03 Mayıs 2020 03:53
Fotoğraf: Göksal Çidem
Trakya’nın verimli ovalarında toprak bir yoldayız. Öğle
vakitleri. Tepemizde kocaman bir güneş gülümsüyor. Masmavi gökyüzünde tek tük
beyaz bulutlar dolanıyor. Aracımız sanki yeşil bir denizin içindeymişçesine
hafif hafif sarsılarak yol alıyor. Yolun sağı solu göz alabildiğine buğday
tarlası. Tarlaları birbirinden ayıran kelilerde sapsarı kantaronlar, pelinler
içiçe. Kantaronlar insan boyunu geçmiş. Sarı beyaz renkli pelinlerin uçları
domur domur. Tarlalarda uzun yemyeşil yapraklar arasında başaklar çıkmaya
başlamış. İncecik narin bir gövdenin ucundaki tel tel püsküller her rüzgar
değdiğinde ürperiyor. Tanelerin içleri henüz sütlücedir bu mevsimde.
Yeşil denizin ortasında tek tük ağaçlar görülüyor. Alıç mı,
ahlat mı, güngörmüş bir İdris ağacı mı uzaktan belli olmuyor. Ayçiçekleri yeni
ekiliyor. Bir iki ay sonra “Trakya’nın sarı kızları” olacaklar.
Sebze ekilecek tarlalar son kez sürülüyor. Gürültücü bir
traktör, arkasına taktığı merdane ile tarlaya sürgü çekiyor. Belli belirsiz
kırmızı bir toz çıkıyor ardından. Yarın öbür gün biber, domates, patlıcan
fideleri toprakla buluşturulacak. Sürülmüş toprak tohumu beklemekte. Bamya,
fasulye, kabak, karnabahar tohumları toprağın koynuna usulca girdikten kısa bir
süre sonra tohum çatlayacak. Yeni bir yaşam topraktan başını uzatıp doya doya
güneşi içecek. Yağmurdan, sudan, rüzgardan nasiplenecek...
*
TARLALARIN ARASINDAKİ BEYAZ BULUT
Aracı yol üzerindeki derin çukurlardan kaçırmaya çabalayan
arkadaşım, hayran hayran etrafı seyretmeme gülümseyerek; “Şimdi göreceklerin
pek hoşuna gitmeyecek ama...” dedi. Çok uzaklarda mavi bir pus arasında belli
belirsiz görünen mor dağlara kadar bu ucu bucağı görünmeyen ovada hoşumuza
gitmeyecek şey acaba ne ola ki diye meraklandım.
Bir süre daha gittikten sonra aracımız başka bir toprak yola
doğru saptı. Önümüzdeki yeşil buğday tarlalarının ufukla birleştiği yerde beyaz
bir bulut tütüyordu. Biz buluta yaklaştıkça bulut da bize yaklaşıyordu sanki.
Burada da yolun sağı solu insan beline kadar uzamış buğday
başakları ile doluydu. Ama yeşili daha açıktı bu başakların, bazı yerlerde
bembeyaz bir haldeydi. Garip bir şekilde, buğday tarlalarının belki iki-üç
metre genişliğinde bir hatta, bu yeşil-beyaz renk yol boyunca uzayıp gidiyordu.
Hattın gerisi ise normal yeşilliğindeydi. Kantaronların sarısı canlılığını
kaybetmişti nedense. Pelinlerin domurları ise görünmüyordu bile. Gövdesiyle
aynı rengi almışlardı.
Renklerdeki bu garipliği çözmeye çalışırken ileride
gördüğümüz ve bize her geçen an daha da yaklaşan beyaz bulutun içinde bir cisim
peydah oldu. Beyaz burunlu, sarı damperli bir kamyon bulutun arasından süratle
bize doğru geliyordu. Bulut sandığım şeyin kamyonun çıkardığı toz olduğunu o
zaman anladım. Buğday tarlalarındaki açık yeşil beyazlığı da çözdüm bu arada.
Başakların üzerini kaplayan, onun rengini görünmez eden, kantaronların sarısını
soldurup, pelinleri adeta görünmez yapan şey de aynıydı; bitkilerin üzerine
yapışıp kalan toz!..
Aracı yolun iyice sağına yanaştırıp durduran arkadaşım
hışımla üzerimize gelen kamyonu göstererek “Pencereni kapat istersen” dedi.
Penceremi henüz kapatmıştım ki kamyon bizi ve etrafında ne varsa her şeyi bir
toz bulutu arasında bırakarak geçti yanımızdan. Kamyonun tozu dağılmadan
aracımız tekrar yola koyulduğunda yolun ilerisinden başka bir toz bulutunun
daha bize doğru geldiğini gördük.
“Beş dakikada bir geçer bu kamyonlar. Yapımı süren
Havsa-Babaeski hızlı tren yolunun nakliyesinde kullanılıyor bu toprak yol.
Kolin şirketi yapıyor burayı da. Memleketin bütün inşaatı zaten bu üç-beş büyük
şirket üzerinden yürütülüyor. Kabaağaç köyü sapağından itibaren üç kilometre
boyunca böyle yolun etrafı. Bütün bitkiler, ağaçlar, yol üzerinde ne varsa bir
parmak tozun içerisinde kalıyor” dedi arkadaşım. Biraz daha ilerledikten sonra
gitgide yaklaşmakta olan kamyonun tozuna da belenmemek için bir iki manevra
yaparak geriden geriye döndürdü otomobili.
‘KÖYLÜLER HER YERE ŞİKAYET ETMİŞ, AMA…’
“Köylüler şikayet etmiyorlar mı bu durumu?” sorumu
yanıtlarken aracın radyosunun düğmesine dokundu. Bildik bir Trakya türküsü
doldu içeriye. “Her yere şikayet ettiler. Demir yollarına, CİMER’e, Ulaştırma
Bakanlığına, Valiliğe... Hiçbirinden yanıt dahi gelmedi. Arada, günde iki kere arazöz
çıkardılar sadece. Arazöz yolu suladı, güya toz çıkmasın diye ama beş dakika
içinde kuruyor ıslaklık. Yol aynı yol toz aynı toz...”
Nihayet tozlu tarlaların içinde kıvrılıp giden yoldan
çıktık. Dar bir asfalt yolda ilerlemeye başladığımızda etrafımızda yeniden
yemyeşil tarlalar akmaya başladı. Kimi tarlalarda çalışan köylüler vardı. Bir
dinlenme tesisinde durduk. Buz gibi iki şişe hardaliye alıp serin bir çardak
altında yudumlarken, tozlu yolları, tarlaları konuşuyorduk yine.
Ömrünün neredeyse son 30 yılını çevre mücadelesine adayan
arkadaşım tozun o civardaki tarımsal üretimi, rekolteyi ve kaliteyi olumsuz
etkilemesinin kesin olduğunu söyledi:
“Üstelik toz sadece o gördüğümüz yerleri değil rüzgarın
yönüne göre nereye taşınırsa oraları da etkileyecek. Bitki güneşi göremezse
nasıl fotosentez yapacak? Daha insan, hayvan ve çevre sağlığına etkilerini
saymadım bile...”
Istranca Dağları’ndaki ormanları kemiren madenlerden de
bahsetti arkadaşım. Zehir akan Ergene’den söz etti, sesi titreyerek. Ovalarda
tarlaları toz içinde bırakan, nehirleri kirleten hoyratlığın tarımı da bitirme
noktasına getirdiğini söyledi.
“İnsanlara Trakya’nın nasıl bir talanla karşı karşıya
olduğunu anlat lütfen” derken şunları özellikle yazmamı istedi:
“Bu tozlar tarlaları kurutunca, kantaronlar sararıp, pelin
otları kuruyunca artık o demir yollarındaki rayları, köprüleri, betonları
yeriz!.. Yaşamın bir rengini yok ettiniz miydi diğer renkler de bu yok oluştan
payını alır mutlaka. Sarıyı kirleten sağlığı, maviyi kirleten nefesi kirlettiğini
anlasın artık. Yeşili kirleten yaşamı yok ettiğini bilsin!..”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder