Almanya gezisinin ardından
Özer AKDEMİR
Geçtiğimiz Ağustos ayı boyunca 5 farkı Karadeniz ilinde
gerçekleştirilen Çevre İçin Medya iletişim Ağı Çalıştaylarının son durağı
Almanya oldu. 1-5 Ekim tarihleri arasında Almanya'nın Detmold şehrinde
konaklayan gazeteci ve çevre aktivistlerinin çoğunlukta olduğu 17 kişilik ekip,
Almanya'daki enerji politikalarında yaşanan değişimi ve özellikle yenilenebilir
enerji konusunu inceleyen 5 günlük bir programa katıldı. Bu yazı işte bu 5
günlük programdan elde ettiğimiz izlenimleri ve değerlendirmelerimizi özetleme
amacını taşıyor.
Beş günlük Almanya gezisi, özellikle Almanya'nın enerji
politikalarındaki yönelimi görmemiz ve bununla Türkiye'nin enerji
politikalarını karşılaştırma olanağı bulmamız açısından verimli bir gezi oldu.
Şimdiye kadar kitaplarda, gazetelerde okuduğumuz, televizyonlar da izlediğimiz
nükleer enerji santrali, gelişmiş batı ülkelerindeki RES, termik ve HES
uygulamaları, güneş enerji panelleri ile elektrik üretimi gibi enerji üretim
modellerini yerinde görebilmek önemli bir deneyimdi.
NÜKLEER SANTRALLERE VEDA ZAMANI
Almanya'nın 2023 yılında ülkedeki tüm nükleer santralleri
kapatma kararı bu ülkeyi zaten uzun yıllardır yoğunlaştığı yenilenebilir enerji
kaynakları konusunda daha aktif bir politika izleyeme yönlendirmiş. Öyle ki, 15
yıl içerisinde enerji ihtiyacının yüzde 90'ını yenilenebilir enerji
kaynaklarından sağlamayı hedefliyorlar. Atık sorununu bir türlü çözememesinin
yanı sıra Fukishima'dan sonra ki kamuoyu baskısıyla Merkel hükümeti ülkedeki
nükleer santrallerin kapatılmasını istemeyerek de olsa gündeme almış.
'İstemeyerek' değerlendirmesi Almanya'da görüştüğümüz nükleer karşıtlarına ait.
Bize Almanya'nın 1980 yılında 400 nükleer santral kurma projesinin Çernobil
felaketinden sonra durduğunu anlattılar. Merkel hükümetinin işbaşına
gelmesinden sonra santralleri kapatma işini savsakladığı, kapatmaları ötelemeye
soyunduğu da aktarılanlar arasında. Fukishima'nın ertesinde Merkel'in,
nükleerci şirketlerle anlaşmalar yaparak bir kapatma takvimini oluşturduğu dile
getirildi. Almanya'da görüştüğümüz herkes nükleerin ülke elektrik enerjisi üretiminde
geleceğinin olmadığı konusunda hemfikir.
TERMİK SANTRALLERİN DE GELECEĞİ YOK
Keza bize aktarılanlara göre termik santraller için de aynı
durum söz konusu. Karbon emisyonları ile ilgili anlaşmaların ardından bu
santrallerde üretilecek enerjinin son derece pahalıya geleceği öngörülerek,
termik santrallerin de enerji üretiminde geleceğinin olmadığı söyleniyor. Doğru
bir öngörü bu. Gel gör ki bizim gibi "geri kapitalist" bir ülkenin
"ileri demokrasi"sinde ki yöneticilerin bunu görme yeteneği
bulunmuyor. Çünkü sonuçta kapitalist ülkeler kendi yönetici sınıflarının
çıkarlarını gözeterek politikalarını belirliyorlar. Bizim gözü doymaz vahşi
kapitalistlerin enerji ve madencilikteki 'tatlı' kardan karnını doyurmaları bir
hayli uzun sürecek gibi. Olan doğaya olmuş, memleketin havası, suyu, toprağı
kirlenmiş, ne umur ki onlar için!
'DEVRİM' TIKIR TIKIR İŞLEMİYOR
Öte yandan Almanya'daki enerji yöneliminde de sorunsuz,
tıkır tıkır işleyen bir "devrim-dönüşüm" yok gördüğümüz kadarıyla.
Almanya'da ülke enerji sektörünü ellerinde tuttuğu söylenen 4 büyük enerji
tekelinin, yenilenebilir enerji sektöründe 'yaya kaldığı' söyleniyor. Bu tekellerin
daha ucuz olan yenilenebilir enerjiye geçişle birlikte enerjiyi pahalıya
üretmek zorunda kalacakları ve böylece yok olacakları tezi ise çok zorlama gibi
geldi. Enerji üretiminde yenilenebilir enerjinin payının artıyor olması,
özellikle güneş enerjisinde daha küçük üretimlere yönelinmesi, ileri kapitalist
bir ülkenin enerji sektörünü elinde tutan sermayenin bu eğilimi görüp ona göre
konumlanmayacağı anlamına gelmez. Hatta bu daha akla yatkın gibi geliyor.
Hükümetin güneş ve rüzgara enerji üretimine verdiği desteği azaltması, bu
enerji tekellerinin özellikle ülkenin batısındaki denizlerde büyük paralar
harcayarak geniş rüzgar santralleri kurması için zemin hazırlanması bu
yönelimin işaretleri aslında. Kapitalizmin tekelleşme eğilimi burada işin içine
giriyor. Burjuva demokrasisinin ne kadar ileri olduğu bu tekelleşmeyi önlemiyor
sonuç olarak ama en azından kontrol mekanizmalarının iyi çalıştırılabilmesi
yurttaşlarına, doğaya biraz daha saygılı bir modeli geliştirebiliyor. Yani,
Alman sermayesi, Merkel hükümetinin ya da gelecek olanın büyük yardımlarıyla
her an yenilenebilir enerji sektörüne el atıp buradan da çok tatlı karlar elde
edilebilir. Şu an bile Almanya özellikle RES imalat ve teknolojisi alanında
yurt dışına çok yüksek meblağlarda satışlar yapmakta.
KISA KISA ALMANYA VE ENERJİ
Lafı çok da uzatmadan Almanya gezisini şöyle maddeler
halinde yazarsak;
1. Almanya'da yenilenebilir enerjiye geçiş konusunda önemli
bir gelişme var. Nükleer santrallerden kurtulma düşüncesi hükümetçe de kabul
edilmiş görünüyor.
2. RES'lerle ilgili bazı sıkıntılar olduğu, katı kurallara
tabii kılındığı bize anlatıldı ama bu sıkıntılara çok fazla girilmedi.
RES'lerin özellikle tarım alanlarının ortasında yapılmasının ilerde sıkıntılar
doğuracağı öngörülebilir. Almanya'da gördüğümüz RES'lerin ülkemizdekilerle
kıyas kabul edilmeyecek derecede daha az ses çıkardığı, bunun da kullanılan
teknolojiden kaynaklandığı söylendi. Buradan da görüldüğü gibi Türkiye
burjuvazisi yine ucuz etin yahnisi peşinde. Ortaya çıkacak lezzetsiz yemeği de
halkımıza satıyor maalesef.
3. Güneş enerjisi üretiminin bireylere, küçük kooperatiflere
doğru yayılması politikasında belli bir başarı sağlanmış ve "çözüm
çatılarda" sloganı da burada öne çıkıyor. Almanya ile kıyaslanamayacak
derecede güneş potansiyeli fazla olan ülkemizde bu enerji sistemine, bu
yöntemle geçiş şu anki iktidar yapısı ve ülke kapitalizminin ihtiyaçları göz
önüne alındığında çok zor. Ülkemiz kapitalistleri halkın kendi elektriğini
üretmesine, kar marjlarında önemli düşüş olacağı gerekçesiyle izin vermez.
Keza Alman sermayesi de bu bireysel enerji üretimi ve küçük
enerji kooperatiflerinden hoşnut değil ki, Merkel hükümeti eliyle bunlara
verilen desteğin azaltılması hatta zamanla tamamen yok edilmesi politikasını
dayatıyor. Bu politikanın geleceğini biraz da Alman halkının tavrı, bir anlamda
buna direnişi belirleyecektir.
4. Almanya'da nükleer karşıtları gibi varsa eğer RES ve
güneş enerjilerine dönük eleştirileri öne çıkaran, bunlara karşı mücadele eden
örgüt ve kişilerle de görüşüp, onların karşı çıkış nedenlerini dinleyemedik. Gezinin
bu yönü biraz eksik kaldı. Şirket ve sektör temsilcilerinin verdiği bilgilerin
tek yanlı olacağı muhakkak. Madalyonun öbür yüzünü de görmek gerekiyordu.
5. Alman ekolojistler ve ekoloji örgütleriyle ülkemizdeki
mücadelelerin iletişimi, birlikte mücadele ve dayanışmanın yolunun aranması
konusunda küçük de olsa bir adım atıldı. Bu adım son derece önemli. Bunun
devamını getirebilmek bu gezinin en verimli çıktılarından birisi
olacaktır.
6. Almanya'da enerjinin üretildiği yerlerde tüketilmesinin
hem verim, hem maliyet açısından büyük önem taşıdığı bizlere sunum yapan
kişilerin hepsinde de ortak görüşlerden birisiydi. Yine verilen bilgilere göre
kayıp kaçak oranının yüzde 4-5'lerde olduğu, ki biz de bu oran yüzde 15-20
aralığındadır, bir ülkede enerjinin yerelleştirilmesi örnek alınması gereken
bir politika. Ancak, bizim ülkemizdekiler gibi Alman sermayesinin de ülkenin
bir ucunda ürettiği elektiriği (denizlerde kurulan RES'lerle) öbür ucuna taşıması
çalışmaları da olduğu aktarılanlar arasında. Herşey güllük gülüstanlık değil
yani.
6. Almanya kentlerindeki düzen, temizlik, kültür ve tabiat
varlıklarına verilen değer, onların korunmasına yönelik yapılan işler zaten
şimdiye kadar duyduklarımızla örtüştü, somutlaştı.
Eklenme Tarihi: 02 Kasım 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder