26 Nisan 2020 00:45
Sıvacı kuş, miğfer takmış bir savaşçı başına benzeyen kayaya
yapmıştı yuvasını. Kayanın iç tarafındaki küçük yuvayı görmek neredeyse
olanaksızdı ki Ali Efe bile günler sonra kayadaki küçük çıkıntının sıvacı kuşun
yuvası olduğunu anlayabildi. Çer çöp parçalarının üstüne çamur sıvanarak
yapılan küçük yuvanın rengi kayanınki ile aynıydı.
Ali Efe, kaya komşusu sıvacı kuşu rahatsız etmedi hiç. Bir
zararı yoktu kimseye şuncağızın. Babası bütün kuşların kendilerine doğanın bir
lütfu olduğunu söylerdi hep. “Ağaçların zararlı böceklerini, kurtlarını yer
kuşlar. Arada künarların tadına baktığı da olur ancak o da onların yevmiyesi”
derdi.
Latmos Dağlarının koyaklarında gökten serpiştirilmiş gibi
görünen sayısız kayadan birisiydi Miğfer Kayası. Kayaların her biri işinin ehli
bir sanatçının, doğa ananın elinden çıkmış, özenle şekillendirilmişti adeta.
Rüzgarlar, yağmur, fırtına, kar, kırağı doğa ananın kayaları şekillendirmek
için kullandığı malzemeleriydi. Milyon yılda toz toz, zerre zerre oyulan bu
kayaların bazen güçlü depremlerle, sellerle yerlerinden zıplayıp üst üste
bindiği de oluyordu. İşte bu yüzden türlü şekiller alıyordu kayalar.
Ali Efelerin kayasından bir taş atımı uzaklıktaki boz
kayanın bazı yerleri yosun tutmuştu. Yosun yeşili, kurşuni renkleri ile bu kaya
patlak gözleri olan irice bir kurbağaya benziyordu. Ali Efe Kurbağa Kayası’nın
yanındaki ağaçtan kozalak toplayacaktı bugün.
Adam başına benzeyen kayaya da “Miğfer Kayası” diyorlardı.
Kadimden beri Ali Efelerin darı deposuydu kaya. Uzun boylu bir adamın bile
ayakta duracağı rahatlıktaydı kayanın içi ve bir oda genişliğinde oyulmuştu.
Kayanın bir köşesinde isli demirleri ile küçük ocaklık bulunuyordu. Ocaklığın
dışarıya açılan bir bacası vardı. Oyuğun öbür tarafında ise birbirinin içinden
geçen iki paslı kalın demirle kapatılıp cam takılmış küçük bir pencere vardı.
Kayanın girişi yassı demirler, perçinler ve menteşelerle kuvvetlendirilmiş
kalın ahşap bir kapı ile örtülüyordu.
Ali Efe’nin babası, dedesi hatta anlattıklarına göre onun
dedesi de bu kayayı kullanmışlardı. Yüz yaşında ölen dedesi, Yörük Ali Efe’yi
kayada sakladığı, oğlak kesip, ak petekli bal ve tereyağıyla ağırladığı günleri
övünerek anlatırdı her önüne gelene. İlk torununa da Ali Efe adının konulmasını
istemişti.
“Sonra, bir gün sabah Efe Kurbağa Kayası’nın üzerine çıkıp
sis çökmüş Söke Ovası’na doğru uzun uzun baktı dürbünüyle. Mavzerini kucağına
bir çocuk gibi yatırıp her parçasını teker teker yağladı, parlattı. Akşam
kızanlarına “Haydiyin, gidiyoruz” dedi. Benden de helallik istedi, avucuma iki
altın koyup. Altınlar avucuma konduğunda elime sanki iki kırmızı kor düşmüş
gibi oldum. Hemen yandaki kızana verdim onları. “Helal olsun efem” dedim. Daha
o zaman gencim, babanız kucakta. O yüzden gidemedim efenin ardı sıra. Yoksa can
atıyordum kızanı olmaya. Ertesi gün işin rengi anlaşıldı. Cavur’la Efe
çatışmaya girdiler. Tüm gün mavzer sesleriyle inledi Latmos’un koyakları...”
Babasından ise canavar öyküleri dinledi Ali Efe. Anadolu
parsının gece kükremelerini, ayıların bal kovanlarına dadanmasını, akkuyruklu
kartalın, yılan kartalının ya da şahinin gölgesini üzerinde gören gelinciklerin
nasıl gelip kayanın kovuklarına can havliyle kendilerini attıklarını anlattı
günlerce, gecelerce. Her anlattığında da gözleri dolardı babasının. Özlemden.
“Şimdi ne leopar kaldı ne ayı. Akkuyruklu kartalı görmeyeli yıllar oldu. Belki
onun da nesli kurudu, kim bilir! Şahine bile arada sırada denk geliyoruz ki
onun gölgesi de mavi gökten silinmek üzere. Yörükler de siliniyor oğul, dumanlı
dağların, mor kayaların, mavi puslu çamların arasından yitip gidiyor izlerimiz.
Oysa buranın sahipleri bellerdik kendimizi. İşte konduk göçüyoruz, damla damla
tükenerek...”
*
Kayadan çıkmadan önce karşıdaki fıstık çamı dalına konup
şakıyan sıvacı kuşunu uzun uzun dinledi Ali Efe. Onu son kez dinlediğini
bilmeden!..
Kayanın etrafındaki fıstık çamı ormanıydı geçim kapıları.
Latmos Dağları’nın doğusu ve kuzeyinde küçük düzlükleri, kaya diplerini yeşil
bir örtü gibi kaplıyordu fıstık çamları. Gövdesi metrelerce uzayan fıstık
çamlarının tepeleri top top olurdu. Sanki on beş yirmi metre boyları olan
brokoliler gibi biterlerdi topraktan.
Bir bebek gibi ilgi ve bakım isteyen bu ağaçlara tırmanıp,
ucunda “kiye” denilen çengelleri olan upuzun sırıklarla kozalak toplamak
maharet, ondan da öte cesaret isterdi. Herkesin harcı değildi yirmi metrelik
ağacın tepesine tırmanmak, bacakları ve tek kolu ile sarıldığı ağaçtan
düşmeden, daldan dala atlayarak kozalak toplamak. Cambazlık yapmaktı bir bakıma
ipin ucunda. Künarcı köylerin sakatları çok olurdu bu yüzden. Fıstık çamından
düşüp ölmeyenlerin çoğu sakat kalırlar, bir yerleri topal, kör, çolak
gezerlerdi ölene kadar.
Kış ortasında başlardı kozalak toplama mevsimi. Yeni yılın
ilk ayından baharın sonlarına kadar da devam ederdi. Eskiden, yazın güneşin alnına
konan kozalaklar kendiliğinden çatlar, fıstıkları açığa çıkardı. Şimdi ise
kazanlarda, sıcak suda kaynatılan kozalaklar, ağzı kör satırlarla dövülüyor
kadınlar tarafından. Posası bir yana fıstıklı kısım bir yana ayrılıp işlenmek
üzere fabrikalara gönderilse de toplama işi yüzlerce yıldır geleneksel yöntemle
yapılıyor.
Ali Efe, gün öğleye evrilirken ağacın tepesinde kozalak
topluyordu. Yan budağa geçmeye çalışırken tuttuğu dal bir anda elinde kaldı.
Bacakları ile tutunmaya çalıştı ağaca ancak çok geçti! Birkaç dalı kırıp
aşağıya, hızla kurbağa gözlü kayanın üzerine, kozalakların arasına düştü. Yeşil
yosunlu kayanın üzerinde bir anda kızıl benekler belirdi. Kızıllık, kayanın
üstündeki kozalaklara, oradan tüm yüzeye sıvandı ve Kurbağa Kayası’nın ağzından
aşağı doğru damla damla akmaya başladı. Kayanın üzerine düşer düşmez ölen Ali
Efe’nin duyduğu son ses sıvacı kuşun şarkısı oldu.
* Latmos Dağları’nda fıstık çamı toplarken ağaçtan düşüp
ölen 35 yaşındaki Ahmet Asar’ın anısına..
DİĞER YAZILARI
Kırlangıç yuvası
24 Mayıs 2020 04:31
24 Mayıs 2020 04:31
Avcı
eline düşmüş yaralı bir turnadır Seyfe Gölü
17 Mayıs 2020 04:24
17 Mayıs 2020 04:24
Annesiz...
10 Mayıs 2020 04:36
10 Mayıs 2020 04:36
Yeşili
kirleten yaşamı yok eder...
03 Mayıs 2020 03:53
03 Mayıs 2020 03:53
“Oy
göresim geldi Berçenek seni”
19 Nisan 2020 04:01
19 Nisan 2020 04:01
Yarım
ciğerle yaşayanlar kenti: Zonguldak
12 Nisan 2020 04:39
12 Nisan 2020 04:39
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder