7 Haziran genel seçimlerinin milletvekili aday listeleri
geçtiğimiz günlerde YSK’ya verildi. Bu günlerde bütün gazete ve televizyonların
ana gündem maddesini neredeyse bu aday listeleri ve adaylar oluşturuyor. Peki,
sermaye saldırılarına karşı yaşam alanlarını korumaya dönük kan ter içinde
direnen ülkemiz ekoloji mücadelesi bu milletvekili aday listelerinde ne kadar
kendini ifade edebildi? İrili ufaklı direnişlerle toplumsal mücadele
dinamiklerinden birisi olarak her geçen gün daha da kendisini görünür kılan
ekoloji hareketi önümüzdeki dönemin TBMM’sinde ne kadar kendini ifade
edebilecek, ses verebilecek, meclis kürsüsünü kullanabilecek? Ülkemizin
dağlarında, kırlarında, denizlerinde, kıyılarında, kent ve ovalarında,
köylerinde yaşam alanlarını, çocuklarının geleceğini, atalarının mezarlarını,
anılarının yeşerdiği toprakları termik santrallerden, vahşi madencilik
uygulamalarından, HES’lerden, RES’lerden, balık çiftliklerinden, nükleerden,
kentsel dönüşüm yağmasından, sofralarını GDO’lu gıdalardan koruyabilmek için
direnenler mecliste kendi seslerini bulabilecekler mi? Türkiye siyasi hareketi
ekoloji mücadelesinin neresinde, ya da ekoloji mücadelesi Türkiye siyasi
hareketinin ne kadar gündemine girebilmiş?
HDP LİSTESİ VE EKOLOJİ MÜCADELESİ
İşte bu son aday listelerine baktığımızda bu konuda olumlu
bir yorumda bulunmak ne yazık ki olası değil. Listelerin açıklandığı gün,
ekoloji mücadelesine emek veren, bilgi üreten ve örgütlü mücadele için çaba
gösterenlerden bir dostla yaptığımız görüşmenin ilk cümlesi aslında siyaset,
seçimler ve ekoloji mücadelesi ilişkisini özetliyor; “Henüz Ekolojinin i’sinde
siyaset, ne yazık ki!” Dikkat edin, “E”si değil, “i”si diyor arkadaş.
Siyasetin, özellikle halklardan, özgürlüklerden, emekten,
doğadan yana siyaset yapma iddiasıyla ülkemiz emekçilerine umut olan HDP’nin
listesini böyle okuyor. Ekoloji mücadelesini doğru yorumlayamamanın ve bu
nedenle de doğru tercihlerde bulunmamanın dostça eleştirisi bu. Listeler nasıl
hazırlandı, ne gibi değişkenler, aktörler, etkenler etki etti bilinmez ama
HDP’nin listesinde ekoloji hareketinin hak ettiği yeri bulduğunu söylemenin
olanağı yok. Gerçi partinin muhtemelen seçim strateji belgesinde ekoloji konusu
kendisine önemli bir yer bulacaktır. Ya da hükümetin programının bu yönde
eleştirisi de geniş yer kaplayacaktır. Ancak HDP’nin ekoloji mücadelesini
siyaseten sahiplenmesi aday listelerinde belirginleşmiyor. Bu, gerek toplumsal
dinamikleri temsiliyet iddiası, gerek mücadelelere yakınlığı, gerek program ve
siyaset algısı ile seçime giren diğer tüm partilerden bariz bir biçimde ayrılan
HDP için ekoloji mücadelesi bakımından geri bir tavırdır diyebiliriz.
Kuruluşundan, günümüze kadar, ekoloji hareketini de önemsediğini her fırsatta
yineleyen bir odağın seçimlerde listeler oluştururken tavrı ve tarzı bu
olmamalıydı. Ki “Türkiyelileşme” iddiası taşıyan, bunun için de çok önemli bir
atmosferi ve rüzgarı arkasına alan HDP’nin, bu iddiasını en belirgin
kılabileceği alan da ekoloji alanıydı.
ÇUVALDIZ KİME BATACAK?
Bu düşünceler konusunda ortaklaştığımız bir başka arkadaş,
ekoloji mücadelesine emek veren HDP adayı Beyza Üstün, CHP adayı Melda Onur
gibi birkaç ismi sıralayarak, bu isimlerin ülkenin her yerinden seçmenleri
olduğunu söylüyordu. Bu düşüncesini şöyle şekillendiriyordu arkadaş; “HDP’ye
adaylık için başvuran ekoloji hareketindeki isimlerin hepsi birer Türkiye
adayıydı. Ama ekoloji hareketinin örgütsel ve kurumsal temsil ilişkilerini
oturtamamış olması, bunun gereği gibi değerlendirilmemesini ortaya çıkardı.”
İşin burasında ekoloji hareketlerinin dağınıklığını, birleşme, bir güç olarak
kendini ortaya koymadaki eksikliğini görmek gerekiyor. Hareketin birliği,
kurumsal temsiliyeti için uğraş verenlerin bu noktada partilerden önce
çuvaldızı kendilerine batırmaları lazım. Evet, gerek ön seçim, gerekse partilerin
aday belirleme süreçleri ekoloji hareketinin temsiliyet mekanizmalarıyla
örtüşmüyordu, ama ekoloji hareketi de bağımsız bir dinamik olarak kendini
toplumsal mücadele aktörlerine kabul ettirebilmiş de değildi.
YAYGIN AMA DAĞINIK TOPLUMSAL DİNAMİK
Görünen o ki; HDP açısından siyasal yapıların temsiliyetinin
yanı sıra toplumsal ittifaklar aday belirlemede temel kriterler olarak alındı.
Mesela Alevi hareketine, azınlık örgütlerine rahatlıkla temsiliyet konusunda
öneriler gitti ve oradan da dönüşler, adaylar önerildi. Ama ekoloji hareketi
işte bu örgütsel eksikliği, dağınıklığı, etkisizliği nedeniyle bu temsiliyet
masasına oturamadı. Türkiye’de bir toplumsal dinamik olarak ülkenin dört bir
tarafına serpilmiş ekoloji mücadeleleri var her yerde ama bugün için büyük
oranda biçimsiz, kendi kürsüsünü, sözcüsünü oluşturamamış dağınık bir yapı
halinde. HDP bu dinamiği okuyup, burayı besleyecek bir hamle yapabilirdi.
Siyaseten bir tercih yapabilirdi. Bunu yapmayan HDP açısından, bu önemli
bir eksiklik.
GEÇ KALINDI
Evet geç kalındı. Ekoloji mücadelelerinin örgütsel
bağımsızlığı, birliği, dayanışması konusundaki çabalar daha erken başlamalıydı.
Zaten son derece zor, çetrefilli olan yolda daha çok ilerlenmeli, kervanın
düzülmesi işi daha önceden hallolmalıydı. Bu seçimler sürecinde ekoloji
mücadelesi tüm bu eksiklik ve zaafları nedeniyle gereken temsiliyet şansına
sahip olmadı. Çünkü, kapitalizm koşullarında siyaset, ona karşı mücadele
edenler için de asıl olarak gücün oranında yapılıyor. Sermayeye karşı direniş için
ekoloji hareketinin mutlaka birlik olması, bir güç olarak hem mücadele
alanlarında, hem TBMM gibi yaşam alanlarımızı sermayenin talanına açan
yasaların çıktığı yerlerde kendini var etmesi gerekiyor. Öte yandan “Ekoloji
mücadelesinin TBMM’nin platformuna ihtiyacı yok” da diyenler olacaktır.
Gerçekten öyle mi? Ben böyle düşünmüyorum en azından.
Sözün özü; Ekoloji hareketi örgütsel bütünlüğe ve güce
ulaşmadığı sürece siyasi arena da değilse bile (başka yol, yöntem ve araçlar
var çünkü) TBMM’de temsiliyetini yeteri kadar var edemez.
*(EGEÇEP Eş Dönem Sözcüsü)
Eklenme Tarihi: 12 Nisan 2015