31 Mayıs 2021 Pazartesi

Gezegen24 Doğanın ve insan hakları_Ş. Korur Fincancı ile

 



Gezegen'in bu buluşmasında, Türk Tabipler Birliği Başkanı ve hak savunucusu Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı ve Evrensel gazetesi İzmir temsilcisi gazeteci-yazar Özer Akdemir, Türkiye'de doğayı ve yaşam alanlarını korumak için verilen mücadeleleri haklar perspektifinden değerlendirdi.

- Türkiye'de doğa savunucularına yönelik baskı, taciz, gözdağı ve tehditler ne seviyede? - Hükümetin doğa savunucularına karşı tutumu, polis ve jandarmaların eylem yapanları kriminalize etmesi, özel şirketlerin zorbalığını arttırıyor mu? - Aysin ve Ali Ulvi Büyüknohutçu cinayetiyle ilgili açılan davada cezasızlığın sonuçları ne olur? - Beyza Üstün gibi ekoloji alanında hem teorik çalışmalar yapan hem de sahadaki her mücadelede desteğini esirgemeyen öncü isimlerin göz altında olması, ne ifade ediyor? - Doğal kaynakların tahribatına ve kirliliğe karşı güvenli bir iklim dahil olmak üzere temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir doğada yaşama hakkı gibi kolektif haklar öne çıkacak mı? - Herkesin kendi yaşam alanında doğayı etkileyebilecek her türlü girişim konusunda söz hakkına sahip olması nasıl sağlanır? Daha birçok soruyu yanıtlıyoruz.

30 Mayıs 2021 Pazar

Bilim insanları deniz salyasında karamsar: Ağıt yakıp, bir mucize bekleyeceğiz!

 30 Mayıs 2021 15:08


Bursa Su Kolektifinin CİMER'e deniz salyası başvurusuna yanıt veren Bursa Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğünün numune bile almadığı ortaya çıktı. Bilim insanları ise karamsar.

İzmit körfezinde deniz salyası | Fotoğraf: Alişan Koyuncu/DHA



Özer AKDEMİR
İzmir

Havaların ısınması ile birlikte Marmara Denizinde görülen ve kısa sürede denizin dört bir yanındaki kıyılara yayılan "deniz salyası" ya da bilimsel adı ile "müsilaj" sadece o kıyılarda yaşayan halkı değil fotoğrafları gören hemen herkesi endişelendiriyor. Oysa, CİMER'e sorulan bir soruya yanıt veren Bursa Çevre ve Şehircilik (ÇŞB) İl Müdürlüğünün bu konuda son derece rahat olduğu görülüyor.

DEVLETE GÖRE DENİZ SALYASI SORUNU MEVSİMSEL

Bursa Su Kolektifi, CİMER üzerinden 24 Nisan 2021 tarihinde bazı sorular yöneltti. İki ayı aşkın süredir yaşanan müsilaj kirliliğinin nedenleri, kırmızı-kahverengi tonlarda deniz yüzeyinde biriken bu tabakadan örnek alınıp analiz yapılıp yapılmadığı, bu tabakanın ekosisteme zararının olup olmadığı sorularına Bursa Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü tarafından yanıt verildi. 17 mayıs 2021 tarihli kısa yanıtta ÇŞB İl Müdürlüğü Bursa il sınırları içerisindeki Mudanya ve Gemlik ilçelerinin sahillerinde oluşan tabakanın "mevsimsel olarak sıcaklarda yaşanan ani artışlar" dan kaynaklı plakton artışı olduğunu ileri sürdü. Müdürlük yanıtında, bu plaktondan numune alınmadığına da yer verildi.

"HER NE KADAR DOĞA OLAYI DİYE AÇIKLANSA DA..."

Yaşanan çevre felaketini sıradan bir doğa olayı gibi gören bu yanıtın ardından bir imza kampanyası başlatan Kolektif, kirliliğin Marmara'yı ve Kuzey Ege'yi tehdit eder duruma geldiğini belirterek; "Her ne kadar ÇŞB İl Müdürlüğü tarafından doğa olayı olarak açıklanmış olsa da pek çok bilim insanı bu kirliliğin Marmara Denizi'nde derin deniz deşarjı yapan, Marmara'ya akan derelerimize yeterince arıtılmamış atık sularını bırakan atıksu arıtma tesislerinden kaçak deşarjlar yapan sanayi tesislerinden kaynaklandığını açıklamaktadır. Marmara Denizi aşırı kirlilik yükünden kendini yenileyemez can çekişir duruma gelmiştir, dipteki deniz canlılarının, balıkların yaşamı yok olma noktasındadır" dedi. Kolektif dilekçesinde derin deniz deşarjlarının önlenmesini istedi.

"TOPLU ÖLÜMLERE YOL AÇABİLİR"!

ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü ve Boğaziçi Üniversitesi Çevre Bilimleri Enstitüsünde görev yapan bir grup bilim insanının ortak imzası ile Bilim Akadamesi Popüler Bilim Platformu sarkac.org sitesinde konuya dair bir makale yayınlandı. "Deniz salyası: Denizin ‘organik başkaldırısı’" başlıklı makalede müsilaj "denizlerimizde artan deniz suyu sıcaklıkları ve insan kaynaklı baskıları (evsel ve sanayii kaynaklı atıklar, arıtım seviyelerindeki yetersizlikler, aşırı balıkçılık vs.) ile tetiklendiği düşünülen organik bir oluşum" olarak tanımlanıyor. Müsilajın özellikle deniz tabanında yaşayan canlılar olmak üzere tüm ekosistemi olumsuz etkilediğine dikkat çekilen makalede, "Dengenin bozulmasının daha büyük ekolojik bozulmalara (dip sularında oksijen tükenmesi, canlıların toplu ölümleri gibi) yol açabileceği öngörülüyor". 

KİRLİLİĞİN ANA KAYNAĞI İNSAN!

Alanlarında uzman sekiz bilim insanının ortak makalesinde müsilajın oluşumunu tetikleyen ana nedenin "ortamda organik madde birikiminin insan kaynaklı yollar ile artması" olduğunun altı çiziliyor. Akdeniz’de müsilaj olaylarının gözlenmesinin 1700’lü yılların başına, izlenerek takip edilmeye başlanmasının ise 1980’lere kadar uzandığının aktarıldığı makalade; ülkemizde ise müsilaj olayının Marmara Denizi’nde 2007 yılının Eylül-Ekim aylarında ilk kez raporlandığı bilgisi veriliyor.

DENİZDE YAŞAYAN BİTKİ VE HAYVANLARIN ANİ ÖLÜMÜ KAÇINILMAZ!

Denizde oluşan bu sümüksü yapının balık ve mercanlar, süngerler, midyeler, yengeçler gibi pek çok omurgasız canlının vücutlarını kaplayarak solunum, beslenme ve boşaltım gibi metabolik faaliyetlerinin devamı için kullandıkları solungaç ve delik gibi yapılarının tıkanmasına yol açtığının ifade edildiği makalede, "Böylece bu canlılar yeterli solunum yapamayarak ölür. Deniz tabanı ile ilişkili yaşayan yüzücü canlılar da (bazı balık türleri, ahtapotlar vb.) deniz tabanını kaplayan veya etkileyen sümüksü yapıdan olumsuz yönde etkileniyor. Deniz tabanında yaşayan bitki ve hayvanların ani ve yoğun gelişen müsilaj sonucu ölümü kaçınılmazdır. Böylece ekosistemin dirençliliği yani kendini yenileme kapasitesinde düşüş meydana gelir ve ciddi şekilde zarar görmüş olur" ifadelerine yer veriliyor.

ÖNCELİKLE MARMARA'NIN YÜKLERİ AZALTILMALI

Makalenin "Ne yapmak lazım?" başlıklı son bölümünde ise Marmara Denizinde insan kaynaklı baskılar ve kirlilik kaynaklarının yönetimindeki eksikliklerin sadece müsilaj olarak değil, dipte oksijen azalması ve biyoçeşitlilik kaybı olarak zaten ortaya çıkmış durumda olduğu belirtilerek; "Bölgemiz özellikle iklim değişimden ciddi biçimde etkileniyor, Akdeniz ve Karadeniz yüzey suyu sıcaklıkları son 30 yılda 1-2 °C arttı. Bu iki denizin kesişim noktasında bulunan ve bir iç deniz olan Marmara Denizi de bu değişimlerden etkileniyor. Acil olarak Marmara Denizi’ne yönelik bilimsel araştırmaların bulgularına dayalı yönetim planları geliştirilmeli. Öncelikli olarak Marmara Denizi ekosisteminin iyileşmesini sağlayacak karasal kaynaklı yüklerin azaltılmasının bilimsel temele dayalı bir yol haritası oluşturulmalı. Bu yapılabilirse karasal yüklerin artışından ve iklime bağlı değişimlerden kaynaklandığı düşünülen müsilaj olayının azaltılması yönünde büyük ilerleme kaydedilebilir" deniliyor.

R

"AĞIT YAKACAĞIZ VE BİR MUCİZE BEKLEYECEĞİZ"!

Konuya dair sorular yönelttiğimiz Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) Su Ürünleri Fakültesi Su Ürünleri Temel Bilimleri Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Sedat Gündoğdu da sorunun asıl kaynağının kıyı tahribatı, evsel ve endüstriyel atık suların arıtılmadan denize direkt deşarjı olduğunu dile getirdi. "Kıyısal ekosistemleri betonlaştırmak kıyıların sağladığı karbon yakalama, organik maddeleri süzme ve çevrime katma gibi özelliklerini ortadan kaldırmak anlamına gelir" diyen Gündoğdu şunların altını çizdi; "Ayrıca ister derin, ister nehir ve akarsular aracılığıyla yeterince arıtılamayan suları Marmara'ya boşaltmak, Marmara'ya lağıma çevirmek demek ki olan da bu. O kadar yıl boyunca görünen o ki arıtması gereken arıtmamış, kontrol etmesi gereken kontrol etmemiş". Çözüm konusunda karamsar bir tablo çizen Gündoğdu şunları söyledi; "Çözümü ise maalesef yok. Bu kadar nüfus yer değiştiremeyeceğine ve bu kadar atık su da engellenemeyeceğine göre kısa sürede oturup ağıt yakacağız ve bir mucize gerçekleşmesini bekleyeceğiz!"

https://www.evrensel.net/haber/434113/bilim-insanlari-deniz-salyasinda-karamsar-agit-yakip-bir-mucize-bekleyecegiz

Doğanın son uyarısı ve kuraklık (Pazar yazısı)

 30 Mayıs 2021 04:15

su birikintisine bakan insanlar

Fotoğraf: Özer Akdemir

PAZAR

2020 yılının son günlerinde bile yağmayan yağmurlar, üst üste büyük kentlerdeki barajlarda tükenme noktasına gelen sularla ilgili haberler ardı ardına çıkmaya başladığında gazetemizde de bir kuraklık dosyası yayımladık. Beş günlük dosya süresince alanlarında uzman bilim insanları ve yerel ekoloji örgütleri kuraklığın nedenleri ve etkilerinin yanı sıra önümüzdeki süreçte ülkemizi bekleyen tehlikelerine dair görüşlerini dile getirdiler.

Kuraklık dosyasının gazetemizde çıkmaya başladığı 2021’in ilk günlerinde o beklenen yağmurlar da geldi. Günlerce süren yağmurlar sonrası barajlar belli oranda doldu, toprak suya doydu ve herkesin feryat figan ettiği kuraklık bir anda unutuldu!

Oysa gerek dosyamıza görüş veren bilim insanları, gerekse öncesinde yayımlanan birçok bilimsel makale kuraklığın öyle unutulacak bir olgu olmadığını ortaya koyuyordu. Nitekim o yağışlı günlerin ardından beklenen bahar yağmurları bir türlü gelmedi. Mesela 2020 aralık ayında metrekareye 44 mm yağmur düşmüş. Oysa aralık ayının ortalaması 78 mm’ydi. Sonuçta kaçınılmaz olarak mayıs ayının başından itibaren bizler yine kuraklığı konuşmaya, gazete-televizyonlarında kuraklık haberleri dinlemeye, kuruyan kadim nehirlerin çamur, taş - toprak dışında bir damla su kalmamış yataklarının fotoğraflarını iç sıkıntısı ve endişe ile izlemeye başladık.

B. MENDERES KURUDU

Yeryüzüne çıktığı Afyon Dinar’dan 548 kilometre boyunca akan Batı Anadolu’nun en büyük nehri Büyük Menderes Nehri’nin neredeyse tamamen kuruduğunu gösteren fotoğraflar önce yerel gazetelerde, sonra ulusal ölçekli gazetelerde görülmeye başlandı. Aydın İncirliova Ziraat Odası Başkanı Ali Kaykı’nın nehrin kuru yatağında yürürken “Menderes’i ilk kez böyle gördüm. Geçen yıl mayıs ayında 2.5 metre su olan nehirde bugün neredeyse su kalmamış. Bu suya çiftçinin ihtiyacı var” sözleri yaşanan sıkıntıyı ve çaresizliği anlatıyordu. Sadece Aydın bölgesinin değil, Türkiye’nin en verimli tarım arazilerine sahip B. Menderes Havzası’nın da ana sulama kaynağıydı. 3.5 milyon insanın yaşadığı havza ülke tarımsal üretiminin de yüzde 15’ine karşılık gelen pamuk, incir, zeytin, üzüm gibi stratejik ürünlerin yetiştiği bir yer aynı zamanda.

Anlayanlar ve anladığının gereğini yapmak isteyenler için (19 yıldır ülkeye günümüzün moda deyimiyle adeta “çöken” siyasi iktidarı bunların dışında tutmak zorundayız) felaketin bağıra çağıra geldiği bütün verilerde ortaya konuyordu aslında. DSİ’nin her yıl yayımlanan verilerine göre B. Menderes Nehri’ndeki su debisi yıllardır azalıyor. 1984 yılında 154 metreküp/s debisi olan nehrin debisi 1990 yılında 90 metreküp/s, 2005 yılında ise 40 metreküp/s’ye geriledi. Otuz yılda neredeyse 1/4’e düşmüş nehrin suyu...

YAYLADAKİ ÇEŞME VE PINARLAR DA KURUDU!

Şurası çok açık ki B. Menderes’de su kalmazsa bu havzada yaşamın sürdürülmesi olanaksız! Kuraklık öncesi sanayi kirliliği nedeniyle can çekişen nehir, iklim krizinin tetiklediği kuraklık olgusu ile o kirli suyu bile taşımıyor bugün. Dün, kirli de olsa B. Menderes’in suları ile tarlaları sulayan çiftçiler, bugün o sulara bile özlemle bakıyorlar.

Ege Bölgesi’nde, ovada B. Menderes Nehri’nde su bırakmayan kuraklık dağlarda ve yaylalarda da baş göstermeye başladı. Aydın’da, mayıs ayı ile birlikte yaylaya çıkan köylüler çeşmelerin, pınarların kuruması nedeniyle ne yapacaklarını şaşırdılar. Köylüler için yayladan tekrar köylerine dönmek dışında bir çare de kalmıyor doğal olarak. O sular, yaylalardaki yaban yaşamı kadar, yaz boyunca yapılan koyun ve keçilerin de temel yaşam kaynakları. Yüzyıllardır o yaylaları mesken eden köylülerin, yörüklerin üstüne türküler yazıp, maniler dizdiği pınarların, çoban çeşmelerinin kuruması bir kültür için de sonun başlangıcı demek!

PANDEMİLİ GÜNLERİ BİLE ARAR OLMAK!

İklim krizinin tetiklediği kuraklık hiçbir şeye benzemez. İki yıldır tüm dünyayı adeta esiri eden kovid-19 pandemisi bile emin olun eğer bu kuraklık, bilim insanlarının kullandığı kavramla ‘ısrarlı kuraklık’ halini alırsa, (Ki öyle olduğuna dair onlarca belirti, yüzlerce bilimsel makale var) tüm dünya ülkeleri esas felaketle karşı karşıya kalacaktır.

İklim krizi, küresel ısınma ve bunların sonuçlarından birisi olan kuraklığa yol açan en önemli etkenlerden birisi olarak gösterilen fosil yakıtlar ve özellikle termik santrallere bir kez daha dikkat çekmekte fayda var. Kuraklık doğanın bir uyarısı olarak kapımızı yine çaldı çünkü, hem de kaçıncı kez!   

1 TERMİK SANTRALİN GÜNLÜK SOĞUTMA SUYU= 440 MİLYONUN BİR GÜNLÜK İÇME SUYU

Yapılan çalışmalar küresel ısınmaya, iklim krizine hatırı sayılır bir katkı da bulunan termik santrallerin sadece yüzde 34 verimlilikle çalıştığını ortaya koyuyor. Üstelik bu santraller bu kuraklık sürecinde, yarın bir damla suya hasret kalacağımızı ortaya koyan doğanın uyarısına rağmen, adeta suyu yutuyor! Mesela 520 MW’lık ortalama bir kömürlü termik santralin soğutma sistemi bir günde 1.1 milyar litre suya ihtiyaç duyuyor! Korkunç bir rakam bu! Şöyle anlatalım; bir insanın günlük içmesi gereken su miktarı erkeklerde 3, kadınlarda 2 litre. Bu durumda ortalama olarak 440 milyon kişinin günlük tüketmesi gereken içme suyu 1 günde,

1 termik santralin soğutma suyu olarak kullanılıyor!

“Ne yapalım, petrolü, doğal gazı dışarıdan alıyoruz. Enerjide bu dışa bağımlılık karşısında yerli ve milli kömürü kullanmayalım mı?” gerekçeleri her fırsatta ileri sürülür bu kömürlü termik santraller gündeme geldiğinde. O mesele de öyle denildiği gibi değil oysa ki! 2006 yılında sadece 2 GW olan ithal kömürlü santraller 14 yılda 4.5 kat artmış. Aynı yıllar arasında yerli kömür santraller ise sadece 8 GW’tan 10 GW’a çıkmış. Hani yerlilik, hani millilik!

R

Kovid-19 pandemisi ile çevre katliamlarının, vahşi yaşama yapılan müdahalelerin sonuçları ile ilgili tüm dünyaya önemli bir uyarı ve ders veren doğa, kuraklıkla bir kez daha uyarıyor! Bu belki son uyarıdır, kim bilir!..

https://www.evrensel.net/yazi/88814/doganin-son-uyarisi-ve-kuraklik?utm_source=twitter&utm_medium=twitter_ap&utm_content=77&utm_campaign=30-05-202111:10

27 Mayıs 2021 Perşembe

CHP'li Ali Öztunç: ‘Su sorununu muhataplarıyla tartışacağız’

 27 Mayıs 2021 13:39

CHP'nin Doğa Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Ali Öztunç, Su Araştırmaları Komisyonunun planladığı çalışmalara ve ülkemizdeki su varlıklarının durumuna dair sorularımızı yanıtladı.

Fotoğraf: Özer Akdemir/EVRENSEL

İzmir

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) beş milletvekilinden oluşan “Su Araştırmaları Komisyonu” kurdu. Partinin Doğa Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı K. Maraş Milletvekili Ali Öztunç beş milletvekilinden oluşan komisyonun başta kuraklık, kirlilik ve yanlış su yönetiminden kaynaklı sorunlar olmak üzere su güvenliği ve stresine dair bilgi toplamak, araştırma yapmak tedbirler geliştirmek ve önerilerde bulunmak amacıyla kurulduğunu ifade etti. Mecliste, iklim değişikliği ve kuraklık ile ilgili komisyonun da çalışmalarına katıldıklarını belirten Öztunç komisyonda yaşadıkları tezatlıkları şöyle ifade etti: “Komisyon Başkanı Veysel Eroğlu, yaşadığımız iklim ve su sorunlarının baş sorumlularından birisi. Komisyonda da bu tavrını açıkça gözlemliyoruz. Kanal İstanbul’un sebep olacağı su sorunu ile ilgili DSİ’ye yöneltilen soruları maniple etti. Komisyonda, HES’lerin ve barajların habitat oluşturduğu yönünde görüşler içeren sunumlar yapılıyor.”

Öztunç, Su Araştırmaları Komisyonunun yapmayı planladıkları çalışmalar ve ülkemizdeki su varlıklarının durumuna dair partisinin bakış açısı üzerine sorularımızı yanıtladı.

"SORUNU YERİNDE İNCELEYECEĞİZ"

Su Araştırmaları Komisyonu neden oluşturuldu? Neleri yapmayı planlıyor?

Su hakkı günümüzün en önemli tartışma alanlarından birisi. İklim krizi, yanlış su yönetimi, endüstriyel kirlilik gibi birçok nedenden kaynaklanıyor. Kuraklık, kirlilik gibi sorunları karşımıza çıkarmaya başladı. CHP olarak, sorunu yerinde incelemeyi, muhataplarıyla tartışmayı, bu sonuçlar üzerinden politikalar geliştirmeyi önemsiyoruz. Geçtiğimiz ocak ayında Jeotermal Enerji Araştırma Komisyonunu kurarak, benzer bir çalışma yürüttük. Bu projelerden etkilenen kişilerle, meslek odaları, bilim insanları, proje sahipleriyle görüşmeler gerçekleştirmiştik. Su Araştırmaları Komisyonumuzda da benzer bir yaklaşımla çalışmalar yürüteceğiz. Temiz ve güvenilir içme ve kullanma suyuna erişim herkesin hakkı. Burada adil bir yönetim anlayışını inşa etmek önemli.

İklim krizi gerçeğinden yola çıkarak ülkemizin özellikle su varlıklarının son derece olumsuz yönde etkileneceğine dair birçok bilimsel çalışma var. Parti olarak Su Araştırma Komisyonunun dışında bu duruma dair bir planlamanız var mı?

İklim kriziyle ilgili perspektifimizi, Doğa Hakları İhlalleri 2020 isimli kitabımızda paylaşmıştık. CHP olarak hedeflediğimiz bir iklim konferansı var. Ancak, pandemi koşulları nedeniyle hayata geçiremedik şu ana kadar. Komisyon çalışmalarımız devam edecek. Kömür politikalarıyla ilgili bir komisyon çalışmamız daha olacak. Ancak, şimdiden tarihini söylemek çok doğru değil.

"TBMM SU KOMİSYONU BAŞKANI YAŞADIĞIMIZ
SU SORUNLARININ BAŞ SORUMLUSU!"

Tarım alanlarındaki kuraklık riski özellikle Orta ve Güneydoğu Anadolu’da bir risk olmaktan çıkarak artık yüz yüze kalınan bir olgu olarak karşımızda. Zaten zor durumda olan üretici köylülerin bu kuraklık sonrası sorunlarının çözümü ile ilgili TBMM’de ve başkaca zeminlerde çalışmanız olacak mı?

Su, geniş bir kavram. Su hakkı ihlallerini neden ve sonuçlarıyla birlikte anlatabilmek mümkün. Çoklu kriz diye tanımladığımız iklim krizinin de bir parçası. Gıda, sağlık, çevre hakkı gibi birçok alanı da etkiliyor. Şu an TBMM iklim değişikliği ve kuraklık ile ilgili bir komisyon, çalışmalar yürütüyor. CHP’li komisyon üyelerimiz, birçok konuyu dile getirmeye çalışıyor. Ancak, komisyonda şöyle bir tezat var ki, söylemeden geçemeyeceğiz. Komisyon Başkanı Veysel Eroğlu, yaşadığımız iklim ve su sorunlarının baş sorumlularından birisi. Komisyonda da bu tavrını açıkça gözlemliyoruz. Kanal İstanbul’un sebep olacağı su sorunu ile ilgili DSİ’ye yöneltilen soruları maniple etti. Komisyonda, HES’lerin ve barajların habitat oluşturduğu yönünde görüşler içeren sunumlar yapılıyor.

"TARIMDAKİ KAPİTALİSTLEŞMENİN AĞIR SONUCU"

Bir yanda özellikle madencilik ve enerji şirketleri tarafından kontrolsüzce tüketilen su varlıkları varken neden çiftçinin tarımsal üretimde kullandığı su göze batıyor ve ücretlendirilmeye çalışılıyor sizce?

Tarımsal sulamada kullanılan su, maalesef tüketilen su oranının büyük bir oranı. Ancak, sorunun nedenleri çiftçinin bireysel kusuru olarak ele alınıyor ve suyu ticarileştirme nedeni olarak gösterilmeye çalışılıyor. Su ücretsiz olduğu için kontrolsüz kullanıyor gibi bir gerekçeleri var. Bu çok sığ bir yaklaşım. Tarımdaki kapitalistleşmenin de ağır bir sonucu daha fazla su, daha fazla kimyasal kullanımına mecbur bırakıyor. Bunları da görmek lazım.


Sulak alanların ve göllerin gittikçe yok olması, kurumasının önlenmesine dair bir planınız, öneriniz var mı? Bu alanların korunması ile ilgili yasal düzenlemeler sanayi, madencilik, enerji üretim projeleri ve turizm vb. alanların yaranına bir bir esnetilirken ve de ülkemizdeki hukukun geldiği noktada, hukuksal güvence ekoloji alanında da neredeyse yok oldu denecek düzeye gerilemişken sulak alanları, su havzalarını, göllerimizi, nehirlerimizi nasıl koruyabileceğimize dair görüşleriniz nelerdir?

Mevcut sulak alanların, havzalarının koruma altına alınması gerekiyor. Ancak görüyoruz ki, doğal su alanlarında maden, enerji tesisi gibi yatırımlara izin veriliyor. Bu alanlar yok ediliyor. Sonra, DSİ yetkilileri yapay göl ve baraj alanlarını sulak alan, habitat alanları olarak lanse etmeye başlıyor. AKP bu kandırmaca üzerinden yeşil badanacılık yapıyor. Temel önerilerimizi, komisyon çalışmaları sonrasında paylaşmak istiyoruz.

Son olarak hazırlık aşamasında olduğunuz su kanununun ana amacını özetler misiniz?

Su hakkını, hem bir doğa hakkı hem de bir insan hakkı olarak ele alan ve yasal güvence altına alan bir kanun olmasını murat ediyoruz. Ayrım gözetmeksizin herkesin ücretsiz ve güvenilir içme ve kullanma suyuna ulaşabilmelerini sağlama, kişi başına düşen kullanılabilir su oranındaki eşitsizlikleri giderme gibi temel amaçları taşımalı. 

CHP SU ARAŞTIRMALARI KOMİSYONU ŞU İSİMLERDEN OLUŞUYOR

25 Mayıs 2021 Salı

Can TV_Bu Sabah_25 Mayıs 2021

 




@cantv_tv'de sevgili Bahar Tekin Gayretli'nin sunduğu "Bu Sabah" programında #İkizdere'yi ve ülkemizdeki diğer #Ekoloji mücadelelerini konuştuk.

https://www.youtube.com/watch?v=84plM1NiJpE

23 Mayıs 2021 Pazar

Dipsiz Göl dipsiz siyaset! (Pazar yazısı)

 23 Mayıs 2021 05:09

dipsiz gölde kazı çalışmaları

Fotoğraf: DHA

PAZAR

Bir Dipsiz Göl faciası vardı, anımsadınız mı? Hani şu valilik izniyle içinde define aramak için suyu boşaltılan 12 bin yıllık göl. Gümüşhane’nin merkeze bağlı Dumanlı köyünün Taşköprü Yaylası’ndaydı. Doğal güzelliğinin yanı sıra son buzul döneminden günümüze kadar gelen bir doğa harikasıydı. Bilim insanlarına göre Dipsiz Göl ve benzeri buzul gölleri, yöresinde yaşanan ekolojik değişikliklerin gözlenebildiği, araştırabildiği bir hafıza deposu, bir veri tabanı işlevi de görüyor aynı zamanda.

Söylentiler ve temelsiz bilgiler ışığında Roma İmparatorluğu’nun Anadolu’daki 4 büyük lejyonu arasında gösterilen 15’inci Apollinaris Lejyonunun hazinesini aramak amacıyla müze müdürlüğü ve valilik izinleriyle 6-11 Kasım 2019 tarihleri arasında gölün suyu boşaltıldı. Jandarma gözetiminde, bölgeye kimse yaklaştırılmayarak 5 gün boyunca yapılan araştırmalarda hazinenin izi dahi bulunamayınca kazı sonlandırıldı.

Dipsiz Göl gibi bir doğa harikasının bu şekilde yok edilmesine tepkiler çığ gibi büyüyünce aralarında Gümüşhane Kültür ve Turizm İl Müdürü, Müze Müdürü ve bir müze personeli haklarında soruşturma başlatılarak açığa alındı. Skandal ayyuka çıkıp, tepkilerin önü alınamayınca yasal düzenleme ile kamuoyunda “Bir şeyler yapıyoruz” havası yaratılmaya çalışıldı; hazine aramaları için ÇED raporu alınması şartı getirildi. Bu arada birçok kurum Dipsiz Göl’ün yok olmasına ‘olur’ veren Gümüşhane Valisi hakkında suç duyurusunda bulununca, İçişleri Bakanlığından vali hakkında soruşturma izni istenildi.

Dipsiz Göl’ün nasıl katledildiği, neleri kaybettiğimiz ve siyasi iktidarın bu noktadaki bilim tanımaz pervasızlığı hakkında çok şey yazıldı, çizildi. O meselelere hiç girmeyeceğiz artık. 12 bin 500 yıllık Hasankeyf’i gözünü dahi kırpmadan yok eden, Salda Gölü’nde cami, kıraathane, tuvalet açmakla övünen bir siyasi iktidarın 20 yıldan bu yana yok ettiği doğal ve kültürel miraslara ilişkin bu türden suç dosyalarını sıralamaya kalksak Dipsiz Göl’e gelene kadar akşam olur...

Bu yazıda İçişleri Bakanlığının Dipsiz Göl faciası ile ilişkin soruşturma izni istenen valiyi nasıl koruduğunu anlatmak istiyorum. Buna geçmeden önce de günümüzdeki güncel siyasal-mafyasal tartışmalarına da kısaca değinmekte yarar olduğunu düşünüyorum.

SÜLEYMAN SOYLU AKP’YE ÇOK YAKIŞIYOR!

Kim ne derse desin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun AKP iktidarının karakterini en iyi yansıtan ve MHP’nin de içinde olduğu ittifak blokuna en iyi yakışan bakanlardan birisi olduğunu düşürüyorum. Dün söyledikleri ile bugünkü arasında uçurumlar bulunan, dün hakaret ettiklerini bugün ölümüne savunan (Devlet Bahçeli’nin ve Süleyman Soylu’nun Erdoğan hakkında geçmişteki sözleri herkesin malumu) bir ittifakın iktidarına elbette bu özelliklere sonuna kadar sahip olan bir İçişleri Bakanı yakışırdı!

İçişler Bakanı Soylu’nun adı Organize Suç Örgütü Lideri Sedat Peker’in iddiaları ile gündemleşmeden önce bakanlığının İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun, Osmanlı padişahı Fatih Sultan Mehmet’in eşinin türbesi önünde eli arkada yürüyerek saygısızlık yaptığı gerekçesiyle ön inceleme başlatılması ile gündemdeydi. İmamoğlu’nun mezarlıkta eli arkada dolaşmasına “Bana göre suç” diye yeni bir hukuksal yaklaşım getiren Soylu, hukuk metinlerinde “Soylu’ya göre suç” diye bir madde olmadığının ortaya çıkması ve kamuoyunun bu “absürt” incelemeye tepki göstermesi nedeniyle İmamoğlu hakkında soruşturma izni ver(e)medi. Katıldığı televizyon programında kendisine göre suç da olsa soruşturma izni vermeyeceğini açıklayan Bakanın bu davranışı, yandaş kesimler tarafından “Demokratça bir tutum” olarak yorumlandı. Oysa, işbaşına geldiği günden bu yana “Soylu ve demokratça tavır” sözcüklerinin yan yana geldiği tek bir örnek bile anımsamıyorum ben!


DİBİN DE DİBİ VAR!

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Dipsiz Göl’ün göz göre göre yok edilmesinin altında imzası olan Gümüşhane Valisi Kamuran Taşbilek hakkında soruşturma izni vermeyerek Valiyi korudu. Konuya dair Soylu’nun imzasını taşıyan 23 Eylül 2020 tarihli yazıda yapılan işin “Valilik görevinin ifasında olağan bir uygulama” olduğu ileri sürüldü. Sonrasında yazılanlar ise tam da Soylu tarzını ifade ediyor.

Bilim insanları tarafından 12-18 bin yıl arasında yaşı bulunan bir “doğa harikası” olarak tanımlanan Dipsiz Göl, Soylu’ya göre “yağan kar ve yağmur sularının birikmesinden oluşan bir alan...” sadece! “Farklı şehirlerde konumlanmış olan kurumların şikayet dilekçelerinin neredeyse tek elden çıkmışçasına benzer bir biçimde kaleme alındığı” da gösteriyor ki, “Oluşturulan olumsuz algı üzerinden toplumda ‘doğa katli’ gibi infiale sebep” olunmak amaçlanmış! Dipsiz Göl diye bölgedeki başka göllerin fotoları da servis edilerek “Konunun maksatlı bir şekilde ele alındığı ve kamuoyunda olumsuz bir algı yönetiminde bulunulduğu” ortaya konmuş!

AKP’nin 20 yıllık iktidarı boyunca yapılanlar birçok kesim tarafından demokrasinin, insan haklarının, tarihe-kültüre-doğal varlıklara saygının, ekonominin, toplumsal barışın dibi olarak nitelenir. Bir eksikle doğrudur da; AKP ile artık bu “dip” metaforu “Dibin de en dibi varmış”, olarak değişti!..

Neyse ki, Dipsiz Gölü yok eden bu dipsiz siyaset anlayışının, tarihin çöp tenekesinin dibini boylamasına çok kalmadı...


22 Mayıs 2021 Cumartesi

Karaburç köylüleri: Mahkemeden doğa katliamını durdurmasını bekliyoruz

 22 Mayıs 2021 13:50

Karaburç ile Karaburna köyleri arasında işletilen bazalt ocağına karşı açılan davada mahkemeye sunulan ikinci ek bilirkişi raporunda da bazalt ocağının tarıma ve çevreye zararının altı çizildi.

Fotoğraf: Karaburç Köyü Doğayı Koruma ve Geliştirme Platformu



Özer AKDEMİR

Nevşehir'e bağlı Hacıbektaş'ın Karaburç ile Karaburna köyleri arasında işletilen bazalt ocağına karşı açılan davada mahkeme tarafından istenen ikinci ek bilirkişi raporu da belli oldu. Önceki iki raporu da eksik bulan mahkeme heyetinin istediği ikinci ek bilirkişi raporunda da özünde değişen bir şey olmadı. Ziraat ve biyolog bilirkişilerin madenin çalışmasının tarım ve çevre açısından sakıncalarına dikkat çeken görüşlerini yeni argümanlarla desteklediği ikinci ek raporda, firmanın taahhütlerini yeterli bularak madene olur veren maden mühendisi, harita mühendisi ve jeolog bilirkişilerin de aynı görüşlerini korudukları görüldü. 

ÇED GEREKLİ DEĞİLDİR KARARINA DAVA AÇILDI

Develi Madencilik adlı şirketin Anadolu bozkır ekosisteminin tam ortasında, Hacıbektaş'ın Karaburç ve Karaburna köyleri arasında işlettiği bazalt madenine Nevşehir Valiliği tarafından "ÇED Gerekli Değildir" kararı verilmişti. Valiliğin bu kararına Kayseri 1. Bölge İdare Mahkemesinde dava açan Karaburç köylüleri, madenin çevreye, tarım alanlarına, meralara ve su kaynaklarına zarar verdiğini ileri sürüyorlardı. Mahkemenin alanda bilirkişi incelemesi yaptırmasının ardından mahkemeye sunulan raporda ziraat mühendisi ve biyolog bilirkişiler madenin tarım alanlarına, meralara, su kaynaklarına, bitki örtüsüne zarar vereceği, proje tanıtım dosyasındaki belirlenen riskler ve önlemlerin yeterli olmayacağı belirterek “ÇED gerekli değildir” kararının iptal edilmesi yönünde görüş bildirmişlerdi. Maden mühendisi, harita mühendisi ve jeolog bilirkişiler ise ÇED raporundaki önlemleri yeterli bularak ÇED gerekli değildir kararını yerinde olduğu görüşünü ileri sürdükleri raporu yetersiz bulan mahkeme heyeti "ek bilirkişi" raporu istedi.

EK RAPORDA DA MADENİN ZARARLARININ ALTI ÇİZİLDİ

Ek bilirkişi raporu isteyen mahkemenin köylülerin aleyhine olan, madeni olur veren bilirkişi görüşleri ile ilgili bir yorum getirmezken, madene verilen ÇED Gerekli değildir kararının aleyhine görüş açıklayan iki bilirkişiden ek rapor istemesi dikkat çekmişti. Hazırlanan ek raporda da ziraat ve biyolog bilirkişiler önceki görüşlerine paralel görüş belirtmeleri üzerine mahkeme heyeti bu iki bilirkişiden madenin yaratacağı risklerin kanıtlanmasını isteyen ikinci bir ek bilirkişi raporu daha talep etti.


İKİ BİLİRKİŞİ 2. EK RAPORDA DA OLUMSUZ GÖRÜŞLERİNİ KORUDU

20 Mayıs 2021 tarihinde mahkemeye sunulan 41 sayfalık ikinci ek bilirkişi raporunda da bilirkişilerin ilk verdikleri rapordaki görüşlerini korudukları görüldü. Ziraat ve biyolog bilirkişiler bilimsel veriler, tablolar, ilgili yönetmelikleri referans göstererek özetle; madenin Karaburç Köyü’ndeki tarım ve hayvancılığa zarar vereceğini, proje tanıtım dosyasının hatalı olduğunu, şirketin hiçbir taahhüdünü yerine getirmediğinin bir kez daha altını çizdiler.

"MAHKEMENİN DOĞA KATLİAMININ DURDURMASINI SABIRSIZLIKLA BEKLİYORUZ"

Karaburç Köyü Doğayı Koruma Ve Geliştirme Platformu açtıkları davada mahkemece talep edilen üçüncü bilirkişi raporunun da yaşam alanlarında yapılan madencilik faaliyetinin zararlarını açıkça ortaya serdiğini dile getirdi. Platform tarafından ikinci ek bilirkişi raporu ile ilgili yapılan açıklamada; "bu son raporla birlikte mahkemenin “ÇED Gerekli Değildir” kararını iptal etmesini ve yaşamımıza kasteden bu doğa katliamını bir an önce durdurmasını sabırsızlıkla bekliyoruz" ifadelerine yer verildi.

https://www.evrensel.net/haber/433512/karaburc-koyluleri-mahkemeden-doga-katliamini-durdurmasini-bekliyoruz


18 Mayıs 2021 Salı

Bilirkişi, Güzelçamlı hafriyat projesini kamu zararı olarak değerlendirdi

 18 Mayıs 2021 19:49

Güzelçamlı'da Aydın Büyükşehir Belediyesi tarafından oluşturulmak istenen hafriyat alanına karşı açılan davada bilirkişi, alana hafriyat dökümünün kamu yararına aykırı olacağı sonucuna vardı.

Fotoğraf: Bülent Tokuçoğlu

Özer AKDEMİR

Aydın

Aydın Kuşadası Güzelçamlı Mahallesi yakınında Aydın Büyükşehir Belediyesi tarafından oluşturulmak istenen hafriyat alanına karşı açılan davada bilirkişi raporu belli oldu. Bilirkişiler, alana hafriyat dökümünün kamu yararına aykırı olacağı sonucuna vardı.

BİLİRKİŞİ RAPORU MAHKEMEYE SUNULDU

Aydın Büyükşehir Belediyesine karşı yörede yaşayan yurttaşlar tarafından 1/5000 Ölçekli Nazım İmar Planı’nın iptali istemiyle açılan davanın görüldüğü Aydın 2. İdare Mahkemesi bilirkişi incelemesi yapılmasına karar vermişti. 20 Nisan'da yapılan bilirkişi incelemesinin raporunu geçtiğimiz günlerde mahkemeye sunan bilirkişiler, raporda hafriyat döküm alanı yapılmak istenen 4 hektar yüz ölçümündeki alanla ilgili plan kararlarının bütünlüğe aykırı olduğu dile getirildi.

KENTLE ORMANIN BULUŞMA ALANI

Hafriyat dökülmek istenen bölgenin Dilek Yarımadası Milli Parkı’nı da kapsayan alanın hemen güneyinde yer aldığına dikkat çekilen raporda; kentsel kullanım alanları ile orman alanlarını buluşturma alanı olarak işlev gören alanların plan kararlarıyla korunmasının halk sağlığı açısından önemli olduğu ve kamu yararı taşıdığına vurgu yapıldı.

Raporda, hafriyat dökümünün alanın bu işlevini olumsuz yönde etkileyeceği ve bu işlevi ortadan kaldırabileceği ifadelerine yer verildi. Alanın araç yolu ve otopark olarak planlanmasının alanda bugüne kadar olmayan bir taşıt trafiğinin oluşmasına neden olacağının belirtildiği bilirkişi raporunda, "Plan Açıklama Raporu’nda tespit, analiz, sentez ve değerlendirmelere yer verilmemiş olmasının şehircilik ilkelerine, planlama esaslarına ve imar mevzuatına aykırı olduğu, kamu yararına uygun olmadığı görüşüne varılmıştır" ifadelerine yer verildi.

Davanın Avukatı Dr. Bülent Tokuçoğlu gelinen noktayı, "Bilirkişilerin bu tespitleri ışığında mahkemenin yürütmeyi durdurma istemimiz ve ardında planın iptali yönünde karar vermesini bekliyoruz" diye yorumladı.

https://www.evrensel.net/haber/433219/bilirkisi-guzelcamli-hafriyat-projesini-kamu-zarari-olarak-degerlendirdi?utm_source=twitter&utm_medium=twitter_ap&utm_content=2958&utm_campaign=18-05-202120:37

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...