Ay, Sarıkız tepesinden doğup, körfezin sularını nefti bir
yeşile buladığında yarasaların zamanı başlar. Güneş, körfezin sakin sularından
yavaşça battıktan sonra mağaralarından çıkar, bir hayalet gibi geceye süzülür,
en ışıksız karalıkta bile yollarını ustalıkla bularak avlanırlar. Kazdağı’nın
dört bir yanındaki ovalar, tepeler onların avlanma alanlarıdır artık. Gece
böcekleri, dut, incir ve özellikle zeytin sineklerinin ardı sıra bütün gece
uçuşup dururlar.
Bin yıldır yuvaları olan İnboğazı mağarasının etrafında o
yaz başlayan olağan dışı hareketlilik yarasaları ürküttü. Önce mağaranın bulunduğu
tepeye doğru açılan yol, sonra tepenin eteğinden akan çayın tam önünde başlayan
gürültüler gündüz uykusundan etti onları. Avlanmakla geçen gecenin yorgunluğunu
atmak için ihtiyaç duydukları sessizlik uçup gitti böylece.
Koca makinelerin akşam karanlığına kadar durmak bilmez
sesleri, yeri göğü titreten patlamaların yarattığı sarsıntılar onları mağaranın
en dibine doğru kaçmak zorunda bıraktı. Sesler, dağın içinde kilometrelerce
uzayan karanlık dehlizlerde küçük depremler yaratarak yankılandı.
***
Bir gün, mağaranın içine ellerinde yarasaların gözünü kör
edecek kadar kuvvetli ışıklar taşıyan insanlar girdi. Huzursuzca kıpırdanan
yarasaların kimisi mağaranın derinliklerine kaçarken, kimisi de tutundukları
tavanda, yavrularının zarar görmesini önlemek için tedirgince bekledi.
“Bu kadar yarasayı ilk defa gördüm” dedi başında sarı baret
bulunan kır saçlı proje mühendisi. Mağarada yarasaları ilk gördüğü anda ki
korkusu dağılmış, ürperti yerini şaşkınlık ve meraka bırakmıştı. Baretini
çıkarıp elindeki fenerle mağaranın içini dolaştı. Korkudan birbirine sokulan
yarasaları uzun uzun inceleyen adam bir hayli endişeli görünüyordu. “Bu kadar
geniş bir koloni olduğunu bilmiyordum” dedi yanındakilere.
Mağaranın derinliklerine doğru yürüdü. Bazen bir insanın zor
sığabileceği kadar daralan, bazen koca bir kamyonun rahatlıkla geçebileceği
genişliğe ulaşan mağara dağın içine doğru belki de kilometrelerce uzuyordu.
Bütün mağara farklı türlerden binlerce yarasayla doluydu. Yarasalar, her ışığı
çevirişinde endişeyle birbirine sokuluyorlar, tuhaf sesler çıkarıp yavrularına
daha bir yanaşıyorlardı.
On beşe yakın farklı yarasa türü saydı adam. İçlerinde
kirpikli yarasa ve uzunayaklı yarasa da vardı ki bu türler yeryüzünde sadece bu
bölgede yaşıyordu. Bu, onun canını daha da sıktı. Ulusal ve uluslararası
yasalarla koruma altındaydı bu iki tür.
Gidebildiği kadar uzağa gittikten sonra mağaranın dibine
ulaşamayacağını anlayıp geri döndü. Dışarı çıkınca, kenarında iş makinelerinin
hummalı bir şekilde çalıştığı Havran Çayı’na bakıp dalgınca söylendi; “Çok
kötü! Bu kadarını beklemiyordum...”.
***
DSİ Bölge Müdürlüğündeki toplantıya sıkıntılı bir hava
hakimdi. Önündeki rapora bakıp öfkeli öfkeli çıkıştı müdür bey; “Ne yani şimdi
72 milyon liraya yaptığımız baraj mağarada yarasalar var diye su tutamayacak
mı?” dedi. Kimseden ses çıkmadı bir süre. Gözlerin kendisine çevrildiğini gören
proje mühendisi istemeye istemeye konuştu; “Efendim maalesef bu kadar büyük bir
yarasa popülasyonu olduğunu bilmiyorduk. Raporda da belirttik, Türkiye’nin
ikinci büyük yarasa popülasyonu ile karşı karşıyayız. Yaklaşık 20-30 bin yarasa
demek bu. İçindeki bazı türler de koruma altında”
Müdür, birden ayağa kalktı. “beyler” dedi, sesi kızgındı;
“barajı yapmaya 1995 yılında başladık. Aradan on küsur yıl geçmiş. Şimdi
bakanlığa bu durumu nasıl anlatacağız? Bu işe çözüm üretmezsek siz de ben de
topun ağzındayız bilmiş olun!”
***
Güneşli ama soğuk bir aralık sabahında, yarasa mağarasını
görüntülemek için baraja doğru yol alırken, aracımızdaki emekli profesör
yarasaların zeytinlikler açısından ne kadar önemli olduğunu anlattı bize.
Zeytin sineği ile beslenen yarasaların ağaçların doğal koruyucusu olduklarını
söyledi.
Aracımızla yanına kadar gittiğimiz baraj tamamlanmış, ama
henüz su tutmaya başlamamıştı. Pazar günü olmasından kaynaklı işçilerin
kullandığı seyyar karavanlarda kimse yoktu. Barajın geniş gövdesinin üzerinden
bir yol mağaranın girişine kadar gidiyordu. Giriş demir bir kapı ile
kapatılmıştı. Girişin hemen yan tarafından, henüz örülmemiş bir açıklıktan
tırmanarak mağaraya girdik. İçeride gördüklerimiz hiç de insani şeyler
değildi!..
***
DSİ’deki gergin geçen toplantıdan birkaç gün sonra “Müdürüm,
çözümü bulduk” diye heyecanla odaya girdi proje mühendisi. “Dağın üst kotuna
suni bir mağara yapacağız. TOKİ biz yaparız dedi” Günlerdir bakanlığın barajla
ilgili taciz telefonlarından, gazetelerin yarasalara dair haberlerinden bıkan
müdürün ilk kez yüzü gülümsedi. “İyi de yarasalar o mağaraya nasıl taşınacak”
diye sordu, “Buyurun sizi buraya alalım diyemeyiz hayvanlara sonuçta”.
“Onun çözümünü de düşündük müdürüm, mağaranın içini çok yüksek ışık veren
spot lambalarla donatacağız. Ayrıca büyük hoparlörler yerleştirip gürültü
çıkaracağız. Mecbur kalacaklar yukarıdaki mağaraya kaçmaya” dedi, sırıtarak.
Elini mühendisin omzuna koydu müdür, sırtını sıvazladı; “Yalnız bu işi
yarasalar kış uykusuna yatmadan önce halletmeye bakın. Ha, bir de kimseler
duymasın...”
***
Girişte görüp çektiğimiz birkaç ölü yarasa dışında tek bir
yarasa bile kalmamıştı mağarada. Çok yüksek parlaklıkta beyaz ışık çıkaran spot
lambalar ve sesler nedeniyle o sıralarda kış uykusunda olması gereken yarasalar
mağarayı terk etmişlerdi. İşkence edilerek binlerce yıllık evlerinden
kovulmuşlardı. Sonradan öğrendik ki TOKİ’nin suni mağarasına da gitmemişler.
Yirmi bin yarasa adeta sır olmuştu!
***
Havran çayı üzerinde yapılan baraj 2009 yılında su tuttu.
Baraj suları altında kalan İnboğazı Mağarası’ndaki Türkiye’nin ikinci büyük
popülasyonunu oluşturan 20 binin üzerinde yarasa mağaradan kovuldu! Tepenin üst
tarafına yapılan suni mağaraya da gitmeyen yarasaların akıbeti hâlâ
bilinmiyor!
www.evrensel.net
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder