17 Kasım 2019 04:46
PAZAR
Sarışın bir tepenin yamacında bulunan kavak ağacının altında
durmuş, dakikalardır önünde uzanan manzaraya dalıp gitmişti Kuru Memmet. Cıvıl
cıvıl insan kaynıyordu peri bacalarının arası. Yüz-yüz elli metre uzağındaydı
müzenin giriş kapısı. Rüzgar, kalabalığın uğultulu seslerini kulağına kadar
taşıyordu. Japon, Rus, Alman; yetmiş iki milletten insan, peri bacalarının
irili ufaklı mantarlar gibi doluştuğu vadiye girip çıkıyordu.
Oturduğu tepenin arkasındaki köydendi Mehmet. Kuru Memmet
derlerdi köyde. Gerçekten de canı çekilmiş bir zerdali dalı kadar kuru ve
kavruktu. Elleri, yüzü, alnı yıllardır suya hasret kalmış topraklar gibi çizgi
çizgiydi. Çizgilerin her biri bir başka şekilde dolaşırdı yüzünü. Bu, onu
yaşından çok büyük gösterirdi. Oysa daha kırkına yeni girmişti.
Ayakta dikilmekten yoruldu. Çömelip sırtını kavağa dayadı.
Bir süre sonra dizleri ağrıdı bu halde durmaktan. Yere oturdu. Toprak serindi.
Ağacın etrafı sarı yapraklarla bezeliydi. Hâlâ tek tük kalan yapraklar, arada
sırada döne kıvrıla düşüyordu yanına, yöresine…
Elini koynuna sokup tabakasını çıkardı. İçinden kehribar
rengi bir tutam Maraş otu aldı iki parmağının arasına. Tabakanın kapağındaki
ince kağıtlardan birisinin arasına koyup kağıdı kare halinde katladı. İçinde ot
bulunan kağıdı ağzına, üst dudağı ile diş etinin arasına yerleştirip emmeye
başladı. Kekremsi, acı bir tat geldi ağzına. Acı suyu ağzının içinde bir süre
bekletip yuttu. Bazen çok acı geldiğinde ya da otun bir dalı kağıttan kurtulup
diline değdiğinde tükürüyordu yere.
Emmisinin kırmızı burunlu MAN kamyonunda muavinlik yaptığı
zamanlarda, Göksun’a kavak alıp satmaya gittiği günlerde alışmıştı Maraş otuna.
Onun yanında sigara içemiyordu. O da Maraş otu koydu damağına, fark ettirmeden.
Emmisinin korkusu ve bu ot sayesinde sigarayı bırakmıştı ama ne çare ki bu
sefer de ota bağımlı hale gelmişti!...
Kuru Memmet, turistlere ufak tefek şeyler satarak geçimini
sağlardı. Biri 9 diğeri 11 yaşındaki iki küçük kızını da arada yanına alır,
müze bekçilerinin az ötesinde, araçların park yerinin yanındaki salkım söğüdün
dibinde tezgahını açardı. Köyden getirdiği erik, kaysı, elma, armut gibi mevsim
meyvelerini doldururdu tezgahına.
***
Bakanlık müşaviri, karşısında oturan orta yaşlı adamın
parfüm kokusunu hemen tanıdı. “D&G, şişesi en az 1500 liradır” diye geçirdi
içinden. Burnu çok hassastı. Parfümlere aşırı meraklıydı ve bu nedenle başına
hoş ya da nahoş olayların gelmesi kaçınılmazdı. Bazen, “Halkın içine
girdiğinde” ya da bakanlıkta çalışanları teftişe çıktığında aldığı kokular
nedeniyle tüm günü berbat geçerdi. Ter kokusu, tütün kokusu ve ondan da kötüsü
ucuz parfüm kokusu!..
Müsteşar, ellerini göbeğinin üzerinde birleştirip koltuğuna
iyice bir yerleşti. “Özetlersek, Kapadokya Alan Başkanı olarak o bölgede
yapılacak olan bütün iş ve işlemlerden tek siz sorumlu olacaksınız. Eskiden beş
ayrı kurum vardı bölgedeki koruma alanlarını, milli parkı ve dünya kültür
mirasına giren alanları koruyan. Tabii gereksiz bir sürü bürokratik işlem
yapmak zorundaydınız herhangi bir yatırım için. Şimdi ise tüm bu bürokrasiyi
kaldırıp sadece sizin başında bulunduğunuz kuruma yetki verildi. Sanırım
anladınız Sayın Başkan? Size artık müsaadenizle başkan diyeceğim” dedi.
Karşısında oturan jöleli saçlarını ortadan ayırmış tıknaz
adam memnuniyetle kıpırdandı koltukta, “Efendim, siz nasıl buyurursanız” dedi.
“Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin bir nimeti daha” diye
göbeğinin üzerindeki ellerini ovuşturdu müsteşar. “Şimdi bizim hızlı tren
projesine taş koymak isteyenleri bir görelim bakalım” dedi karşısındakine
muzipçe göz kırparak.
***
Kuru Memmet’e “Bugün gelme demişti” köylüsü olan özel
güvenlikçi. “Ankara’dan, bakanlıktan birileri gelecekmiş. Ortalıkta görünmesen
iyi olur”. O da tezgahını getirmemiş, köyde pineklemek yerine vadiyi tepeden
gören ağacın altına gidip tünemiş, gelip geçeni seyre dalmıştı.
Öğleye doğru iki siyah plaklı minibüs ve birkaç polis
aracıyla geldi heyet. Kuru Memmet’in beklediği gibi müzeye doğru değil,
kendisinin bulunduğu tarafa yürüdü grup. Kravatlı, siyah gözlüklü on kadar
adamın olduğu grupta süslü şapkaları, topuklu ayakkabıları olan, saçları sarıya
ve kızıla boyalı iki kadın da vardı.
Kuru Memmet’e yirmi-otuz metre kala durdu heyettekiler;
aralarında bir şeyler konuşuyorlardı. Başında beyaz fötr şapka bulunan bir adam
ucundan iki kişinin tuttuğu geniş bir haritada bir yerleri işaret ediyordu.
Meraklandı. Fark ettirmemeye çalışarak heyete yanaştı.
Yaklaştığını gören bir polis, dikkatle süzdü kendisini. Sonra bakışlarını başka
tarafa çevirdi umarsızca. Bu onay verildiği anlamına geliyor herhalde diye
düşündü Memmet. Ürkekçe sokuldu heyete. Konuşmaları artık rahatlıkla
duyabiliyordu. Sarışın kadının yan tarafında durdu. Kadının parfüm kokusu geldi
burnuna. Keyifle içine çekti kokuyu. Kadın göz ucuyla baktı yanı başına sokulan
ürkek adama. Dudaklarını büzerek hemen önüne döndü yine. Memmet üzüldü buna...
“Efendim tam buradan geçecek yol. Şu tepeyi yarıp,
bulunduğumuz yerden ilçe merkezine ulaşacak. Dört istasyondan birisi ilçede
kurulacak.” diye anlatıyordu, fötr şapkalı adam. “Yılda yüz bin turist geliyor
buraya. Tren yolu ve istasyonla bu rakamı üçe dörde katlamayı
planlıyoruz”.
Adamın “Yarıp geçilecek” diye gösterdiği yerin biraz önce
oturduğu kavak ağacının bulunduğu tepe olduğunu anladı Kuru Memmet. Ne kavak
kalacaktı yani ne tepe! Gözünün önüne yılan gibi kıvrıla kıvrıla giden trenler
geldi. Sevinsin mi üzülsün mü bilemedi! Yalnız içinde giderek büyüyen bir duygu
bu işin hiç de iyi olmayacağını söylüyordu.
Vadideki kayaların ucuna iğne ile tutturulmuş gibi duran
peri bacaları için de bu trenlerin iyi olmayacağını düşündü. İçi sıkıldı,
bunaldı. “Elveda peri bacası” dedi içinden, kederle…
Daha fazla durmadı heyetin yanında. Fötr şapkalı adam
karşısında jöleli saçları ortadan ayrılmış çalımlı çalımlı duran tıknaz birine
“Başkanım” diye hâlâ bir şeyler anlatırken o geldiği tepeye, bir süre sonra yok
olup gidecek olan kavak ağacına doğru yürüdü. Ağzına Maraş otunun acı tadı
geldi. Hırsla yere tükürdü. Sarışın kadın gördü bunu, iğrenerek baktı Memmet’in
ardından...
Bozkırda güz yelleri sert esmeye başlamıştı. Belki de son
günlerini yaşayan kavak ağacındaki son yapraklar da düşüyordu artık!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder