29 Mart 2020 Pazar

‘Ölen ölür kalan sağlar bizimdir’!.. (Pazar yazısı)


29 Mart 2020 04:42

‘Ölen ölür kalan sağlar bizimdir’!..

 Özer AKDEMİR
Türkiye koronavirüs salgınında “sürü bağışıklığı ya da toplum bağışıklığı” denilen stratejiyi mi izliyor? Telefonla görüştüğüm uzmanlar durumun tam böyle olduğunu söyleyemiyorlar. Ama AKP’nin salgınla mücadele stratejisi ile ilgili de “Biz de anlayabilmiş değiliz” diyorlar.
Her halükarda ortada birçok bilinmeyenli bir denklem gibi duruyor salgınla mücadele. Ne kamuoyuna ne de uzmanlara doğru düzgün bilgi veriliyor. Her gün akşam Sağlık Bakanı tarafından açıklanan bilgilerin doğruluğuna olan güven de son derece az. Kendi içinde bile çelişkili açıklamalar yapıyor bakanlar. Biri “sokağa çıkma yasağı olabilir” derken, öbürü “vatandaşı fazla da sıkmamak lazım” görüşünde.
Öncelikle nedir bu “Sürü ya da toplum bağışıklığı” ona bir bakalım: Sürü/toplum bağışıklığı toplumun büyük bir kısmının enfeksiyona yakalanıp iyileşmesi sonrası kazandığı varsayılan bağışıklık olarak tanımlanıyor. İnsanlar hasta olup iyileştiklerinde artık bu hastalığa karşı vücudun direnç geliştirdiği varsayımından hareket ediliyor. Kuşkusuz hastalığa yakalandıktan sonra iyileşemeyip çok sayıda ölen de oluyor bu süreçte. Hele ki kronik rahatsızlıkları olan yaşı ilerlemiş kişilerde ölüm riski epey yüksek. Bu riske rağmen “Sürü/toplum bağışıklığı” stratejisinin uygulanmasına bu nedenle kabaca “ölen ölür kalan sağlar bizimdir stratejisi” diyebiliriz.
"SÜRÜ BAĞIŞIKLIĞININ EN ZAYIF YÖNÜ, FAZLA ÖLÜM"
Hastalık sürecinde destek tedavilere yanıt veremeyip ölenlerin çok fazla olabilme riski bu stratejinin en zayıf yönü olarak belirtiliyor. Nitekim İngiltere ve Hollanda’nın ilk başta bu strateji üzerinde yoğunlaşıp sonrasında vazgeçmelerinin altında da bu ölüm oranlarındaki fazlalığın yattığı ifade ediliyor.
Covid-19 virüsünde “Sürü/toplum bağışıklığı yöntemi” tutar mı? Virüsle ilgili çalışmalar henüz yeni ve virüsün sürekli mutasyon geçirdiğinden bahsediliyor. Doğal olarak bu hastalığa yakalandıktan sonra iyileşen kişilerin hastalığa tekrar yakalanmayacakları tezi çok da kuvvetli savunulamıyor.
Gelinen noktada baktığımızda Türkiye’de uygulanan yöntem tam da bu “sürü-toplum bağışıklığı” yöntemi gibi görünüyor. Görünen o ki; sadece riskli grupları izole edip (65 yaş üstü kişilerin sokağa çıkma yasağı uygulamak gibi) diğer kesimlerin hastalığa yakalanmalarını olabildiğince zamana yayarak iyileşmeleri, böylece virüse karşı bağışıklık kazanmaları bekleniyor?
BİLGİ KARARTMA VE TOPLUM ÜZERİNDE SIKI KONTROL
Tabii burada toplum psikolojisine yönelik de sıkı bir kontrol politikası uygulamak lazım. Paniği ve olası toplumsal tepkileri önlemek için. Salgınla ilgili haber yapan gazetecilere ya da bazı bilgileri sosyal medyadan yayanlara karşı uygulanan polisiye önlemlerin amacı da bu. Bilgilerin saklanması, sayısal verilerin mümkün olduğunca düşük olarak kamuoyuna duyurulması ve böylece sanki her şey kontrol altındaymış gibi yapılması da bu stratejinin bir parçası. Bu süreçte sağlık çalışanlarının özellikle dışarıya bilgi sızdırmaması, sızan bilgilere ve sızdıranlara karşı derhal idari tedbirlerinin alınması gibi bir dizi önlem de şu an uygulamada. Benim olan bitenle ilgili görebildiğim durum bu.
"AKP NE YAPIYOR BİZ DE ANLAYABİLMİŞ DEĞİLİZ"
Peki uzmanlar bu konuya ne diyor? “Türkiye’nin virüsle mücadele stratejisi ne?” diye sorduğum Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kayıhan Pala “Biz de anlayabilmiş değiliz” diye yanıt veriyor. Aynı yanıt TTB Genel Başkanı Sinan Adıyaman’dan da geldi; “Çözemedik. Ne Güney Kore’ye ne İtalya’ya, ne de İngiltere’ye benziyor!..”.
KARAR VERİCİLER BU İŞİ BİLMİYOR BİLENLERİ DE DİNLEMİYORLAR
Bu tip salgınlarda ya salgını baskılama stratejisi uygulandığını ya İngiltere de ilk zaman benimsendiği gibi toplum bağışıklık yapmasına dönük bir strateji izlendiğini belirten Pala’ya göre salgını baskılamaya dönük çok sayıda test yaparak hastaları ve temaslarını izole etmek gerekirken bunu yapmayan Bakanlıkta bu işlere karar verenler ya epidemoloji konusunda yeterince bilgi sahibi değiller ya da epidemiyologların önerilerini dikkate almıyorlar. Pala, tıp fakültelerinin bu salgında birincil rolü alabilecek hastaneler olmalarına rağmen referans hastaneler içine alınmamasını da anlayamadığını söylüyor.  
Gerek Pala, gerekse TTB Başkanı Adıyaman’ın en çok üzerinde durdukları konulardan birisi de “şeffaflık” meselesi, ya da eksikliği oldu. Her iki uzman da Bakanlığın gerek topluma gerekse hekimlere hastalığın seyri, yaş aralıkları, kadın-erkek oranları, bölgesel dağılımları gibi net bilgileri vermesinin salgınla mücadele açısından yaşamsal önemde olduğunu belirtiyorlar ve uyarıyorlar; “Şeffalık olmazsa spekülasyonları önleyemezsiniz”...
SIKI BİR İZOLASYON VE TECRİT ŞART
Vatandaşların halen serbest bir şekilde sokaklarda gezmesi, toplu olarak bir yerlerde bulunmalarının salgınla mücadele çalışmalarını sekteye uğrattığı da dikkat çekilen konuların başında geliyor. Uzmanlar bunun için “sokağa çıkma” yasağı yerine (salgın terminolojisinde böyle bir kavram yok çünkü diyorlar) çok sıkı bir izolasyon ve hasta olanların tecridi politikasının uygulanması gerektiği görüşündeler.

Hükümetin açıkladığı salgın paketinde sağlığa ve emekçiye desteğin olmadığını söyleyen hekimler, sağlık emekçilerinin çalışma koşulları ile birlikte koruyucu malzeme eksikliklerine de özellikle dikkat çekiyorlar. “Eğer sağlıkçıları hastalıktan koruyamazsak hastaneye gelen vatandaşların hastalanmalarını da önleyemeyiz” diyorlar.
YAŞAMAK İÇİN SOSYALİZM!
Tüm dünya ve ülkemiz aslında tarihi bir dönemeçten geçiyor. Bilim insanlarının yıllardır yaptığı “iklim krizi” uyarılarına kulak tıkayan kapitalizm şimdi bir virüs nedeniyle yıllardır uyguladığı politikaları terk etme, uluslararası bir mücadele stratejisi geliştirme, toplum yararına politikaları yaşama geçirme mecburiyeti ile karşı karşıya olduğunu kabul etmek durumunda kalıyor. Bugün Covid-19 kadar etkisini ani olarak hissettirmese de iklim krizinin yaratacağı küresel tehditler de yarın tüm insanlığın ortak mücadele etmesi gereken krizler arasında olacak. Bunu biz değil bilim söylüyor. Tıpkı yıllar önce korona virüs tehdidine dikkat çekildiği gibi.
İnsanlık doğa ile barışık bir yaşam sürmek istiyorsa doğaya düşman kapitalist sistemi terk etmek zorunda. Yoksa doğa gereğini yapıyor, yapacaktır! O nedenle “yaşamak için sosyalizm” sloganı insanlığın geleceği açısından da o bıçak sırtı çizgiye ve mücadeleye işaret ediyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...