başkanlığı sınırları içerisine alınmak istendiğini anlatan Caner, “Diyorlar ki eğer alan başkanlığına bağlansaydı Uludağ’a hem yatırım hem de kar yağacaktı. Turist gelince, yani para çok olunca yapay kar yağdıracaklarmış! Oysa yalan söylüyorlar! Yapay kar yağdırmayı daha önce de denediler. Uludağ yeteri soğukluğa ulaşamadığı için bir işe yaramıyor” diye konuştu.

Bir yanda Uludağ’ı milli park korumasından çıkarıp, daha çok turist gelsin diye ranta açma çabası öbür tarafta küresel ısınmanın etkilerinin her geçen süre daha çok hissedilmesi nedeniyle yağmayan kar ve dolayısıyla düşen turist sayısı...


Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

YAĞMALA GİTSİN!

Aslında tam da bu nedenle yarın bu alan başkanlığı cinliği de bir işlerine yaramayabilir. O yaptıkları oteller boş kalınca ne dediğimizi daha iyi anlarlar!

Bu yasa tasarısına “cinlik” diyoruz çünkü; tam da doğayı, ormanları, karbon yutak alanı olarak nitelenen su yapılarını, gölleri, meraları korumanın gerekliliği ile ilgili bir sürü laf, söz ettikten sonra alan başkanlığı ile 6 kurumun yetkisini tek elde toplayıp milli parkı yapılaşmaya açmak istiyorlar. Yani bir anlamda “yalan ve talan başkanlığı” oluşturmak istiyorlar. Denetim yok, şu kurumdan izin çıkar mı derdi yok, hesap soran yok, ceza alırım korkusu yok! Bundan âlâ ortam mı olur, yağmala gitsin!..

Oysa kendi ayaklarına sıkıyorlar, hâlâ farkında değiller. Gözlerini rant bürümüş çünkü!..

Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan şöyle bir tweet attı: “2053 vizyonumuzu dünyanın tamamıyla birlikte ülkemizi de yakından ilgilendiren yeşil kalkınma atılımlarının etrafında şekillendiriyoruz. Hedefimiz 2053’te Paris İklim Anlaşması’yla taahhüt ettiğimiz net sıfır emisyona ulaşmak”.

Söylediklerinizle yaptıklarınız örtüşürse eğer uluslararası alanda sözüne güvenilir ve ciddi bir ülke olarak anılabilirsiniz. “İtibardan tasarruf olmaz” meselesine bir de bu pencereden bakmak lazım. Her şey saray, uçak, koruma ordusu, yat, kat değil çünkü!..

Bir yan da net sıfır emisyondan bahsedecek diğer taraftan milli parkı yapılaşmaya açacak düzenlemeleri yasalaştıracak, zaten iyice azalan orman varlığınızı, yani karbon yutak alanlarınızı daha da daraltacaksınız!

Caner’in anlattıklarına göre milli park içerisinde kılıfına uydurularak yapılan oteller tam da “Kırkpınar” denilen su kaynaklarının üzerine dikilmiş. Aylardır doğru dürüst yağış düşmüyor memlekete. Kuraklık bu kadar yakıcı gündem arasında belki de henüz yeteri kadar öne çıkmış değil. Ancak kesinlikle çıkacak! Musluklarımızdan sular akmadığında, çeşmelerimiz sustuğunda, göllerimiz kuruduğunda, nehirler artık kanalizasyon atıklarını bile taşıyamaz hale geldiğinde bu kapitalistler paranın suyun yerini tutmadığını anlayacaklar mı dersiniz? O günün gelmesini bekleyeceksek vay halimize!..

 https://www.evrensel.net/yazi/92315/uludag-yalan-ve-talan-baskanligi?utm_source=twitter&utm_medium=twitter_ap&utm_content=6758&utm_campaign=15-01-20236:29

13 Ocak 2023 Cuma

Yurttaşlardan ve kurumlardan ortak ses: İzmir’in Çernobil’i şeffaf bir şekilde temizlensin

 

 13 Ocak 2023 13:47


Gaziemir’deki eski kurşun fabrikası bahçesinde gömülü olan radyoaktif atıklarla ilgili yapılan basın açıklamasında atıkların derhal temizlenmesi ve sürece dair şeffaflık istendi.



Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel


“İzmir’in Çernobil’i” diye adlandırılan Gaziemir’deki eski kurşun fabrikası bahçesinde gömülü olan radyoaktif atıklarla ilgili yapılan basın açıklamasında atıkların derhal temizlenmesi ve bu süreçte kamuoyunun şeffaf bir şekilde bilgilendirilmesi istendi. Basın açıklamasına katılan az sayıda mahalleli ise yıllardır kanserle iç içe yaşadıklarını ve atıkların kaldırılması için ses yükselttiklerinde ise tehdit edildiklerini söylediler.

Aktepe ve Emrez mahallelerinin ortasında yer alan eski kurşun fabrikasının giriş kapısında yapılan basın açıklamasına Gaziemir Belediye Başkanı Halil Arda, İBB Başkan Vekili Mustafa Özuslu ile İzmir’deki çevre ve meslek örgütü temsilcileri katıldılar.

BELEDİYE BAŞKANI: ALAN ŞEFFAF BİR ŞEKİLDE TEMİZLENSİN

Gaziemir Belediye Başkanı Halil Arda yaptığı konuşmada, “İzmir’in merkezinde kalmış, burada yaşayan insanların sağlığını tehdit eden bu bölgenin temizlenmesini için yaklaşık 10 yıllık bir mücadele yürütüyoruz. Atıkların temizlenmesi sürecinin şeffaf bir şekilde yürütülmesini, yüreğimize su serpilmesini istiyoruz. Bu alan temizlensin” dedi.

İzmir Büyükşehir Belediyesi Grup Başkan Vekili Mustafa Özuslu ise atıkların temizlenmesi kararının sevindirici olduğunu belirterek, “Geç kalınmış ama doğru bir iştir. Nükleer atıkların buradaki insanların hayatı için nasıl bir tehlike yarattığını ilgili bilim insanları zaten söylüyorlar. Çevreyi, ekolojiyi yok ederek üretmek olmaz. Aslında o tüketmenin hayatı sonuçlandırılmasının ve nihayette indirmenin insan sağlığını hiçe saymanın ta kendisidir” diye konuştu.

“6 ÇEVRE BAKANI DEĞİŞTİ BİR ADIM YOL ALINMADI”

“İzmir’in Çernobil’i Temizlensin Komisyonu” adına hazırlanan ortak basın metnini okuyan İzmir Çevre Mühendisleri Odası önceki dönem başkanı Helil İnay Kınay, İzmir kamuoyunun radyoaktif atıklardan 2012 yılındaki bir gazete haberi ile bilgi sahibi olduğunu belirtti. 1940’lı yıllardan itibaren yaklaşık 70 yıl Gaziemir’de faaliyet gösteren, bir tesisin bahçesinde ülkeye girişi “yasal olmayan” atıkların gömülü olduğunun ortaya çıktığını aktaran Kınay, ilgili kurumların bu durumu 2007 yılında tespit etmesine rağmen gereğini yapmadıklarını söyledi.


“ATIKLAR KİRLETMEYE DEVAM EDİYOR”

Fabrika sahiplerine on yıl önce tarihin en büyük çevre cezasının kesildiğini ve atıkların taşınması için hazırlanan projeye 2017 yılında ÇED olumlu kararı verildiğini dile getiren Kınay, “İzmirlilerin sağlığı için büyük risk oluşturan atıkların alandan uzaklaştırılması ve bertarafı için aradan geçen 5 buçuk yıllık süre içinde hiçbir faaliyete başlanmadı. 2023 yılı itibari ile radyoaktif bulaşıklı, tehlikeli atıklar hala bertaraf edilmedi. Atıklar, toprağı, yer altı sularını, havayı kirletmeye devam ediyor; alanın çevresinde yaşayan yurttaşların, İzmirlilerin ve diğer canlıların sağlıklı yaşamlarını tehlikeye sokuyor” dedi. 2012 yılından bugüne altı Çevre Bakanının görev yaptığını dile getiren Kınay, “İzmir-Gaziemir hala atıklar ve yarattığı kirlilik etkileri ile yaşamaya devam ediyor. Gömülü radyoaktif atıklar 16 yıldır kentin ortasında çevre ve halk sağlığını tehdit ediyor” diye konuştu.

SUÇ İŞLENMEYE DEVAM EDİLİYOR

Mahallelinin avukatı Arif Ali Cangı atıkların temizlenmesi için verilen hukuki mücadeleyi anlattı. Cangı, “Şu anda hukuki bir süreç işlemiyor. Ancak burada kirlilik devam ediyor. Halen en basit anlamıyla çevreyi kirletme suçu işlenmeye devam ediliyor. Diğer yandan tehlikeli atıkların, radyoaktif atıkların yurt dışından getirilmesine ilişkin suçun failleri bulunmuş değil. Bu konuda hiçbir araştırma da yapılmadı” dedi. Atıkların bertarafı işleminin başladığına dair duyumlar aldıklarını kaydeden Cangı şunları söyledi; “Proje nedir? Çevresel etki değerlendirme süreci nedir? Alanda çalışma başlamış. Bu çalışma kimin izniyle başlamış? Şirket buraya gelip kendi kafasına göre işlem yapamaz. İzmirlilere, burada yaşayan insanlara bilgi vermeden bu işi yapamazsınız. Mahalleli iki üç gündür gene genzimiz yanıyor diyorlar. Çünkü için için yanmaya başladı atıklar”.

“BURADA ULUSLARARASI BİR SUÇ VAR”

Alanda birçok ölçüm gerçekleştiren Dokuz Eylül Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü emekli öğretim üyesi Dr. Enver Yaser Küçükgül ortada uluslararası bir suçun olduğunu belirterek, “Dünyada radyoaktif atıkların arıtımı diye bir şey yok. Bugüne kadar Türkiye'de bir atık yönetim politikası yürürlüğe konmamıştır. Türkiye atıklarını yönetemiyor. Halbuki öte yandan dünyanın atıklarını kabul ediyor. Her yıl yirmi, otuz milyon ton hurda metal getiriliyor bu şehrimize, Aliağa'ya. Bunların ne kadarı radyoaktif? Her yıl bir iki milyon ton kapsamında gemi sökülüyor” dedi.

“ÇOCUKLARIMIZ KANSERDEN ÖLDÜ”

Basın açıklamasına katılan az sayıdaki mahalleli ise 1980’lerin başında atık taşıyan kamyonların geldiğini gördüklerini, buna karşı çıkanların ise dayakla ve ölümle tehdit edildiklerini söylediler. Mahalleli kadınlar; “Herkes korku içinde. Tehdit de var rüşvet de var. Yani ben kamyonla gözümle gördüm. Çocuğum için oradan ot kopardım, piknik yaptım. Bebeğim öldü akraba evliliği dediler ama değil. Kimse de bizim yanımızda durmadı. Burada insanlarımız yalnız cahil, giremiyoruz, korkuyoruz,  Gerçekten en azından 40 kişiye gittim gel diye ama korkuyorlar. Korkuyorlar ya eşlerinden korkuyor. Yağmur yağdı, burası kara duman içinde kaldı, kapı pencere açamaz olduk. İtiraz edenlerin çoğu da öldü kanserden. Yani çocuklarımız da hepsi küçücük, küçücük, çocuklar özürlü” diye konuştular.

 https://www.evrensel.net/haber/479401/yurttaslardan-ve-kurumlardan-ortak-ses-izmirin-cernobili-seffaf-bir-sekilde-temizlensin

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...