05 Nisan 2020 03:24
PAZAR
Daha 50 yaşındaydı ve saçlarında bir tane bile siyah tel
kalmamıştı. Uzaktan yaşlı bir ağaca benzettiği kara bulut tam üstüne
geldiğinde başını yukarı kaldırıp da bakamadı. Kafasının üstünde, gazete kâğıdı
ve hasırdan yaptığı altlığa oturttuğu yuvarlak tepsinin içinde gevrekleri
vardı.
Bu altlıkla sanki başının üzerinde hiçbir şey yokmuşçasına
rahat yürürdü Cemil. Tabii yılların deneyimi de vardı bunda. İçinde 70-80 tane
gevrek bulunan ve sürekli suyun üzerindeymiş gibi sallanan tepsiyi dengeli bir
şekilde başının üzerinde tutmak kendisi gibi gevrek satanların zaman içinde
kazandığı bir ustalıktı.
Sağ omzuna ise yorulduğunda ya da uzun zaman bir yerde
kalacağında tepsiyi üzerine koyduğu ayaklığı takmıştı. Bir süre sonra yağmur
damlalarının tıp tıplarını duydu. Üzerlerine şeffaf bir naylon gerilmişti
gevreklerin. Cemil evden çıkmadan önce havanın kasvetine bakarak önlem olsun
diye naylonu gevreklerin üzerine örttüğüne sevinemiyordu bir türlü. Eskiden
olsa bu öngörüsü için kendisini kutlardı. Oysa bugün bir tane bile gevrek
satamamanın sıkıntısı vardı içinde. “Geevreeekciiii” diye diye tek tük yağmur
damlalarının atıştırdığı boş sokaklarda, gözü yüksek katlı apartmanların
pencerelerinde kendine seslenen birilerini arayarak yürüdü...
***
Üç gündür işe çıkamıyordu Cemil. “Evde kalın, zorunlu olmadan
dışarı çıkmayın” diye anons yapan polis otosu günde en az iki kere evinin
bulunduğu dar sokağa kadar giriyordu. Az ötedeki camiden de her gece aynı
saatte biri ölmüş gibi Kur’an okunmaya başlayınca çoluk çocuk tüm ailenin
yüzüne bir korku ve endişe gölgesi gelip çöküyordu. Kur’an’ın ardından imamın
“Allah milletimizi bu illetten korusun. Mümin kardeşlerim, sizler de zorunlu
olmadıkça evinizden çıkmayın” sözleri geliyordu ki Cemil tam burada korkuyu
endişeyi bir yere bırakıp sesli sesli söyleniyordu; “Ülen deyyus, iyi de evde
ne yiyip içeceğiz! Boş boş konuşup her ay cebine 5-6 bin lirayı koymasını
biliyon. Sana göre ne var! Biz ne kaynatacaz evden çıkmazsak tencerede, onu da
deyiver gari pabucumun imamı!”
Elinde her daim tığların, millerin renkli renkli ipliklerle
dans eder gibi işlediği bir örgü olan eşi, Cemil’e imama karşı söylediği bu
sözler için ayıplar gibi bakıyor ama hak da veriyordu. Ne yiyip içeceklerdi
gerçekten! Köyden gelen tarhana bulgur biraz daha idare ederdi hadi ama
patates, soğan, yağ, tuz, ekmek lazımdı her gün. Elektrik, tüp, su parası, ev
kirası...
Et ayda bir girerdi zaten tek kulpu kırık yoksul
tencerelerinin içine. Onu bile temizliğe gittiği evdeki hanımı vermişti.
Haftada bir kere de tavuk haşlanırdı. Eti bulgur pilavına doğranır, suyuna
çorba yapılır, kalan suyu da kavanoza konup buzdolabında saklanırdı. Ayda bir
yarım kilo kıyma ya da kuşbaşı alırken kasaptan ilikli haşlamalık kemik isteyebilirdi
Cemil. Kasap bu kemikler için para almazdı. Cemil de bu yüzden ancak ayda bir
isteyebiliyordu ilikli kemiği.
Oturdukları tek katlı gecekondunun etrafı yüksek binalarla
çevriliydi. Üç dört yılda pıtrak gibi çoğalmış, heyula gibi tepelerine
dikilmişti binalar. 50 yıllık Karacaoğlan Mahallesini dört yanından bir kurt
gibi kemire kemire kendi evinin bulunduğu yere doğru yaklaşıyordu binalar.
Üstüne üstüne geliyordu apartmanlar, kabuslarına giriyor, uykularını
kaçırıyordu.
Reklam
Cemil’in ev sahibi bereket Almanya’daydı. Ne bu binaların
farkındaydı adam ne memlekette olan bitenin. Ya mahalledeki herkes gibi
müteahhitlere satacak olursa evi ne yaparlardı!
Senede bir gönderirdi kirayı Cemil. Toplu para vermek çok
zor gelirdi ama çevresindeki diğer evlere göre neredeyse yarısı kadar bir kira
verdiği için ne eder eder denkleştirir, bankadan ev sahibinin hesabına
gönderirdi parayı.
Her sene çok az zam yapardı ev sahibi. 7 yıl önce evi ilk
kiraladıkları yıl görmüştü adamı. 60- 65 yaşlarında, beti benzi soluk,
gözlerinin feri sönük, beyaz tenli, zayıf bir adamdı. Cemil ve iki küçük
çocuğuna evi kiralarken, “bu ev rahmetli babamdan kaldı. Çocukluğum burada
geçti. Satmaya yüreğim elvermiyor. Anılarım, çocukluğum, gençliğimin izleri var
hâlâ her taşında, sokağında. İstediğiniz kadar oturun, ev göçmesin, bacasından
duman çıksın, penceresinde ışık yansın yeter. Civardaki evlere verilen kiranın
yarısını verin, senede bir de şu hesaba gönderin” dedi. Cemil kiranın yıl
dönümü geldiğinde Almanya’daki adrese mektup yazıp, “Selahattin abi geçen sene
300 liraydı kiramız. Bu yıl ne kadar yapalım?” diye sordu. “320 yeter” yazdı ev
sahibi.
***
Eve kapandıklarının üçüncü günü çocuklarını uyandırmamaya
çabalayarak saat altıda evden çıktı Cemil. Hava karanlıktı hâlâ. Buz gibi bir
rüzgar boş sokaklarda önüne çıkanı acımadan dalayarak dolaşıyordu. Fırından
gevreklerin çıkmasını beklemesi ve onları tepsiye dizmesi saat altı buçuğu
buldu. Sokaklara çıktığında her zamanki gibi servis bekleyen işçilerin olduğu
durağın yanındaki kahvehaneye yöneldi. Saat yedide gelirdi servis. İlk
müşterileri de kahvehanede çaylarını içip servis bekleyen bu işçiler olurdu
hep. Onlar da garibandı kendisi gibi. Aldıkları iki gevrek, bir dilim peynirle
kahvaltılarını yaparlardı. İkinci bardak çaya verecek paraları bile olmazdı bazılarının.
Cemil hemen tanırdı onları. Ürkekçe bir köşeye çekilir önlerine konan küçük
bardaktaki çayı iki gevreğine katık edecek kadar azar azar içerlerdi.
Kahvehane kapalıydı ama sundurmasının altında yine on kadar
işçi vardı. Bir tanesi bile gevrek almadı kendisinden. Elinde eldiven, ağzında
maske vardı oysa Cemil’in. Yanlarına doğru yaklaşması bile tedirgin etti
işçileri. Ayakları geri geri gitti. Cemil çok da sesini yükseltmeden
“geevreeeekkk, sıcak gevrek” diyerek bekledi bir süre daha. Servisin gelmesine
yakın sürekli kendisinden gevrek alan genç bir işçi “Abi kimse cesaret edip
dışarıdan bir şey almıyor şu sıralar. Yanlış anlama ama bu aralar
gevreklerinden alamayız” dedi uzaktan.
Eli boş ayrıldı duraktan Cemil. Yüksek apartmanların bulunduğu
bloklara gitmeden önce iki katlı göçmen evlerinin dar sokaklarında dolaştı bir
saat boyunca. Daha bir hafta öncesine kadar gevrek tepsisinin üçte birini
sattığı bu sokaklardaki evlerden, perde aralarından korku ile ve biraz da
meraklı bakışlarla baktılar kendisine. Onun “geevreeekkkkciii” diye seslenişi,
sanki yüz yıl öncede kalan günleri hatırlattı insanlara. Cemil evlerinin
önünden geçtikten sonra perdelerini açıp eski, sağlıklı, neşeli zamanlar
önlerinden “geevreeekkkciii” diye geçiyormuş gibi hüzünle baktılar ardından.
Bir tane pencere bile açılmadı, bir kişi bile gevrek almadı!...
Cemil öğleyin pes etti. Sadece üç tane gevrek satabilmişti o
süre içerisinde. Onları da, anaları babaları sokağa nasıl bırakmışlarsa artık,
dünyayı umursamadan bisikletlerini bağrışa çağrışa süren üç çocuk aldı.
Reklam
Fırıncı elinde gevrek dolu tepsiyi boynu bükük önüne koyan
Cemil’in kalan tüm gevreklerini iade aldı ikiletmeden. “İşimiz zor bugünlerde
Cemil. Boş ver, her şeyin başı sağlık arkadaş” dedi.
Cemil yine de umutlu, güler yüzle döndü evine. Gevrekleri
elinde kalmamıştı hiç olmazsa. Elbette geçecekti bu koronavirüs günleri de.
Yine sokaklarda ağzında maske, elinde eldiven olmadan geeevreeekciiiii diye
bağıra bağıra gezecekti. Öğleye kalmadan bir tepsi gevreği bitirecekti...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder