Özer AKDEMİR
Çevre için Medya İletişim Ağı Çalıştayları kapsamında
gittiğimiz Almanya’da Paderborn adlı bir ilçenin yakınlarında bulunan rüzgar
santralleri bölgesini gezdik. RES’lerin sahibi olan şirketin temsilcisi Kerstin
Haarmann’a üç soru yönelttik. Altında bulunduğumuz RES’in pervanesinden hiç ses
gelmemesi üzerine Türkiye’dekiler neden çok ses çıkarıyorlar da bunların sesi
yok” dediğimizde yanıtı çok kısaydı: “Kullanılan teknoloji farkı”. Bizim
kapitalistler ucuz olanı almışlar onlar da ses yapıyor. “RES’lerin hiç zararı
yok mu, tarım arazilerinin ortasına yapılmış, bunlara çiftçiler köylüler ne
diyor?” sorumuzu da “çiftçilere belli miktar kira ödüyoruz. Kuş göç yollarında
olmamasına dikkat ediyoruz ve en önemlisi tek kişinin bile itirazı olursa bu
açılacak davalarda ciddiye alınıyor” diye yanıtladı. Son sorumuzu ise
şaşkınlıkla karşıladı; “Daha birkaç gün önce Dünya Doğa Konseyi, Rüzgar
Çiftliği Mağdurları, Kuzey Amerika Rüzgar Enerji Karşıtları Platformu adlı
uluslararası üç çevre örgütü RES’lerin zararları, verimsizliği ve doğada
yarattığı kirlilikle ilgili G-20 üyesi ülke yetkililerine bir açık mektup
gönderdi. Bundan bilginiz var mı ve bu iddialarla ilgili ne diyorsunuz”.
Haarmann böyle bir mektuptan haberlerinin olmadığını ve bu iddialara
şaşırdığını söyledi. Mektubun İngilizcesini ertesi gün e-posta adresine
göndererek yorumunu talep ettim. Birkaç gün sonra şu yanıt geldi; “RES’lere
karşı bu kadar düşmanca bir metin görmedim. İddiaların hepsi gülünç ve saçma!”.
Oysa Haarmann’ın “gülünç ve saçma” bulduğu iddiaların hepsinin referansı vardı
ama, kendisi bu yorumuna bir dayanak gösteremiyordu.
ÇEŞME’NİN KARABURUN’DAN ÖĞRENDİĞİ
Türkiye’nin en önemli turizm beldelerinden Çeşme’nin
tepelerine kondurulmak istenen RES’lerin önünde önemli iki engel vardı.
Birincisi RES’lerin yapılacağı yerler 1. ve 2. derece doğal SİT alanıydı. Bu
bir şekilde aşılabilirdi ama ikinci engel biraz daha zorluydu; halk. Çeşmeliler
özellikle paylaştıkları yarımadanın diğer tarafı Karaburunluların başına
gelenlerden sonra RES’lere hiç de sıcak bakmıyorlardı. Oysa RES’ler son
yılların albenili sözleriyle “hem yenilenebilir, hem temiz enerji” değil
miydi?
RES’lerle ilgili yapılan koruma planlarında SİT engeli kağıt
üzerinde aşıldı. Yarımadadaki kültürel, doğal, ekolojik yapıyı korumayı
amaçlaması gereken plan ‘RES yatırımlarını koruma’ planına çevrildi. Buna karşı
açılan davada mahkemenin bu kurnazlığı görmesi üzerine plan bozuldu ve süreç
durduruldu. Yargı dur dedi ama duracak mı? Bunun için biraz Karaburun örneğine
bakmakta fayda var.
‘LANETLİ TOPRAKLAR’IN SON İSYANI
Karaburunlular Çeşmelilerin şimdi geçtiği yollardan
yıllardır geçiyorlar. Yarımadanın %70’e yakın bir kısmının RES şirketlerine
tahsisi sonrası harekete geçen Karaburunlular açtıkları 10’un üzerinde davanın
yanı sıra birçok eylem ve etkinlikle yaşam alanlarını koruma mücadelesine
giriştiler. Korudukları sadece kendi yaşadıkları topraklar değildi. Ada
martısının, ada kekiğinin, atmacanın, kartalın, serçelerin ve karıncaların da
yurtlarıydı. Karaburun’un adı, tanrılara başkaldırdığı için Bozdağ’a gömülen
Mimas’ın adından geliyordu. Osmanlı’ya karşı başkaldıran Börklüce Mustafa da bu
topraklarda isyan bayrağını açmıştı. Osmanlı’nın Börklüce isyanını bastırdıktan
sonra “lanetli topraklar” ilan ettiği ve 100 yıl boyunca girişi yasakladığı topraklardaki
isyan damarı bir kez daha kabarmış, bu sefer RES’çilerin karşısına
dikilmişti.
KUŞ CELLATLARI
Karaburun’a 2000’e yakın RES direği dikileceğinden
bahsediliyordu. Bu direkler arasındaki bağlantı yolları, iletim hatları,
direklerin kapladığı alanlar ve devasa rüzgar güllerinin gövde ve
pervanelerinin taşınması için açılan geniş yollar yarımadayı bir anda inşaat
alanı haline getirmişti. Her enerji şirketi yaptığı planda o yörede sadece
kendisi varmış gibi riskleri sıralıyor ve bunları gidereceğine dair bir sürü
taahhüt ortaya koyuyordu. Oysa yanı başında, birkaç kilometre ötesinde,
yarımadanın diğer tarafından yükselen RES’lerin toplam bir etkisi olması
kaçınılmazdı. Yüzlerce RES direğinin kuş göç yolları üzerinde bulunan
yarımadada bu kuşların cellatları olacağı, şimdiden ada martısının yarımadayı
terk ettiği, keçilerin direklerin altına yanaşmadığı gibi köylülerin
gözlemlerine rağmen RES’çiler “kediler kuşlara daha çok zarar veriyor” türünden
komik savunmalarla günü geçiştirmeye çalışıyorlardı. Yargı da bu savunmayı
komik bulmuş olacak ki bir şirketin ÇED olumlu kararını iptal etti. ÇED
raporları iptal edilmiş olmasına rağmen bir bürokratın direktifiyle yeniden
çalışmaya başlayan RES’leri gören yarımadalılar “Temiz enerji” etiketli
RES’lerin doğayı kirletmeden önce hukuku kirlettiğini yaşayarak gördüler.
NE TEMİZ NE DE UCUZ
Yaşananlar şunu gösterdi ki; RES’ler ne temiz ne de övüldüğü
gibi ucuz ve fosil yakıtlara oranla tercih edilen bir enerji türü. Dünyanın
neresine giderseniz gidin Kapitalizm koşullarında “en temiz” dediğiniz enerji
türü bile bir bakıyorsunuz Karaburunlu Mustafa Şenbahar’ın deyimiyle
“pisleşmiş”. İşin içine para girince ekoloji, sürdürülebilir yaşam bir yalan
olup çıkıyor. Sistemin çarkı kâr ve sömürü üzerinden dönüyor. Bu sistem emeği
ve doğayı sömürürken, önüne gelen her şeyi kirletiyor…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder