24 Haziran 2024 Pazartesi

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

 

24 Haziran 2024 04:25






Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel


 

Özer Akdemir

Tüm yazıları

Geçen senenin mart ayıydı. Gece gelen telefonun ardından sabah erken bir saatte Aydın Çine yoluna düştüm.

Bu seferki Çine seyahatinin nedeni ne Aydın ellerine bir karabasan gibi çöken jeotermal enerji santralleri ne de Çine'nin etrafındaki dağları delik deşik eden kuvars ve feldspat madenleriydi. Çine ilçe merkezine adeta bir taş atımı uzaklıkta bulunan Yolboyu köyünden sökülüp ilçenin öbür tarafına taşınan zeytinlerle ilgiliydi.

YOLBOYU’NUN DEĞİŞEN KADERİ

Yolboyu köyü bir zamanlar Madran Dağı’ndan gelen bereketli suların beslediği verimli Çine Ovası’ndaki şirin köylerden birisi idi. İlçeye yakınlığının ve Çine'yi Aydın'a bağlayan yolun üzerinde olmasının ekmeğini çok yedi. Madran Dağı’nı taş taş söküp un ufak eden maden işletmelerinden ikisinin, Eysim ve Kaltun’un köyün adeta içine, kara yolunun kenarına karşılıklı gelmesinin ardından Yolboyu’nun da kaderi değişti. Yirmi dört saat durmadan çalışan taş kırıcıların gürültüsü göğe yükselen toza toprağa karışıyordu. Bu toz rüzgarın esiş yönüne göre köyün tarlalarına, çinko çatılarla gölgelenen mandıralara, evlerin kiremitlerine, avlularına, ağaçlara ve dahi köyde canlı-cansız ne varsa üzerine yapışıyordu.

Yolboyu, bir iki yıl içerisinde insanların “yandım anam!..” dedikleri bir yer haline gelmişti. Tarlalarda ürettikleri ürünleri iki kilometre ötedeki ilçe pazarına götürüp satamıyorlardı artık. “Hadi meyveleri yıkarsın. Lahananın, pırasanın, enginarın yaprakları arasına gizlenen tozu nasıl yapalım? Bir, iki, üçüncüde şikayetlenerek geri getiriyor insanlar ister istemez. Haklılar da, ben olsam ben de yemem bu sebzeleri. Yemiyoruz da artık. Başka köylerin ürünlerini alıyoruz. Pazar satışını da bıraktık” diyordu, kime sorsak.

MİLLETVEKİLİNİN MÜJDESİ!

Köyün bir yanında, iki yıl kadar önce iktidar partisi milletvekili tarafından “Müjdemi isterim!” diye duyurulan ve hemen yapımına başlanan 4 bin 500 kişilik cezaevi inşaatı o günlerde bitmek üzereydi. Köyün öbür yüzündeki tarlaların üzerine ise kocaman bir devlet hastanesi inşaatı ekilmişti! O da bitmek üzereydi...

Köyün, affedersiniz, dokunulmadık bir tek kulak arkası kalmıştı. Gece gelen telefon oraya da dokunulduğunu söylüyordu!..

Yolboyu’nun güneybatı tarafında bulanan, mülkiyeti Çine Belediyesine ait zeytinlikteki, aralarında 150 yılını bulanlarla birlikte her biri en az 50-60 yaşında olan zeytin ağaçları bir günde sökülerek Çine ilçe merkezinde bir başka mahalleye taşınmıştı. Yıllardır bu zeytinlerin bakımı köylüler tarafından yapılır, hasat zamanı köylü ihtiyacı kadarını alıp kalanını belediyeye verirdi. Belediyeye verilen bu pay da ilçedeki ihtiyaç sahiplerine, cezaevindeki mahkumlara, yurtlardaki öğrencilere dağılırdı.

GIDA ÇARŞISI YAPMAK İÇİN SÖKÜLEN ZEYTİNLER

İddialara göre işte bu zeytinlerin bulunduğu yere gıda sanayi işletmeleri kurulması için zeytinler sökülmüştü. Zeytinlerin taşınıp yeniden dikildiği yerin ise ilçedeki deprem toplanma alanlarından birisi olduğu söyleniyordu. 11 ili yerle bir eden Maraş depremlerinin üzerinden daha bir ay geçmeden apar topar yapılan bu iş başta köylüler olmak üzere herkesin tepkisini çekmişti.

Gece gelen telefonun sabahında yola çıkarak öğle vakti Yolboyu köyüne geldik. Sökülen zeytinliklerin bulunduğu yere gidip çekimlerimizi yaptık. Aynı gün bu zeytinliklerin taşındığı Çine’deki diğer mahalleye de gittik. Evlerin arasında kalmış çorak bir araziye, dalları kökünden kesilip korkuluk gibi dikilmişti zeytinler. 150 kadar gün görmüş zeytin ağacı yurdundan toprağından bir kepçe darbesi ile koparılmış, “Aman laf söz olmasın” diye, bir de Zeytin Yasası’nın kılıfına uydurmak için bu çorak araziye taşınmıştı.

Kime sorsak “Yazık oldu, bu zeytinlerin hemen hemen hiçbiri tutmaz. Tutanlar da iflah olmaz artık!” dedi.

150 YILLIK ‘FİDAN’!

Velhasıl, bu zeytinlerin sökülmesi meselesinin haberini yaptık. Çepeçevre Yaşam programında da görüntülerini yayımladık. İki gün sonra belediyeden açıklama geldi; “Tarlamızda bulunan ağaçlar, belediyemizin park ve bahçe projelerinde kullanılmak üzere daha önce dikilmiş olup gelişimlerini tamamladıkları için yeni yerlerine taşınmaktadır.” Aralarında 150 yaşında olanların da bulunduğu, çoğu 50-60 yaşlarındaki zeytinlerin park bahçe projelerinde kullanılmak üzere taa o zamanlar dikildiğini söylüyordu belediye!

Yerinden sökülüp Akçaova beldesi yakınında bir düğün salonu peyzajı için dikilen 150 yaşındaki zeytin ağaçları ile ilgili de, “Bölgenin güzelleşmesi için zeytin fidanlarını ilçenin çeşitli yerlerine dikiyoruz” diyorlardı. Yerel bir gazetede bu “güzelleştirme” haberi fotoğraflarla verilmişti. Belediyenin “fidan” dediği zeytinlerin boyları taşındıkları kamyonu geçiyordu!..

*

TAŞINAN ZEYTİNLER NE OLDU?

Haberlerimizin etkisi oldu mu bilmeyiz ama Yolboyu’daki gıda sanayi kurulması işi durdu. Olan sökülüp götürülen zeytinlere olmuştu.

Aradan bir buçuk yıl geçtikten sonra bu taşınan zeytinlerin durumunu sordum Çine Yaşam Platformu Sözcüsü Ahmet Uslu’ya. Sağ olsun gidip fotoğraflarını, videosunu çekip gönderdi. O zamanlarda dediği gibi zeytinlerin büyük bir kısmı tutmamış, kurumuştu. Ucundan ince yeşil bir filiz verenlerin ise yaşama tutunmaya çalıştığını, ancak büyük olasılıkla bunların da yaşamayacaklarını söyledi.

**

HABERİN PEŞİNİ BIRAKMAYACAĞIZ.

Haftalık yaptığımız Çepeçevre Yaşam programına haziran ayı ile birlikte yaz molası verdik. Ancak yazı boş geçireceğimiz anlamına gelmiyor bu.

Tıpkı Yolboyu köyünden sökülüp taşınan zeytinlerin akıbetinin peşine düştüğümüz gibi geçen senelerde yayımladığımız programların fikri takibini yapacağız bu yazın. İlk program geçen hafta yayımladığımız Bursa Uludağ Milli Parkı’nın “Alan Başkanlığı Yasası”ndan sonraki süreci oldu. Dağın bir ticarethane gibi işletilmesi ve ranta açılması çabası ve buna karşı verilen mücadelenin güncel bilgisini yayımladık.

Yaptığımız her haber okurumuza ve izleyenlerimize “Bu işin peşini bırakmayacağız”ın verilmiş bir sözüdür yayımlandıktan itibaren. Sözümüzün arkasında durup her birinin izini sürmeye devam edeceğiz...

https://www.evrensel.net/yazi/95072/haberin-izini-surmek

Torba Yasadan sonra Torba ÇED dönemi!

 

24 Haziran 2024 17:17


Aydın’da kuvarsit-feldpat madeni ile ilgili ÇED toplantısı Karacaören köyünde yapılacak. Köy, ÇED Başvuru Dosyasında 2 no’lu poligon alanı olarak geçen Topçam Köyü’ne yaklaşık 60 km uzaklıkta.




toğraf: Özer Akdemir/Evrensel

Özer AKDEMİR
Aydın

Akmin Endüstri Mineralleri Sanayi ve Ticaret A.Ş. tarafından Aydın ili Çine ve Yenipazar ilçe sınırları içerisindeki üç farklı köyde yapılmak istenen kuvarsit-feldpat madenciliği ile ilgili halkın katılımı toplantısı Yenipazar’ın Karacaören köyünde yapılacak. Yenipazar Karacaören köyü, Çine ilçesi sınırlarında bulunan ve ÇED Başvuru Dosyasında 2 no’lu poligon alanı olarak geçen Topçam Köyü’ne yaklaşık 60 km uzaklıkta!

ÇED TOPLANTISI YAPILACAK KÖY 60 KM UZAKLIKTA!

Şirketin ÇED yönetmeliği gereği 4 Temmuz tarihinde yapmayı planladığı ÇED Halkın katılımı toplantısı ile ilgili duyuru Aydın Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü internet sitesinde yayınlandı. Yerel gazetelerde de yer alan duyuruda kuvarsit-feldispat madenciliğinin ÇED Halkın katılımı toplantısının Karacaören Mahallesi Bayraktar Kahvehanesi'nde 4 Temmuz 2024 günü saat 14:00'da yapılacağı belirtiliyor. Madencilik yapılmak istenen bu köylerden özellikle Topçam ÇED toplantısının yapılacağı köye yaklaşık 60 km uzaklıkta. Oysa ÇED Yönetmeliğine göre projenin etkilerini ve halkın görüşlerini almak amacıyla düzenlenen bu toplantılar projeden etkilenebilecek halkın kolaylıkla ulaşabileceği bir yerde yapılması gerekiyor. ÇED Yönetmeliğinin 9. Maddesi halkın katımı toplantısını “Halkı yatırım hakkında bilgilendirmek, projeye ilişkin görüş ve önerilerini almak üzere; projeden en çok etkilenmesi beklenen ilgili halkın kolaylıkla ulaşabileceği Valilikçe belirlenen merkezi bir yer ve saatte Halkın Katılımı Toplantısı düzenlenir” şeklinde tanımlıyor. Bu durumda Topçam köyünden yurttaşların 60 km uzaklıktaki başka bir ilçe sınırları içinde bulunan köye giderek ÇED toplantısına katılımı bekleniyor.


Fotoğraf: ÇED Dosyası

MADENCİLİK GÖZDEN KAÇIRILMAK İSTENİYOR

Çine Yaşam Platformu (ÇİYAP) Sözcüsü Ahmet Uslu 1,5 iki saat sürecek bir yoldaki toplantıya Topçam köylülerinin gitmesinin çok zor olduğunu belirterek, “Toplantının yapılacağı köylüler de bu işe şaşıracaktır. Karacaören neresi Topçam neresi? Arada kocaman Madran Dağı var. Köylüler Topçam’ın adını bile duymamıştır. Ülkede başka bir örneği var mı bunun bilemiyoruz ama bu iş olan bitenin gözden kaçırılmak istenmesinden başka bir şey değil. Torba yasa çıkarıp içine alakalı alakasız her şeyi doldurdukları gibi şimdi de Torba ÇED yapıp birbiriyle alakası olmayan köylerde yapılacak madencilik için tek ÇED yaparak aradan çıkarmak istiyorlar” dedi.

TOPLANTININ İPTALİ İÇİN MUHTAR DİLEKÇE VERDİ

Topçam Köyünden Ali Coşkun’da kendilerine çok uzak bir köyde yapılmak istenen ÇED toplantısının iptal edilmesi için muhtar tarafından kaymakamlığa dilekçe verildiğini belirterek, “Bakalım sonucu ne çıkacak. Daha önce de böyle yapıyorlarmış ama haberimiz olmuyordu. Maden alanı köye çok yakın. Çok olumsuz etkiler hem köyü, hem fıstık çamlarımızı” dedi.

CUMHURBAŞKANI İŞLETME RUHSATINI 99 YILA KADAR UZATABİLİYOR

Akmin Endüstri Mineralleri Sanayi ve Ticaret A.Ş. şirketinin firmanın “IV. Grup Maden (Feldspat ve Kuvars/Kuvarsit) Ocağı Kapasite Artışı ve Kırma - Firmaya  Maden İşleri Genel Müdürlüğü tarafından 04.09.2019 tarihinde verilen işletme ruhsatı 04.09.2029 tarihine kadar geçerli. Ancak toplam işletme ruhsat süresi Cumhurbaşkanı tarafından elli yıldan doksan dokuz yıla kadar uzatılabiliyor. Projeye göre ruhsat sahası 5 poligondan oluşmakta.

Aydın Çine İlçesi, Topçam Mahallesi mevkiindeki 2 no.lu ruhsat poligonunda 16,45 ha büyüklüğündeki mevcut ÇED alanı yer almakta. Projenin maden ocağı kapasite artışı ise Aydın’ın Yenipazar İlçesi Paşaköy ve Karacaören Mahalleleri arasında bulunmakta. ÇED Dosyasına göre ruhsat sahasının 3. 4. ve 5. poligonlarında herhangi bir faaliyet yapılmıyor.  

TOPLAM 390 BİN TON/YIL CEVHER ÜRETİLECEK

Yine ÇED Dosyasından öğreniyoruz ki ruhsat sahasının 2. poligonu olarak tarif edilen Topçam köyü yakınındaki 14,80 ha alanda “Kuvars Ocağı” projesi için Aydın Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü tarafından 17.08.2012 tarihinde ÇED Gerekli Değildir Kararı verilmiş. Aynı yerde alan artışına gidilip kırma-eleme tesisi planlanarak, 16,45 ha alanda 120.000 ton/yıl kapasiteli “Kuvars Maden Ocağı ve Kırma Eleme Tesisi” projesi için de ÇED Gerekli Değildir kararı alınmış. Dosyaya göre toplamda 390.000 ton/yıl feldspat üretimi planlanıyor.

YILDA 34 BİN 114 KG ANFO, 828 ADET DİNAMİT PATLATILACAK!

Projenin toplam alanı iki poligonun birleşmesi sonrası toplam 40,29 ha’a çıkıyor. Madencilik delme-patlatma yöntemi kullanılarak açık ocak işletme ile üretim şeklinde yapılacak. Madencilik sırasında yılda 34.114  kg ANFO; 828 adet dinamit kullanılacak. Proje alanlarının tamamı Çevre Düzeni Planına göre orman ve tarım arazisi görünüyor.

 https://www.evrensel.net/haber/521686/torba-yasadan-sonra-torba-ced-donemi

21 Haziran 2024 Cuma

JES şirketi raporu neden gizledi?

 

21 Haziran 2024 17:31


Aydın’ın içme suyunu sağlayan İkizdere Barajı'na birkaç kilometre uzaklıktaki jeotermal çalışmasının proje tanıtım dosyasında (PTD), anlatılandan çok gizlenenler dikkat çekiyor.





Fotoğraf: Evrensel


Özer AKDEMİR
İzmir

Jeotermal enerji santralleri (JES) ve bu santrallere jeotermal akışkan sağlamak için açılan jeotermal kuyuları ile son yıllarda adeta istila edilen Aydın topraklarında yeni jeotermal kuyu ve arama faaliyetleri devam ediyor. Son olarak İncirliova Karabağ Mahallesi yakınlarında tamamı ormanlık bir alanda jeotermal kuyuların açılması için ÇED süreci başlatıldı. Aydın’ın içme suyunu sağlayan İkizdere Barajına birkaç kilometre uzaklıktaki jeotermal çalışmasının proje tanıtım dosyasında (PTD) bu konuda tek satır yer almazken, dosyada “hidrojeolojik değerlendirme raporu” da “Yayımlanmasını istemediğimiz bölümler kısmına eklenmiştir” notu ile gizlendi.

RUHSAT ALANI 518 FUTBOL SAHASI BÜYÜKLÜĞÜNDE

Twin Enerji AŞ adlı şirket tarafından başlatılan ÇED süreci için hazırlanan proje tanıtım dosyası Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı internet sitesinde yayımlandı. PTD’deki bilgilere göre firmanın toplam ruhsat alanı 369.24 hektar iken, 6.30 hektarlık ÇED alanında 2 adet sondaj çalışması yapılacağı dile getiriliyor. 1500 metre ile 750 metre arasında değişen derinliklerde yapılacak sondajlar sonrası çıkan akışkanın verimine göre bölgede JES kurulabilecek. Kent merkezine 11.5 km uzaklıkta olan proje alanı İncirliova ilçe merkezine 3.5 km, Karabağ Mahallesi’ne ise 350 metre mesafede yer alıyor. Sondaj alalarına en yakın ev ise sadece 130 metre uzaklıkta.

AÇILACAK KUYULAR ORMAN ALANINDA

Sondaj alanları 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planında “orman vasfı” olan alan olarak işaretli. Çalışma sırasında kaç ağaç kesileceğine PTD’de yer verilmemiş.

Dosyada ilgi çeken bir diğer bölüm ise anlatılandan çok gizlenenler. PTD’de hidrojeolojik değerlendirme raporu “Yayımlanmasını istemediğimiz bölümler kısmına eklenmiştir” notu ile dikkat çekiyor. Jeotermal kuyu noktalarına ve bölge haritasına baktığımızda bunun nedenini anlamak çok da güç değil; jeotermal kuyu lokasyonları Aydın’ın ve yöredeki yüz binlerce insanın, canlının içme suyunu sağlayan İkizdere Barajına kuş uçuşu birkaç dakika uzaklıkta! Proje tanıtım dosyasında İkizdere Barajını 1/100.000’lik çevre düzeni planı haritası dışında görmek mümkün değil. PTD’de Bafa Gölü çevresindeki flora fauna türlerine yer verilirken, bu kısımda adı geçen İncirliova Yayla Gölü diye bir su yapısı bölgedeki haritalarda yer almıyor.

JES DİRENİŞİ İLE ÜNLÜ KÖYLERE KOMŞU

Jeotermal kuyuların açılmak istendiği Karabağ Mahallesi geçtiğimiz yıllarda JES karşıtı mücadelenin en yoğun olarak yaşandığı köylere de komşu. Dereağzı ve Kızılcaköy Karabağ Mahallesi’nin en yakın komşuları olan köyler arasında ve uzaklıkları sadece birkaç kilometre.

 https://www.evrensel.net/haber/521448/jes-sirketi-raporu-neden-gizledi

20 Haziran 2024 Perşembe

İklim değişikliği ideolojilerin üzerinde mi?

 

20 Haziran 2024 18:05


COP29’a hazırlık işlevi yüklenen iklim müzakerelerini Max Planck Enstitüsü adına takip eden Dr. Ezgi Ediboğlu toplantı için “klasikleşmiş iklim müzakereleri oyunu” diyor.

Fotoğraf: Lucia Vasquez Tumi/BM İklim Değişikliği


Özer AKDEMİR

İzmir

Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi altında her yıl düzenlenen ‘Conference of the Parties’ (COP) taraflar konferansı, taraf ülkelerin temsilcilerinin bir araya gelerek iklim değişikliği ile mücadele konusunda kararlar alması, politikalar belirlemesi ve yürürlüğe koyması ile ilgili bir platform olarak tanımlanıyor. Geçtiğimiz yıl Birleşik Arap Emirlikleri’nin başkenti Dubai’de yapılan COP28’in ardından iklim eylemlerinin nasıl ilerleyeceğine ve Azerbaycan’da yapılacak olan COP29’a hazırlık işlevi yüklenen iklim müzakereleri (SB60) toplantısı 3-13 Haziran tarihleri arasında Almanya Bonn’da yapıldı.

Bu toplantılar COP zirvelerinin ardından yılda en az bir kere yapılıyor. Müzakereleri Max Planck Enstitüsü adına takip eden Dr. Ezgi Ediboğlu toplantı için “klasikleşmiş iklim müzakereleri oyunu” diyor. COP28’de kararlaştırılan, fosil yakıtların ‘Aşamalı olarak kullanımdan kaldırılması’ konusunun toplantının taslak metinlerinin dışında bırakıldığını, hatta enerji ve fosil yakıt terimlerinden özellikle kaçınıldığını dile getiren Ediboğlu’na göre “bu konu ideolojilerin üzerinde.”

"FOSİL YAKITLAR" TERİMİNDEN KAÇINILDI

COP28’in ardından sözleşmeye taraf olan tüm ülkelerin ulusal katkı beyanlarını analiz eden GST’nin teknik raporunun “Küresel olarak önemli ölçüde ilerleme kaydedilemediğini” gösterdiğini belirten Ediboğlu “GST’de kabul edilen finans ihtiyacı hangi konularda harcanabilecek, fosil yakıtlardan çıkışla ilgili olarak rejimden teknik destek gelecek mi veya çıkışla ilgili, devlet bazlı süreçleri izleme gibi, şeffaflıkla ilgili yöntemler geliştirilecek mi gibi pek çok konu tamamen belirsiz” dedi.

GST’nin kalbi olan ‘enerji’ ve ‘fosil yakıtlar’ gibi terimlerin, SB60 taslak kararlarında dikkat çekici bir şekilde yer almadığını vurgulayan Ediboğlu diğer konuların müzakereleri sırasında da bu terimlerden özellikle kaçınıldığını ifade etti.

KAYIP VE ZARAR FONUNDA DA İLERLEME YOK

Toplantının bir diğer önemli gündem maddesi olan ve COP29’da tartışılıp kabul edilmesi beklenen Şarm el-Şeyh azaltım hedefi ve uygulama çalışma programının taslak metni üzeninde de anlaşmaya varılamadığını aktaran Ediboğlu, “Kayıp ve Zarar Fonu” için kritik sorun olan finansman kaynaklarının da belirlenemediğini dile getirdi.

SB60 müzakerelerinde gelişmekte olan ülkelerin, gelişmiş ülkelerden yıllık 1 trilyon doların üzerinde kaynak sağlamasını talep ettiklerini ancak gelişmiş ülkelerin meblağı karşılayamayacaklarını söylediklerini kaydeden Ediboğlu, “Gelişmekte olan ülkelerin de katkı sunması gerektiğini ima ettiler. Gelişmiş devletler harici tüm devletler, iklim değişikliğinin en az gelişmiş ülkeler ile küçük ada devletlerini ciddi ölçüde etkilediğini vurguladılar. Gelişmiş ülkeler ise finansman sağlayarak öncülük etme isteği göstermeksizin, çevrenin korunması ve iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin tanınması üzerine genel geçer açıklamalarda bulundular” dedi.

"YILLARDIR SERGİLEDİKLERİ OYUNU OYNADILAR"

Ediboğlu, Bonn iklim toplantılarında alınan, alınamayan tüm kararları göz önünde bulundurarak “Taraflar, yıllardır süregelen, klasikleşmiş, iklim değişikliği müzakere oyununu oynadılar: ‘Onlar harekete geçmezse, biz de geçmeyiz!’ Sekretarya gündem maddelerinin çokluğundan şikayet etti. Bu gündem yoğunluğu gösterisi, küresel ısınmayı 1.5°C ile sınırlandırma hedefinin çoktan kaçtığını fark eden devletlerin, başarısızlıklarını örtme çabası olabilir. Rejim adeta çalışamaması için sürekli ağırlaştırılıyor” değerlendirmesinde bulundu.

Bilimsel bir gerçekliğin kabul edilmemesinin ideolojilerle açıklanabilir bir durum olmadığını ileri süren Ediboğlu “İklim değişikliği kaynaklı aşırı hava olaylarının sebep olduğu ölümlere, zorunlu göçlere, onarımı milyarlarca dolara mal olan ağır hasar görmüş şehirlere ve geri dönüşü olmayan biyolojik çeşitlilik kayıplarına hep beraber tanıklık ediyoruz. Bu konu ideolojilerin üzerinde” görüşünü savundu.

Ediboğlu’nun Bonn’daki toplantılardan yaptığı değerlendirmeler ve gözlemlerden sonra konunun ideolojilerin üzerinde olduğunu savunması ilginç aslında. Aktardıkları; sorunun tam da temelinde kapitalizmin olduğunu; çözüm noktasında yolu tıkayanın da yine yıllardır sürdürdüğü aynı “oyun”la yine o olduğunu ortaya koyuyor.

 https://www.evrensel.net/haber/521397/iklim-degisikligi-ideolojilerin-uzerinde-mi



18 Haziran 2024 Salı

Avrupa seçmeni iklim yorgunu mu?

 

18 Haziran 2024 13:44



Avrupalı iki uzman AP seçim sonuçlarının iklim politikalarını nasıl etkileyebileceğini değerlendirdi.


Robert A. Huber (solda), Jannik Jensen (sağda) | Fotoğraflar: Avrupa Siyasi Araştırmalar Konsorsiyumu


Özer AKDEMİR

“Aşırı sağ”ın güçlenerek çıktığı Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinin ardından Avrupa ülkelerinin politikaları ne yönde değişecek? Avrupa’nın iklim politikaları ile ilgili kafa yoranları bugünlerde en çok meşgul eden sorulardan birisi de bu. Konuya ilişkin İklim Masasına değerlendirmelerde bulunan Avrupalı iki uzman aşırı sağın yükselişine rağmen AB ülke vatandaşlarının iklim politikalarını desteklediği görüşünde.

İKLİM ŞÜPHECİLERİNİN SAYISI ARTMIYOR

Avrupa’daki 27 ülkede 185 milyon seçmenin katılım ile yapılan Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri aşırı sağ partilerin başarısı ile sonuçlandı. Seçimler sürecinde aşırı sağ partilerin iklim politikaları ile ilgili söylemleri ve Avrupa kamuoyunu “iklim yorgunu“ olarak nitelemesi seçim sonuçlarının ardından tekrar gündeme geldi. Gerçi bu “yorgunluğun” sadece bu partilere oy verenlerle sınırlı olduğuna dair çeşitli araştırma sonuçları var (Almanya, Fransa ve Polonya’da 15 bin kişiyle görüşülerek yapılan bir çalışma ve bu araştırmalara göre çoğunluk iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine karşı güçlü iklim politikalarının devam etmesi gerektiğini düşünüyorlar. İklim değişikliğine şüpheci yaklaşan azınlık grup aşırı sağ partilerin seçmenleri olduğunu da söyleyelim. AP seçimlerinde çıkan bu sonuçlarda sonra bile bu iklim şüphecilerinin sayısı artmadığı, sabit kaldığı ileri sürülüyor.

AŞIRI SAĞ NEDEN YÜKSELDİ?

Bilimsel temelli iklim haberleri ile ilgili çalışmalar yapan İklim Masası, AP seçimlerinin ardından Avrupa’daki iklim politikaları konusunda iki uzmanın görüşünü aldı. Bunlardan birisi Berlin’deki Jacques Delors Centre’da Sosyal Uyum ve Adil Dönüşüm konusunda politika uzmanı olarak görev yapan Jannik Jensen. Seçim öncesi AP’de aşırı sağa kayışla ilgili bir endişenin olduğunu ve bu endişenin de seçim sonuçları ile gerçekleştiğini dile getiren Jensen, aşırı sağ partilerin çok sayıda sandalye kazanmış olmasının önümüzdeki yıllarda gündemi şekillendireceğini ileri sürüyor. Jensen’e göre bu sonuçların çıkmasında ana etkenler arasında ekonomik koşulların zorluğu, Avrupa’daki Ukrayna-Rusya Savaşı ve bazı Avrupa başkentlerinde yaşanan çiftçi protestoları. Jensen, aşırı sağın bu protestoları kendi menfaatine kullandığını, iklim politikalarını, çok yük getiren, vatandaşlar ve çiftçiler için adaletsiz adımlar olarak gösterdiğini ileri sürüyor.

İÇTEN YANMALI MOTORLARIN YASAKLANMASI GÖZDEN GEÇİRİLEBİLİR

Öte yandan Almanya, Fransa ve Polonya’da yapılan ankette vatandaşların çoğunluğunun iklim politikalarının devam etmesini desteklediğinin görüldüğünü aktaran Jansen, “İnsanlar, hem bugün hem de önümüzdeki 5-10 yıl içinde, iklim değişikliğinin kendilerini ve ailelerini olumsuz etkileyeceğinden oldukça endişeliler. Elimizdeki veriler, güçlü iklim politikalarının daha düşük seviyelerde destek bulduğuna dair varsayımı desteklemiyor” diyor. Jensen yine de seçim sonuçlarının Avrupa Birliği düzeyinde iklim politikalarını karmaşıklaştıracağını düşünüyor ancak iklim politikalarında büyük bir gerileme ihtimalini düşük buluyor. Jensen,“Önümüzdeki yasama döneminde bazı tartışmalar yaşanması olası. Bunun bir örneği, 2035 yılına kadar içten yanmalı motorlu araba satışlarının sonlandırılması kararı. Bu gibi politikaların gözden geçirilmesi ihtimal dahilinde” diyor.

İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ AŞIRI SAĞIN DİKKATİNİ NE ZAMAN ÇEKTİ?

Avrupa’da popülist partileri ve iklim politikalarını çalışan Avusturya’nın Salzburg Üniversitesi öğretim üyesidir Dr. Robert A. Huber, iklim şüphecisi pozisyonlara aktif olarak karşı çıkmak gerektiği görüşünde. Huber, her politika gibi iklim politikalarının da kazananlar ve kaybedenler yarattığına dikkat çekiyor. Avrupa aşırı sağında bundan 10-15 yıl önce de iklim değişikliğine şüpheci yaklaşılmasına rağmen temel meselelerden birisi olarak görülmediğini dile getiren Huber, bu konunun 2018’den itibaren, özellikle Fridays for Future hareketi ile birlikte aşırı sağın ilgisini çektiği görüşünde. Huber: “Eskiden belki de yalnızca Yeşiller seçmeni için en önemli meseleydi, fakat aşırı sağ seçmenler için katiyen değildi. Konunun öne çıkması, aşırı sağ seçmenin de dikkatini çekmesini sağladı.”

HANGİ İŞÇİLER İKLİM POLİTİKALARINDAN DAHA SERT ETKİLENİYOR?

Huber, iklim değişikliğini aşırı sağ tarafından “elitlerin yönlendirdiği bir konu” diye düşünüldüğünü ileri sürüyor. Huber: “Bazı gruplar, geleneksel yaşam tarzlarını değiştirmeleri konusunda baskı altında hissediyorlar. Bunlara ilaveten, elbette iklim politikalarının ekonomik sonuçları da çok büyük. Örneğin düşük vasıflı imalat işlerinde çalışan işçiler, iklim politikalarından daha sert etkileniyorlar. Bu insanlar işlerini kaybederse, meslek veya sektör değiştirmeleri özellikle zor olacaktır. Bu da bahsettiğimiz dinamiğe katkı sunuyor olabilir."

Huber, aşırı sağ partilerin iklim tartışmalarını bir kültür savaşına dönüştürmeyi ve toplumsal kutuplaşmayı artırmayı amaçladıklarını dile getirirken aşırı sağın yükselişini bir iklim reaksiyonuna bağlamanın da doğru olmayacağı görüşünde.

 https://www.evrensel.net/haber/521261/avrupa-secmeni-iklim-yorgunu-mu

17 Haziran 2024 Pazartesi

Sıcak kafa (Pazartesi yazısı)

 

17 Haziran 2024 03:45



Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

Özer Akdemir


Tüm yazıları

Ülkemiz, “Mevsim normallerinin üzerinde seyreden” hava sıcaklıkları ile kelimenin tam anlamıyla yanıp kavruluyor. Bilim insanları, iklim değişikliğinin sonuçlarından birisi olarak tanımladıkları bu “aşırı iklim olayları”nın iklim değişikliğine yol açan ekolojik, ekonomik, toplumsal ve siyasal nedenler “Radikal bir biçimde değiştirilmez ise” önümüzdeki süreçte de artarak devam edeceğini öngörüyor. Yeni yapılan araştırmalar iklim değişikliğinin etkilerini en azından azaltabilmek ya da kontrol altında tutabilmek için şart koşulan küresel ısınmanın 1.5 derece ile sınırlı tutulması eşiğinin de çoktan aşıldığını gösteriyor. Endüstrileşme öncesindeki dönem olan 1850-1900 yılları arasındaki 13.50 derecelik ortalama sıcaklık, şubat 2023 ile ocak 2024 tarihleri arasındaki 12 aylık dönemde 1.52 derece üstüne çıktı. 
Kuşkusuz, 1.5 derece eşiğinin aşılması ve önümüzdeki çok uzak olmayan bir gelecekte 2 derece sınırının da aşılabileceği öngörülerinin en önemli nedenleri arasında küresel ısınmaya yol açan özellikle karbon salımının sınırlandırılamaması, durdurulamaması ve buna dair verilen sözlerin özellikle büyük kapitalist ülkeler tarafından tutulmaması...

Bu duruma ilişkin geçtiğimiz günlerde Dünya Bankası tarafından yayımlanan “karbon fiyatlandırılması durumu ve eğilimleri raporu” meseleye bakış açısının çarpıklığını ve kağıt üzerinde alınan kararlarla bu sorunun çözüm olasılığını olmadığını da ortaya koyuyor.

"RESMİN BÜTÜNÜ KAÇIRILIYOR"

Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Enerji Ekonomisi ve Yönetimi Ana Bilim Dalında Öğretim Üyesi Doç. Dr. İzzet Arı Dünya Bankasının bu raporunu yorumladı. Arı, bir yanda emisyonları sıfırlamak için karbonun etkin fiyatlandırılmasının önemine dikkat çekip, geçtiğimiz yıl elde edilen 100 milyar doları aşan geliri “rekor” olarak tanımlarken, “Resmin bütünün kaçırıldığı”nı söylüyor. 
Arı, karbonun fiyatlandırılmasını, iklim değişikliği ile mücadelede Paris Anlaşması'nın belirlediği hedefe ulaşabilmek için olmazsa olmaz bir araç olarak tanımlıyor ve bugün 75 ülkede uygulandığı bilgisini veriyor. Arı, küresel emisyonların yaklaşık yüzde 76’sının hâlâ karbon fiyatlandırma politikaları kapsamında olmadığı ve “azaltım için en güçlü politika aracı” olarak tanımladığı karbonun fiyatlandırılması seviyesinin yetersiz kaldığı görüşünde. 104 milyar dolarlık karbon vergisi gelirini “rekor” sayılabilirse de, yaklaşık yarısının ne için kullanıldığının net olmadığına dikkat çekerek, “Bu gelirin fosil yakıt sübvansiyonlarında da kullanılabilmesi ihtimali, net faydası hakkında soru işareti doğuruyor” diyor.
Ne kadar garip değil mi? Küresel ısınmanın en önemli nedeni olarak gösterilen ve düşürülmesi için vergilendirilen karbon emisyonu için toplanan vergi fosil yakıt sübvansiyonlarında da kullanılabiliyormuş! Başına güneş geçmiş bir sistemin “sıcak kafa”sı! Tam da kapitalizme uygun bir durum!..

2003 yılından beri yayımlanan Dünya Bankası rapor serisinin karbon fiyatlandırma politikaları konusunda ilerleme kaydettiğini ileri süren Arı, karbon fiyatlandırma politikalarının, bundan 10 yıl önce küresel emisyonların sadece yüzde yedisini kapsarken bugün neredeyse dörtte birini (yüzde 24) kapsadığını aktarıyor. Arı, buna karşın küresel ısınmayı 2°C, hatta mümkünse 1.5°C ile sınırlandırma hedefi için bu oran dahi yeterli olmadığına da vurgu yapıyor.

"HEDEFTEN ÇOK UZAĞIZ AMA REKOR PARA TOPLADIK"

2021 yılında Glasgow’da düzenlenen 26. Taraflar Konferansında (COP26) karbon vergisi ve emisyon ticareti sisteminin 2030 yılına kadar küresel emisyonların yüzde 60'ını kapsayabileceği hedefini öne sürdüğünü hatırlatan Arı, azaltım politikalarının yetersizliği ve belirlenmiş politikaların da gerektiğince uygulanamamasının, bu orana ulaşmayı engellediğine işaret ediyor. Üç yıl önce işaret edilen hedefe erişilememesine rağmen Dünya Bankasının yeni raporunda iyimser bir tablo çizmeye çalıştığına dikkat çekerek, bunun en önemli dayanağı olarak 2023 yılı sonu itibarıyla karbon fiyatlandırma gelirlerinin ilk defa 104 milyar dolarlık rekor bir seviyeye ulaşmasının gösterildiğini ifade ediyor. 

100 milyar doların, iklim hedeflerine ulaşmak için kıstas alınabilecek özel bir referans değer olmadığını belirten Arı'nın bundan sonraki değerlendirmeleri de son derece ilginç; "Rapor, bu 104 milyar dolarlık gelirin yarısından fazlasının iklim ve doğa ile ilgili programları finanse etmek için kullanıldığına dikkat çekiyor. Geri kalan meblağın ise genele yayıldığı görülüyor. Gelirlerin ne için harcandığı takip edilemiyor. Dolayısıyla bu durum gelirin fosil yakıtların sübvansiyonunda da kullanabilmesi ihtimalini de akıllara getiriyor ve sistemin yaratacağı net fayda konusunda soru işareti yaratıyor."

FOSİL YAKIT SÜBVANSİYONLARI KARBON VERGİSİNİN 12 KATI! 

Fosil yakıtlara desteğin, karbon fiyatlandırma araçlarından 12 kat fazla olduğuna dikkat çeken Arı, “Fosil yakıt sübvansiyonları, 2022 yılında yaklaşık 1.3 trilyon dolar seviyesindeydi. Bu, karbon vergileri ve ETS’lerden elde edilen gelirden tam 12 kat fazla. Bu da kaçınılmaz olarak emisyon azaltım politikalarını zayıflatıyor" diyor. Karbon fiyatlandırma piyasalarındaki ilerlemenin sınırlı oluşu ve yaşanan gecikmelerin Dünya Bankası raporunda vurgulanmadığı, hatta örtbas edildiğini kaydeden Arı, Türkiye'nin, son 6-7 rapordur, ilerleme kaydeden ve karbon fiyatlandırmayı planlayan bir ülke olarak gösterilmesine karşın Türkiye'de hâlâ bir uygulamanın başlamamış olmasının eleştirilmediğini dile getiriyor.

Arı, DB raporu ile ilgili şu değerlendirmeleri yapıyor; “Karbonun fiyatlandırılması, emisyonları sıfırlamak için asla tek başına yeterli değildir. Ancak emisyon azaltımının daha etkin olabilmesi için bir gerekliliktir. 2023 yılında elde edilen 104 milyar dolarlık gelirin hangi projelerin finansmanında kullanıldığını göstermeksizin bir başarı ya da rekor olarak sunulmasından, gerçek bir ilerleme olarak söz edilemez. Gelecekte çok daha yüksek bir bedele tüm yerkürenin katlanması gerekebilir.”

Bir yandan karbon salımının azaltılması için vergi konulurken toplanan bu verginin karbon salımının birinci derecede sorumlusu olan fosil yakıt endüstrisine aktarılması!..

Küresel ısınmada, kapitalizmin sorunun tam da kendisi olduğunu görmeden çözüm noktasında ondan bir şey beklemek sorunu daha da büyütmekten başka bir işe yaramıyor!..

Netflix'te yayımlanan ve distopik bir geleceği konu edinen Türk dizisi “Sıcak Kafa”yı seyrediyoruz sanki. Tek farkımız sadece seyretmekle kalmıyoruz, o distopik geleceğin içinde yaşıyoruz. Kapitalizm distopyanın ta kendisi çünkü!..

 https://www.evrensel.net/yazi/95034/sicak-kafa

15 Haziran 2024 Cumartesi

Danıştay “Çevre Düzeni” planının iptalini onayladı | “Amasra Termik santrali tabutuna son çivi çakıldı!”

 

15 Haziran 2024 13:06



Danıştay Amasra Termik Santrali için yapılan Çevre Düzeni planının iptal kararını onayladı. Bartın Platformu bu kararla termik santralin tabutuna son çivinin çakıldığını açıkladı!


Fotoğraf: Bartın Platformu

 

Özer AKDEMİR

Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu (DİDDK) Amasra Termik Santrali için yapılan Çevre Düzeni planının iptal kararını onayladı. Termik santrale karşı mücadele eden Bartın Platformu bu kararla termik santralin tabutuna son çivinin çakıldığını açıkladı!

Hattat Holding'in Amasra'da inşa etmek istediği termik santral, kül barajı, dolgu alanı ve rıhtımın önünü açmak için Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı (ÇŞİB) tarafından "Zonguldak-Bartın-Karabük Planlama Bölgesi 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planı"nda değişiklik yapılmıştı. Plan değişikliği açılan dava sonrası Danıştay 6. Dairesi tarafından iptal edilmişti. Kararın temyiz edilmesinin ardından idari yargının en üst organı olan DİDDK'ya gelen dosya burada Danıştay kararının oynanması ile sonuçlandı.

HATTAT'IN OYALAMA TAKTİKLERİ İŞE YARAMADI

Termik santral mücadelesini yürüten Bartın Platformu yargı kararı ile ilgili yaptığı açıklamada Amasra Tarlaağzı ve Gömü köylerinin Çevre Düzeni Planı'nda ormancılık, tarım, balıkçılık, turizm alanı olarak ayrılan bölgenin plan değişikliği ile termik santralin kül barajı, dolgu alanı ve rıhtım yapılamak istendiğini aktardı. Şirketin bu değişiklikleri siyasi ve ekonomik ve hemşehrilik ilişkileriyle 2016 yılında yaptırdığın ifade edilen açıklamada, "Bu değişikliğin hukuka uygun olmadığını iddia etmiş ve Danıştay'da dava açmıştık. Danıştay 6. Dairesi de bizi haklı bulmuş ve bu değişiklik kararını iptal etmişti" denildi.

BU KARAR NE ANLAMA GELİYOR?

Hattat Holding'in bir yandan bu kararı temyiz ederken öte taraftan mücadeleyi zayıflatmak için "termik santral yapımından vazgeçtim. Ben sadece kömür çıkaracağım" söylemlerini ortaya attığına dikkat çekilen açıklamada firmanın oyalama taktiğini karşı mücadelenin bırakılmadığı ifade edildi. Açıklamada mahkeme kararının ne anlama geldiği şu maddeler halinde sıraladı:

"Bu karar;

Mekânsal planlamanın Anayasası olan 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planı'na göre; Amasra Tarlaağzı ve Gömü köylerinde termik santral, kül barajı, dolgu alanı ve rıhtım yapılamayacağı anlamına geliyor.

Hattat ve işbirlikçilerinin termik rüyasının bittiği anlamına geliyor.

Tarlaağzı Balıkçı Barınağı'nın kurtulduğu anlamına geliyor.

Bartın-Amasra halkının termik santral kabusunun, termikçinin yalanlarına meze olmaktan çıkıp, gerçek anlamda bittiği anlamına geliyor.

Kısacası termik santralin tabutuna son çivinin de çakıldığı anlamına geliyor."

Platform açıklamasında yıllardır mücadele sürecinin içinde yer alan Bartın-Amasra halkına teşekkür etti.

 

 https://www.evrensel.net/haber/521071/danistay-cevre-duzeni-planinin-iptalini-onayladi-amasra-termik-santrali-tabutuna-son-civi-cakildi

14 Haziran 2024 Cuma

Uludağ (T)Alan Başkanlığı yasası çıktıktan sonra neler oldu? | ÇEPEÇEVRE YAŞAM

 

14 Haziran 2024 17:28


Çepeçevre Yaşam geçtiğimiz sezonda yaptığımız programların fikri takibini sürdürüyor. Bu hafta, Uludağ Alan Başkanlığı kurulurken yayımlanan programımız eşliğinde sonraki sürece göz atıyoruz.

Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel


Özer AKDEMİR

Çepeçevre Yaşam yaz döneminde, geçtiğimiz sezonda yaptığımız programların fikri takibini sürdürüyor. Bu hafta adeta “Talan başkanlığı” halinde kurulan, Uludağ Alan Başkanlığına yeniden eğiliyoruz.

Bursalıların “Talan Başkanlığı” diye adlandırdıkları Uludağ Alan Başkanlığı Kanunu 26 Ocak 2023 günü Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girdi. Hemen akabinde de Bursalı yaşam savunucularının “Uludağ’ın ticarethaneye çevirecekler” söylemlerini haklı çıkaran bir gelişme yaşandı. 7 Şubat tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan yönetmelikle Uludağ Alan Başkanlığı olarak belirlenen sınırlar içerisinde sunulacak hizmetlerin ve yapılacak başvuruların tarifeleri belirlendi. Neredeyse her türlü başvuru ve işlemden para talep edilen yönetmelik değişikliğinde 1 dakikalık bir reklam filmi çekiminin saniyesi için 40.773,98 tl, dakikası için ise 2.446.380 tl ücret belirlendi!

Alan Başkanlığı Yasası ile ilgili tartışmalar sürerken ve yasa henüz TBMM’den geçmemişken Uludağ’a giderek Bursa Su Kolektifinden Caner Gökbayrak ile Çepeçevre Yaşam Programı için Alan Başkanlığı meselesini konuşmuştuk.

Konunun fikri takibini sürdürerek Uludağ’daki son duruma dair Gökbayrak’a, 12 Ocak 2023 tarihinde yayınlanan Çepeçevre Yaşam programından günümüze kadar yaşanan gelişmeleri sorduk.

DAHA ÖNCE YAŞAMADIKLARI TALANI YAPMAK İSTİYORLAR

Uludağ Alan Başkanlığı Yasası projesi özetle ne idi ve yasa ne zaman yürürlüğe girdi?

Milli Parklar, kanunla korunan, kanunla insan etkinliklerinin sınırlandırıldığı kendi doğallığına bırakılan alanlardır. Milli Parklar Kanunumuz güçlü bir koruma sağlamaktadır.

Bursa'da milli park mücadelesi açılan davalar 1990'lı yıllarda başladı. Milli Parklar içinde kanuna aykırı yapılaşmalar çoğunlukla geçmişte dava açılmayan projelerdir. AKP vandallığının Uludağ Milli Parkı'nı Davos yapma hayaliyle Uludağ'da planlanan onlarca yapılaşma projesi, Bursa Barosu ve Akademik Odalar aracılığıyla açılan davalarla iptal edildi. Şimdi, (T)Alan Başkanlığı aracılığıyla daha önce yapamadıklarını ve daha fazlasını yapmak istiyorlar.

Bursa Su Kolektifi olarak 2022 sonu ve 2023'te ulusal boyuta yaydığımız mücadelemiz aracılığıyla halkların ve muhalefet partilerinin karşı duruşuna rağmen Uludağ Alan Başkanlığı Kanunu 26 Ocak 2023 günü Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girdi.

Böylelikle Uludağ Milli Parkı'ndan içinde Uludağ'ı Milli Park yapan endemik çiçeklerin en yoğun bulunduğu 2100 hektar alan Milli Parklar Müdürlüğü'nden alınarak (T)Alan Başkanlığı'nın yönetimine devredildi.

ANAYASA MAHKEMESİNE AÇILAN DAVA SÜRÜYOR

Günümüzde mücadele süreci ne aşamada?

Mücadele aşamasında Bursa Su Kolektifi olarak TBMM'ye giderek görüşmelerimiz sonuç verdi. Anayasa Mahkemesi'nde dava açma yeterliliğine sahip CHP idi. Davayı açacak olan o tarihte CHP milletvekili olan Anayasa Profesörü İbrahim Kaboğlu'na davaya eklenmesi için bir tür hukuksal uygulama olan Amicus Curiae yaklaşımını kullandık. Uludağ Milli Parkı ve Alan Başkanlığı adı altında yapılmak istenen talanı Gelibolu ve Kapadokya örnekleri üzerinden anlatan detaylı bir davaya katkı raporunu dava dosyasına eklenmesini sağladık. Anayasa Mahkemesi incelemesi günümüzde de sürmektedir.

YENİ KAYNAK SULARININ KİRAYA VERİLMESİ VE ALTIN MADENİ ŞÜPHESİ

Alan başkanlığı yasası çıktıktan sonra ne gibi gelişmeler oldu?

Uludağ Alan Başkanlığı Kanunu bizim talan olarak vurguladığımız durumun ilk adımıydı. İkinci asıl vurgun 15 Temmuz 2023 günü Resmi Gazete'de yayınlanan Uludağ Alan Başkanlığı denetimine bırakılan 2100 hektar alanın milli park sınırları dışına çıkartan Cumhurbaşkanı Kararı ile uygulamaya alındı. Böylelikle Uludağ Milli Park sınırları yaklaşık 11 bin hektara düşürüldü.

Cumhurbaşkanı Kararı için Mimarlar Odası Bursa Şubesi'ne yaptığımız talep olumlu karşılık buldu ve oda tarafından dava açıldı. Dava henüz sonuçlanmadı.

(T)Alan Başkanlığı'na devredilen 2100 hektar alan içinde %2'sinden bile az yalnızca 32 hektar alana kanuna aykırı oteller yapılmasına izin verilerek birinci derece zarar verilmişti. Geri kalan %98'i Uludağ'ı Milli Park yapan yalnızca Uludağ'da yaşayan 35 endemik tür bitkinin en çok görüldüğü yayılım alanıydı. Dolayısıyla hem kanun hem de Cumhurbaşkanlığı Kararı, Milli Parklar Kanununu ezerek ona muhalefet ederek çıkartıldı. (T)Alan Başkanlığına bırakılan alanın neden bu kadar büyük tutulduğu bilinmiyor. Yeni tesisler için betonlaşmalarla birlikte milli parkı kuraklığa sürükleme pahasına olsa da yeni kaynak sularının kiraya verilmesi, daha önce işletilen vorfram ve daha önce girişimlerde bulunulan altın madenleri için olacağını düşünüyoruz. Ayrıca yeni personel alımları yapıyorlar. Kapadokya Alan Başkanlığı uygulamaya alındığında milli parktan devredilen personele mobing yaparak istifaya zorlandıklarını da biliyoruz.




Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

ALAN BAŞKANLIĞINDAN RANTA DÖNÜK BİRÇOK TALEP VAR

Bölgede gözle görülür ne gibi değişiklikle oldu?

(T)Alan Başkanlığı göreve geldiği günden bu güne yaklaşık 1,5 yıllık süreçte gözle görünür büyük yeni yapılaşmalara henüz başlamadılar. Bütün kanunlardan bağımsız hareket ettikleri için neleri planladıklarını bilmiyoruz. Biz bunlar ancak gözle görünür olduğunda farkına varacağız. Alan Başkanlığı sayfasında yayınlanan komisyon toplantı kararları detaylı olarak yer almadığı için yalnızca gündemi görebiliyoruz. Gündemlere gelen konular otel işletmeci şirketlerin daha önce yaptıramadığı rant merkezli taleplerini istekleri gibi gündeme aldırdıklarını görüyoruz. Gündemde yeni su kaynak ve ishale hattı talepleri, ağaç kesilme talepleri, orman ve endemik dokuyu yok ederek yeni kayak pistleri açılması, kayak pistlerinin düzenleme adı altında genişletilmesi, kayak pistlerine yaya girişinin kapatılması, sundurma talebi adı altında tesislerin alanlarının genişletilmesi gibi detayını bilmediğimiz maddeler yer alıyor. (T)Alan Başkanlığı 7 Şubat'ta Resmi Gazetede yayınlanan ücret tarifesiyle bir kez daha medyanın gündemine girdi. Tarifede dudak uçurtan fiyatlar sosyal medyada alay konusu oldu.

AYILARIN YAŞAM ALANI TEHDİT ALTINDA

Gelişmeler yaban yaşamını nasıl etkiliyor?

Son aylarda hala milli park sınırları içinde yer alan Sarıalan bölgesinde ayların güvenlik sorunu oluşturduğu, Milli Parklar Müdürlüğü'nün gerekeni yapmadığı yönünde haberler servis edilmeye başladı. Sarıalan'da orman içine inşa edilen kütük evlere açılan dava kazanıldığı halde mahkeme zamanında yürütmeyi durdurma vermediği için inşası tamamlandı ve bir şekilde yasallaştırıldı. Oysa ayı inleri Sarıalanda geçmişte de vardı. Buradaki amaç Sarıalan'ın da Alan Başkanlığı içine alınması için kamuoyu oluşturmaktır. Uludağ Alan Başkanlığı Kanunu'nda Cumhurbaşkanı'nın dilediği zaman sınırları genişletme yetkisini kullanarak Sarıala'ın da (T)Alan Başkanlığı sınırları içine alınması için zemin hazırlandığı anlaşılmaktadır.



11 Haziran 2024 Salı

Salihli ovası bir kabusu daha savuşturdu!

 

 11 Haziran 2024 12:29


Salihli’de 6 adet JES sondaj kuyusuna ilişkin proje Manisa 2'nci İdare Mahkemesi tarafından iptal edildi.



Fotoğraf: Özer Akdemir/EVRENSEL


Özer AKDEMİR
Manisa

Manisa’nın Salihli ilçesi Durasıllı, Beylikli ve Yeşilova Mahallelerinde AKJEO isimli şirket tarafından yapılmak istenen 6 adet JES sondaj kuyusuna ilişkin proje Manisa 2. İdare Mahkemesi tarafından iptal edildi. Manisa 2. İdare Mahkemesi geçtiğimiz nisan ayında yürütmesini durdurduğu projeye verilen “ÇED Gerekli Değildir” kararını esastan görüşerek ret kararı verdi.


Fotoğraf: Özer Akdemir/EVRENSEL

YURTTAŞLARIN DAVA GEREKÇELERİ

Şirketin Salihli Ovasındaki verimli tarım arazilerinin ortasında açmak istediği 6 JES kuyusuna Manisa Valililiği tarafından verilen “ÇED Gerekli Değildir” kararına karşı Salihli Çevre Derneği ve 6 yurttaş dava açmıştı. Davacılar Salihli ovasının verimli tarım arazilerine sahip olduğu, ilin tamamına yakınının tarımla uğraştığı, tüm su ihtiyacının Gediz havzasının yer altı sularından karşılandığı, JES'ler için en az 2 bin metre yer altına inildiği, bu kadar derinden kaynak çıkarılırken beraberinde atıkların da çıktığı, çıkan atıkların toprağı kirleteceği ve tarıma zarar vereceği, projenin çevresel etki değerlendirmesine tabi tutulması gerektiği gibi gerekçelerle projenin ÇED Gerekli Değildir kararının iptalini istiyordu. Dava sürecinde yapılan bilirkişi keşfi sonrası hazırlanan raporda da benzer görüşler ortaya konunca mahkeme Nisan 2024 tarihinde projenin yürütmesini durdurmuştu.

MAHKEME KARARINI HANGİ GEREKÇELERE DAYANDIRDI?

Geçtiğimiz günlerde davayı esastan görüşen mahkeme dosyada bulunan bilgi ve belgeler ile bilirkişi raporunu birlikte değerlendirerek kararını verdi. Mahkeme heyeti oy birliği ile aldığı kararın gerekçesini şu maddelere dayandırdı;


Sondajlar için yer seçimi, kuyu teçhiz planları, jeotermal akışkanın kimyasal özellikleri, akış testleri ve çevresel etkileri, sistemden salınacak gazların etkileri ve önlenmesi gibi konuların yeterli düzeyde açıklanmadığı, yüzey ve yeraltı suları ile tarımsal toprakların kirletilme potansiyeli mevcut olduğu PTD raporu ve eklerinde söz konusu etkinliğin çevresel etkilerinin ve bu etkilerin en aza indirilmesi konularının jeolojik ve hidrojeolojik yönlerden yeterli olmadığı mevcut işletme şeklinin doğaya, toprağa veya tarıma yönelik olumsuz etkilere neden olacağı PTD raporunda söz konusu sondaj işleminde kesilebilecek jeolojik birimler hakkında yeterli jeolojik ve jeofizik veri olmadığından, sondajlar sırasında yüzey ve yeraltı suları ile tarım alanları için önemli riskler oluşabileceği test sularının yönetimiyle ilgili mühendislik olarak uygulanabilir bir yöntemin sunulmadığı, sondaj çamuru havuzlarının kapasitesinin olası riskler için düşük bulunduğu

SALİHLİ HALKININ HAKLILIĞI BİR KEZ DAHA KANITLANDI

Karara ilişkin değerlendirmelerde bulunan Salihli Çevre Derneği adına davanın avukatı Yıldıray Çıvgın mahkeme kararının Salihli halkının çevre konusunda, jeotermal elektrik santrali konusunda haklılığını bir kez daha kanıtladığını söyledi. 

 https://www.evrensel.net/haber/520717/salihli-ovasi-bir-kabusu-daha-savusturdu?utm_source=whatsapp

10 Haziran 2024 Pazartesi

Ayvalık’ta prina fabrikasının çevre izin lisans iptal edildi: “Artık bahçelerimiz prina değil çiçek kokacak”

 

10 Haziran 2024 15:13


Balıkesir Ayvalık’ta yıllardır koku ve çevre kirliliği kaynaklarından olan Doğuş Prina Fabrikasının çevre izin ve lisans iptal edildi. Ayvalıklılar “Artık bahçelerimiz prina değil çiçek kokacak” dedi.



Fotoğraf: Ayvalık Tabiat Platformu

 

Özer Akdemir
Balıkesir

Balıkesir Ayvalık ve çevresinde yıllardır çok ciddi bir koku sorunu ve çevre kirliliği kaynaklarından olan Doğuş Prina Fabrikasının çevre izin ve lisans belgesi mahkeme tarafından iptal edildi. Balıkesir 1. İdare Mahkemesi kararını firmanın çevreye zarar verdiğini ortaya koyan bilirkişi raporuna dayandırdı.

PRİNA ATIKLARI YOLA VE DEREYE AKMIŞTI


Fotoğraf: Ayvalık Tabiat Platformu

İzmir Çanakkale yolu Ayvalık sapağında bulunan prina fabrikasında 15/12/2020 tarihinde pirina havuzunun istinat duvarının patlaması ve yıkılması sonucunda pirina malzemelerinin Çanakkale - İzmir karayoluna akmış, atık sular Nikita Deresine tahliye edilmişti. Yaşananları “çevre katliamı” olarak niteleyen Ayvalık belediyesinin firmanın çevre izin lisansı iptali için açtığı davada Firmanın kamu zararına neden olduğu, evrakta sahtecilik yapılarak isletmenin ÇED kapsam dışı bırakıldığı, şirket bacasından çıkan dumanın kötü kokuya neden olduğu, atıksıların doğaya bırakıldığı, çevreye kasten zarar verildiği, işletmenin birinci derece sit alanında bulunduğu iddialarıyla isletmenin hava emisyon ve tehlikesiz atık geri kazanım konulu çevre izin ve lisans belgesinin iptalini istedi.

YEREL MAHKEMENİN DAVAYI REDDETMESİ İSİTİNAFTAN DÖNMÜŞTÜ

Dava Balıkesir 1. İdare Mahkemesi tarafından reddedilince dosya İstinaf Mahkemesi’ne taşınmıştı. İstinaf Mahkemesi olan Bursa Bölge İdare Mahkemesi 3. İdare Dava Dairesi uzman bilirkişilerin mahallinde keşif yaparak şikayetleri incelemesi gerektiği yönünde yerel mahkemenin kararını bozmuştu. Yeniden görülen davada yapılan bilirkişi keşfinde “Nikita deresine ve isletmenin olduğu bölgeye tasması sonucunda atığın toksik özelliği nedeniyle dere ve etki çevresinde çevre kirliliğinin gerçekleştiği kanaatine varılmıştır." İfadelerini yer verilmişti.  

ÇEVREYE ZARARI AÇIKÇA TESPİT EDİLDİĞİNDEN…

Bilirkişi raporunu hükme esas alınabilecek nitelikte bulan mahkeme oy birliği ile “bilirkişi raporunda belirtildiği üzere müdahil isletme faaliyetlerinin çevreye zararına ilişkin tespitin açıkça ortaya koyulduğu görüldüğünden, belirtilen mevzuat hükmü gereği müdahil şirket adına düzenlenen çevre ve izin belgesinin iptali gerektiği” sonucuna vardı.

Ayvalık Tabiat Platformu mahkeme kararını “Bahçelerimiz pirina değil, çiçek koksun diye mücadele ettik, başardık!” açıklaması ile duyurdu.

 https://www.evrensel.net/haber/520646/ayvalikta-prina-fabrikasinin-cevre-izin-lisans-iptal-edildi-artik-bahcelerimiz-prina-degil-cicek-kokacak?a=4fb

Maden Yalnız Efe’nin bahçesine dayandı

 

10 Haziran 2024 13:33


Efemçuru Altın Madeni’nde üretim arttırmak için kaçak sondaj yapan TÜPRAG Metal Madencilik, altın madenine karşı tek başına direnen “Yalnız Efe”nin bahçesine dayandı.



Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel


Özer AKDEMİR
İzmir

Kanadalı altın tekeli Eldorado Gold’un Türkiye’deki uzantısı TÜPRAG Metal Madencilik, 14 yıldır işlettiği Efemçukuru Altın Madeni’nde üretimi artırmak için sondaj çalışmalarını sürdürüyor. Efemçukuru-Kavacık köyleri arasındaki doğal sit alanında kaçak sondaj yaptıkları ortaya çıkan şirket şimdi de yıllardır altın madenine karşı tek başına direnen “Yalnız Efe” lakaplı Ahmet Karaçam’ın bahçesine dayandı.

TEK BAŞINA MADENE DİRENİYOR

Köyde altın madenine arazilerini astronomik tekliflere rağmen satmayan ve arazisi için Bakanlar Kurulunca verilen acele kamulaştırma kararına karşı dava açıp kazanan keçi çobanı Ahmet Karaçam mücadelesini tek başına sürdürüyor. Yoksul bir köylü olmasına rağmen madene karşı yıllardır direnişini sürdüren Efemçukuru’nun Yalnız Efesi, arazisinin yanı başında başlayan maden sondajlarının durdurulması için Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğüne dilekçe verdi.

"KİRLENMEYE YOL AÇIYOR"

Karaçam’ın avukatı Arif Ali Cangı tarafından verilen dilekçede, sondaj faaliyetleri nedeniyle Karaçam’ın taşınmazının da bulunduğu alanda toprak, yer altı suyu ve çevrenin geri dönüşü olmayacak şekilde kirlenmesine yol açıldığı dile getirildi.

Dilekçede, “Zaman geçirilmeden gereken inceleme ve denetimin yapılmasını, müvekkilin taşınmazında ve çevrede ciddi kirlenmeye yol açan faaliyetlerin durdurulmasını, yasal yaptırımların uygulanmasını, başvurumuz üzerine yapılan işlemler ile sondaj faaliyetine ilişkin çevresel etki değerlendirme izni olup olmadığı konusunda tarafımıza bilgi verilmesini talep ediyoruz” denildi.


"SON DEREMİZİ DE KURUTACAKLAR"

Karaçam'ın oğlu Celal Karaçam da “Sondaja karşı çıktım. ‘Tapulu arazimiz, karışamazsınız’ diyorlar. Bizim arazinin etrafını delik deşik ettiler. Bizim orada cevizimiz, zeytinimiz, ekip biçtiğimiz bahçemiz var. Bu sondajlar nedeniyle su kuyusu da kuruyacak. Köyün etrafındaki birçok dere kurudu. Tek kalan Karapınar deresini de kurutacaklar” dedi.

Sondaj sırasında kimyasal maddeler de kullandığını; yağ, mazot gibi atıkların etrafı kirlettiğini söyleyen Karaçam, “Sondajda çalışanların bir kısmı bizim köylüler. Kimse ses çıkaramıyor. ‘İşten çıkarırım’ diye tehdit ediliyorlar” diye ekledi. 

 https://www.evrensel.net/haber/520635/maden-yalniz-efenin-bahcesine-dayandi?a=8e3a0

Marmara Denizi de Karadeniz de hasta! (Pazartesi yazısı)

 

 10 Haziran 2024 04:26




Fotoğraf: DHA

      

 Özer Akdemir


Tüm yazıları

Yaz aylarının başlaması ile birlikte sıcaklıklar da hissedilir derecede arttı. Meteorolojinin verdiği bilgiye göre son bir haftadır hava sıcaklığı, mevsim normallerinin 3-10 derece üzerinde seyrediyor. Önümüzdeki hafta da “Cezayir sıcakları”nın hüküm süreceği söyleniyor. Sıcaklık, kuraklık, susuzluk ve son dönemlerde müsilaj tehlikesi...

MÜSİLAJ TEHLİKESİNE KARŞI NE YAPILDI?

Ülkemizde, küresel ısınmanın yanı sıra evsel, deniz taşımacılığı ve sanayi kirliliğinin en yoğun olarak gözlemlediği denizlerden birisi kuşkusuz Marmara Denizi. Müsilaj tehdidinin iyice kendini gösterdiği denizin, bu tehditle yeniden yüzleşmemesi için şu ana kadar atılan somut hiçbir adım yok desek yalan olmaz. Bu durum haliyle Marmara Denizi’nin birçok yönden bir sorun yumağı olmasına ve gideren ölü bir deniz haline gelmesi yolunda hızla ilerlediğini gösteriyor.

MARMARA DENİZİ GÜNÜ

Son üç yıldır 8 Haziran tarihi Marmara Denizi Günü olarak kutlanıyor. Oysa tüm araştırmalar Marmara Denizi’nin çok yoğun bir şekilde kirlilik baskısı ile karşı karşıya olduğunu ortaya koyuyor.

Marmara Denizi 1980’lerden bu yana artan insan kaynaklı baskılar nedeniyle belirgin şekilde zarar görüyor. Denizi çevreleyen yedi ilin en az 25 milyonluk nüfusu ve özellikle İzmit Körfezi’nde yoğunlaşan sanayi; kentsel ve endüstriyel kirlilik yaratıyor. İzmit’in yanı sıra Gemlik, Bandırma ve Tekirdağ’daki limanlar da gemicilik kaynaklı kirliliğe sebep oluyor.

Marmara Denizi kentsel ve endüstriyel kirliliğin yanı sıra aşırı avcılık ve iklim değişikliği baskısı altında. Bu nedenle deniz ekosistemi son 50 yılda telafisi mümkün olmayacak şekilde bozuldu. Bilim insanlarına göre Marmara Denizi “hasta” ve ekosistemi, eski haline döndürülemeyecek şekilde zarar görmüş durumda.

BÜYÜK AVCI BALIKLARI ARTIK YOK!

Büyük avcı balıklarının Marmara Denizi’nden kaybolması, sistemin bu türleri barındıramayacak hale geldiğine işaret ediyor. Yapılan araştırmalara göre bugün Marmara’daki balıkçılığın yüzde 90’ını yalnızca 11 tür oluşturuyor. Bu türlerin başında, av verimi her geçen yıl azalan hamsi geliyor. 

İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri ve İşletmeciliği Enstitüsünden Prof. Dr. Nazlı Demirel bu konuyu araştıran bilim insanlarından birisi. Marmara Denizi’nin, yüz ölçümü anlamında diğer denizlerimizden çok daha küçük olmasına karşın balıkçılık anlamında verimli olduğunu belirten Demirel, 2000’li yılların sonuna kadar Türkiye balıkçılığındaki payının, Akdeniz ve Ege’den yüksek seyrettiğini aktarıyor.

Marmara Denizi ekosisteminin, temelde insan kaynaklı çevresel etkiler yüzünden, son 30 yılda önemli değişim ve dönüşümler geçirdiğini belirten Demirel kendisinin de içinde yer aldığı bir grup bilim insanı tarafından 2023 yılında yayımlanan bir çalışmaya göre Marmara Denizi ekosisteminin dirençliliğinin, son 30 yılda insan kaynaklı rahatsızlıklara karşı hiç olmadığı kadar kırılgan olduğuna dikkat çekiyor.

EKOSİSTEMİN DENGE EŞİĞİ AŞILDI

Yine 2023 yılında yayımlanan bir başka araştırmada son 35 yılda Marmara Denizi’nde yaşanan değişimlere kapsamlı bir şekilde bakmaya çalıştıklarını dile getiren Demirel, “Bugün geldiğimiz noktada, Marmara’nın 40-50 yıl önceki eski haline dönebilmesi mümkün görünmüyor. Bu nedenle de gözlenen değişiklikleri, ekosistemin denge eşiğinin aşıldığı ‘Doğrusal olmayan ekolojik rejim kayması’ olarak tanımlıyoruz” diyor.

Marmara Denizi’nde kaybolan türler arasında büyük, avcı türlerin bulunmasının ekosistemin dengesinin giderek bozulduğuna yönelik önemli bir gösterge olduğunu ifade eden Demirel, “Besin zincirinin üst basamaklarında ne kadar tür varsa, sistemin de o türleri besleyebilecek kapasitede olduğunu söyleyebiliriz. Marmara, iki tane dar boğaz ile daha büyük denizlere bağlanan ve su sirkülasyonu sınırlı olan, küçük bir deniz. Açık bir deniz olmadığı için tüm bu olumsuzluklar karşısında kendini hızlıca yenileyebilecek kapasitesi yok. Nitekim 2000’li yılların ortasından itibaren Marmara Denizi’nde balıkçılık kaynaklarının veriminde de ciddi bir düşüş yaşandı. Bugün Marmara’da, 48’i balık ve 16’sı kabuklu tür olmak üzere 64 türün avcılığı yapılıyor. Ancak avcılığı yapılan tür sayısı yıldan yıla azalıyor. Nitekim son yıllarda Marmara’daki toplam balıkçılığın yüzde 90’ını yalnızca 11 tür oluşturuyor (hamsi, istavritler, sardalya, palamut, lüfer, mezgit, tekir, kefal ve derin su pembe karidesi). Balıkçılığımızın en önemli türü olan hamsinin her geçen yıl av verimi giderek azalıyor. Çalışmalarımız şunu gösteriyor: Sardalya hariç tüm stoklar üzerinde aşırı avcılık baskısı var.”

Demirel, etkisini giderek arttıran iklim değişikliğinin tüm sorunları büyüttüğüne dikkat çekerken küresel ısınmayı sınırlandırma mücadelesinde 1.5°C eşiğinin oldukça önemli olduğunun altını çiziyor. Oysa yeni yapılan araştırmalarda bu eşik çoktan aşıldı!..

DÜNYA MARMARA DENİZİ’NDEN DERSLER ÇIKARMALI

Akdeniz’deki yabancı istilacı türler üzerine çeşitli bilimsel çalışmalar yürüten Deniz Biyoloğu Dr. Aylin Ulman ise Marmara Denizi’nin geldiği durumun dünyanın dersler çıkarmak için inceleyebileceği önemli bir örnek olduğunu söylüyor:

“Bugün birçok balık türü için geri dönülemeyecek, toparlanmalarına imkan vermeyecek bir noktadayız çünkü Marmara’nın ekosistemi tamamen değişti. Bugün deniz tamamen hasta; ne Karadeniz ne de Marmara, artık sağlıklı değil. Bir denizdeki tür sayısı arttıkça, direnci de artıyor. Ancak denizdeki biyoçeşitliliğin yüzde 80'ini yok ettiğinizde bu mümkün değil.' Karadeniz ve Marmara Denizi arasında çok yakın bir ilişki var; birinde yaşanan durum ne yazık ki diğerini de etkiliyor. Bu anlamda Marmara Denizi, küçük kararların ne gibi sonuçlara yol açabileceğini göstermesi açısından tüm dünya için önemli bir örnek diyebilirim.”

Marmara Denizi ve Karadeniz'in geri dönüşü olmayan bir hastalığın pençesinde olduğunu söylüyor bilim insanları. Veriler ölü denizler olmaya bir adımları kaldığını gösteriyor. Doğanın kendini iyileştirmesini beklemek, bunun için de onu hasta eden ne varsa durdurmak ve hatta yok etmekten başka şansımız yok gibi!..

 https://www.evrensel.net/yazi/94997/marmara-denizi-de-karadeniz-de-hasta

9 Haziran 2024 Pazar

İzmir’in Çevre Gazeteciliğinde Öncü İsmi: Özer Akdemir (Asya Yaşarikiz)

 


Evrensel’in İzmir temsilciliğini yapan hem yerel hem de ulusal çevre davalarının takipçisi gazeteci yazar Özer Akdemir ile kentin çevre sorunlarından, çevre haberciliğine ve edebiyata kadar birçok konuyu konuştuk.





Asya Yaşarikiz

9 Haziran 2024

Özer Akdemir, gazeteciliğe 1990’ların sonunda Evrensel’de başladı. Türkiye’de çevre hareketinin başladığı yıllarda gazeteciliğe başlayan Akdemir, Bergama köylülerinin altın madenine karşı verdiği mücadeleden etkilenerek çevre gazeteciliğine yöneldi.

Evrensel’in İzmir temsilciliğini yapan Akdemir, İzmir’de çevre haberciliği denildiğinde akla gelen ilk isimlerden.

Gazetecilik dışında belgesel yönetmenliği ve yazarlık da yapan Akdemir’in Yalnız Efe isimli bir belgesel filmi ile Anadolu’nun Altın’daki Tehlike, Kuyudaki Taş/Alman Vakıfları ve Bergama Gerçeği, Uranyum Uğruna, Doğa ve Direniş Öyküleri, Yılanın Ağzındaki Kuş Gibi, Rüzgarlı Mimas Uyanmazsa isimli kitapları var.

Özer Akdemir ile İzmir’in çevre sorunlarını, çevre haberciliğini ve edebiyatla gazeteciliği buluşturan unsurları konuştuk.

 


 

Çevre gazeteciliğine nasıl başladın?

1998 yılında Zonguldak’ta Evrensel’de başladım. 2000 yılında öğretmen olan eşimin tayiniyle İzmir’e geldik. Bu dönemde Bergama köylülerinin altın madenine karşı en hareketli dönemiydi. Köylülerin altın mücadelesini izleyerek çevre gazeteciliğine başladım.

Çevre haberciliğinde iyi haberin esasları nelerdir?

Konuyu bilmek lazım. Konunu neye mal olacağını bilmek lazım. Bilimsel çevre raporlarını okumak burada çok önemli bir unsur. Konunun uzmanlarıyla da iletişim içinde olmak gerekiyor. Ama her şeyden önemlisi doğayı sevmek, onun korunması gerektiği bilincine sahip olmak gerekiyor. Olaya sadece bir haber mantığıyla yaklaşmamak gerekiyor. Çünkü verilen mücadele sıradan bir konu değil. Konu yaşamın savunulması. Hem bugünün hem geleceğin savunulması bu. Sadece gazeteci refleksiyle bu haberlere bakmamak lazım.

Çevre haberi yaparken tarafsız kalınabilir mi?

Tarafsız gazetecilik olabileceğini düşünmüyorum. Diğer alanlarda da bu böyle. Gazetecilikte belli etik kurallar vardır. Gazeteci demokrasiye inanmalı her şeyden önce. Yaşamın savunulması, doğanın korunması, barıştan yana olmak gibi etik değerlere sahip olmak önemli. Bir haber için gittiğinizde oradaki doğanın tahribatını gördüğünüzde vicdanınız başka bir yerlere endeksli değilse etkilenmemeniz olanaksız. İyi bir çevre gazetecisi bunu yüreğinde de hissetmeli.

Çevre haberciliği felaket haberciliği midir?

Sorunları haber yapmak zorundasınız. Dünyadaki iklim meselesine bakarsanız, egemen olanlar ekosistemi yok ediyor. Kendi bindiği dalı kesmiyor; ağacı kökünden kesiyor! Küresel ısınmanın etkilerini her geçen gün daha çok hissediyoruz. Milyonlarca canlı yok olacak. İnsanları bu sisteme karşı harekete geçirmek için bunu anlatmak zorundayız.

İzmir’in çevre sorunları neler?

İzmir’in çevresel anlamda çok sorunu var. AKP iktidarının ekonomi politikaları nedeniyle inşaat ve yol gibi faaliyetler nedeniyle taş ocakları meselesi İzmir’in çeperinde sıkıntılı bir durumda. Kentin göbeğinde iki tane çimento fabrikası var. Bu çimento fabrikaları tehlikeli atık yakıyor. Zehirli gazlar havaya karışarak insan sağlığını tehdit ediyor. Işıkkent, Pınarbaşı gibi kentin çeperlerinde kalan son ormanlar yok ediliyor. Hem ağaçları kesiyorlar hem tepeyi alarak ham madde yapıyorlar.

Bunun dışında Foça Aliağa arasında kalan demir çelik fabrikaları, termik santralleri, demir söküm tesisleri, gübre sanayi, petro kimya tesisleri Türkiye’nin Dilovası’ndan sonra en kirli alanıdır bu bölge. Bilim insanlarının tanımlamasıyla bu bölgeye artık demirci dükkânı bile açılmaması gerekiyor. Buna rağmen şimdi de bir biyogaz tesisi yapmak istiyorlar.

Karaburun’da ‘temiz enerji’ denen Rüzgâr Enerji Santralleri (RES) o bölgenin insanına da doğasına da zarar veriyor. Keçicilik bitme noktasına geldi.

Çeşme’de ise, taş ocakları jeotermal tesisler, RES’ler var. Tire’de JES yapılmak isteniyor.

Altın madenleri ise İzmir’in en önemli sorunlarından biri. Efemçukuru Altın Madeninin kentin içme suyu havzasını kirlettiği bilimsel olarak kanıtlanmıştır.

Bergama’da yıllardır devam eden Ovacık Altın Madeni siyanürle işleme tesisi var. Oradaki cevheri bitince ekosistemiyle ünlü Kozak gibi bir bölgede birkaç tane farklı madenden cevheri getirip o siyanürü işleme tesisinde altını ayrıştırma gibi bir garabet hala devam ediyor.

Kent içerisinde de Kültürpark, Basmane Çukuru meselesi gibi kentteki ekolojik tahribata yol açacak konuların mücadelesi olumlu birtakım gelişmelerle devam ediyor. Kentsel dönüşüm dediğimiz kentin merkezinde kalan yoksulların kent dışına sürülmesi süreci var. Merkezde kalan yerlerin sermayeye, rant alanlarına çevrilmesi sorunları var.

Hem deniz kirliliği hem nehir kirliliği var. Büyük Menderes, Gediz son derece kirli. Geçen yıl buralarda yüz binlerce balık öldü. Denizlerde ise balık çiftlikleri sorunu var.

 


 

Gazeteci olarak İzmir’deki çevre davalarını nasıl değerlendiriyorsun? İptal edilen ÇED’ler, değiştirilmeden yeniden alınan ÇED’ler?

Hukuktan vazgeçemezsiniz. Hukukta ısrar etmek zorundasınız. Hukuka cüret hareket etmek zorundasınız. Şu dönemde içerisinde bulunduğumuz hukukla ekolojik bir başarı elde etme şansı çok çok zayıf. Buna rağmen kuruyorum bu cümleleri. Öte yandan “hukuk zaferi” dediğimiz davalar bir günde, çeşitli yöntemlerle, özellikle 2009/7 denen ucube genelgeyle elinizden alınabiliyor. Bunu İzmir’de de defalarca yaşadık, birçok yerde yaşadık. Açılan davaları ısrarla takip etmek lazım ama bir yerde bir faaliyetin yaşam alanını yok etmemesini istiyorsak orda mücadeleyi toplumsallaştırmaktan başka çözüm yok. Hukuksal mücadeleyi toplumsallaştırarak sürdürmek lazım ki hukukta kazandığınız kararı koruyabilesiniz. Aynı şekilde en azından hukuktaki tıkanma olduğunda kendi yaşam alanınızı kendi meşru fiili mücadele koruma şansınız olabilir. Çünkü davalar yıllarca devam ediyor. Örneğin Efem çukuru davası 2005 yılından beri devam ediyor ama maden de bir taraftan üretimini sürdürüyor! Yani davalar bunu durdurmuyor. Dava sonuçlanana kadar faaliyetin durması gibi bir şey ne yazık ki söz konusu olmuyor. Yaşam alanın bittikten sonra davayı kazansan ne olacak?

Edebiyatla gazeteciliği yakınlaştıran unsurlar neler?

Haberi 5N1K ile yazarsınız, bir tekniği bir dili vardır. Haberci habere gittiğinde onda kalan duygular, düşünceler vardır. Etkilendiklerini habere aktaramayabilir. Haberde bahsedemediğim duyguları, düşünceleri eko kurgu denemeleriyle ele almaya başladım. Olayı öyküselleştiriyorum. Öykülerimin çoğunun konusu gerçektir. Kurguyu öyküselleştirerek insanların öykü tadında okuyacağı bir türe dönüştürmeye çalıştım. Geri dönüşler olumlu oldu. Olayın haberini önce yapıp daha sonra gazetenin haftalık eki olan Pazar sayfasında eko kurgu öyküsünü yazmaya başladım. Bu türe devam etmeye çalışıyorum hala.

Okuyucuya haber dilinden öte öykü dili daha yakın geliyor olabilir

Evet. Yok edilmiş bir dağda yaşayan sincabın gözünden dağın halini anlatmaya çalışmak önemli benim için. Ya da Kuşadası’nda kuruyan Koca Göl’ün etrafına yapılan yazlıkların olduğu yer birçok canlının yaşam alanı. Çeltikçi Kuşunun Ağıdı öyküsünde, çeltikçi kuşunun yaşam alanının yok edilmesi, buradaki ekosistemin yok edilmesinin öyküsünü anlatmaya çalıştım. Öyküyü okuyan çeltikçi kuşunun çaresizliğini, hüznünü hissetsin istedim.

Belgesel ve öyküye yönelme nedenin de biraz bu sebeplerden ötürü sanırım

Yalnız Efe belgeselinin yapım ve yönetmenliğini gazeteci arkadaşım Sevgi Halime Özçelik ile birlikte yaptık. Ahmet Karaçam ikimize de ilham verdi. Yalnız Efe’nin haberlerini yıllardır yapıyorum ama Ahmet abi müthiş bir karakter. Bir Yaşar Kemal olsa Ahmet abiden ikinci bir İnce Memet yazar. Ahmet abinin öyle bir yaşamı, karizması var. O adamın sadece haberlerde kalması, kuru anlatımlarda kalmasını kabul edemem. Ahmet abinin direnişinin güzelliğini, duruşunu, tek başına bile kalınsa direnmenin önemini anlatmak istedim. Hem öyküler hem belgesel aslında yaptığım işin devamıdır.

 https://gazeteminos.com/2024/06/09/izmirin-cevre-gazeteciliginde-oncu-ismi-ozer-akdemir/

8 Haziran 2024 Cumartesi

Hatipkışla köylüleri madene karşı birlik oldu: "Zeytinlerimizi kestirmeyeceğiz"

 

08 Haziran 2024 14:37


Aydın'ın Karpuzlu ilçesine bağlı Hatipkışla köyü yakınlarında maden faaliyetine karşı köylüler mücadeleye başladı: "Omzumuzda taşıdığımız sularla büyüttüğümüz zeytinlerimizi kestirmeyeceğiz."



Fotoğraf: AYEP


Özer AKDEMİR

Aydın'ın Karpuzlu ilçesine bağlı Hatipkışla köyü yakınlarında yapılmak istenen madencilik faaliyetine karşı köylüler mücadeleye başladılar. Dün Aydın Ekoloji ve Yaşam Platformu (AYEP) ile Çine Yaşam Platformu (ÇİYAP) üyelerinin ve Aydın'daki meslek örgütü temsilcilerinin katılımıyla yapılan toplantıda binlerce ağacı kesip binlercesini de kesme hazırlıkları yapan madene karşı mücadele yolları tartışıldı.

"KÖYLERİMİZ MADEN ABLUKASINDA"

Köy meydanında gerçekleştirilen toplantıda konuşan köylülerin avukatı ve aynı zamanda Hatipkışla köylüsü olan Av. Hüseyin Eker, maden firmasının birçok kurumdan onay aldığını ancak köylünün bu projeden haberinin dahi olmadığını anlattı. Eker, "Her şeyi kılıfına uygun hazırlamaya çalışmışlar ama biz de Aydın İdare Mahkemesinde dava açtık. Buradaki zeytinliklerin kesilmesi ile ilgili hukuki bir engel var. Ancak bunun da bertaraf etmenin yolunu arıyorlar" dedi.

Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının Ovapınar ve Hatip Kışla köylerinde iki farklı proje için ÇED onayı verdiğini belirten Eker, bu projelerle iki köyün adeta abluka altına alındığını aktardı. Eker, "Zaten köyümüzün altında da bir felspat madeni var. Yoğun yağmurlarda madeninin içinde akan o pis suların akarsulara, derelere, içme sularına karıştığını söylüyor köylülerimiz. Biz davamızı açtık ve mücadeleye başladık, ümitliyiz" diye konuştu.


Fotoğraf: AYEP

MESLEK ÖRGÜTÜ TEMSİLCİLERİ KÖYLÜLERİ BİLGİLENDİRDİ

Sonrasında konuşan Aydın Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Zeki Oymak, maden sahalarının tarım ve hayvancılığa etkilerini anlattı. Aydın Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Gülseren Yılmaz, madencilik faaliyetlerinin sağlık üzerindeki etkilerini aktarırken, Aydın Barosu Kent ve Çevre Hukuku Komisyonu Başkanı Hicran Danışman ise köylünün çevresini ve yaşam alanlarını koruması ile ilgili yasal haklarını aktardı.

MÜCADELE DENEYİMLERİ AKTARILDI

AYEP Sözcüsü Gönül Yücel Hastaoğlu ile ÇİYAP Sözcüsü Ahmet Uslu ise Aydın ve Çine bölgesindeki çevre mücadeleleri ile ilgili deneyim aktarımında bulunurken, madencilik ve diğer kirletici faaliyetlere engel olabilmenin en önemli yolunun köylülerin kendi mücadelelerine kitlesel bir şekilde katılmak olduğunu söylediler. TEMA Vakfı Aydın temsilcisi Mehmet Özdemir, vakıf olarak köylünün yanında olduklarını söyledi. Konuşmaların ardından söz alan köylüler de "Köyümüz için mücadeleye varız. Omzumuzda taşıdığımız sularla büyüttüğümüz zeytinlerin yok edilmesine izin vermeyeceğiz" dediler. Köylüler, yoğun olarak katıldıkları toplantıda birlik olarak madene engel olma sözü verdiler.

 Hatipkışla köylüleri madene karşı birlik oldu: "Zeytinlerimizi kestirmeyeceğiz"

7 Haziran 2024 Cuma

Dibinde baraj olan demir madenine onay verilirken DSİ’den görüş bile istenmemiş!

 

07 Haziran 2024 14:59


Balıkesir Ayvalık Karaayıt köyünde  Madra Barajına 2.75 km uzaklıktaki demir madenine patlatma paterni eklenmesi ile ilgili “ÇED Gerekli Değildir” kararı verilirken DSİ’den görüş bile istenmemiş.



Fotoğraf: Ayvalık Tabiat Platformu


Özer AKDEMİR

Balıkesir’in Ayvalık ilçesi Karaayıt köyü yakınındaki demir madenine patlatma paterni eklenmesi ile ilgili verilen “ÇED Gerekli Değildir” kararının Danıştay tarafından iptal edilmesinden sonra mahkeme süreci devam ediyor. Danıştay yerel mahkemenin davanın reddi yönündeki kararını bölgede bulunan Madra barajı ve diğer su varlıklarına dikkat çekerek, bilirkişi keşfi heyetinde hidrojeoloji uzmanı olmadığı gerekçesi ile bozmuştu. DSİ tarafından geçtiğimiz günlerde CİMER kanalıyla sorulan bir soruya verilen yanıtta, yüz binlerce insanın içme suyunun sağlandığı Madra Barajına 2.75 km uzaklıktaki madenin patlatma paterni projesi için kurumdan herhangi bir görüş istenmediği ortaya çıktı.

DANIŞTAY “BİLİRKİŞİ HEYETİNDE SU UZMANI” YOK DİYE YEREL MAHKEME KARARINI BOZMUŞTU

Ayvalık Karaayıt köyü yakınında 1954 yılından beri faaliyetlerini sürdüren Bilfer Demir madeni ocağına patlatma paterni eklenmesi ile ilgili projeye Balıkesir Valiliği tarafından verilen ÇED Gereli Değildir kararına Ayvalık Belediyesi tarafından dava açılmıştı. Dava Balıkesir 2. İdare Mahkemesi tarafından reddedilince Ayvalık Belediyesi ve davaya müdahil olan Ayvalık Tabiat Platformu mahkemenin kararına dayanak yaptığı bilirkişi raporunda birçok eksik olduğuna dikkat çekerek kararı Danıştay’da temyiz etmişti. Danıştay 4. İdare Mahkemesi bilirkişi raporunu düzenleyen heyet üyeleri arasında hidrojeoloji uzmanı bulunmadığı, maden faaliyetlerine patlatma paterni eklenmesine ilişkin projenin, etki alanında bulunan yeraltı ve yerüstü sularına ve Madra Barajını besleyen su kaynaklarına etkisi hususunda yeterli incelemenin yapılmadığı gerekçeleri ile yerel mahkemenin kararını bozmuştu.

MADEN MADRA BARAJININ 2.75 KM YAKININDA!

Danıştay içerisinde hidrobiyoloji uzmanının olduğu yeni bir bilirkişi heyeti ile yeni bir bilirkişi keşfe yapılmasına karar vermişti. 4 Mart 2024 tarihinde yapılan bilirkişi keşfin de davacılar tarafından bütün faaliyetlerini “kazanılmış hak” kılıfı altında meşrulaştırmaya çalışan şirketin projede yaptığı değişikliklerin bu hakkı ortadan kaldırdığına dair görüşler ileri sürülmüştü. Bilirkişi raporu henüz belli olmadı ancak ortaya çıkan yeni belgelere göre şirket proje için DSİ’den ve Balıkesir Su Kanalizasyon İdaresinden görüş dahi istememiş. Oysa maden Ayvalık ve çevresinin su ihtiyacını karşılayan Madra barajına 2.75 km uzaklıkta bulunmakta. Bununla birlikte Karaayıt Demir madenin atıklarını depoladığı pasa sahasında 2019 yılında iki kez çökme meydana gelmiş pasalar içindeki ağır metal ve zehirli kimyasalların Madra Barajına karıştığı ileri sürülmüştü. Firmanın köylülerin son mera alanlarını da maden sahası içine katma çabası köylülerin direnişi sonrası başarılı olamamıştı.

DSİ: MADEN BİZDEN GÖRÜŞ İSTEMEDİ

CİMER’e yapılan başvuru sonrası DSİ 25. Bölge Müdürlüğü Havza Yönetimi, İzleme ve Tahsisler Şube Müdürlüğü tarafından “Bilfer Madencilik ve Turizm A.Ş. tarafından yapılması planlanan “Demir Ocağı Patlatma Paterni Eklenmesi" projesi için hazırlanmış olan Proje Tanıtım Dosyası hakkında Bölge Müdürlüğümüz' den görüş talep edilmemiştir”. Denildi. Dava dosyasına giren belgelere göre maden PTD dosyasında Balıkesir su ve Kanalizasyon İdaresine de kurum görüşü için başvurulmadığı görülüyor.

MADENİN “BARAJ BİZDEN SONRA YAPILDI” SAVUNMASI

Madra Çayı üzerinde, sulama ve içme suyu amacıyla 1990-1998 yılları arasında inşa edilen Madra Barajı, Ayvalık ve çevresinin en önemli tatlı su kaynağı durumunda. Baraj, Tarımsal uygulamaların yanısıra yörede yaşayan insanlar, hayvanlar ve bitkiler için vazgeçilmez bir su kaynağıdır. 1954 yılında faaliyete geçen maden işletmesi “Baraj bizden sonra yapıldı ve bizim ruhsatlarımız ÇED mevzuatından önceye ait” gerekçeleriyle faaliyetine devam ederken, madene karşı açılan davalarda ise barajın yapılmasına neden olan Madra Çayı’nın yüzyıllarca akışını sürdürdüğü ve bölgenin önemli bir su kaynağı olduğu dile getiriliyor. Demir işletmesi ruhsatı Madra Barajı’nın yanı sıra aynı zamanda Madra Çayı’nın da beslenme ve mutlak koruma alanı içerisinde yer alıyor.

KOZAK YOLU ÜZERİNDEKİ PASA DAĞI

Demir maden ocağından çıkan atıklar, Ayvalık- Kozak karayolu kenarına yığılırken, oluşan pasa dağı devasa boyuta ulaşmış durumda. Zaman zaman çöken bu pasa dağı için gelişigüzel konulan beton bariyerler dışında önlem alınmış değil.

 https://www.evrensel.net/haber/520444/dibinde-baraj-olan-demir-madenine-onay-verilirken-dsiden-gorus-bile-istenmemis

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...