Sivas Numune Hastanesinde, Şarkışla'da yaralı olarak
yakalanıp getirilen Yusuf Aslan'a bakan hemşire Gönül Yücel Hastaoğlu o günleri
Evrensel'e anlattı.
06 Mayıs 2020 05:30
Son Güncellenme Tarihi: 06 Mayıs 2020 08:22
Özer AKDEMİR
İzmir
İzmir
Gönül Yücel Hastaoğlu, henüz birkaç aylık hemşire olarak ilk
atandığı Sivas Numune Hastanesinde, Şarkışla'da yaralı olarak yakalanıp
getirilen Yusuf Aslan'a hemşirelik yaptı. 1972'de 6 Mayıs gecesi THKO
önderlerinden Deniz Gezmiş ve Hüseyin İnan ile birlikte idam edilen Yusuf
Aslan'a bir hafta bakan Gönül Yücel Hastaoğlu ile 49 yıl sonra o günleri
konuştuk.
"GEMEREK'TE ÇEVİRMİŞLER..."
Türkiye devrimci hareketinin önder kadrolarından, THKO'nun
kurucularından Yusuf Aslan; Deniz Gezmiş ile birlikte Nurhak Dağları'ndaki
arkadaşlarına katılmak için çıktıkları yolda Şarkışla'da girdikleri çatışmada
yaralı olarak yakalanır. Deniz Gezmiş bu çatışmadan kurtulup kaçmayı başarsa da
bir süre sonra o da Gemerek'de yakalanır.
Yusuf Aslan, mesanesinden vurulmuş ve çok kan kaybetmiş
halde Sivas Numune Hastanesine getirilirken, Deniz Gezmiş Kayseri'ye götürülür.
Yusuf Aslan'ın Sivas Numune Hastanesinde getirildiği süreçte Gönül Yücel
Hastaoğlu da henüz birkaç aylık genç bir hemşire olarak ilk tayininin yapıldığı
bu hastanede çalışmaktadır. Görev yaptığı serviste bir hafta kalan Yusuf
Aslan'a hemşirelik yapan Gönül Yücel Hastaoğlu o günleri Evrensel'e anlattı.
Bize Yusuf Aslan'ın hastaneye getirildiği o ilk günü anlatır
mısınız?
Yeni mezun olduğum aylardı. Sivas Numune Hastanesinde işe
başlamıştım. 1971'in başlarında, kış aylarıydı. Sabahleyin hastaneye gelip
servise indiğimizde gördük ki her taraf asker-polis kaynıyor. Ne olduğunu
sorduğumda Yusuf Aslan'ın yakalandığını, yaralı olduğu için gece ameliyata
alındığını, hastanemizde yattığını öğrendim. Hemen ameliyathaneye gittim.
Ameliyattan çıkmış reanimasyon servisinde yani dinlenme odasında yatıyordu.
Gözleri kapalı, sapsarı! Tabii çok kan kaybetmiş gece, mesaneden yara almış.
Konuşabildiniz mi kendisiyle?
Evet. "Geçmiş olsun" dedim. Gözlerini açtı,
"Deniz yakalandı mı" dedi. İlk sözü bu oldu. Yakalanmıştı ama ben
"yakalanmamış" dedim, üzülmesin diye.
Bir süre sonra tekrar kapattı gözlerini, başka hiçbir şey
sormadı.
Onu sonra servise aldık, 2 kişilik bir odaya. Tesadüf benim
hastam oldu. Tabii hastanenin bütün giriş çıkışları falan yasaklandı. Hasta
ziyaretleri aksadı. Yani hastane felç oldu. Hiçbir işlem yapılmadı. Emniyetten
polis ve askerlerden gece uykuları gelenler, boş hasta yataklarında uyumuşlar.
O kadar çok sayıda vardılar ki...
AYNI İSA ÇARMIHA GERİLMİŞ GİBİ...
Sağlık durumu nasıldı?
O kadar bitkin durumdaydı ki bırakın koşmayı kaçmayı
yürüyebilecek halde bile değildi. Çok kan kaybetmişti. Bir de o psikolojide
düşünün insanları, bütün hayalleriniz suya düşmüş, yapmak istediğiniz şeyleri
yarıda kalmış, arkadaşınızın yakalanıp yakalanmadığı bilmiyorsunuz, öyle bir
durumda...
Tedavisi için odasına gittiğimde bir de baktım -o zaman
bizim hastane yatakları demir karyolaydı- kollarından, bileklerinden iki yana
kelepçelenmiş. Ayaklarından kelepçelenmiş bir de İsa gibi, çarmıha gerilmiş
sanki. Bir de yarasının üzerinden çok kalın zincir geçirerek bağlamışlar. Gidip
hemen bu durumu doktora anlattım. O da (Dr. Hilmi İlksöz) geldi hemen.
Polislere "Bunu yapamazsınız, benim sorumluluğumda şimdi" dedi.
Kelepçeleri açtırdı. Ama tabii biz çıkınca hemen geri kelepçeyi takıyorlardı.
Onun bizler tarafından kaçırılabileceği düşüncesi vardı emniyette.
BIRAKSANIZ KAÇABİLECEK HALİ YOKTU
Hastanedeki ortam nasıldı?
Çok sıkı kontroller vardı. Hastanenin bütün işlemleri durdu
diyebilirim. İnsanlar tepki gösterdi tabii. Oysa ki mümkün değil, bıraksanız
bile kaçacak hali yok zaten. Hiç gereksiz yere bir sürü güya güvenlik önlemi
aldılar! Ne yapılabilir ki? Kim kaçırabilir ki? Hiç kimse kaçıramaz. Sağlıklı
biri olsa belki kaçırılabilir ama çok kötü durumdaydı gerçekten.
PORTAKAL YİYİŞİNİ HALA UNUTAMIYORUM
O dönemler zaten bu hareketlerin işte yeni başladığı
dönemler, genç öğrenciler gelip gidip ilgilenmeye çalışıyorlardı ama onun
odasına da hiç kimseyi almıyorlardı.
Ertesi gün oldu yemekte bir portakal vermişler. Baş ucunda
duruyor. Polisler hiçbir şey vermemiş. Ne su, ne yemek. Elleri kolları
kelepçeli zaten. "Portakal yer misin?" dedim. "Yerim" dedi.
Yarım Portakalı ağzına attı! O kadar susuz kalmış ki yavrum!. Acıkmış! Bunu
hâlâ unutamam!
Ben çok üzüldüm. Hâlâ daha kaç sene oldu özellikle o
portakal yiyişi hiç gözümün önünden gitmez. İndim aşağı mutfağa aşçıya dedim
"Et suyu hazırlar mısın?" Sağ olsun o da hazırladı. Getirdim, elimle
yedirdim...
ANNE BABASIYLA GÖRÜŞTÜRÜLMESİ İÇİN POLİSLERE YALVARDIK
Yusuf'un anne babasının hastaneye geldiğinde yaşananları
anlatır mısınız?
Annesi babası gelmiş, onlar da televizyondan öğrenmişler
oğullarının yakalandığını. "Hayır görüştürmeyiz" diye tutturdu
emniyet güçleri. Biz gittik, belki bir daha hiç göremeyecek çocuklarını bir
görsünler diye yalvardık yakardık. Zorla da olsa anne babayla görüştürdüler. Ne
kadar görüşebildiler, sonra anne baba nereye gitti hiç haberimiz olmadı. Çok
sıkı önlemler almışlardı.
O gün hastanenin koridorunda hemşireler toplanmıştı.
Hürriyet Gazetesi muhabiri gelmiş, fotoğraf çekecekmiş. Bana sen de gel
dediler. Ben istemedim. Ertesi gün Hürriyet'in haberinin başlığı "Yusuf
Aslan'ın annesi babası ile görüştürülmesi için hemşireler bütün dişiliklerini
kullanarak görüşmeyi sağladılar" idi! Tıpkı günümüzdeki gibi bir medya
vardı yani!
BİZİM KAÇIRABİLECEĞİMİZDEN ŞÜPHE EDİYORLARDI
Yusuf Aslan ne kadar kaldı hastanede?
Bir hafta hastanemizde yattı. Biz tedavi için odasına
gittiğimizde hemen arkamızdan ya polisi ya asker mutlaka geliyordu. Yalnız
bırakmıyorlardı bizi.
Tabii biz bunları yaptığımız için emniyet güçleri de bunu
kaçırırsa kaçırsa hemşireler kaçırır diye düşünmüş olacaklar ki her izine
çıktığımızda arkamıza ya asker ya polis takılıp takip ediyorlardı. Kiminle
görüşüyoruz, ne yapıyoruz onu kaçırmak için diye...
İlk atama yerinizde, henüz birkaç aylık hemşire iken
yaşadığınız bu olay sizi nasıl etkiledi?
Çok kötü günlerdi işin açıkçası. Ben insan olarak kabul
edemiyorum bu durumu. Zaten karşınızda yaralı birisi var. Siz, ona böyle kötü
muamele ediyorsunuz. Hatta anne baba ile bile görüştürmek istemiyorsunuz. Bu
insanlık dışı bir olay bence. O zaman çok gencim ben de, yeni başlamışım 2-3
aylık falan bir görev hayatım var. Ülkemizde yeni yeni başlamıştı gençlik
hareketi. Herkesin beklentisi var bu hareketin devam etmesi için. Aynı şu an
olduğu gibi o dönemde de insanlar hemen yargılanıyordu. Suçsuz çocuklar oysa
ki. Doğru düzgün yargılandılar mı, bana göre yargılanmadılar.
SONUNUN NE OLACAĞINI GÖREBİLİYORDUK
Yusuf Aslan'ın idamına kadar geçen süreci sonradan takip
edebildiniz mi?
Bir hafta kaldı bizim hastanede, sonra Ankara'ya götürdüler.
Sonrasını takip edemedik ama zaten ne olacağını biliyorduk. İşin açıkçası çok
üzüldüğümüz bir durumdu. Siz bakıyorsunuz, tedavi ediyorsunuz. Bir genç, her
şeyden önce onun nereye gittiğini bilerek yolcu ediyorsunuz. O çok üzücüydü ama
o hastane ortamında bile emniyet güçlerinin davranışlarından, hareketlerinden
sonunun ne olacağını zaten tahmin etmek çok zor değildi.
Geçen sene mezarına gittiğimizde de çok duygusal anlar
yaşadım. Öbürleri için de öyle ama şimdi Yusuf hep böyle yatakta gözümün önüne
geliyor. Benim o portakalı soyup verişim, onun yarım portakalı ağzına alışı
gözümün önüne geliyor. Gözünü açıp "Deniz yakalandı mı?" diye sormasını
unutamıyorum hala.
Her şeyden önce bir insandı o. Suçlu da olabilir, ama
öncelikle insan bizim için. Mesleğimiz açısından ne olursa olsun suçlu da olsa
o bir insandı. "Bu suçlu işte bunu tedavi etmeyelim" diye bir şey
düşünmeyiz biz, bu mümkün değil.
48 YIL ARADAN SONRA MEZARINI ZİYARET
Geçen sene Ankara'da mezarını ziyaret ettiğinizi söylediniz.
Neler hissettiniz o anlarda?
Geçen sene Ekoloji Birliği toplantısı için Ankara'ya
gittiğimizde arkadaşlar yarın "Denizlerin idamının yıl dönümü onların
mezarını da ziyaret edeceğiz" dediler. Sürpriz oldu bana da. Anıtkabir'i
de ziyaret ettik. Çok mutlu oldum. Orada, mezarının başında anlattım Yusuf
Aslan'ın hemşiresi olduğumu arkadaşlara. Çok duygulandım mezarlarının başında,
şunları söyledim; "Çocuklar kendinizle gurur duyun. Bugün sizin ölünüzden
bile korkuyorlar. Aranıza ikişer tane başkalarının mezarlarını koymuşlar! Demek
ki siz iyi şeyler yapmışsınız..."
Yazık oldu gençlerimize, genç fidanlarımıza yazık oldu! Hiç
hak etmedikleri bir son onlar için. Benim aklıma geldikçe hala çok üzülürüm.
Keşke yaşasalardı, şu anda daha farklı bir durumda olabilirdik...
Ayaktakiler (Soldan sağa): Kor Koçalak, Hüseyin İnan, Recep
Sakın, Mustafa Çubuk, Deniz Gezmiş. Oturanlar (Soldan sağa) Mete Ertekin, Yusuf
Arslan, Ercan Öztürk, Semih Orcan ve sedyede Mustafa Yalçıner | Mamak Cezaevi
1971 - Mustafa Yalçıner'in arşivinden alınmıştır.
EKOLOJİ MÜCADELESİ İÇİNDE YAŞAMI KORUMAYA ÇALIŞIYOR
Gönül Yücel Hastaoğlu bugün Aydın'da, Efeler ilçesine bağlı
İmamköy'de ki köy evinde kör köpeği, kedileri, tavukları ile birlikte yaşıyor.
O uzun zamandır ekoloji mücadelesi içinde yer alan öncü kadınlardan birisi.
Yıllarca Aydın Çevre ve Kültür Derneği (AYÇEP) sekreterliği ve yönetim kurulu
üyeliği yapan Hastaoğlu, Aydın yöresinde verilen özellikle JES karşıtı
mücadelenin emektarları arasında. Dağ tepe, köy köy Aydın ovasını gezerek yerel
ekoloji mücadelelerine destek verenlerin içinde yer alıyor. Aynı zamanda
ülkenin diğer yerlerindeki ekolojik hareketlerle dayanışma
eylem-etkinliklerinde de Gönül Yücel Hastaoğlu'nu görmek mümkün. Kırk dokuz yıl
önce Türkiye devrimci hareketinin önderlerinden Yusuf Aslan'a hemşirelik yapan,
onu yaşatmak için çabalayan Gönül hemşire bugün de yaşamı koruma mücadelesinin
içinde...
Youtube: https://youtu.be/XiMd9hxcX5Y
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder