31 Ağustos 2018 Cuma

JES'e karşı çıkan köye komando birlikleri gönderildi


   
  JES'e karşı çıkan köye komando birlikleri gönderildi 31 Ağustos 2018 16:28

Köylerinin yakınında JES kurdurmamak için günlerdir direnen Tire Başköy'e komando birlikleri sevk edildi. Köylüler oturma eylemi yapıyor.
Özer AKDEMİR
İzmir
Köylerinin yakınında JES kurdurmamak için günlerdir direnen Tire Başköy'e komando birlikleri sevk edildi. Köylüler askerlerin köyden çekilmesi için oturma eylemi yaptı.
Geçim kaynaklarının incir ve zeytin olduğunu belirten Başköylüler, köy yakınlarına yapılmak istenen JES'in tarım ürünlerine ve sularına zararı olacağı endişesini dile getiriyorlar. Haftalardır köylerine JES istemediklerini belirten eylem ve toplantılar yapan köylüler, JES şirketini ve arazide inceleme yapmak isteyen resmi kurum görevlilerini alana sokmuyorlar.
JES PATRONU SÖZ VERDİ AMA...
Önceki gün kiraladıkları alanı Tarım İl Müdürlüğü yetkililerine göstermek isteyen Pozitif Enerji Şirketi Genel Müdürü Özgür Konuşlu, köylülerin tepkisi ile karşılaşmış, uzun zaman alıkonulan Konuşlu, şirket patronunun köye gelip bu işten vazgeçtiklerine dair belge imzalayacağı sözleri sonrası serbest bırakılmıştı. 
BİR OTOBÜS KOMANDO SEVKEDİLDİ
 
Fotoğraf: Evrensel
Öte yandan köylüler dün JES şirketi ile işbirliği yaptığını ileri sürdükleri bir köylüye tepki gösterdi. Çıkan arbede de işbirlikçi olduğu ileri sürülen köylü kolundan yaralandı. Bugün ise köye İzmir'den bir otobüs komando sevk edilerek köy meydanında beklemeye başladı. 
KÖYLÜLER OTURMA EYLEMİ YAPIYOR

Fotoğraf: Nurican Baştürk
Telefonla görüştüğümüz Başköylülerden Sami Baştürk, Çarşamba günü JES Şirketi patronu Cihan Çanakçı'nın kendilerine, "Cuma günü köye geleceğim. İstediğiniz protokolü hazırlayın imzalayacağım. bu projeden vazgeçtik" diye söz verdiğini belirterek, "Bu yaralama olayının ardından güvenlik yok gerekçesiyle vazgeçmiş JES şirketi patronu. Köyümüzde birkaç gündür askerler vardı zaten. Bugün ise bir otobüs dolusu komando getirildi. Köylü kadınlar "Biz terörist miyiz? Biz toprağımızı, geleceğimizi savunuyoruz" diye tepki göstererek oturma eylemi başlattılar. Köylülerimiz hem şirket patronunun söz verdiği halde gelmemesini hem de komandoların köye sevk edilmesini protesto ediyorlar. Kaymakamın gelerek askerin köyden çıkarılmasını istiyorlar" dedi. 
 
Fotoğraf: Nurican Baştürk
ŞİRKETİN MÜDÜRÜ EVRENSEL'E  KONUŞTU: KÖYLÜLERİN TEPKİSİNDEN ÇEKİNDİM
Başköy'de önceki gün çıkan olaylarla ilgili Evrensel'de çıkan haberin ardından İzmir büromuzu arayan Pozitif Enerji Genel Müdürü Özgür Konuşlu, projeleri ile ilgili geri adım attıklarını dile getirdi. Şirket müdürü, geçtiğimiz gün köylülerin tepkileri sonrası araçlarının tahrip edildiğini ve kendisinin de saatlerce alıkonulduğunu ileri sürdü.
Köye kendisinin kullandığı bir araçla, iki Tarım İl Müdürü yetkilisini alarak gittiklerini belirterek, bir anda önlerini kesen onlarca köylünün tepkisinden çekindiği için kendisini şirketin şoförü olarak tanıttığını dile getirdi. 

Fotoğraf: Özgür Konuşlu
YOLUMUZ KÖYLÜLERCE KESİLDİ
Konuşlu, "Köye gelmeden hemen yolun içinde olan araziye döndük. Üç beş dakika sürdü inceleme. Arazi zaten taş toprak, herhangi bir ekili tarım arazisi değildi. Dönmek isterken bir anda yolun köylülerce kesildiğini gördük. Köylüler, tarım il müdürlüğü görevlilerinin kimliklerini kontrol ettikten sonra onları bıraktılar. Beni ise şirketin elemanı olduğum için tuttular. Tepkilerden çekindiğim için kendimi şoför olarak tanıttım. İtiş kakışlar yaşandı, ancak küfür ve şiddet olmadı. Özellikle köylülerden genç kadınlar sert tepkileri yatıştırdılar" diye konuştu. 
KÖYLÜLERDEN ŞAHSİ OLARAK ŞİKAYETÇİ DEĞİLİM
Kendisinin şahsi olarak köylülerden herhangi bir şikayeti olmadığını belirten Konuşlu, "Ancak şirketin aracı olaylar sırasında tahrip oldu. Bütün çamları kırıldı. Şirket nasıl bir yola başvurur bilemiyorum" dedi. Köylülerin tepkileri nedeniyle geri adım attıklarını ve şimdilik alanda bir faaliyet yapmayacaklarını belirten Konuşlu, "Şu an geri adım attık, biraz sessiz kalıp durumun normale dönmesini bekleyeceğiz. Sonrasında duruma göre hareket edeceğiz" dedi. Köylülerin JES'lerin tarım alanları üzerinde etkileri ile ilgili yanlış yönlendirildiğini ve eksik bilgileri olduğunu ileri süren Konuşlu, kendilerinin çevreye, tarıma zarar verecek bir işletmeyi kesinlikle yapmayacaklarını ileri sürdü. Konuşlu, "Biz yanlış projelere imza atmayız. Bizim santrallerimiz doğaya hiç zarar vermiyor" dedi. 
Son Düzenlenme Tarihi: 31 Ağustos 2018 22:02
      
https://www.evrensel.net/haber/360321/jese-karsi-cikan-koye-komando-birlikleri-gonderildi

Ovacık altın madeni hukuki süreci çözülmez bir bilmece gibi


Ovacık altın madeni hukuki süreci çözülmez bir bilmece gibi
  
 31 Ağustos 2018 14:13
      
Ovacık Altın Madeni'nde 2009 yılında iptal edilen ÇED'le çalıştığı iddia edilen altın madeninin şimdi birkaç ÇED'i birden var!
Özer AKDEMİR
Eski ÇED raporu iptal edilen Ovacık Altın Madenine 2009 yılında verilen ÇED'de iptal edilince 2009/7 Genelgesi uyarınca yeni ÇED verilmişti. Bu yeni ÇED'de geçtiğimiz haftalarda iptal edilince maden "en yeni ÇED" için yine aynı 2009/7 yönetmeliği doğrultusunda  başvuru yapmıştı. Neyse ki Danıştay onu "en yeni ÇED" için uğraşmaktan kurtararak 2009 yılında iptal edilen ÇED'le ilgili yerel mahkemenin kararını bozdu. Şimdi ÇED'siz çalıştığı iddia edilen altın madeninin birkaç ÇED'i birden var! 2009'da önce iptal edilip geçtiğimiz günlerde Danıştayca tekrar kabul edilen ÇED'i, bu iptalden sonra aldıkları ve geçenlerde iptal edilen yeni ÇED'i, son olarak da geçenlerde başvurdukları "En yeni ÇED'İ"!..
MADEN ÇED'İ YİNE KAP'TI!
20 yılı aşkındır ülke gündeminde olan ve çevre davalarının en bilindiklerinden birisi durumundaki Bergama Ovacık Altın Madeni, yeni bir mahkeme kararı ile gündemde. Koza Altın Şirketinin Kamuoyu Aydınlatma Platformu (KAP)'na 27 Ağustos tarihinde iki "Özel durul Açıklaması" yaptı. Saat 15.12'de yapılan ilk açıklamada 23 Temmuz 2018 tarihli İzmir 6. İdare Mahkemesinin ÇED Olumlu Kararının Yürütmesini durdurması ile ilgili kararın kendilerine tebliğ edildiği, cevher üretim faaliyetlerinin durdurulduğu, diğer faaliyetlerin durdurulması için lüzumlu tedbirlerin alınabilmesi amacıyla kendilerine 22 gün süre verildiği belirtiliyordu. Aynı gün saat 17.59'da KAP'a girilen ikinci Özel Durum Açıklamasında ise Danıştay 14. Hukuk Dairesi'nin, madene 2009 yılında verilen ÇED Olumlu kararını iptal eden İzmir 3. İdare Mahkemesi'nin kararını bozduğu bilgisine yer verildi.

DANIŞTAY HIZIR GİBİ YETİŞTİ
Danıştay'ın bu kararı deyim yerindeyse madene Hızır gibi yetişti. Şirket her ne kadar yine aynı genelgeye, 2009/7 Genelgesine dayanarak yeni ÇED için başvurmuş ve İDK toplantısından olumlu yanıt almışsa da, bu "en yeni ÇED" raporunun tamamlama prosedürü içerisinde madenin üretim faaliyetlerinin durdurulması gündeme gelmişti.
Nitekim, madene açılan davalarda EGEÇEP'i temsil eden Av. Arif Ali Cangı'nın 10.08.2018 tarihinde   Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na yazdığı son ÇED'in yürütmesinin durdurulma kararının uygulanması ve  maden faaliyetinin durdurulması talepli dilekçeye, "faaliyetin durdurulması için Bergama Kaymakamlığı'na talimat" yazıldığı yanıtı verildi. Araya uzun bayram talilinin girdiği bir zamana denk gelen bu yazışmaya göre madenin Bergama Kaymakamlığı tarafından mühürlenmesi gerekiyordu ama kaymakamlığın bu işlemi yapıp yapmadığı bilinmiyordu.
ŞİRKET RAHATLADI
Bayram tatilinin hemen sonrasında Danıştay 14. Daire'nin verdiği karar şirketin bu kaygıdan da kurtarılması anlamına geliyor. Şirket ikinci özel durum açıklamasında "Danıştay Kararı ile şirketimiz lehine kesinleşen mezkur ÇED Olumlu Kararı çerçevesinde, bu gün Kamuoyuyla paylaşılan durdurma kararı nedeniyle üretim faaliyetlerimizin aksamaması için şirketimizce gerekli idari süreçler ivedilikle..." başlatılacağını dile getirdi.
'BİZLE DEĞİL DEVLET YARGISIYLA UĞRAŞIN'
Uzun yıllar Bergama Köylülerinin avukatlığını yapan çevre davalarının tanınmış hukukçusu Av. Senih Özay şirketin bu son açıklamasını ; "Şirket; 'biz yeni ÇED'in hızla peşinde koşacaktık, çok çalışıyorduk, yoruluyorduk. Ama nasıl olduysa koca  Danıştay  her şeyi yorulmadan çözmüş. Artık  derhal faaliyete devam edebiliriz edeceğiz. Cezamız söz konusu olmaz. Artık bizle değil devletle yargısı ile uğraşsınlar' diyor" şeklinde yorumladı.
Son Düzenlenme Tarihi: 31 Ağustos 2018 14:21
https://www.evrensel.net/haber/360313/ovacik-altin-madeni-hukuki-sureci-cozulmez-bir-bilmece-gibi

30 Ağustos 2018 Perşembe

Başköylüler JES şirketine yine geçit vermedi



   30 Ağustos 2018 14:38
     
Tire'de Başkökylüler halkının Jeotermal Enerji Santraline karşı başlattıkları direniş sürüyor.
Özer AKDEMİR
Tire Başköylüler köyün yakınlarında incir ve zeytin bahçelerinin dibine yapılmak istenen Jeotermal Enerji Santraline (JES) karşı direnmeye devam ediyorlar. Köylüler dün de Tarım İl Müdürlüğü yetkilileri ile gelen şirketin genel müdürünü köylerine sokmadılar. 
KÖYLÜLERDEN ŞİRKETE ABLUKA
Dün Pozitif Enerji Ltd.Şti.'nin aracıyla JES yapılmak istenen yere gelen Tire Tarım il Müdürlüğü'nden iki görevli ve beraberindeki şirket Genel Müdürü Özgür Konuşlu yüzlerce köylü tarafından ablukaya alındı. Dün (Çarşamba) saat 14 gibi başlayan ve yaklaşık üç saat süren olaylarda köylü kadınlar tarafından ablukaya alınan şirketin genel müdürü kendisini "şirket şoförü" olarak tanıttı. Köylü kadınlar şirket sorumlusunun gelip kendileriyle görüşünceye kadar gelenleri bırakmayacaklarını söylediler.
KADINLAR GELENLERİ ÜÇ SAAT BIRAKMADI
İlçe jandarma komutanının araya girmesi ve şirketin kurucu ortağı Cihan Çanakçı'nın 31 Ağustos Cuma günü köye gelip, köylülerin bizzat hazırlayacağı bir tutanağa imza atmaya söz vermesi üzerine alı konulan kişiler serbest bırakılırken, olay yerindeki yüzlerce köylü de sessizce dağıldı. Şirket müdürü ve Tarım İl müdürlüğü görevlileri köylülerin engellemesi karşısında keşif yapmadan tesisin kurulması düşünülen alandan elleri boş ayrıldılar.
Son Düzenlenme Tarihi: 30 Ağustos 2018 15:15
https://www.evrensel.net/haber/360254/baskoyluler-jes-sirketine-yine-gecit-vermedi

Edremit'te yoğunlaşan kirliliğe dikkat çekildi: Edremit elden gidiyor!


Edremit'te yoğunlaşan kirliliğe dikkat çekildi: Edremit elden gidiyor!
  
 30 Ağustos 2018 13:35
    
Edremit Çevre Platformu birikmiş çevre sorunlarının çözümü için yetkililere ve yurttaşlara çağrı yaptı.
Edremit Çevre Platformu ilçedeki deniz ve çevre kirliliği ile ilgili bir basın açıklaması yaptı. Akçay'da Zeytinli Çayının denize döküldüğü yerde gerçekleştirilen basın açıklamasında
hem ilçede oturanlara hem de tatil için gelenlere çevrenin temiz tutulması çağrısı yapılırken, yetkililer de göreve davet edildi.
BU YAZ GEÇEN YAZDAN DAHA KİRLİYDİ
Edremit Çevre Platformundan Ömür İlgör, bir yaz sezonunun daha sonuna gelinmek üzere olduğunu hatırlattı, bu yaz çevre ve deniz kirliliğinin geçen yıla oranla daha fazla olduğunu belirtti. "Eğer hiçbir önlem alınmazsa, maalesef seneye çok daha kirli bir Körfez karşılayacak hepimizi" diyen İlgör, "O nedenle, sürekli veya sezonluk olarak burada yaşayanlar, hepimiz sorunlarımızı sezon sonunda unutup, gelecek sezon tekrar hatırlama lüksüne artık sahip değiliz. Zira, önlem alınmazsa Edremit Körfezi artık resmen elden gidiyor" dedi.
ARITMALAR YETERSİZ
Sorunların kaynağı olarak hızlı kentleşme ve plansız gelişmeyi gösteren İlgör, "Talep var diye, son sürat zeytin kesip yazlık konut yapılıyor. Ancak yollar, su ve kanalizasyon hatları ve en önemlisi de arıtma tesisi yatırımları, çok ama çok geriden geliyor. İlçemizdeki arıtma tesislerinin hem kapasiteleri ve hem de kabiliyetleri çok yetersiz. Sürekli oturan nüfus dikkate alınarak inşa edilen arıtma tesisleri, yaz dönemi yoğunlaşan nüfus hareketi sonucunda çok yetersiz kalıyorlar. Arıtılmak için tesislere gelen atık sular, pek de arıtılamadan denize deşarj ediliyor" dedi.
SIRA EDREMİT'E Mİ GELDİ?
Arıtma tesislerinin kapasiteleri yaz nüfusu dikkate alınarak arttırılması ve sadece biyolojik arıtma yapabilen bu tesislerin en kısa zamanda ileri arıtma yapar hale getirilmesi gerektiğini aktaran İlgör, "Oysa BASKİ bunları yapmak yerine, mevcut tesislerin sözümona arıtılmış çıktılarını denizin 1-2 kilometre açığına borularla boşaltmak için, Derin Deniz Deşarjı Projeleri tasarlamaya kalkıyor. Bu anlamsız ve çözüm bile olmayan projelerle hepimizin parasını boşa harcamak yerine, yetkililere düşen gerçek ve kalıcı “ileri arıtma tesisleri” kurmak olmalıdır. İstanbul senelerce bu eski projeleri uyguladı ve Marmara Deniz can çekişiyor. Şimdi sıra Edremit Körfezi’ne mi geldi?" diye konuştu.
SEYİRCİ KALINMASIN
Birikmiş sorunları çözmek yerine, can çekişen bu sahillerin her bir karışının kiralanmaya çalışıldığını ifade eden İlgör, Balıkesir Büyükşehir Belediyesinin hızla kirlenmekte olan bu sahilleri kiralayıp, işletmecilerle halkı karşı karşıya getirdiğini ifade etti. İlgör, "Onbinlerce insan bu kirli denize razı olmak için konut satın almadı bu kıyılardan. Sürekli oturan da, sadece yazın gelen de, esnaf da, turizmci de, balıkçı da, müteahhit de bu gidişe seyirci kalınmasına razı olamaz" dedi.
Son Düzenlenme Tarihi: 30 Ağustos 2018 13:41
www.evrensel.net

26 Ağustos 2018 Pazar

Yangın yeri (Pazar yazısı)



26 Ağustos 2018)
Manisalı Mehmet, nöbet yerinden aşağıdaki vadinin içinde uğuldayan yangına baktı. Orman cayır cayır yanıyordu! Beş dakika önce çatal boynuzlu bir geyik bulunduğu kayalık tepeye doğru gelmiş, kendisini görünce ürküp dereye doğru koşarak kaybolmuştu. Sarp kayaların altında akan dipsiz derenin içinden de dumanlar yükseliyordu.

Yanan hayvanların çığlıkları kulaklarından gitmiyordu Mehmet’in. Ağaçlar da çığlık atıyorlardı, otlar, börtü böcek de. Tüm orman çığlık çığlığaydı.
Bir haftadır yanıyordu orman aslında ama daha uzaktaydı yangın. Komando timiyle bulunduğu tepeden, dört beş ayrı yerde birden çıkan dumanları uzaktan izlemişlerdi. Çatışmaların yoğunlaştığı tepelerde başlamıştı yangın. Kendileri çatışmaya girmeseler de diğer tepelerdeki kurşun seslerini, havan gümbürtülerini çok rahat duyabiliyorlar, önlerindeki derin vadilerin üzerinde dolaşan helikopterlerin attığı bombaların yeri göğü titreten patlamalarını iliklerinde hissediyorlardı.
Yangın, kendilerine yaklaştığında biraz kaygılandılar ama sonra ormanla nöbet yerleri arasındaki, üzerinde birkaç cılız otun olduğu açıklığın kendilerini koruyacağına kanaat getirip rahatladılar.
Bütün gündüz simsiyah dumanların, ormanlarla kaplı tepeleri yutan görüntüsü, akşamları kızıl aleve kesen dağın, yıldızların altında meşale gibi yanışını sanki bir film izlermişçesine seyrediyorlardı. Ağaçların çatırtısı, is kokusu, yanmış et kokusu rüzgarın esiş yönüne göre kulaklarına, burunlarına kadar geliyordu. Yangın hemen önlerindeki ormana ulaşınca işin boyutunu daha iyi anladılar. Her şey gözlerinin önünde oluyordu ve kendilerinin de şimdiye kadar uzaktan izledikleri bu kederli tablonun bir parçası olduklarını biliyorlardı artık.

Zaten diken üstünde, elleri tetikteydi hep. Göreve çıktıklarında nereden geleceği belli olmayan bir kurşuna karşı kelle koltukta yaşarlardı. Duygularını kontrol etmeyi, gecenin soğuğuna, gündüzün yakan güneşine, rüzgarların dudakları kavuran hoyratlığına karşı eğitimliydiler. Sinirleri alınmış gibiydiler ne zamandır. Şimdi ise bu yangın, bu alevlerden, dumanlardan acılardan ibaret yangın yeri, onlara yeniden insan olduklarını, binlerce canla birlikte bu dağı paylaştıklarını anımsatmıştı.
Bir karaca ile yavrusu Mehmet’in kum torbalarıyla yükseltilmiş nöbet çukurunun belki yirmi metre ötesinden geçtiler. Dürbünle uzaktaki tepelere bakarken, bir anda girdiler görüş açısına. Sanki yanı başındaydılar. O zaman gördü yavru karacanın gözündeki yaşları. Ağlıyordu karaca! Arka sağ bacağının derisi soyulmuş, kıpkırmızı eti görünüyordu. Belki yanan bir ağaç devrilmişti üzerine, belki alevlerin arasından geçerken kavrulmuştu bacağı. Anasının ardı sıra topallayarak yetişmeye çalışıyor, ağlıyordu!

Ana karaca bir yavrusuna bakıyordu, bir rüzgarın yön değiştirmesi ile kendilerine doğru yönelen yangının alevlerine. Ürkek, korkulu, yaralı bir halde kayalığın sağındaki büklerin arasında kayboldular.
Karaca ile yaralı yavrusu gözden yittikten sonra kendi gözlerinin de yaş içinde kaldığını, dürbünü indirdiğinde fark edebildi Mehmet. Kamuflaj boyaları ıpıslak olmuş yanaklarından akıyordu.
Memleketinde de her sene ormanlar yanardı Mehmet’in. Çaldağı’nın yamacına yaslanmış bir orman köyündendi. Yangın çıktı mı, köyde kim var kim yok söndürmeye koşardı. Manisa’nın, Turgutlu’nun bütün itfaiye sirenlerini acı acı çalarak giderlerdi yangına doğru. Gökyüzünde yangın söndürme helikopterleri, uçaklar vızır vızır dönerdi.
Burada ise hiçbir şey yapılmıyordu. Hiçbir şey!… Komutanları yangına “kıçlarını yakmadığı” sürece müdahaleyi yasaklamıştı. “Güvenlik gereği bu ormanların yanması gerek” diyordu komutan, “Siz dağı taşı teröristlerden temizlemekle görevlisiniz. Dağlarda ne kadar çok ağaç, gizlenecek o kadar çok yer demektir. O yüzden yanacak bu ormanlar, hatta yakılacak. Son terörist öldürülene kadar tek bir ağaç kalmayacak bu dağlarda!”
Üç dört gün önce, kurşun, bomba seslerinin sustuğu bir şafak vakti, yangınlar daha kendilerinden yana gelmemişken, Mehmet karşı tepelerin arkasından binlerce kuşun havalandığını görmüştü. Uzun kırmızı boyunlu, telli turnalar, bütün zariflikleri ile üzerlerinden geçmişler güneye doğru süzülüp gitmişlerdi. Turnaların neden yaz ortasında, göç mevsimi gelmemişken havalandıklarına şaşırmıştı önce. Sonra anladı, dumanların yükseldiği yerden kalkan kuşların yangından kaçtığını.
***
Munzur Dağlarından erken göç eden turnaları cezaevinin havalandırmasından gördü Kemal Özer. Tam volta saatinde, bir avuç gökyüzünde gezen bulutları izlerken fark etti onları. Bu mevsimde turna göçünü hayra yormadı, dışarıda bir sıkıntı olduğunu anladı.
Anadolu Parsı’nın ölü yavrusunun fotoğrafını çektiği gün aklına geldi. Pülümür Karagöz deresinin kıyısında yatıyordu hayvan. Muhtemelen boğulmuş, su onu kıyıya atmıştı. Derisi, etleri çürümeye başlamıştı ama kocaman sivri dişleri hala korkunç görünüyordu. Bulunan cesedin, nesli tükendi sanılan Anadolu parsının yavrusuna ait olduğu kanıtlandı sonradan.
Turnaların geçişi bitene kadar başını gökyüzünden indirmedi. Son turna da daracık göğünden yittiğinde voltasına devam etti. İç geçirdi Munzur Dağlarını düşünerek. Yaptığı haberleri anımsamaya çalıştı. Munzur Vadisi havzasında envanterlere geçirilmiş 1600 tane bitki çeşidinden yüzde 18’inin endemik olduğu bilgisi aklında kalmıştı. Üç yüze yakın, sadece Munzur Milli Parkı sınırları içerisinde yaşayan endemik tür vardı.
“Bern Sözleşmesine göre korunması gereken bu türlerin hiçbirine gereken özen gösterilmiyor” demişti avukat Barış Yıldırım. Son derece kaygılıydı Munzur Vadisi’nin geleceği için. “Bakanlık Munzur Vadisi Milli Parkı sınırları içerisinde toplam 4 Baraj ve 6 HES projesine izin verdi. Buna engel olamazsak Munzur Vadisi içindeki binlerce canlı, endemik türler, Anadolu Parsı yok olup gidecek!”
Anadolu’daki son parsın yanı sıra, vaşak, çengel boynuzlu dağ keçisi, şah ve kaya kartalları, ur kekliği, boz ayı gibi türü tehdit altındaki onlarca canlının son sığınaklarıydı Munzur Vadisi.
Dersim coğrafyasına aşık, vaşakların, ayıların, dağ keçilerinin fotoğraflarını çekmek için yaşamını tehlikeye atmaktan çekinmeyen bir gazeteci Kemal Özer. Yaklaşık bir yıldır dört duvar arasında, bir avuç gökyüzüne bakarak geçiriyor günlerini. O da, nesli tükenmekte olan bir gazeteci türünün son örneklerinden…
***
Önce kadınlar yürüdüler yangının üzerine. “Giremezsiniz, güvenli değil, çatışmalar sürüyor” uyarılarına hiç aldırmadılar. Dersim’de doğanın çığlığını ilk onlar duydu. Yavru karacanın acısını, annesinin çaresizliğini onlar hissettiler yüreklerinde.
Nöbet yerinden, karşı tepelerde ellerinde küreklerle, sopalarla yangına müdahale eden sivilleri dürbünüyle izledi Mehmet. Başı yazmalı, ağzını burnunu poşu ile kapatmış kadınların dumana, alevlere aldırmadan yangını söndürmek için çabalamalarına şaştı. Bu yangın yerine bir yudum da olsa su taşıyamamak ezdi yüreğini.
Karaca’nın göz yaşlarından, turnaların erken göçünden kendisini sorumlu tuttu ve utandı…
https://www.evrensel.net/yazi/82130/yangin-yeri

Bir su samuru daha karayolunda öldü!


Bir su samuru daha karayolunda öldü!
  
 26 Ağustos 2018 12:29

Yaban hayatın tam ortasında geçen Söke-Bodrum karayolunda yine bir su samuru hayatını kaybetti.
Özer AKDEMİR
İzmir
Söke – Bodrum karayolunda yaklaşık bir yıl önce ezilerek ölen su samurunun haberini yaparak “bir su samuru karayolunda niye ölür?” diye sormuştuk. Sucul ortamlarda yaşayan yarı sucul su samurunun (lutra lutra) karayoluna çıkıp ezilerek ölmesini Ekosistemi ve Doğa Sevenler Derneği (EKODOSD) “belki de dünya da bir ilk”  olarak nitelemişti. Aradan bir yıl geçmişken, yine aynı yerde bir su samuru daha arabalar tarafından ezilerek öldürüldü!
YABAN HAYVANLARININ ÖLÜM YOLU!
 
Fotoğraflar: EKODOSD
1950’li yıllarda yapılan Söke Bodrum karayolu, Batı Anadolu’da yaban hayatının en zengin olduğu bölgenin tam ortasından geçirildi. Yolun yaklaşık 30 kilometrelik bölümü bu tarihten itibaren adeta bir ‘ölüm yolu’ haline geldi. Yaşam alanlarından otoyol geçirilen hayvanlardan hergün onlarcası araçların altında kalarak yaşamını yitirirken, bu kazalarda özellikle yaban domuzlarına çarpmalar araç sürücülerinin de yaşamları için büyük bir tehlike durumunda.
SAYILARI ÇOK AZALDI
İki yıl içerisinde su samurlarının ardı ardına karayolunda ezilmeleri sayıları günümüzde oldukça azalan bu hayvanların Söke Ovasındaki eski Menderes yatakları olarak bilinen azmaklarda yaşadıklarını da kanıtlamış oldu. EKODOSD, yaşam alanlarının azalması, aşırı kirlilik ve çevresel faktörlerle eski yıllara göre doğada yiyecek sıkıntısı çeken bu canlıların, yaşamlarını sürdürmek ve nesillerini devam ettirmek için, bulunmuş olduğu alandan bir diğer alana geçmek zorunda kaldıklarına dikkat çekti.
GEÇİŞ KORİDORLARI YOK
 
Fotoğraflar: EKODOSD
Bölgede çiftliği bulunan Abdullah Kavak adlı bir dernek üyesinin her gün sabah saatlerinde yolda ölen hayvanların kaydını tuttuğunu belirten EKODOSD Başkanı Bahattin Sürücü, Kavak’ın önceki gün karayolunda araçlar tarafından ezilerek öldürülmüş bir su samuru ile karşılaştığını dile getirdi. Su samurlarının yaşam alanları olan sulak alanların ortasından karayolu geçtiğine ve bu sulak alanlar arasında herhangi bir geçiş koridoru olmadığına dikkat çeken Sürücü, diğer yaban hayvanları gibi su samurunun da bu nedenle ezilerek yaşamını yitirdiğini belirtti.
YOLLAR İNSAN ODAKLI YAPILINCA
Söke – Bodrum karayolunda son 30 yılda birçok genişlemelerin, bölünmüş yol ve çelik bariyerlerin döşenmesi gibi birçok değişimlerin olduğunu aktaran Sürücü, “Yolda her yapılan yenilik sadece insan odaklı olduğundan, Aşağı Büyük Menderes Havzası’nın en zengin yaban hayatının geçtiği karayolunda yaban hayatı için bir düzenleme düşünülmemiş. Daha önce ölen hayvanlarla ilgili Karayolları ve ilgili kurumlara verdiğimiz rapor sonucunda, yol kenarlarına tabelalar dikilmişti. Özellikle gece ve sabaha karşı çarpılan hayvanlar için, sürücülerin hem kendi hayatlarını tehlikeye atmaması hem de bu canlıların yaşamlarının korunması için sürat yapmamalı” dedi.
MENFEZLER BİTKİLENDİRİLMELİ
 Fotoğraflar: EKODOSD
Dünyanın birçok ülkesinde var olan, ülkemizde de birkaç yerde yapılmaya başlanan yaban hayatı köprülerinin, yaban hayvanlarının doğal bir yoldan geçmelerini sağlayarak, yaşamlarını kurtardığını ileri süren Sürücü, Söke-Milas karayolu düz alanda olduğundan bu tür geçiş koridorlarının yapılması zor olsa da, karayolunun altında kullanılmayan birçok menfez bulunmaktadır. Kullanılmayan menfezler içinde bitkilendirme yapılarak, doğaya uyumlu bir şekilde düzenlenip yaban hayvanlarının tehlikesiz bir şekilde geçişleri sağlanabilir” dedi.
AZMAKLARIN ÖNEMİ
Su samuru gibi nadir canlıların yaşam alanları olan Söke Ovası’nın azmaklarının kirletilmemesi ve koruyucu önlemler alınması gerektiğine dikkat çeken Sürücü, “Azmaklar su toplama çukurları gibi görülmemeli, Su Samurları başta olmak üzere birçok canlıya beslenme, barınma ve üreme olanağı sundukları bilinmelidir. Zengin yaban hayatının tam ortasından geçen Söke-Bodrum yolunda gerekli önlemler mutlaka alınmalıdır” dedi.

Son Düzenlenme Tarihi: 26 Ağustos 2018 13:20
      
https://www.evrensel.net/haber/360040/bir-su-samuru-daha-karayolunda-oldu

19 Ağustos 2018 Pazar

Çeltikçi kuşun ağıdı (Pazar yazısı)



19 Ağustos 2018 04:13
     
Sabahleyin balkonuna çıktığında sokağın ortasında dikilen çeltikçi kuşuyla göz göze geldi. Mordan, koyu yeşile, turuncudan kahverengiye dönen tüyleriyle on metre kadar önünde duran kuş, bir süre sonra ince uzun kıvrık gagasını sokağı kaplamış suların içine daldırdı. Komşu site ile ortak kullandıkları yolun büyük bir bölümü suyun içindeydi ve orada dün olduğu gibi bugün de birkaç uzun bacaklı çeltikçi kuş dolanıyordu.
İki gündür aralıksız yağan yağmur, bahçesini bazı yerlerde neredeyse ayak bileğini geçecek miktarda suyun altında bırakmıştı. Daha yeni değiştirdiği hazır çimlerinin mahvolduğunu düşündü. Sadece onlar zarar görse gene iyiydi; bir kez bile ürün alamadığı şeftali ağacı, kırmızı, beyaz renkte açan baygın kokulu gülleri, bahçe duvarının dibine öbek öbek yerleştirdiği melisaları, sarmaşıkları, akşam sefaları... Şimdi hepsi bir karış suyun altındaydı.  

 

Yağmur, bugün sabaha karşı nihayet biraz sakinleşmişse de hâlâ ımıl ımıl yağıyordu. İki gün boyunca evinde kös kös oturmuş, uzakta, kasvetli gökyüzünün altında köpüren denizi seyrederek şarabını yudumlamıştı. Bunun da ayrı bir keyfi, lezzeti vardı ama daha yaz bitmemişken, ağustosun ortasında bastıran bu yağmur yüzünden denize giremeyip eve hapsolmak epeyce canını sıkmıştı. Şurada ne kalmıştı ki, on güne kadar İzmir’e dönmesi gerekiyordu.
Bu sitedeki evi alırken aslında çok da düşünmemişti. Her biri bahçeli, tripleks konutlar hem göl, hem deniz, hem de dağ manzaralıydı. Konutların önünde, bu evleri yapmak için bir kısmını kuruttukları Kocagöl vardı. Kocagöl’ün bazı yerde sazlıklardan görülmeyen yeşil sularının ötesinde ise Kuşadası’nın en güzel plajlarından birisi ve masmavi deniz uzanıyordu.
Evin arka yüzü Samson Dağları’na bakıyordu. Evi satın almak için geldiğinde Samson, boynunu beyaz bir kaşkolla sarmış gibi halka şeklindeki bulutlarla kaplıydı. Dağın doruğunun bulutun içerisinden yavaş yavaş sıyrılmasına hayran kalmıştı. Temiz dağ havasını ciğerlerinde hissetmiş, gölün yosun kaplı yüzeyinden çıkan buğu ile hemen ardındaki denizin iyot kokulu karışımına bayılmıştı. İşte bunları gördükten sonra emlakçının eline evi almak için saydığı para, belki de Kuşadası’nın başka bir yerinde olsa iki ayrı yazlık almasına yetecek kadardı. 
Ama işte bu yılki tatilinin son günlerinde ortaya çıkan bu yağmur, “o kadar parayı vermekle hata mı ettik” diye düşündürtmüştü. Ne denize gidebiliyor, ne gölün etrafını gezebiliyor, ne de Samson Dağları’nın toprak yollarından, kızılçamların gölgelediği patikalarından aşıp Kurşunlu Manastırı’na kadar uzanabiliyordu.
***
Öğleden sonra, yağan yağmura karşı komşusu emekli profesör Hami beyle, katlama camla kaplattığı balkonunda oturup demlenirken, ilk kez evi aldığına pişman olduğunu söyledi. “Hocam vallahi yazık, hem kendi cebimize hem milli servete. Şunun şurasında bir buçuk iki ay kaldığımız bir ev için bunca para, bunca masraf. Üstelik bakın kaç gündür burnumuzu bile çıkaramıyoruz yazın ortasında...”
Saçı sakalı pamuk gibi bembeyaz olan Hami hoca, içine buz atıp yavaş yavaş beyazlamasını izlediği içkisinden bir yudum alıp güldü, “Aslında ben de pişmanım” dedi. Pişmanlığının nedeni ise bambaşkaydı: “Ben üniversitede çevre derslerine girdim. Yıllar önce şu önümüzdeki Kocagöl’le ilgili rapor hazırlamıştım. Bir, bir buçuk ay dolaştım buraları. O zaman göl, sazlıklardan, kargılardan, ılgınlardan geçilmezdi. Uçsuz bucaksızmış gibiydi. Binlerce kuş gelip konaklardı gölde. Yalıçapkını, sakar mekesi, çeltikçi kuşları, gri balıkçıl, ak balıkçıl... Yılanı, kurbağası yeşil bir yosun tabakasının üzerinde yüzerlerdi. Levrek, kefal, çipura kaynardı göl. Sonra önce şu tepelere yazlıklar yapıldı. ‘Göl-deniz-dağ manzaralı’ diye kapış kapış gitti evler. Zamanla gölle ilgili “bataklık, sivrisinek yuvası” diye sızlanmalar başlayınca önce sazlıklar yakıldı. Sonra da suların daha aşağılara çekilmesi için koca kanallar açıldı.”
Hocanın anlattıklarını dikkatle dinlerken, karşıda, yağmur bulutunun altında sakince kıpırdanan göle bakıyordu.
“Tam o zamanlarda rapor hazırlamak için geldim buraya” diye devam etti hoca: “Gençtim daha, yardımcı doçenttim. Hırslıydım, iyi para kazanmanın ve akademik kariyerimin önünde hiçbir şeyin engel olmasını istemiyordum. O yüzden, buraya ‘sulak alan özelliği yoktur’ görüşü vermekten hiç çekinmedim. Sonrası malum. Her taraf üç beş yıl içerisinde yazlık konutlarla doldu. Kocagöl’ün kocalığı da sadece adında kaldı. Ben de, bir zaman sonra yazlıkların yapımı bitince ucuza aldım bu evi. Ne yalan söyleyeyim, benim raporum olmasa bu konutları çok zor yapacağını bilen müteahhit bana epey uygun bir fiyata sattı evi.”
Yarısına kadar dolu, hafif beyazlamış bardağı bir dikişte içti Hami hoca. Yenilenirken gülerek “üstten tek” diye ölçüsünü tarif ettiği içkisinin içine iri bir buz parçası atıp renksiz sıvının gittikçe büyüyen bir bulutmuş gibi beyazlamasına daldı yine. Tabağındaki mezelerden zeytinyağlı deniz börülcesinin üstüne bir parça keçi peyniri yedikten sonra devam etti:
“Bundan daha da kötüsü var” dedi. Kaşları içindeki sıkıntıyı ele verir bir biçimde çatılmıştı. “Sitenin yamacındaki küçük bir tepecikte Tüllüşah’ların sarı sarı boy attığını gördüm. Neredeyse benim boyuma gelmişlerdi. Dünyada sadece Kuşadası’nda yetişiyordu bu bitki ve bunu müteahhite söyleyip ‘ben görmemiş olayım’ dedim. Tüllüşahlar o gün köklerinden söküldü.”
Yorgun sesinde saklamadığı bir pişmanlık vardı. Şimdiyle kadar bunca yıllık komşuluğunda bir kez bile bunları anlatmamış olmasına şaşırmıştı ev sahibi.
 

İçkisinden iri bir yudum daha alan Hami hocanın sonraki sözleri, komşusunun soran bakışlarına yanıt gibiydi: “Şimdi neden mi pişmanım? Şu sokaklardaki çeltikçi kuşlarını görüyor musun? Ya seslerini duyuyor musun? İnliyorlar gibi sanki, ağıt yakıyorlar gibi! Ya da bana öyle geliyor artık. Buralar onların eviydi, beslenme alanıydı. Bir lokma yiyecek bulabilmek için sokak aralarımıza, bahçelerimize kadar girmek zorunda kalıyorlar bugün. Biz işte bu çeltikçi kuşlarının, sakar mekelerin yuvalarını dağıtıp kendimize ev yaptığımızı sanıyoruz. Oysa göl gördüğün gibi, yağmurlar biraz fazla yağınca, elinden aldığımız yerleri yeniden alıyor bizden. Milyon yılda bu gölü meydana getiren doğanın bizim bu yaptıklarımızı yanımıza bırakmayacağını hesaba katmamız gerekiyordu. En çok da ben bilmeliydim bunu...”
Sesi fısıltı gibi çıkıyordu artık Hami hocanın, hafif hafif de peltekleşmeye başlamıştı konuşması. Belki ardı ardına yuvarladığı kadehler belki de anlattıklarının içini yakan ağırlığı durgunlaştırmıştı onu. Göle bakarak kendi kendine konuşur gibi devam etti sözlerine: “Doğanın intikam duygusu yoktur, ama canlıdır. Yaptığımız her şeyin karşılığını mutlaka buluruz onda. Çeltikçi kuşlarına çektirdiklerimizin ceremesini ödüyoruz bizler de. ‘Onların ahı tuttu’ desem birçokları güler geçer ama doğrusu da bu. Ekolojik dengeyi bozduğumuzda bunun nelere mal olacağını hesaplamak çok zor. Bataklık yılanlarının bahçelerimize, evlerimize kadar girmesi bizim doğaya yaptığımız bu bilinçsiz ve hatta zalimce müdahalenin bir sonucu. Ektiğimiz biçiyoruz üstadım.” Samimi bir keder akıyordu sesinden.
Yağmur akşama doğru durdu. Sular kısa zamanda çekildi sokaklardan. Çeltikçi kuşları bir süre daha dolandılar, bir zamanlar yumurta bıraktıkları yerlerde, evlerin arasında. Güneş, denizi turuncuya boyayarak batarken, çeltikçi kuşları bir avuç kalan göle, sazlıkların arasına doğru yöneldiler.
https://www.evrensel.net/yazi/82089/celtikci-kusun-agidi

17 Ağustos 2018 Cuma

Cerattepe Buluşmasına valilik yasağı


Cerattepe Buluşmasına valilik yasağı
  
 17 Ağustos 2018 12:25
   
Artvin Valiliği, Cerattepe Buluşmasına bayramı gerekçe göstererek izin vermedi
Özer AKDEMİR
Artvin Valiliği Kafkasör yaylasında yapılması planlanan Cerattepe Buluşmasına bayram tatili yoğunluğunu gerekçe gösererek izin vermedi. Yeşil Artvin Derneği valiliğin bu yasakçı tutumunu kınayarak tüm Artvinlileri Kafkasör yaylasında piknik yapmaya çağırdı.
30 YILI BULAN CERATTEPE MÜCADELESİ
Artvin'in tepesinde işletilmek istenen altın madenine karşı yıllardır direnen Artvinliler, bu süre boyunca sürekli bir şekilde devlet kurumlarının engellemelerine maruz kaldılar. Artvin'in içme suyu havzasında yer alan altın madeninin kent açısından bir yıkım olacağını ortaya koyan bilimsel verilere, mahkeme kararlarına ve neredeyse kentin tamamının karşı çıkışına rağmen AKP hükümeti Cerattepe'de altın işletilebilmesi için yandaş sermayedar Cengiz Holdinge her türlü kolaylığı sağladı. Cerattepeye iş makinelerinin çıkarılmasını önlemek için Kafkasör yaylasına  giden yolu araçları ile tıkayarak barikat kuran Artvinliler, kente gönderilen 7 ilin polis ve jandarmasının gazlı joplu saldırısına üç gün boyunca direndiler. Daha önce "ya Artvin ya maden" diyerek madenin işletilemeyeceğine karar veren mahkemeler de bir süre sonra bu kararı veren hakimlerin sürgün edilmesi sonrası yeniden açılan dava da bu sefer tam tersi kararlar verilerek hukuksal olarak altın madeninin önünü açtılar. İş makinelerinin zorla Cerattepeye çıkarılmasından birkaç ay sonra maden alanına yapılan inceleme gezisinde gazeteciler şirketin doğa talanına şahit oldular.  Tüm olumsuzluklara rağmen Artvinliler 30 yılı bulan Cerattepeyi koruma mücadelesini kararlılıkla devam ettiriyorlar.
 
Fotoğraf: Özer Akdemir/EVRENSEL
OHAL ARTVİN'DEN KALKMAMIŞ!
Bu mücadelenin bir parçası olarak Türkiye'nin dört bir yanındaki Artvin Dernek ve Vakıfları ile Yeşil Artvin Derneği tarafından 19 Ağustos'ta yapılması planlanan “Cerattepe için Artvin Buluşması” Artvin Valiliğinin engeline takıldı. OHAL sürecinde aylarca kentteki gösteri ve toplantıları yasaklayan valilik, OHAL'in kaldırıldığının ilan edilmesine rağmen adeta bunun Artvin için geçerli olmadığına dair bir karara imza attı. 
YANILMIŞIZ!
Konuyla ilgili Yeşil Artvin Derneği Başkanı Nur Neşe Karahan imzasıyla yapılan açıklamada, dernek olarak Cerattepe Buluşması için Artvin Valiliğine 25 Temmuzda izin başvurusu yaptıklarını belirtildi. Kafkasör yaylasında piknik ve Çoruhparkta konserler şeklinde yapılması öngörülen etkinliklere OHAL’in kalkmış olmasının da memnuniyeti ile bu kez izin verileceğini düşündüklerini ifade eden Karahan,  "İzin taleplerimizin artık kabul edileceği ve bu kez bir kişi değil, tüm halkın söylediklerine bir kez olsun kulak verileceğini  düşündük doğal olarak. Yanılmışız!" dedi. 
 
Fotoğraf: Özer Akdemir/EVRENSEL
EN HAFİF DEYİMLE DEMOKRASİ AYIBI
Valiliğin üç hafta önce yapılan izin başvurusuna önceki gün gönderdiği yanıtla “Etkinliğin Bayram tatiline denk geldiği, çok sayıda turist olduğu, yoğunluğun bayramlarda arttığı ve vatandaşların mağduriyetlerinin olmaması .... “ gerekçeleriyle izin vermediğini dile getiren Karahan, "Toplumun en masum taleplerini bile karşılayamamak, öte yandan bir kente ve ülkeye ciddi zarar verdiği ortada olan bazı özel kişilerin her türlü talebine büyük bir aşk ile olumlu cevap vermek, en hafif deyimle bir demokrasi ayıbıdır" dedi. Yapmak istedikleri etkinlikte sadece doğayı ve çevreyi koruma içerikli konuşmalar yapılacağını aktaran Karahan, "etrafa asit maden suyu, civa ve ağır metal, milyonlarca ton hafriyat atmayacak, suları zehirlemeyecek, ormanları kesmeyecektik. Sahi bunlar olurken sayın valiliğimiz bir şeyler yapıyor mu? Mesela derelerin suyunu bir kez tahlil ettirdiler mi? Ormanlara dökülen hafriyatlara ilgili falan ve filan sayılı yasa ve yönetmeliklere göre gereğini yaptılar mı? Yoksa bu makamın görevi toplum sağlığı yerine konuşanları susturmak mıdır? Biz yine de hatırlatalım dedik. Bir Vali’nin görevi toplumuna kulak vermektir. Artvin halkı bir  vatan haini muamelesi görmekten bıkmıştır ve ziyadesiyle incinmiştir. Bunu muameleyi hakkedecek hiç bir şey yapmamıştır?" dedi.

Fotoğraf: Özer Akdemir/EVRENSEL
KAFKASÖRDE PİKNİK YAPACAĞIZ, VALİ DE DAVETLİ
Yeşil Artvin Derneği olarak, Artvin Valiliğini kendi ayıbıyla baş başa bırakarak, iptal edilen etkinliklerin yerine Kafkasör Mesire yerinde tüm Artvinlileri ve Artvinin misafirlerini piknik yapmaya davet ettiklerini belirten Karahan, "Lütfederlerse Sayın Vali de bayramlaşmak için pikniğimize katılabilirler. Bunun için bir izin talebine gerek bulunmamaktadır. Biz iyi biliyoruz ki “Vatanseverlik, ülkeyi sevmektir, hükümetleri değil” Artvin halkı defalarca kanıtlamıştır vatanseverliğini. Madene karşı olunduğu için vatan haini madenciyi sevince vatansever olunmuyor" dedi.
Son Düzenlenme Tarihi: 17 Ağustos 2018 16:09
      

16 Ağustos 2018 Perşembe

Danıştay’dan Efemçukuru altın madeni için İzmirlileri sevindiren karar


Danıştay’dan Efemçukuru altın madeni için İzmirlileri sevindiren karar
  
 16 Ağustos 2018 14:59
    
Danıştay Efemçukuru için bu sefer maden karşıtlarını haklı buldu, ‘analiz yapılmadan karar verilemez’ dedi. 
Özer AKDEMİR
İzmir
İzmir'in içme suyu havzasında işletilen Efemçukuru altın madeninin kapasite artışına karşı açılan davanın reddedilmesi Danıştay tarafından bozuldu. 
Daha önce madenin yörede su ve toprakta ağır metalleri arttırdığına yönelik analizleri içeren bilirkişi raporunu "bilirkişiler İzmirli" diye reddeden Danıştay, bu sefer de sonrasında yapılan bilirkişi keşfindeki raporu yetersiz buldu. Danıştay, ek rapor hazırlanarak madenin çevresel etkilerinin ortaya konması sonrası karar verilmesi gerektiğine hükmetti. 
İZMİR’İN İÇME SUYU HAVZASINDA ALTIN MADENİ
İzmir'in içme suyunun yüzde 40'ını karşılayan Tahtalı Barajı koruma sınırında bulunan Efemçukuru altın madeni 2011 yılından bu yana yöredeki faaliyetlerine devam ediyor. Altın madeninin İzmir’in su havzası için büyük bir tehlike yarattığı şimdiye kadar pek çok bilimsel rapor ile belgelenmesine karşın maden bu tür davalarda sıkça rastlandığı üzere hukukçular tarafından "hukukun ardından dolanılması" denilen yöntemlerle üretimini sürdürdü. Maden, kentin içme suyu üzerindeki bu zararlı etkisine rağmen kapatılmazken üstüne üstlük bir de kapasite artışına gitti. 
MADENİN OLUMSUZ ETKİSİ ANALİZ SONUÇLARINDA
İşletme süresini bir anda 17 yıla çıkaran madenin kapasite artışına Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından 2012 tarihinde ÇED olumlu kararı verildi. Altın madenine karşı yıllardır mücadele eden EGEÇEP, HKKTÖ Çevre Mühendisleri Odası ve İzmir Tabip Odası'nın açtığı davada yapılan bilirkişi incelemesinde maden işletmesinden alınan örneklerde “arsenik, kadmiyum, bakır, kurşun, mangan gibi elementlerin dünya kabuk ortalaması seviyelerini aştığı" tespit edildi. Altın madeninin yörede toprak ve sudaki olumsuz etkisini ortaya koyan 107 sayfalık bu rapora yapılan itiraz sonrası verilen ÇED iptali kararı, bakanlığın ve şirketin itirazı sonrası "analizlerin yapıldığı İzmir İleri Teknoloji Enstitüsü Laboratuarının akredite olmadığı ve bilirkişilerin İzmir üniversitelerinden olduğu" gerekçesiyle Danıştay tarafından bozuldu. 
107 SAYFALIK RAPOR 7 SAYFADA 'ÇÜRÜTÜLDÜ'!
Bu bozmanın ardından tekrar yapılan bilirkişi keşfinde işletme içindeki toprak ve sulardan herhangi bir örnek alınmaması eleştiri konusu edilmiş, tartışmalı bilirkişi keşfinin ardından açıklanan 7 sayfalık bir belge rapor olarak mahkemeye sunulmuştu.
DANIŞTAY EK RAPOR İSTEDİ
Davacı kurumların kararı temyiz etmesinin ardından dosyayı tekrar inceleyen Danıştay 14. Dairesi bu kez madene karşı çıkanların lehine bozma kararı verdi. Danıştay 14. Dairesi kararında “Raporun, sadece mevcuttaki işletme faaliyetlerinin değerlendirilmesi suretiyle oluşturulduğu; raporda, dava konusu proje kapsamında öngörülen kapasite artışının çevresel etkilerine ayrıca yer verilmediği, raporun keşif esnasında numune de alınmadan hazırlandığı; bu haliyle raporun, uyuşmazlığın çözümü için yeterli olmadığı sonucuna varılmıştır" dedi. Danıştay, maden sahası içinden su, toprak, kayaç ve pasa örneklemelerinin alınıp, akredite laboratuarlarca incelenmesi sonucunda elde edilecek analiz raporları da değerlendirilmek suretiyle ek bir rapor hazırlanmasına karar verdi. 
İZMİRLİLERE ÇAĞRI
Danıştay kararına dair yazılı bir basın açıklaması yapan kurumlar aynı bilirkişilerden ek rapor alınacak olmasının kendileri açısından bir güvensizlik oluşturduğunu ve buna dair itirazları mahkemeye sunacaklarını dile getirdiler. Kurumların açıklamasında, "Danıştayın bu kararı ile İzmir’in yaşamsal bir sorunu olan altın madeni işletmesinden kurtulmanın yolu açılmıştır. Bunun için davaya tüm İzmirlilerin sahip çıkması gerekmektedir" denildi. 



Son Düzenlenme Tarihi: 16 Ağustos 2018 15:53

15 Ağustos 2018 Çarşamba

İBB'den Gazi Bulvarındaki çınar ağaçları için açıklama: Koruma altında



İBB'den Gazi Bulvarındaki çınar ağaçları için açıklama: Koruma altında
  
 15 Ağustos 2018 13:58
   
ORMUH'dan Gazi Bulvarındaki tramvay yolunun yanında bulunan çınarların akıbetine ilişkin açıklama yapıldı.
İzmir Büyükşehir Belediyesi Orman Mühendisleri Odası (ORMUH) İzmir Şubesi'nin yayınladığı Gazi Bulvarında, tramvay yolunun yanında bulunan çınarlarla ilgili raporun ardından bir açıklama yayınladı. Büyükşehir Belediyesi ORMUH Raporunun aksine çınar ağaçlarının korunduğunu ileri sürdü.

ORMAN MÜHENDİSLERİ ODASI UYARDI
ORMUH İzmir Şubesi geçtiğimiz günlerde açıkladığı raporunda Gazi Bulvarı ile yaşıt olan ve artık kentin simgelerinden birisi haline gelen çınar ağaçlarının, tramvay yapımı sırasında zarar gördüğünü belirterek, son bir iki ay içerisinde iki ağacın birden devrilmesinin bu hatalı tramvay yolu çalışmasından kaynaklandığını dile getirmişti. ORMUH, kökleri zarar gören ve dengesi bozulan 8-10 ağacın şiddetli bir fırtınada yıkılma olasılığına dikkat çekerek, önlem alınmasını istemişti.
'TRAMVAY YOLU ÇINARLARA ZARAR VERMEDİ'
Odanın bu raporunun ardından bir açıklama yapan İzmir Büyükşehir Belediyesi (İBB) ise çınar ağaçlarının korunduğunu ve gerekli bakımların yapıldığını ileri sürdü. Gazi Bulvarı'ndaki asırlık çınarların koruma altına aldığını iddia eden İBB,  kent genelindeki yaşlı ağaçların tedavisi için çıkılan "ağaç restorasyonu bakım ve onarım" ihalesini sonuçlandığını ve bu kapsamda Gazi Bulvarı'ndaki ağaçların iyileştirme çalışmalarına da başlandığını açıkladı. Gazi Bulvarı'ndan tramvay hattı geçirilmesi sırasında yapılan çalışmaların çınar ağaçlarının köklerine zarar vermesinin söz konusu olmadığını ileri süren İBB açıklamasında, "Ray döşenmesi gibi derin kazı gerektirmeyen imalat işlerinin kökleri çok güçlü olan çınar ağacına zarar vermesi mümkün değildir" denildi.
ÇINAR AĞAÇLARI GÜÇLÜ BİTKİLERDİR
İBB açıklamasına göre Gazi Bulvarı'ndaki çınar ağaçlarında tramvay çalışmaları nedeniyle değil ilerleyen yaşları ve farklı çevresel etkenler nedeniyle bir takım sorunlar oluşmuş durumda. İBB açıklamasında tramvay çalışmalarından çok daha önce tespit edilen bir takım sağlık sorunlarına ilişkin gerekli müdahalelerin yapıldığı belirtilirken "Çınar ağaçları derin köklenen ve kök yapısı çok güçlü bir bitkidir. Özellikle yaşı ile orantılı olarak tonlarca ağırlığı taşımak için derin kök oluşumu, bitkilerin toprak zemine tutunması açısından zorunludur. Rayların inşa sürecinde yapılan çalışmalarda derin kazı veya zemin profilini gevşetecek bir işlem yapılmamış, kazı çalışmaları sadece rayların güzergâhı ile sınırlandırılmıştır" denildi.
HER YIL BAKIMLARI YAPILIYOR
Ağaçların budama gibi rutin bakım çalışmalarının her yıl kök-gövde dengesini sağlayacak şekilde yapıldığını ifade eden İBB, "Bazı durumlarda ilerleyen bitki yaşı, diğer ağaçlara, binalara mesafesine bağlı olarak ışığa ve fiziksel olarak bitki gelişimini destekleyen alanlara yönelmeleri, ağaçların normal şeklini ve ağırlık merkezlerini değiştirebilmektedir. Yoğun araç trafiği gözlenen Gazi Bulvarı gibi lokasyonlarda doğrudan egzoz ve/veya diğer organik uçucu bileşik emisyonlar, hem çınar ağaçlarını, hem de kent içerisinde yer alan diğer bitki türlerine ait ağaçları olumsuz yönde etkileyebilmektedir" dedi. İBB açıklamasında, Buca Kaynaklar’da, aralarında 1000 yaşındaki çınarın da bulunduğu 6 tescilli ağacın “özel dolgularla” kurtarıldığı ve kent genelinde yüzü aşkın asırlık çınar ağacının koruma altına alınarak bakımının yapıldığını dile getirildi. (İZMİR)
Son Düzenlenme Tarihi: 15 Ağustos 2018 14:03

14 Ağustos 2018 Salı

Kuşadası’nın tek sulak alanı Kocagöl can çekişiyor!


Kuşadası’nın tek sulak alanı Kocagöl can çekişiyor!
  
 14 Ağustos 2018 14:16
    
Aydın Kuşadası’nda Dilek Yarımadası Milli Parkı sınırına 2 kilometre uzaklıkta ve tek sulak alanı olan Kocagöl tam anlamıyla yaşam mücadelesi veriyor.
Özer AKDEMİR
İzmir
Aydın Kuşadası’nın tek sulak alanı olan Kocagöl tam anlamıyla yaşam mücadelesi veriyor. Dilek Yarımadası Milli Parkı sınırına iki kilometre uzaklıkta, denize 20-30 metre mesafede bulunan Kocagöl’ün etrafı yazlık siteler tarafından istila edilmiş durumda.
GÖL KURUTULUP YAZLIK YAPILMIŞ
Gölün eski halini bilenlerin “sazlıklar, kargılar ve ılgınlarla dolu sulak alanın ucu bucağı görülmezdi” diye anlattığı Kocagöl, bugün bir avuç kalmış durumda. Gölün etrafında 1980’li yıllardan itibaren başlayan yapılaşma zamanla sulak alana ait arazilere de sıçramış. Gölün önemli bir kısmı sazlıkların yakılması ve temizlenerek arazi açılımları sonrası bu konutlarca doldurulmuş. Yüzlerce yıldır gölü barınma ve üreme alanı olarak kullanan kuşların da yaşam alanları bu konutlar tarafından istila edilmiş. Şimdilerde, yoğun yağışın olduğu dönemlerde gölün suları sitelerin sokakları arasına, bahçelere kadar girdiğinde özellikle çeltikçi kuşlarının beslenmek için buralara kadar geldiği görülüyor. 
Kuşadası Güzelçamlı Meşelikuyu mevkiinde bulunan Kocagöl’de, ayrıca yalıçapkını, gri balıkçıl, sakar meke, akbalıkçıl gibi 30’a yakın kuş türünün varlığı biliniyor. Göl aynı zamanda levrek, kefal ve çipura balıklarının üreme alanı durumunda. Kocagöl, su yılanları, kurbağalar, su kaplumbağaları gibi pek çok sucul canlıyı da barındırıyor. 

 
Fotoğraf: EKODOSD
SON DARBE BALIK ÇİFTLİKLERİ
Gölün küçücük bir su haline gelmesinin nedenlerinden birisi de gölü besleyen Samson Dağlarından gelen derelerin kurutulması ve üzerlerinin kapatılarak yol yapılması. Nihayetinde göle en son darbeyi ise il özel idaresi vurmuş. İl özel idaresi Kocagöl’e, göldeki ekosistem, çevre hassasiyetlerini hiç düşünmeden, Kuşadası’nın en güzel sahillerinin ve plajlarının olduğu bölgeye balık üretim çiftliklerinin kurulmasına izin vermiş. Böylece balık çiftliklerinden gelen ve çevredeki sitelerden kaçak olarak göle bağlanan pis su borularıyla Kocagöl kirlilikten nasibini almış.
ÇEVRE VE HALK SAĞLIĞI TEHLİKEDE
Kocagölün kirlenmesi aynı zamanda 30 metre uzağındaki denizi de kirletmesi anlamına geliyor. Gölün kirli suları 50 metrelik bir kanalla denize boşaltılıyor.  Bu kirli suların denize akıtıldığı yerin sağında ve solunda yer alan plajlarda her gün binlerce insan denize giriyor.  Yani göldeki bu kirlilik hem çevre hem halk sağlığı açısından son derece tehlikeli bir hal almış durumda. 

Fotoğraf: EKODOSD
MAHALLİ SULAK ALAN OLSUN
Ekosistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği (EKODOSD) Başkanı Bahattin Sürücü geçtiğimiz yıllarda gölün Mahalli Sulak alan olarak tescil edilmesi için müracaat ettiklerini belirterek, bir an önce bu tescilin yapılmasını ve insan kaynaklı müdahalelerin engellenmesini istediklerini söyledi.  Mahalli Öneme Haiz Sulak alan ve çevresine, katı atık, moloz, hafriyat dökülmesinin yasak olduğunu aktaran Sürücü, “Mahalli Öneme Haiz Sulak alanların kurutulması yasaktır. Bu sulak alanlarda komisyonun izni olmadan balıklandırma yapılamaz. Aynı zamanda buraların kirletilmemesi, doğal yapılarının ve ekolojik karakterlerinin korunması esastır. Her türlü arazi ve su kullanım planlamalarında, sulak alanların işlev ve değerlerinin korunması gözetilir” dedi.
 
Fotoğraf: EKODOSD
KOCAGÖL’Ü KİM KORUYACAK?
Mahalli Öneme Haiz Sulak alanlara ve sulak alanları besleyen tüm sulara hiçbir suretle arıtılmamış evsel ve endüstriyel atık suların verilemeyeceğini kaydeden Sürücü, “Kocagöl’ü kim koruyacak? Kocagöl’ün mahalli sulak alan olarak tescil edilmesi için Tarım ve Orman Bakanlığı DKMP,  çevresel sorunlarının engellenmesi için Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü,  peyzaj ve rekreasyon düzenlemeleri için Aydın Büyükşehir Belediyesi, çevresindeki halka yönelik bilinçlendirme çalışmalarının yapılması için sivil toplum örgütleri, hep birlikte işbirliği yaparak gölün korunmasını sağlamalıdır” dedi.
Son Düzenlenme Tarihi: 14 Ağustos 2018 14:31

13 Ağustos 2018 Pazartesi

Gazi Bulvarındaki çınarlar ne olacak?



  Gazi Bulvarındaki çınarlar ne olacak?
 13 Ağustos 2018 13:37
    
Orman Mühendisleri Odası İzmir Şubesi, Gazi Bulvarından tramvay hattı geçirilmesi sırasında zarar gören çınarlara ilişkin bir rapor yayımladı.
Özer AKDEMİR
Orman Mühendisleri Odası İzmir Şubesi Gazi Bulvarındaki çınar ağaçları ile ilgili bir rapor hazırladı. Oda, 8-10 ağacın her an bir fırtına da devrilebileceği uyarısında bulundu
ÇINARLAR KENTİN SİMGELERİNDEN BİRİSİ
Bulvardan tramvay hattı geçirilmesi sırasında çınarların kökleri zarar görmüş, bir süre sonra da ağaçlardan bazıları devrilmişti. Orman Mühendisleri Odası İzmir Şubesi raporunda çınar ağaçlarının bulvarın yapım tarihi ile aynı olduğunun altı çizilerek, ağaçların kentin simgelerinden birisi haline geldiği ve adeta caddeyle özdeşleştiği belirtildi. Tramvay güzergahı belirlenirken ilgili kurumların ve uzman meslek odalarının görüşünün alınmadığını aktaran Oda, "Çeşitli tarihlerdeki yazılı ve sözlü uyarılara rağmen, tramvayın taşıt yolundan geçirilmesi alternatifi varken (Şair Eşref Bulvarında olduğu gibi) orta refüj güzergah olarak seçilmiştir. Hattın geçirilmesi sırada yapılan kazı ve zeminin stabilleştirmesi çalışmalarında bir çok çınar ağacının kökleri zarar görmüştür" denildi.
 
Fotoğraf: Orman Mühendisleri Odası İzmir Şubesi
ŞANS ESERİ CAN KAYBI OLMADI
Toplumun hem bireysel hem de örgütsel olarak çevresinde giderek azalan yeşil alan varlığına karşı haklı bir duyarlılık içinde olduğunun altını çizen Oda, "Yol ağaçları, kentlinin en sık karşılaştığı, olumlu etkilerinden en sık yararlandığı canlı varlıklardır. Bu güzergahta yapılan düzenlemelerin hemen hepsinde ağaçların kök sistemi etkilenmiştir. Çalışmalar sırasında bir kısmı kurumuş, bazıları bu uygulamalara direnmiş, günümüze kadar yaşamıştır. Gelinen süreçte çalışmalar sırasında kökleri zarar gören ağaçlardan bir tanesi 1 Haziran 2018 tarihinde yolda seyir halindeki aracın üzerine devrilmiş, şans eseri can kaybı yaşanmamıştır" dedi.
8-10 ÇINARIN YIKILMA TEHLİKESİ VAR
Tramvayın Gazi Bulvarından geçtiği bölümde toplam 54 adet çınar ağacı bulunduğunu vurgulayan Orman Mühendisleri Odası İzmir Şubesi "Yaşlı ağaçların yaklaşık 18 – 20  adedinin kök ve gövde dengesi bozuk olduğu tespit edilmiştir. Tramvay tesisi sırasında kökleri zarar gören bu ağaçlardan 8 – 10 tanesinin fırtına veya şiddetli rüzgarda yıkılma tehlikesi bulunmaktadır. Güzergahta zararsız olarak yaklaşık 8 – 10 adet çınar ağacı bulunmaktadır" dedi.
ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
Oda sorunun çözümüne yönelik şu önerilerde bulundu;
* Gazi Bulvarında tramvay ile aynı güzergahı paylaşan çınarlardan 8 – 10 tanesinin tesis sırasında köklerinin zarar gördüğü gövdelerinin eğilmiş olması nedeniyle fırtına veya şiddetli rüzgarda yıkılma tehlikesi olduğundan mal ve can emniyeti bakımından acilen tepe taçlarının küçültülmesi gerekmektedir.
* Yine dengesi bozulmuş, tramvay durağının içinde ve durağa temas halindeki ağaçların güvenlik açısından durak içinden kaldırılması ya da durağın iptal edilmesi gerekmektedir.
* Gazi Bulvarındaki genç-yaşlı tüm  çınarların tramvay hattı uygulamasından sonra sağlıklı kalması olası değildir. 
* Gazi bulvarının (tramvayın Alsancak yönüne dönüş yaptığı noktadan sonra) Basmane yönü istikametindeki çınar ağaçlarının durumlarının da hemen hemen aynı özellikte olduğu tespit edilmiştir. Cumhuriyet tarihi boyunca çınarları ile özdeşleşen bu bulvar bir bütün olarak değerlendirilip; estetik olarak cadde ve bulvarlar için daha elverişli olan Batı tercih edilerek bulvarın ağaçlandırması bütünüyle revize edilmelidir.
Son Düzenlenme Tarihi: 13 Ağustos 2018 13:42
      
https://www.evrensel.net/haber/359183/gazi-bulvarindaki-cinarlar-ne-olacak

12 Ağustos 2018 Pazar

ÇEPEÇEVRE YAŞAM - Bozcaada Beylik koyunda sökülen gemide asbest çıktı



Çepeçevre Yaşam, gemi sökümünde asbest belirlenen Bozcaada’daki durumu yerinde görüntüledi.

 12 Ağustos 2018 13:46
  
Beylik Koyun'da yaklaşık 5 yıl önce karaya oturan bir kuru yük gemisi geçtiğimiz Nisan ayında tüm itirazlara rağmen bulunduğu yerde, denizin içinde söküldü. Gemide tehlikeli bir madde, özellikle de asbest olup olmadığının ciddi bir araştırması yapılmadan sökülen gemiden geriye sahile saçılmış yüzlerce irili ufaklı parça kaldı. Bu parçalardan 18 tanesi üzerinde Temmuz ayında yapılan analizlerde korkulan oldu ve parçalardan dördünde kanserojen asbest tespit edildi.


Özer Akdemir'in hazırlayıp sunduğu Çepeçevre Yaşam, asbestli Mercy God gemisinin söküldüğü Beylik Koyu’na gidip durumu yerinde görüntüledi. (EVRENSEL WEBTV)
Son Düzenlenme Tarihi: 12 Ağustos 2018 13:52
https://www.evrensel.net/haber/359122/cepecevre-yasam-bozcaada-beylik-koyunda-sokulen-gemide-asbest-cikti


Youtube: https://youtu.be/GAksWN3vuXg

Ya o asbestten ben de solumuşsam! (Pazar yazısı)



12 Ağustos 2018 03:15
     
Özer AKDEMİR

Gece yarısı İstanbul’dan yola çıktılar. Sabaha karşı Çanakkale’de boğazı geçtikten sonra her yıl olduğu gibi saat kulesinin yanı başındaki çorbacıda mola verdiler. Altı senedir, arabalı vapurdan çıkar çıkmaz, camları yemek dumanından buharlanmış bu lokantada mola verip çorba içmesinin, çorbanın lezzetinden öte sunumuyla ilgili olduğunu söyledi arkadaşlarına. Masayı gösterdi, “haksız mıyım?” dedi.

İşlemeli tertemiz masa örtüsünün üzerinde şık zeytinyağı ve elma  sirkesi şişesi, hasır tabaklarda kare kare kesilmiş ekşi maya ekmeği, bol limonlu roka, içinde tahtadan küçük bir kaşık bulunan sarımsak kasesi, cam baharatlıklarda ağzına kadar dolu kimyon, karabiber, pul biber...
Üzerinde dumanı tüten çorbalarını acele etmeden, keyfini çıkararak içip yola koyuldular. Geyikli İskelesinden arabalı vapura geçtiklerinde, gün öğleye geliyordu.

Üç arkadaştılar bu sene de. Hemen hemen aynı yaştaydılar. Üçü de üniversite öğrencisiydi. Yol aldıkları son model otomobili kullanan 25 yaşlarındaki Berk’in babası büyük bir tekstil şirketinin sahibiydi.

Bu yıl da bağbozumuna denk getirmişlerdi ada tatilini. Geçen yılki bağbozumu şenlikleri çok hoşlarına gitmişti. Günün hemen her saati dolu dolu, neşeli olan ada sokakları bağbozumu zamanı daha da bir kıpır kıpır oluyordu.

Gemi sert rüzgarın köpüklendirdiği denizde beşik gibi sallanarak limana girdiğinde, dalgalar kirp diye kesildi. Birden bire durulan denizin aksine rüzgar hızından hiçbir şey kaybetmemişti.
Vapurdan çıktıklarında, daha ada emniyet müdürlüğünü geçmeden karşılarına çıktı bağbozumu şenlik alayı. Bir traktörün römorku üzüm asmalarıyla, türlü türlü çiçeklerle süslenmiş, en arkaya davulcu zurnacı oturmuş, adanın ana caddesinden geçip bağlara doğru yol alıyordu. İçinde yerli yabancı tatilciler ve yerel giysiler giymiş adalı genç kızlar vardı. El çırparak, gerdan kırarak, parmak şaklatarak neşeli ezgilere eşlik ediyorlar, bazen da oturdukları yerden kalkıp römorkun içinde göbek atıyorlardı.

Bir süre traktörü izlediler. Arkasına takılıp kendileri gibi birkaç otomobille birlikte konvoy yaptılar, bu neşeye ortak oldular. Asfalt yol, Bozcaada çavuşu, karalahna, vasilaki, merlot gibi üzüm çeşitleri ile dolu bağların arasından geçip adanın güneyine, Ayazma’ya doğru ilerliyordu. Bağlarda paralel olarak gerilmiş teller boyunca uzanan asmalar insan boyuna kadar ulaşmışlar, siyah, yeşil, sarı, mor salkımlar güneşin altında gülümsüyorlardı. Bu yıl da geçen seneki gibi epey bereketli görünüyordu bağlar.

Bu üzümlerden kurulan şarapları, akşamları keçi sütünden yapılmış tulum peyniri eşliğinde tatmaya bayılıyorlardı. Adada kaldıkları hemen her akşam, fesleğen kokulu dar sokak aralarına dizilmiş beyaz örtülü masalarda şarapları teker teker tadıyorlar, en beğendikleri şaraptan gecenin sonunda bir şişe alıp soluğu kalenin dibinde, salhanede ya da dalgakıranda alıyorlardı.

Bağbozumu konvoyundan ayrılıp Manastır’da kısa bir mola verdikten sonra Beylik koyuna yöneldiler. Üç senedir hemen ilerideki Ayazma yerine burada denize girmeyi tercih ediyorlardı. Beylik Koyunda, beş yıl önce karaya oturan koca geminin gölgesinde uzanmak çok keyifliydi.
Zaten Ayazma’nın eski tadı yoktu nicedir. Kalabalık her geçen sene artıyordu. İnsanlar sahilde dip dibe, iç içe oturuyorlardı. Denizin yüzeyi temiz görülse de dibinde her türlü pislik vardı. Çocuk bezi, envai çeşit şişe, poşetler hatta şarıngalar...

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi, ayakta duran insanlar, okyanus, gökyüzü, plaj, açık hava, doğa ve su

Yolun hemen yanındaki açıklığa aracı park edip indiler. Epeyce yükseklikteki bu yerden aşağıda ayaklarının altında kalan koya baktıklarında şaşırıp kaldılar. Yıllardır, koya paralel, hemen denizin birkaç metre içerisinde karaya oturmuş bir halde duran gemiden eser yoktu.

Aşağıda, koyun girişinde birkaç araç park etmiş, araçların bazıları koyun içine kadar gitmişlerdi. Geminin bulunduğu yerin karşısında çocuklu bir aile, onlardan biraz daha ileride bir çift şemsiyelerini açmışlar güneşleniyorlardı.

Araçlarına binip koya indiler. Girişe, diğer araçların yanına park ettiler. Geminin bulunduğu yere doğru yürüdüler. Hala inanamıyorlardı, koskoca gemi yoktu, yok olmuştu. Üç-dört senedir her yıl bu koya mutlaka gelirler, denizin içindeki geminin gölgesine şezlonglarını çekip, biralarını yudumlarlardı.

Geminin gövdesinde kalın beyaz harflerle yazan “Gemiye çıkmak tehlikeli ve yasaktır” yazısına kimsenin aldırdığı yoktu. Tırmanabilenler geminin halatlarına asılıp tırmanıyor, üzerine kadar çıkıyorlar, bütün kamaraları dolaşıyorlardı.
Bir keresinde de Bozcaada’da evi olan ünlü komedyen Ata Demirer’in gemi ile yaptığı çekimlere denk gelmişler, hatta çekimlerde gönüllü figüran bile olmuşlardı. Komedyen, arkasında gemi olduğu halde telefonla konuşuyor “Abdullah abi gemiyi düz ayak bir yere yanaştırdım. Gel beni buradan al” diyordu. Öbür sahnede ise güya çalışmayan gemiyi hareket ettirebilmek için itiyorlardı.

Şimdi, geminin bulunduğu yerde kocaman bir boşluk vardı. Kumsalda gemiden kaldığını düşündüğü birçok irili ufaklı parçaya rastladı yürürken. Kocaman bir iş makinesinin bıraktığı derin lastik izleri görünüyordu ince kumun üzerinde. Paslı irili ufaklı metal parçalar, her renkten marleyler, plastik eşyalar gelişi güzel saçılmıştı etrafa. Kumsal mahvolmuştu! Çakılların arasındaki bıçak gibi keskin metal parçalarını görünce çıplak ayaklarına terliklerini giydi hemen. Denizin içinde de pas tutmuş, ucu sivri bir metal parçası duruyordu. Tam bir hayal kırıklığı idi koyun hali.

Görüntünün olası içeriÄŸi: 3 kiÅŸi, ayakta duran insanlar, bulut, gökyüzü, daÄŸ, sakal, açık hava ve doÄŸa 
Arkadaşlarının neşesinde bir azalma yoktu ama onun bütün keyfi kaçmıştı. İsteksizce denize girip çıktı. Kumsala adım atar atmaz terliklerini tekrar geçirdi ayağına. Az ilerde, koyun ortalarında kamera karşısına geçmiş hararetli bir şeyler konuşan üç kişiyi o zaman fark etti. Gidip bir süre dinledi onları. Gemiden bahsediyorlardı; “Çok uyardık, ama dinlemediler. Nisan ayında kaymakamın da katıldığı bir törenle bulunduğu yerde sökümüne başladılar geminin. Aradan aylar geçip turizm sezonu gelince eleştirileri susturmak için sahilde gemiden kalan parçalarda analiz yaptırdılar. Asbest çıktı!”

“Yaşam bu kadar ucuz mu?” dedi Berk, mikrofon kendisine uzatılmışken. “Bakın herkes burada hala denize giriyor. Bu gemide böylesi bir tehlike vardı da neden şimdiye kadar buna yönelik önlem almadılar. Asbest çıktıktan sonra neden bu koya hala bizlerin girmesine izin veriyorlar. Ya o asbestten ben de solumuşsam!..”

Beylik koyunu hemen o saatte terk ettiler. Artık ne ada şarapları, ne gün batımı, ne bağ bozumu vardı gözlerinde. Korkunç bir şüphe içlerini kemiriyordu sadece; “Ya o asbestten ben de solumuşsam!..”

* Asbest: Isıya, aşınmaya, kimyasal maddelere oldukça dayanıklı, yapısal özellikleri açısından esnek, lifli yapıda bir mineraldir. Asbeste bağlı hastalıklar; akciğer zarında sıvı birikmesi, akciğerleri ve karın boşluğunu saran zarın kanseri (mezotelyoma) ve akciğer kanseridir. Asbeste bağlı hastalıkların ortaya çıkması genellikle uzun yıllar alır. Bu süre, maruz kaldıktan sonra 10 ile 50 yıl arasında değişir. (Türk Toraks Derneği)

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...