Tabii akıl sizin, fikir sizin, vicdan sizin, kalem sizin, oy sizin. Çeşmenin altından su mu yoksa zehir mi aksın… Başlık sizin, karar sizin!
Öldürüyorlar…
Yok ediyorlar…
Kulak asmıyorlar…
Gizliyorlar…
Tekmeliyorlar…
Yağmalıyorlar!
Ne yasama denetimi var, ne yargı denetimi. Anayasa Mahkemesi'nin iki itirazı bile "Buyruk düzeni ağaları"nın sinirine dokunuyor.
Çünkü kuyruklar buyruklara tapmalı; buyruk kuyruklardan milyonlarca kuyruk yapmalı! Çünkü uyruk, kuyruk demek… Kuyruk ise buyruk marabası, tebaası, kölesi, rehinesi, esiri!
Meclis'te araştırılsın diyorsun, mesela katliamdan hemen önce Soma için. Hayır diyorlar!
Meclis'te araştırılsın diyorsun, mesela büyük yıkımdan hemen önce deprem için. Hayır diyorlar! Depremin kayıp çocukları için araştırma isteğini bile reddediyorlar.
Yargıya başvuruyorsun, bu altın madeni çevreye, insana, bölgeye zehir saçıyor ve tehlikeli diye. Hayır diyorlar, "Delil yok. Kamu adına soruşturmaya da gerek yok."
Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
Halkın oyu, sermayenin zehri
Bir ara "buyruk-kuyruk" başbakanlık da yapan, bir önceki seçimde İstanbul'u daha da istila edebilmek için belediye başkanı adayı olan "Bin" Bey; Erzincan İliç'teki madenin avukatı.
Onun tahminlerine ve ahkâmlarına bakarsan, aslında bu madendeki çökmenin, siyanür kusmuğunun da aslı astarı olmayabilir! Bozguncular var çünkü!
Bu madenin insana ve çevreye düşmanlığına dair şikayetlere, tespitlere karşı bir gün yanına "buyruk-kuyruk şakşakçıları" almış fetva vermiş:
"Hemşerilerim her söylenene kulak asmasın. Karşı çıkanlar bozgunculuk yapıyor. Hayat standardını kaybetmenin alemi yok. Teknoloji artık bunların emniyet tedbirlerini almaya yeterli. Çevre korumak adına algı operasyonu başka bir oyun."
Çevre ve insan katliamından sonra da avukat B. koşturdu patronları savunmaya. İşçiler kayıpken zerre ayıp bile yüklenmedi. Hayat standardı bir yana, hayatlar kaybedilmişken bunların âleminde, ne günah korkusu, ne insani bir utanç! Hemşerilerinin kulaklarına bile siyanür ve ölümün kokusu sızmışken, utanmadılar. Teknolojiymiş, algı operasyonuymuş, oyunmuş, bozgunculukmuş… Zehre zehir kattılar!
Sevgili, Sayın AKP'li seçmen. İster Erzincan'da ister İstanbul'da.
İşte önceki İstanbul adayı böyle. Adeta patronların, yabancı şirketlerin, siyanürün, zehrin, ölümlerin, kârların, vergi kıyaklarının temsilcisi!
Şimdiki İstanbul adayı da, depremde yıkılan binlerce konutun kaçağına, göçeğine, hırsızlık ve arsızlıklara imar aflarının imzacısı; bu katliam madeninin kapasite artışını, siyanürün tam gaz basılışını da onaylayan Kurumsal "kuyruk-buyruk" yetkilisi!
Bu ne demek, biliyoruz değil mi?
Bu sadece aklınıza hakaret değil, vicdanlarınıza da küfür kıyamet.
Bilhassa ey mütevazı hayatların sahipleri, yoksullukların bile şükür duaları… Sizin elinizdeki oyları patron, yerli yabancı şirket menfaatleri için sermaye yaparken, sermayenin vatandaş ve işçi katliamlarını da sizin oylarınızla örtmek, kollamak, savunmak bu!
Her söylediklerini hayat ve ölüm yalanlıyor; yetmiyor, "Oyunuzu vermezseniz Hatay böyle garip kalır" diye, deprem acısıyla, zehir tozuyla, kamulaştırma gasplarının hızıyla boğulmuş kente nefret bıraktıktan birkaç gün sonra bunu sanki muhalefet söylemiş gibi yapabiliyorlar! Ona da alkış, buna da alkış, aklınıza, kalbinize sığıyor mu?
Çürümüş bir iktidar ülkenin aklını da vicdanını da çürüttü.
2 yılda simit 1 liradan 10'a çıkmış, bunu hesaplayabiliyoruz.
Buna hayret edebilen, susam susam isyan edebilen açlığımız da tokluğumuz da; aynı sürede, bu cehenneme dönmüş cennet ülkede sıvasız hanelerden kaç işçinin böyle böyle katledildiğini, binlerce kişiyi yavaş yavaş öldüren meslek hastalıklarının nasıl bedenleri esir aldığını, kaç umutsuz gencin kendini yok ettiğini, kaç kadının ve genç kızın bu otoriter şiddet kültüründe kurban edildiğini, ülke topraklarının ve kaynaklarının ne kadarının peşkeş çekildiğini hesaplamakta da, hesabını sormakta da çok zorlanıyor!
Adalet talep etmek yerine atalete mahkûm olmakta beis görmüyor.
Erzincan'ın İliç ilçesinde Anagold şirketine ait Çöpler Altın Madeni'nin bulunduğu alanda, 13 Şubat saat 13.00 sıralarında toprak kayması meydana geldi.
Karar senin
Başlığın orijinali "İliç'te bir çeşme var… Altından su üstünden zaman akar"mış. 19'uncu yüzyılda "Toprağı çok verimli olduğu için her çeşit tarım ürünü yetişir" diye kayıtlara geçmiş. Ne bilsin 19, bunların 21'ini!
2022'de maden hakkındaki bir suç duyurunda daha adı şikayetçi olarak geçen Ali Bozkuş'un şiirini ise, aslında önemli bir tarihin yıldönümü olan 16 Mayıs 2013'te Evrensel'de Özer Akdemir'in yaptığı, yazdığı ve yıllar boyu peşini bırakmadığı insan ve çevre kokulu röportajdan aktarayım:
Siyanürle öleceksin
Benim değil karar senin
Sessiz sessiz gideceksin
Benim değil karar senin
Siyanürü bilemezsin
Baksan bile göremezsin
Genç kardeşim ölemezsin
Benim değil karar senin
Gel kardeşim etme zulüm
Bak şimdiden soldu gülüm
Onun adı sessiz ölüm
Benim değil karar senin
Şaban Yılmaz, Abdurrahman Şahin, Hüseyin Kara, Mehmet Kazar, Fahrettin Keklik, Adnan Keklik, Uğur Yıldız, Kenan Öz ve Ramazan Çimen… 11 yıl sonra kara toprak ve kâra siyanür altında kaldılar ya, bu şiiri görmüş, okumuş muydu? Onlar ve yakınları emeğini de canını da aynı anda rehin alanların yüzünü, yüzsüzlüğünü görmüşler miydi?
Toprakları, kıyıları, ormanları ve insanları; emeği, umudu, haysiyeti; canı cananı sömürgeleştirdiler!
"Halkın, milletin güvenlik kuvvetleri"ni, yani sıvasız hanelerin üniformalı yoksul çocuklarını da; uyananın, itiraz edenin, protesto edenin, uyaranın üzerine sürüp yalanın, talanın, yağmanın, kâr yığmanın, şirketlerin özel koruması haline getirdiler! Sadece o kuvvetleri değil; sözde "kuvvetler ayrılığı"nın bütün kuvvetlerini de "Buyruk-Kuyruk Düzeni"nin muhafızı kılıyorlar.
Tabii akıl sizin, fikir sizin, vicdan sizin, kalem sizin, oy sizin. Çeşmenin altından su mu yoksa zehir mi aksın… Başlık sizin, karar sizin! Üstünden, üstünüzden zaman akıyor çünkü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder