26 Kasım 2023 04:33
Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel
PAZAR
Özer Akdemir
Tüm yazıları
Siirt’in Şirvan ilçesi Maden köyünde yaşanan göçük haberini
duyduğumda aklıma Elbistan ovasında Çöllolar Kömür Ocağındaki “Maden Şehitleri
Anıtı”na yaptığımız ziyaret geldi. Göçük altında kalan ve yıllarca cesetlerine
ulaşılamayan işçilerin cenazelerini çıkarmanın maliyeti fazla gelince daha
düşük maliyetli bir yol bulundu. “Maden Şehitleri Anıtı” cesetleri toprak
altında kalan işçilerin toplu mezar taşı idi!
"BİZ BU CİNAYETİN İŞLENECEĞİNİ YILLAR ÖNCESİNDEN
BİLİYORDUK"
Siirt’teki iş cinayetinin de patronların kâra doymazlığı
nedeniyle olduğunu söyledi, bir zamanlar Şirvan’daki madende çalışmış eski
maden teknikeri. Cinayetin ülke gündemine düştüğü gün görüştüğüm madencinin
kurduğu ilk cümle “Böyle olacağını biz yıllar önceden biliyorduk” oldu. Bu
cinayetin yaşanacağını bildiğini söylüyordu.
Maden teknikeri şunları anlattı; “2005 yılında orası kapalı
ocak işletmeciliği yapılan bir madendi. Kapalı ocak madeni döneminde tek bir
ölümlü kaza bile olmadı. 2005’ten sonra yönetim değişti. Madenin yapısının çok
uygun olmamasına rağmen açık ocak işletmeciliğine geçtiler. Sonuçları ortada!”
Konuştuğum kişi Siirt’teki iş cinayetleri ile ilgili (2011
yılında da 16 işçinin ölümüyle sonuçlanan bir göçük yaşanmıştı aynı madende)
ısrarla şu konunun sorgulanması gerektiğine vurgu yapıyor; “Her zaman için
kapalı ocak, tünel madenciliği; açık ocaktan çok daha tehlikelidir. Açık ocağa
geçilirken zemin şartları, topografya dikkate alındı mı? Ne oldu da kapalıdan
açık ocak işletmeciliğine geçildikten sonra kazalar başladı? Madenden öte
zihniyetle ilgili bir sorun var burada.”
“Zihniyet sorunu var” dediği madencilik sektöründe işlerin
nasıl yürüdüğünü ise şöyle anlatıyor; “Çok düzgün insanları yönetime
almıyorlar. Daha çok ahlaktan uzak olan, alttakini ezen, üsttekine yalakalık
yapanlar kalıyor buralarda. İşini düzgün yapanlar yükselemiyor. Türkiye’nin
gerçeği bu!” Ona göre devletin bu madenleri denetleyen mekanizmalarında da
geçmişten bu yana yetersiz insanlar görev yapıyor.
"DÜNYAYI DEĞİŞTİREMEYECEĞİME GÖRE ÇOCUĞU ÖZEL OKULA
YAZDIRAYIM BARİ!"
“Bu durum değiştirilemez mi?” sorumun yanıtı da karamsardı;
“Bunun için birincisi devlet kademelerinde sektörden yetişmiş insanlar olmalı,
ki bunu yapmayacaklardır. Madenlere madeni bilmeyen insanlar denetim yapmaya
geldiği ve bu insanlar düşük maaşlarla çalıştığı sürece bunlar değişmez. Yani
denetime gelen kişi diyelim 30 bin lira devletten maaş alıyor, karşı taraf ona
300-500 bin lira rüşvet veriyor. Bu kişi de etik değerlerden yoksunsa ‘Dünyayı
kurtaramayacağıma göre çocuğumu özel okula yazdırayım bari’ diyor, olayın özeti
bu! Gerçi şimdi bu denetim olayını da özelleştirdiler. Şirketler parasını
vererek kendilerini denetletiyorlar! Parasını şirketin verdiği bir denetim
firması doğru düzgün işini yapabilir mi? Saçma sapan bir sistem.”
Tüm madencilerin, mühendislerin, teknisyenlerin okudukları
okullarda teknik bilgi ile donatılıp diploma aldıklarını ancak bu okullarda
ahlak dersinin verilmediğini söyleyen madenci sözlerine şöyle açıklık
getiriyordu; “Para ve şahsi menfaatler için tehlikeli olan, ucuz olan yöntemler
seçildiği ve denetim mekanizmaları yeterlilikten çok uzak olduğu için sonuçlar
bu olacak.”
Son cümlesi ise kurduğu cümlelerin en ürkütücüsü belki de;
“Maalesef tekrarlanacak bu kazalar. Madenler işçilere mezar olmaya devam
edecek!..”
*
ELBİSTAN OVASI’NDA DİSTOPİK BİR GÜN
Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
Pandemiden bir yıl önce, akademisyen bir arkadaşımla
Afşin-Elbistan termik santrallerinin bulunduğu bölgeyi gezmiştik. Elbistan’da,
Ceyhan Nehri’nin doğduğu verimli topraklardan ayrılıp ovanın içine doğru yol
aldıkça, bambaşka bir manzaraya bakar olmuştu gözlerimiz. Termik santraller
için açılan kömür ocakları verimli Elbistan Ovası’nı tamamen yutmuş
görünüyordu. Bu ocakların çevresinde, yolların kıyısında, köylerin etrafında
ise onlarca sondaj kuyusu vardı. Bu kuyulardan bazılarından bir insan gövdesi
kalınlığına ulaşan yer altı suyu çekiliyor, bu sular kanallarla ovanın ortasına
doğru gelişigüzel akıtılıyordu. Yer altını susuzlaştırarak kömüre daha kolay
ulaşmak amaçlanıyordu. Bir yanda suya hasret topraklar, çölleşmeye yüz tutmuş
ovalar, kırçıl otla örtülü bozkır tepeleri, öte yandan yer altı su tablasından
çekilip kanallarla derelere boşaltılan sular… Çok garip bir çelişki gibi
gelmişti bu durum o zaman bize.
Çelişkiler bundan da ibaret değildi; ovanın ortasında, iki
termik santralin çevresinde sıkışıp kalmış köyler, kasabalardan geçtik.
Buralarda yaşayan insanlar adeta hipnoz edilmiş gibi bir ruh hali içindeydiler.
Evlerini, tarlalarını, çatılarını, tarhanalarını, domates kurularını, bahçedeki
bitkilerini kirleten, yok eden, üzerlerine kül, is olup yağan termik santralle
uğraşmak gibi bir dertleri yoktu. Bu termik santralleri başlarına bela eden,
kamudayken özelleştirip kendi yandaşlarına peşkeş çeken siyasi iktidarların
peşinden gidiyorlardı yıllardır. Özelleşen santrallerde işçi sağlığı, iş
güvenliği, çevre kirliliği, canlı yaşamı gibi konuları hiç dert etmeyen
şirketlerin ve bu şirketlerle iç içe geçmiş siyasi partilerin oy deposu olmak
dışında başkaca bir siyaset bilmiyorlardı. Sanki çok ayıp bir şeymiş gibi başka
siyasetin lafı bile edilmiyordu. Sohbet ederken sağlıkları, tarımları,
çocuklarının geleceği ile ilgili sıkıntıları sıralıyorlar ancak sonunda “Gene
de bu partiye oy vereceğiz, başka parti mi var?” diyebiliyorlardı. Öğrenilmiş
çaresizliğin yanı sıra öğretilmiş bir seçeneksizlik içindeydiler ve bundan
kurtulmak gibi bir niyetleri de görünmüyordu.
Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
Bu köylerde, kasabalarda yaşayıp kömür ocaklarında, termik
santrallerde çalışanlar, emeklerinin karşılığı olarak aldıkları üç kuruş maaşla
ömür sürüyorlar. Çoğu zaman da kazandıkları paraları, bozulan sağlıklarına
yeniden kavuşabilmek için hastane köşelerinde tüketiyorlardı.
Yok edilmiş bir ova, sarı benizli, olan biteni kader sanan
köylüler, kara dumanların arasından üzerleri is kaplı otlarla beslenen inekler,
siyah akan dereler ve kömür karası caddelerde geçen bu distopik günün sonunda
maden işletmesinin ortasındaki bir yere gittik.
Özel güvenlik görevlilerinin şüpheli bakışları altında
Afşin-Elbistan B Santraline kömür temin eden Çöllolar Kömür Ocağında 6 ve 10
Şubat 2011 yılında yaşamını yitiren maden işçileri anısına dikilen “Maden
Şehitleri Anıtı”nı ziyaret ettik. Göçüğün meydana geldiği yerin çok yakınında,
Çöllolar Ovası’nı yukarıdan gören bir tepenin başına yapılan dikdörtgen
şeklindeki siyah mermerden anıtta, ölen maden işçilerden biri hariç 10
tanesinin adları yazıyordu.
MADENCİ ANITINA ADI YAZILMAYAN İŞÇİ
6 Şubat’taki ilk göçükte bir işçi ölmüş, aradan 4 gün
geçtikten sonra aynı yerde meydana gelen göçükte ise bu sefer 11 işçi toprak
altında kalmıştı. Bu işçilerden dokuzunun cesetleri aradan geçen yıllara rağmen
bulunamadı. Toprak altındaki işçilerin cesetlerine ulaşmak için daha fazla
arama yapmayı gereksiz bulan şirket ve devlet yetkilileri bu işçilerin adlarını
cesetleri bulunan iki işçi ile birlikte “Maden Şehitleri Anıtına” yazmak
istediler. Ancak, cesedine ulaşılamayan işçilerden Muhsin Koşan’ın ailesi “Bize
anıt değil oğlumuzun cesetini verin” diyerek oğullarının adının anıta
yazılmasını kabul etmedi. Koşan’ın ailesi anıt mezarın açılışında “Bu anıt
mezarı yaparak cesetlerin çıkartılması taleplerimize nokta mı koymak
istiyorsunuz? Cesetlerin çıkartılması çok ciddi bir külfet gerektirdiği için mi
cesetleri çıkartmak istemiyorsunuz?” diye soruyordu. O gün bu sözler, toplu
mezar yerini anıt mezarla örtmek isteyenlerin suratlarına şamar gibi inmişti.
Ölmek suretiyle patronunu emek gücünden mahrum bırakan işçinin,
öldükten sonraki değeri de adına anıt denilen kara, toplu bir mezar taşı
kadardı!
https://www.evrensel.net/yazi/93948/olusu-bulunamayan-maden-iscileri-icin-toplu-mezar-aniti