03 Haziran 2024 04:20
Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
İzmir'den kalkıp Akhisar tarafından gelirken sağa, bizim gibi yolu şaşırıp Salihli'den, domates tarlalarının arasından geçip, döne kıvrıla dağlara tırmanan köy yollarından geldiyseniz Gördes'i geçtikten sonra sola girmeniz gerekiyor Kalemoğlu köyüne gitmek için. Geçtiğimiz yıllarda Akhisar yolundan, çamların, zakkumların ve asırlık çınarları gölgelediği dar yokuşlu yoldan iki kez daha gelmiştik bu köye. Aracımızla önümüze çıkan üzerinde "kimyasal madde" yazılı tankerleri sollamak zorunda kalmıştık iki de bir. Balıkesir plakalı bu tankerler Gördes Kalemoğlu köyü yakınındaki nikel madenine sülfürik asit taşıyorlardı.
Geçenlerde, mayıs ayının ortalarında gittiğimiz Kalemoğlu köyü, diğer gittiklerimizden çok farklı idi bu sefer. Köye birkaç kilometre kala, ormana giden yolun başına iki çadır kurulmuş, bu çadırların hemen yanında yapılan derme çatma bir çardağın altına sandalyeler masalar dizilmiş, çardağın tam tepesine de "Talana karşı ormanlarımızı savunuyoruz" yazılı büyük bir pankart asılmıştı. Bu çardakta köyün erkekleri oturuyorlardı.
Az ilerde, köye giden yolun yanında, belki yüz, belki yüz elli yıllık bir çam ağacının şemsiye gibi açılmış dallarının gölgesine ise köyün kadınları toplanmışlardı. Taşları isten kararmış bir ocak çatmışlar, üzerine geniş gövdeli bir çaydanlık ve demlik koymuşlar, kuru kozalak ve çam dallarından yaktıkları ateşte çay demliyorlardı. Bu asırlık çamın altında toplanan köylü kadınlarla sohbet ederken içtiğimiz bu bir bardak çayın lezzetini yazı ile anlatmam olanaksız! Çay da bir marifet yok, bildiğimiz çay. Su marketten alınan şişe suyu. Çaya lezzetini veren onun direnişin ateşinde demlenmiş olmasıydı kuşkusuz. Günbegün, sabırla örülen bir mücadeleden demini almıştı...
"Şimdi aklımız başımıza geldi ancak" diyordu köyün kadınları. "Bu madenin bu kadar köyümüze yaklaşabileceğini düşünememiştik". Başka birisi "Kocamurt Ormanı köyümüzün içinde adeta. Maden 10 yılda 3 büyük ormanımızı yok etti. Bu orman son kalemiz!" dedi.
Başka bir kadın maden çalışmaları nedeniyle köyün suyunun kirlendiğini, çok değil on yıl önce yemyeşil ormanların içinde, dağ başında bir köy iken şimdi suyu marketten aldıklarını anlatıyordu; "Çocuklarım Bursa'da oturuyorlar. Her geldiklerinde bana birkaç plastik şişe ile içme suyu alıyorlar marketten. Tertemiz suyumuzu bu madenden sonra içemez olduk".
Köylü kadınlardan Elveda Arı ise şirkete teşekkür ediyordu! "Meta Nikel Şirketi sayesinde kekik kokuları arasında yürümenin nasıl da güzel bir şey olduğunu anladık. Ayağımıza dolanan kır çiçeklerinin değerini, başı bulutlarda gezen çamların ne anlama geldiğini kaybedince anladık. Kaybettikçe öğrendik!.."
Tadına doyulmaz bir bardak çay eşliğinde konuştuğumuz kadınlardan sonra çardağın altında oturan köyün erkekleriyle de sohbet ettik. Köy muhtarı şirket müdürlerinin kendisine çok kızdıklarını "Sen ne biçim muhtarsın!" diye şikayetlendiklerini söyledi, bıyık altından gülerek. "Bu maden araçlarını ormanımıza sokmayacağız, köylümüz kesin kararlı" dediği ve bundan da zerre geri adım atmadığı için kendisini beğendirememiş madene! "Eh, alışmışlar şimdiye kadar..." dedi, sonunu getirmedi sözünün.
Muhtardan sonra konuştuğumuz köylülerden Emekli Öğretmen Hayati Çavuş, sınıf öğretmeni olarak Anadolu'yu karış karış gezdiğini anlattı. "Adıyaman'da çalıştım 4 sene, Balıkesir'de çalıştım 7 sene. Urfa'da oğlum çalıştı, o da öğretmen, uzun süre orada da kaldım. Gördes'in diğer köylerinde de çalıştım. Anadolu'nun yüzde 80'ini gezdim. Böyle bir havayı bulamazsınız, memleketim diye söylemiyorum!".
Sözünün tam burasına durdu Hayati Öğretmen. Yutkundu, sesi titredi. "Zamanı geldi artık. Bir şeyi sizin aracılığınızla buradaki köylülerime de, herkese de söyleyeyim" dedi. Sonra birden saldı duygularını, içinde tuttuğu nefesiyle birlikte gözyaşlarını da serbest bıraktı konuşurken. Koca adam, gövdesi rüzgarda sallanan çam dalı gibi titreyerek konuştu; "Ben öldüğümde beni bu topraklara gömün. Tam evimin yanına. Bu topraklar çok değerli. Bu havayı hiçbir yerde soluyamadım. Beni herkes duysun. Beni evimin yanına gömün. Başka bir şey istemiyorum!".
Elimi omzuna koydum. Titreyen gövdesindeki hüznün, hayal kırıklığının, öfkenin nabız nabız atışını hissettim parmaklarımın ucunda.
Biraz sakinleşen Hayati Öğretmen konuşmasına devam etti. Bize ve oradaki köylülerine yıllar içerisinde damıttığı yaşam deneyiminin dersini veriyordu sanki; "Kahroluyorum! Bu doğaya nasıl kıyar insan? Para bu kadar mı değerli? Olmuyor, ben bu yaşa kadar kazandım. Ekonomik durumum düzeldi. Zeytinliklerim var, bir sürü malım mülküm var ama yenmiyor işte. Yenmediğini fark ettim, biliyorum. Öğretmenim ben! Bize doğa lazım, yaşam alanı lazım. Nasıl bir hırstır bu kapitalizmin hırsı. Her şey para, altın... Devletin kasasına gitse bu kadar para hadi bir yere kadar. İngiliz'in, Amerikalının kasasına gidiyor. Bunları söyledim diye bu saatten sonra beni götürürler mi, götürüler! Dedem zaten şehit ben de gömülürüm bu topraklara. Beni bu topraklara gömün! Tam evimin dibine!.."
Nöbet yerindeki çekimlerimizden sonra, bize ormanı gezdirdi Mahir adlı genç bir köylü arkadaş. Köylülerin "Dede Çamı" dedikleri bir ağaca götürdü bizi. Küçük bir patika yolla ulaşılan ağacın gövdesi belki iki, belki üç metreyi bulan kalınlıktaydı. Gövdenin göğe doğru yükselen dallarının her birinden onlarca yeni dal büyümüş, zaman içerisinde kalınlaşıp bir ağaç gövdesi haline alan bu dalların üzerinde de yeni dallar filizlenerek yaşama tutunmuştu. Hani "soy ağacı" vardır ya, insanlar bir kökten dallanarak uzayan, genişleyen, büyüyen soylarını bir ağaç üzerindeki dallarla anlatırlar. İşte tam öyle bir soy ağacıydı Dede Çamı. Ağacın ucunun nereye kadar yükseldiğini göremedik. Dibinden yukarıya baktığımızda sadece başında beyaz bir bulut, bir parça mavi gökyüzü görünüyordu.
Mahir, "Bu ağacın yaşını bilen yok. Birbirini seven köylülerimiz adlarının baş harflerini ağacın gövdesine işlemiş yıllarca. Böyle duygusal bir yönü de var" dedi.
Diğer çamlar boyuna vererek uzayıp göğe doğru yükselirken, bu ağaç her bir dalından yeni dallar büyüterek, onların büyümesinin ve her bir dalın sağlam bir şekilde ana gövdeye tutunmasının keyfini sürerek büyümüştü.
Kalemoğlu köyünün kalem gibi ağaçlarının yaşadığı Kocamurt Ormanı’nın içindeki Dede Çamı da maden tehdidi altında. Direniş çadırlarında, kozalak közleri ile demlenen çaylarını yudumlayan köylüler çok iyi biliyor ki nikel madeni köyün son ormanına girerse bu topraklarda ki 400 yılı aşkın yaşamları da kökünden sarsılacak. Biliyorlar ki Dede Çamı kesildiğinde gövdesinde büyüyen tüm dalları da ölür!..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder