21 Nisan 2019 03:11
Slemani’de (Süleymaniye) bir akşam üstü. Yağmur gün boyu
aralıklarla yağıp durdu. Kenti çepeçevre kuşatan yassı dağların başında bir
duman bulutu enlemesine uzayıp gidiyordu. Şehrin yaslandığı tepeye çizilen,
ortasında ayçiçeğine benzeyen sarı bir güneşin parladığı kırmızı, beyaz, yeşil
renkli Kürdistan haritasının önünde ki “Slemani” yazısı bir görünüp bir
kayboluyordu. Sanki beyazlara bürünmüş gizemli bir ordu, dağların doruklarından
uzun uzun kenti izliyor ve bu arada incecik bir bahar yağmuru evlerin, caddelerin,
insanların üzerine yağıyordu. Yağmur hızını biraz arttırdığında bu sefer duman
ordusu hızla dört bir yandan şehrin üzerine aktı ve kenti bir anda soğuk ve
ıslak bir sisin içerisinde bıraktı.
Gün dağların ardında yitip, gece lambaları yandığında safran
sarısı bir renge büründü Süleymaniye. Yağmur durmuş ama sis kentin içine
çöreklenip kalmıştı. Bir milyon nüfusu bulunan kentte geceleyin sokaklar en az
gündüz ki kadar yoğun, gereğinden fazla aydınlatılan vitrinler parıltılı,
mağazalar, lokantalar doluydu. Kebap dumanları, baharat kokuları ile kaplı
sokak aralarından Kürtçe, Arapça, Türkçe (çoğu 20 yıl öncede kalan arabeskler)
şarkılar yükseliyordu.
Akşam yemek yemek için gittiğimiz lokantada masamıza konan
suyun adını, geldiği yeri ve içindeki değerleri eski bir alışkanlıkla
incelemeye başladığımda karşıma tanıdık bir marka çıktı; Coca Cola! Kapitalizm,
dev tekelleri, mağazaları, tüketim alışkanlıkları ve kültürü ile arzıendam
ediyordu Süleymaniye’de. Önümüze bırakılan plastik su şişesinden Türkiye’de
olduğu gibi, içme sularının da emperyal şirketlerin elinde olduğunu öğrenmiş
olduk böylece.
6-8 Nisan 2019 tarihleri arasında Irak Kürdistan Bölgesel
yönetiminin Slemanî kentinde gerçekleştirilen 1. Mezopotamya Su Forumunda (MSF)
üç gün boyunca su konuşuldu. Forumun sonuç deklarasyonda da gerek Mezopotamya
gerekse tüm dünya açısından suyun hem yaşam hem barış kaynağı olduğunun altı
çizildi.
Süleymaniye Üniversitesinde sunumlar, atölyeler, sergi,
müzik ve belgesel gösterimleri eşliğinde yapılan forumun aslında temel sorusu
Mezopotamya’ya binlerce yıldır can veren Dicle ve Fırat Nehirlerinin durumu ve
geleceğiyle ilgiliydi. Bu iki nehir üzerinde kurulan barajlar - HES’ler,
suların kirletilmesi ve yaşamın kaynağı olan suyun bir şantaj aracı, hatta
silah olarak kullanılması etrafında döndü bütün tartışmalar.
Mezopotamya’daki ülkelerin yanı sıra dünyanın dört bir
yanındaki su mücadelelerinden gelen aktivistler de kendi deneyimlerini
aktardılar.
Kuşkusuz, Mezopotamya dışındaki ülkelerden gelenler
içerisinde en dikkat çekici sunumlardan birisini, Diktatör Ömer El Beşir’in 30
yıllık iktidarına son veren halk ayaklanması ile bu günlerde epey bir gündeme
gelen Sudan’dan Ali Alkarghi yaptı. Bir baraj karşıtı mücadele olarak gelişip,
köylülerin zorla göçü, devletin mücadeleye yönelik tutuklamalara hatta
cinayetlere varan şiddeti ve en son 10 yıl süren hukuk mücadelesindeki düş
kırıklığı ile ülkemizdeki ekoloji mücadelelerine de çok benzeyen bir öyküydü
Alkarghi’nin anlattıkları. Son sözleri ise, Sudan gibi, Türkiye gibi demokrasileri
gelişmemiş, hukuku zedelenmiş ve sermaye lehine bir alan yaratma araca
dönüştürülmüş ülkelerdeki ekoloji mücadeleleri için ders niteliğindeydi;
“Enerjimizi davalara değil yerel mücadeleye yoğunlaştırmamız lazım”.
Algarkhi’nin “yerel mücadele” dediği şey halkın kitlesel
mücadelesi, direnişiydi ki bu mücadelenin önemi ve başarısı tam da MSF’nin
yapıldığı günlerde, ülkesi Sudan’da yaşam buluyor, ekmek zammına tepkilerle
başlayan isyan 30 yıllık diktatörü bir “Fiske vuruşu ile” yıkıyordu.
MSF’deki konuşmalar ve atölyelerin ortaklaştığı olgulardan
birisi ise suyun bir yaşam kaynağı olmasının yanı sıra barışın ve savaşın da
nedeni olduğu/olabileceği gerçekliği idi. Ortadoğu’da, Mezopotamya’da yıllardır
ülkeler arasında süregelen gerginliklerin, çatışmaların, iç savaşın arkasında
yatan en önemli nedenlerden birisinin de su olduğu ifade edilirken tüm bu
tespitlerden de şu cümle ortaya çıktı; “Su üzerinde bir barış olmadıkça
Ortadoğu’nun hiçbir ülkesine barış gelmeyecek”!..
Mezopotamya’nın dört ülkesi Türkiye, İran, Suriye ve Irak
arasındaki bölgesel sorunların çözümünün temelinde de bu “su barışı”nın yattığı
ifade edildi. Suların demokratik, şeffaf ve ekolojik bir temelde yönetilmesinin
bu ülkelerde yaşayan halklara ve bu sularla yaşam bulan tüm varlıklara huzur ve
barış getireceğine vurgu yapıldı en sonunda.
Tabii iş sonuçta dönüp dolaşıp, bölgedeki ve dünyadaki tüm
sorunların, adaletsizliklerin, savaşların, ekolojik yıkımın ve kültürel
tahribatın kaynağı olan sisteme, kapitalizme gelip dayandı. MSF’nin sonuç
bildirgesinde sorunun kaynağına dair değinmeler olsa da daha çok katılımcılık
ve şeffaflık gibi neoliberal yönetişim ilkelerinin gözetildiği, sistem içi
reformist çözüm önerilerinin yanı sıra, uluslararası hukuk ilkelerinin
uygulanması gibi vurgulara yer verildi.
Peki bu öneriler, “yaşam için su, barış için su” diye
özetlenen MSF’nin temel sloganının yaşam bulması için yeterli mi? Sorunun özüne
dikkat çekmeden ve buna dair bir mücadele süreci ortaya koymadan sistem içi
önermelerle böylesi kadim bir sorunun çözümü pek de olanaklı gözükmüyor
haliyle.
Öte yandan MSF’nin, biriken sorunların dillendirilmesi,
deneyim aktarımı, mücadelelerin dayanışması ve çözüm önerilerinin tartışılması
açısından son derece yararlı olduğu söylenebilir. MSF’nin belki de en önemli
kazanımı bu sürecin devamına yönelik ortaya konan irade ve bunun için
Diyarbakır’da “yakın bir gelecekte” ikinci MSF’nin yapılmasına dönük alınan
karar oldu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder