Ayvalık'ta Karaayıt Köyü merasının maden şirketine atık
depolama tesisi olarak verilmesine karşı açılan dava yeniden görülecek.
Fotoğraf: Ayvalık Belediyesi
Özer AKDEMİR
İzmir
Balıkesir'in Ayvalık İlçesi Karaayıt Köyü merasının bir
bölümünün Düzenli Atık Depolama Tesisi olarak kullanması için yıllardır bölgede
demir madenciliği yapan Bilfer Madencilik’e tahsis edilmesi ile ilgili dava
yeniden görülecek. Davaya Ayvalık Tabiat Platformu da müdahil oldu. Mera
Komisyonu kararının iptali için dava açan Ayvalık Belediyesinin davası Balıkesir
İdare Mahkemesinde reddedilince kararı istinaf mahkemesine taşınmıştı. Temyiz
başvurusunu görüşen Bursa Bölge İdare Mahkemesi 2. Dairesi yerel mahkemenin
kararını bozarak davanın yeniden görülmesine karar verdi.
1954 yılından bu yana bölgede faaliyette bulunan son 16
yıldır da Bilfer AŞ tarafından işletilen demir madeni zenginleştirme tesisi ve
atık depolama alanı kurmak için köylülerin merasının bir bölümünü talep etti.
Balıkesir İl Mera Komisyonununun mera alanında atık deposu talebine olumsuz
yanıt vermesi ve merayı köyün kullanımına bırakan kararına şirketin "Atık
depolayacak başka yer yok” diye itirazı üzerine Valilik devreye girmişti.
İl Mera Komisyonunu yeniden toplayan Valiliğin baskısı sonuç iki muhtar ve
Ziraat Odası Başkanı’nın itirazına rağmen Mera Komisyonu ilk kararını bir ay
geçmeden değiştirerek köyün mera alanına şirketin atık deposu yapmasına onay
vermişti.
YEREL MAHKEME DAVAYI REDDETMİŞTİ
İl Mera Komisyonunun bu kararını yargıya taşıyan Ayvalık
Belediyesi, “mahallelerin hayvan varlığı bakımından, mera varlıklarının
yetersiz olduğu, arama faaliyetleri sonunda rezervi belirlenen maden için mera
vasıflı alanının tahsis amacının değiştirilmesini gerektirecek zorunluluk
halinin olmadığı, depolama alanının 20-30 km uzaklıktaki yerlerde de araştırma yapılıp
bulunabileceği, geçim kaynağı tarım ve hayvancılık olan Karaayıt ve Bulutçeşme
Mahalleleri halkının, söz konusu maden şirketin yerleşim alanlarına çok yakın
olması sebebi ile bir çok sağlık sıkıntısı yaşandığı... “gibi gerekçelerle kararın
iptaline istemişti. Belediye itirazında madenin bölgenin içme suyunu karşılayan
Madra Barajı’nı kirletme potansiyeline de dikkat çekmişti. Balıkesir İdare Mahkemesinin
bu talebi reddetmesi üzerine dava Ayvalık Belediyesi tarafından istinaf
mahkemesine taşınmıştı.
Geçtiğimiz günlerde dosyayı inceleyen Bursa Bölge İdare
Mahkemesi 2. Dairesi oybirliğiyle, "ileri sürülen iddialar objektif olarak
açıklığa kavuşturulabilmesi için uyuşmazlık konusu mahalde keşif ve bilirkişi
incelemesi yapılması gerekirken keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmadan
verilen kararda hukuki isabet bulunmadığından" yerel mahkemenin kararını
bozdu.
PASA ATIK SAHASI İKİ KERE DEREYE ÇÖKTÜ
Karaayıt Demir madeni 2019 yılında madenin atıklarını
depoladığı pasa sahasının bir yılda iki kez çökmesi ile gündeme gelmişti. Köyün
altından geçen dereye karışan atıkların içindeki ağır metallerin ve zehirli
kimyasalların Ayvalık ve çevresinin içme ve sulama suyunu sağlayan Madra
Barajına karıştığı ileri sürülmüştü. Firmanın köylülerin son mera alanlarını da
maden sahası içine katma çabası köylülerin direnişi sonrası başarılı olamamıştı.
Alaşehirliler antimon madenine karşı.
Bozdağ'da, çam ormanları ve su kaynaklarının üzerinde işletilmek istenen antimon madeni Alaşehir'i tehdit ediyor!
Çepeçevre Yaşam
Daha önce Germencik’te JES projeleri mahkemelerce iptal
edilen şirket aynı bölgede yeni bir jeotermal projesi için ÇED süreci
başlattı.
Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
Özer AKDEMİR
Yıllardır jeotermal enerji santralleri (JES) ve jeotermal
kuyularından kaynaklanan çevre, tarım ve sağlık sorunları ile boğuşan Aydın’da
Göz Doktoru Sinan Celil Göker’in sahibi olduğu RAMA Enerji ve Bilgi Teknolojileri
SAN. ve TİC. AŞ tarafından bir JES projesi için daha çevresel etki
değerlendirme (ÇED) süreci başlatıldı. Bu proje daha önce iki projesi Aydın ve
İzmir mahkemeleri tarafından iptal edilen şirketin aynı bölgedeki üçüncü JES
projesi.
Aydın’daki JES’lerin büyük kısmının bulunduğu Germencik
ilçesinde Havutçulu köyü yakınında açılmak istenen jeotermal kuyularından
çıkarılacak kaynağın kullanım amacı sondaj işlemi tamamlandıktan sonra kesinlik
kazanacak. 3.973.25 hektarlık alanına sahip olan projede 4 adet sondaj kuyusu
ve jeotermal ısıtmaya dayalı sera tesisi yer alıyor. Projenin ruhsat alanı 3.973 hektar olsa da
ÇED alanının büyüklüğü proje tanıtım dosyasında (PTD) yaklaşık 14 hektar olarak
gösteriliyor. İki poligon olarak ayrılan ÇED alanında 1 numaralı ÇED alanı
Havuçlu Mahalle merkezinin kuş uçuşu yaklaşık 750 metre kuzeydoğusunda
yer alıyor. 2 numaralı ÇED alanı ise Naipli Mahalle merkezinin kuş uçuşu
yaklaşık 1.7 km
kuzeybatısında yer almakta.
AYDIN VE İZMİR MAHKEMELERİ PROJELERİ İPTAL ETTİ AMA…
Rama Enerji San. ve Tic. A.Ş. tarafından daha önce Germencik
Naipli köyü yakınında planlanan 1 adet sondaja dayalı jeotermal kaynak arama
projesine Aydın Valiliği tarafından verilen “ÇED Gerekli Değildir” kararının
önce yürütmesi durdurulmuş, ardından da projenin İzmir sınırları içerisinde
kalan kuyular için İzmir Valiliği tarafından verilen “ÇED olumlu” kararı da
İzmir 5. İdare Mahkemesi'nce iptal edildi. Kararın Danıştay 6. Dairesi
tarafından onanması üzerine şirket aynı bölgede yeni bir proje ile (8 Adet
Sondaj, 20 MWe JES, Jeotermal Sera) farklı sondaj noktaları için bir kez daha
ÇED süreci başvurusu yaptı. Bu başvuru da Çevre, Şehircilik ve İklim
Değişikliği Bakanlığı, Çevresel Etki
Değerlendirmesi, İzin ve Denetim Genel Müdürlüğü’nce
durduruldu. Tüm bu olumsuz gelişmelere rağmen firma projeden vazgeçmeyerek
Jeotermal Kaynak İşletme Ruhsatı için İzmir ve Aydın İl sınırları içerisinde
kalan yeni bir başvuru yaparak ÇED sürecini başlattı.
PROJE TARIM VER ORMAN ALANINDA
Şirketin hazırladığı bu yeni proje tanıtım dosyasına göre
Proje alanı "Aydın-Muğla-Denizli Planlama Bölgesi 1/100 000 Ölçekli Çevre
Düzeni Planı’nda “Tarım Arazisi” olarak işaretli.
Bölgede 2000
metre kadar derinliğe inilerek açılması planlanan 4 kuyu
için 6 aylık çalışma planlanırken işletme ruhsatı 30 yıl olarak planlanan
işletmede seracılık işinde çalışmak üzere 4 kışı istihdam edileceği
belirtiliyor. Projenin ÇED Alanı-1 alanının tamamı orman vasıflı araziler
içinde kalırken bu alanda kızılçam ağaçlarının olduğu dile getiriliyor.
ALANDA MUTLAK KORUMA ALTINDA OLAN TÜRLER VAR
PTD dosyasına göre proje alanı ve etki alanında IUCN Red
Data Book Listesinde yer alan flora türlerinin olduğu dile getirildi. PTD’ye
göre bu türlerden 1 tanesi Endemik (Gastridium phleoides ve 1 tanesi de Lokal
Endemik (Verbascum maeandri BORNM.) olarak görülüyor. Bu türlerden 3 tanesi
IUCN’e göre NE (Henüz değerlendirilmeyen türler), 1 tanesi VU (Henüz ciddi
tehlike altinda olmayan, ancak orta vadede yok olma riski ile karşı karşıya
kalacak türler) ve 9 tanesi LR (henüz herhangi bir riskle karşı karşıya olmayan
türler) kategorisinde yer almakta. Yine PTD’ye göre proje alanı ve etki
muhtemel 4 tane amfibi türünden 2 tanesinin Bern Ek-2 (Mutlak Koruma Altındaki
Türler Listesi), 2 tanesi de Bern Ek-3 (Koruma Altındaki Türler Listesi)
listesinde yer aldığı belirtiliyor. Yine proje alanında bulunması muhtemel 7
tane sürüngen türünden 1 tanesi Bern Ek-2 (Mutlak Koruma Altındaki Türler
Listesi), 6 tanesi de Bern Ek-3 (Koruma Altındaki Türler Listesi) listesinde
yer alıyor.
TOPRAK ÇATLIYOR, ZEYTİN VE İNCİR AĞAÇLARI KURUYOR!
Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
Germencik ilçesinde yoğunlaşan JES’ler ve kuyular nedeniyle
incir bahçelerinin yoğun olarak bulunduğu Alangüllü köyünden başlayıp
Hıdırbeyli köyüne doğru uzanan toprak yarılmaları meydan gelmişti. 3-5 km uzunlukta ve 1-2 metre derinlikteki bu
çatlaklar tam da Alangüllü’de bulunan JES’e ait kuyunun yanından başlıyordu.
Alangüllü 2018 yılında da yaklaşık 400 dönümlük bir alanda bulunan 1500’ün
üzerinde zeytin ve incir ağacı kurumuştu. 2022 yılında DSİ’nin bölgede yaptığı
kuyu suyu analizlerinden sulardaki ağır metaller izin verilen limitlerin
yüzlerce-binlerce kat fazla olduğu tespit edildi. TMMOB tarafından 2021 yılında
hazırlanan “Büyük menderes Havzasında JES Gerçeği” raporunda da “Buharkent’ten
Söke’ye kadar uzanan birinci sınıf tarım alanlarında, incir ve zeytin
bahçelerinde, sulak alanlarda, Büyük Menderes nehri kenarında kurulmuş olan
JES’lerin havza ekolojisinin hızlı bir şekilde geri dönülmez şekilde bozduğu,
tarımsal toprakların kirlendiği ve tarımın sürdürülemez bir hale getirdiği”
dile getirildi. Raporda Aydın’da JES’lerin yaşam alanlarından uzağa kurulması
ilkesine uyulmadığı jeotermal atıkların insan ve canlı sağlığına etkilerinin
önemsenmediğinin altı çizildi.
"Sıcaklıkların yüzyıl boyunca artması bekleniyor.
İyimser senaryo gerçekleşirse, bu artış yüzyıl sonunda durma noktasına
gelebilir. Kötümser senaryoda, yani emisyonların bugünkü gibi devam ettiği
durumda ise, artışın yüzyıl sonuna kadar hızlanarak devam etmesi
bekleniyor".
ODTÜ’den Prof. Dr. İsmail Yücel ve Prof. Dr. M. Tuğrul
Yılmaz’ın imza attıkları iklim değişikliğinin Türkiye’de yaşanan aşırı iklim
olaylarına etkisini inceleyen çalışmadan kısa bir bölüm yukarıdaki alıntı.
Çalışmanın sonraki bölümleri de yukarıdakinden daha iyimser değil ne yazık ki!
KURAK GÜNLERİN EN ÇOK UZAYACAĞI BÖLGE MARMARA
Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) İnşaat Mühendisliği
Bölümü Su Kaynakları Bölümünde görev yapan bilim insanlarına göre Türkiye’nin
giderek daha sıcak ve kurak koşullara sahip olacağı, bununla birlikte ortalama
yağışlar azalırken, aşırı yağışların ise artması ve şiddetlenmesinin beklendiği
dile getiriliyor. Bilim insanları bu değişimlerin, ülkelerin sera gazı
emisyonlarını anlamlı şekilde azaltmadığı kötümser bir senaryoda çok daha
belirgin gerçekleşmesinin beklendiğini ifade ediyorlar. Böylesi bir durumda
yakın gelecekte, Güneydoğu Anadolu en uzun kurak dönemlerin yaşandığı bölge
olmaya devam edecek. Kurak dönemlerin en çok uzadığı bölge ise Marmara Bölgesi
olarak hesaplanmış. Çalışmaya göre ortalama yağışlar özellikle Akdeniz ve Ege
Bölgelerinde azalacak.
TOPLAM YAĞIŞLAR AZALACAK
İklimsel değişim,
kuraklık, sel ve tüm bunların sosyoekonomik boyutunu inceleyen çalışmada
ülkemizin yakın geleceğine dair orta konan öngörülerden bazıları şöyle;
Tüm emisyon senaryolarına göre
ülkemizdeki toplam yağışlar azalıyor. Yağışlardaki değişimin bölgeler
arasında farklılık gösterebileceği öngörülüyor.
İyimser senaryoya göre toplam
yağışların, Türkiye’nin güney ve batı bölgelerinde azalması öngörülürken,
İç Anadolu, Doğu Anadolu ve Karadeniz Bölgelerinde ise değişmeyeceği ya da
hafifçe yükseleceği tahmin ediliyor.
Kötümser senaryo, farklı bir
eğilime işaret ediyor. Bu senaryoda, yalnızca Doğu Anadolu’nun bazı
kesimlerinde hafif artış eğilimi görülüyor; buna karşın, ülkenin geri
kalanında toplam yağışlar azalıyor. En şiddetli düşüşler ise Güney Ege ve
Akdeniz kıyılarında bekleniyor. Muğla ve Antalya çevresinde yağışların,
yüzyıl sonunda yüzde 30’a kadar azalabileceği öngörülüyor.
İKLİMi, TAHMİN BİLE EDEMEYECEĞİZ!
Ortalama yağışların değişmediği
bir senaryoda dahi, geçmişe kıyasla daha şiddetli kurak veya aşırı yağışlı
yılların yaşanması mümkün görünüyor. Bu beklenmedik değişkenliğin de
iklimin daha belirsiz ve tahmin edilemez hale gelmesine sebep olabileceği
düşünülüyor.
Kötümser senaryoda kurak
yılların, geçmiş dönemlere göre hem daha sık hem de daha şiddetli
yaşanabileceği öngörülüyor.
İklim değişikliğinin yağışlar
üzerindeki bir diğer sonucu ise kısa süreli aşırı yağış olaylarındaki
artış olarak karşımıza çıkıyor. Araştırma bulgularına göre, aşırı
yağışların tüm Türkiye üzerinde daha şiddetli hale gelebileceği tahmin
ediliyor.
BİR YANDA KURAKLIK BİR YANDA SELLER
Aşırı yağışların en fazla
Karadeniz Bölgesi’nde şiddetlenmesi bekleniyor. Özellikle Doğu Karadeniz
sahil şeridi üzerinde aşırı yağışların maksimum şiddete ulaşabileceği
görülüyor.
Aşırı yağış olaylarının
sayıları ile birlikte, bu olaylar sırasında düşen yıllık toplam yağış
miktarının da artması bekleniyor.
Birbirine tezatmış
gibi görülen bu iklim olaylarına göre kurak dönemlerin ortalama süresi ve
sayısı artarken, yağışlar çok daha şiddetli olabilecek.
Her iki senaryoda da
sıcaklıkların yüzyıl boyunca artması bekleniyor. İyimser senaryoda, bu
artış giderek yavaşlıyor ve yüzyıl sonunda neredeyse durma noktasına
geliyor olsa da kötümser senaryoya göre yüzyıl sonuna kadar hızlanarak
devam etmesi bekleniyor.
Günlük en yüksek sıcaklıkların
bir yıl içindeki ortalamalarının, yüzyıl sonuna kadar, iyimser senaryoda
3.5 derece, kötümser senaryoda ise 6.1 derece artması bekleniyor. Benzer
şekilde, en düşük sıcaklıkların ortalamasının da 3.3 derece ila 5.6 derece
arasında yükseleceği öngörülüyor.
Yüzyıl sonunda yıllık en yüksek
sıcaklıkların 1961-2014 dönemine kıyasla 4.3 derece ila 7.5 derece
artabileceği tahmin ediliyor. En düşük sıcaklıklardaki artışın ise 4.6
derece ila 7.6 derece arasında seyredeceği hesaplanıyor.
Bir sene içerisinde
sıcaklıkların en az bir kere sıfır derecenin altına düştüğü gün sayısı da
azalacak. Kötümser senaryoya göre, yüzyıl sonunda sıcaklıkların en az bir
kere sıfır derecenin altına düştüğü gün sayısının ortalama olarak ülke
genelinde 105 günden 49 güne, Doğu Anadolu’da 163 günden 91 güne,
Marmara’da ise 49 günden 12 güne inmesi bekleniyor.
Aslında bugünden
tüylerimizi diken diken eden, etmesi gereken bu veriler ortadayken bir şeyler
yapılabilir mi, Ne yapılabilir? Çalışmayı yapan bilim insanlarının bu konuya
dair önerilerini de şöyle özetlemek mümkün;
NE YAPILABİLİR?
Türkiye’nin, karşı karşıya
kalacağı bu gibi aşırı iklim olaylarının olumsuz etkilerini azaltmak için
bazı uyum politikaları geliştirmesi şart. İlk olarak, değişen sıcaklık ve
yağış karakteristiklerinin farklı bölgelerde yaratabileceği farklı
sorunları ele alan, her bölgenin özel koşullarına cevap veren uyum
planları oluşturulması gerekiyor.
Sel ve sıcak hava dalgaları
gibi aşırı hava olaylarının topluluklar ve kritik hizmetler üzerinde
olumsuz etkileri olması beklenebilir. Altyapı ve kentsel planlama
açısından, drenaj sistemlerine aşırı yük binebilir; bu da kentsel taşkın
risklerinin artmasına ve kentsel altyapının zarar görmesine neden
olabilir. Bu gibi olumsuz etkileri azaltmak için, uyum politikalarında
kentsel ve kırsal dayanıklı altyapı yatırımlarına öncelikle verilmesi
önemli.
Aşırı olaylardan kaynaklanan
yoğun yağışların, tarımsal üretimi de etkilemesi bekleniyor; bu yağışlar
su basmasına, toprak erozyonuna ve mahsulün zarar görmesine neden
olabilir.
Artması beklenen kuraklıkla
birlikte, sürdürülebilir su mevcudiyetini sağlamak da aciliyet kazanacak.
Bunun için, değişen kar erimesi düzenlerini, artan buharlaşmayı ve değişen
yağış eğilimlerini hesaba katan detaylı su yönetim stratejileri
geliştirilmesi gerekecek. Aynı zamanda kuraklığa dayanıklı mahsulleri
teşvik etmek ve değişen iklim koşullarına dayanıklı, sürdürülebilir tarım
uygulamalarını desteklemek, atılması gereken adımlar arasında yer alıyor.
İzmirli şairler, TYS’nin 50. yılında “Şiir kentin şairleri /
Bir kente fısıldamak” başlıklı etkinliğinde bir araya geldi
Fotoğraf: Evrensel
İzmirli şairler “Şiir kentin şairleri / Bir kente
fısıldamak” başlıklı etkinlikte bir araya geldi. 21 Mart Dünya Şiir Günü
nedeniyle Türkiye Yazarlar Sendikası (TYS) ve İzmir Büyükşehir Belediyesi
(İzBB) işbirliğiyle düzenlenen etkinlik sanatseverleri buluşturdu.
Ahmet Priştina Kent Arşivi ve Müzesi’nde (APİKAM)
gerçekleştirilen etkinlikte ilk önce İzmirli şairlerin, kentin çeşitli tarihi
ve turistik mekanlarında yapılan söyleşilerin yer aldığı 19 dakikalık “Şiir
Kentin Şairleri” belgeseli izlendi. Projede yer alan şairlerin de katıldığı
etkinlik, sanatseverlerden büyük ilgi gördü. Belgesel gösterimi yapılan salon
tamamen doldu, ayakta ve giriş kapısında izleyenler oldu.
KOLEKTİF EMEK VE TYS
İzBB Başkan Yardımcısı Murat Aydın’ın da katıldığı belgesel
gösteriminin ardından kısa bir konuşma yapan belgeselin yönetmeni ve TYS İzmir
Temsilcisi Özer Akdemir, “Bu belgesel ve fotoğraflar kolektif bir emeğin ürünü.
Zaten TYS’de bir emek örgütü olarak ülkede yaşayan tüm edebiyat ve sanatçıları
bir araya getirerek örgütlü kötülüğe karşı emeğin, edebiyatın, sanatın sesini
yükselme, mücadelesine omuz verme amacıyla kurulmuş ve bu yıl da 50. yılını
geride bırakmış bir örgüttür. Buradan bir kez daha ‘Dünyanın tüm kalemleri
birleşin’ çağrısı yapıyoruz” dedi.
Fotoğraf: Evrensel
“ZAMANA GÖLGE DÜŞÜRMEK İÇİN YOLA ÇIKTIK”
Etkinlik koordinatörü şair-yazar Neval Savak da belgesel
çekimi ve fotoğraf sergisi etkinliğini zorlu bir hazırlık sürecinin ardından
gerçekleştirildiğini belirterek, “Biz şairin dediği gibi zamana gölge düşürmek
için bu yola çıktık. TYS’nin 50. yılını kutlamak ve şiir kent İzmir’in
şairlerinden bir kısmını da olsa kentlilere tanıtmak istedik” diye konuştu.
Belgesel gösteriminin ardından APİKAM bahçesinde yapılan
fotoğraf sergisi açılışından konuşan Şair-yazar Aydın Şimşek, “Gayri resmi
tarihi ancak ve ancak tarihe not düşen cesur şair ve yazarlar yazar. Bir kentin
belleğini ve hafızasını önümüze koyan böylesi bir çalışmayı gerçekleştiren
herkesi kutluyorum” dedi.
Etkinlikte konuşan İzBB Başkan Yardımcısı Murat Aydın,
“İzmir, belgeseldeki çoğu şair gibi gidilip gelinse de her zaman dönülen bir
kent. İzmir, sert adamların güneşten ışık yontup, şairlerin saf durduğu bir
şehir. Bu tür etkinliklere destek vermek bizim için her şeyden önce bir onur”
dedi.
Etkinlikte Uluslararası Aktivist Sanatçılar Birliği (UASB)
Başkanı şair Ümit Yaşar Işıkhan’a edebiyatta Şiir Kentin Şairleri 50. Yıl Emek
ve Onur Ödülü verildi. Işıkhan’a plaketini eşi yazar Selmina Melikoğlu
sundu. Etkinlikte söz alan şairler İzmir’e dair görüşlerini paylaştılar.
Etkinlik Adasu Akın konseri ile sona erdi.
İzmir’de, 21 Mart Dünya Şiir Günü nedeniyle Türkiye Yazarlar
Sendikası (TYS) ve İzmir Büyükşehir Belediyesi (İBB) işbirliğiyle düzenlenen
etkinlik, sanatseverleri buluşturdu.
“İzmir’den Şaire Şairden İzmir’e / Şiir Kentin Şairleri”
adlı etkinlik, 23 Mart Cumartesi günü, Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve
Müzesi’nde (APİKAM) gerçekleştirildi. Etkinlikte önce İzmirli şairlerin, kentle
ilgili şiirlerinin öykülerini anlattıkları “Bir Kente Fısıldamak” belgeselinin
ilk gösterimi yapıldı. Gösterim öncesinde proje koordinatörü Neval Savak ile
belgeselin yönetmeni Özer Akdemir, özetle projenin gerçekleşme sürecini
anlattılar.
Projede yer alan şairlerin de katıldığı etkinlik,
sanatseverlerden büyük ilgi gördü. Belgesel gösterimi yapılan salon tamamen doldu
ve ayakta, giriş kapısında izleyenler oldu.
Belgesel gösteriminin sonrasında ise, APİKAM’ın bahçesinde,
açık alanda düzenlenen fotoğraf sergisinin açılışı yapıldı. Belgesel
gösterimine katılan Büyükşehir Belediyesi Başkanvekili ve CHP İzmir İl Hukuk
Komisyonu Başkanı Murat Aydın, açılışta yaptığı konuşmada belgesele ilişkin
izlenimlerini anlattı. İzmir’de kültür ve sanata verilen önemin altını çizdi.
Belediye Başkanı Tunç Soyer’in de bunu çok önemsediğini vurgulayan Aydın,
“İzmir Büyükşehir Belediyesi için bu tür etkinliklere destek vermek salt bir görevi
yerine getirmek değil. Çünkü biz biliyoruz ki, İzmir’i İzmir yapan şey bir
kentin belleği, kültür sanat ortamı, kimliği ve bu kimliği oluşturan
sanatçılarla birlikte olmak, onların yanında olmak bizim için bir onur” dedi.
Şair Neval Savak’ın sunduğu açılış programında, belgesel ve
sergi projesinde yer alan şairlerden Aydın Şimşek, Hidayet Karakuş, Tuğrul
Keskin, Namık Kuyumcu, Bilsen Başaran ve Özgür Zeybek, İzmir’in bir şiir kent
olmasına dair düşüncelerini aktardı.
Uluslararası Aktivist Sanatçılar Birliği (UASB) Başkanı şair
Ümit Yaşar Işıkhan’a ise edebiyatta Şiir Kentin Şairleri 50. Yıl Emek ve Onur
Ödülü verildi. Işıkhan’a plaketini yazar Selmina Melikoğlu sundu.
Konuşmaların ardından uluslararası ödüllü genç müzisyen
Adasu Akın’ın müzik dinletisi ise sanatseverleri büyüledi.
Neval Savak’ın projesi olan etkinlik için fotoğraf ve
belgesel çekimlerini TYS İzmir Temsilcisi Özer Akdemir, Cengiz Arıkan ve Özgür
Zeybek yaptı. Projede yer alan İzmirli şairlerse şunlar:
Efemçukuru altın madeninin kapasite artırmak için yaptığı
kaçak sondajlara ilişkin sorulara "ticari sır" yanıtı verildi.
Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
Özer AKDEMİR
İzmir
İzmir Konak Meydanına kuş uçuşu 20 km uzaklıkta, yaklaşık 13
yıldır işletilen altın madeninin kapasite artırmak için yaptığı kaçak
sondajlarla ilgili bilgi talebine "ticari sır" yanıtı verildi.
Efemçukuru'nda TÜPRAG tarafından işletilen altın madeninin
kapasite genişletmek için sondaj çalışmaları yaptığına dair haberimizden sonra
konuya ilişkin yeni gelişmeler yaşandı. CHP İzmir Milletvekili Yüksel Taşkın
haberimizi kaynak göstererek, mahkeme kararı ile durdurulan sondajların neden
devam ettiğini sordu. Altın madenine karşı açılan davalarını avukatı Arif Ali
Cangı da Bilgi edinme Kanunu çerçevesinde, yeni sondajlarla ilgili bilgi talep
etti. Cangı, Bilgi Edinme Hakkı Kanunu ve Çevre Kanunu'nun 30. Maddesi
uyarınca, Maden İşleri Genel Müdürlüğü'ne (MAPEG) şu soruları yönetti:
Yeni sondaj çalışmaları neden yapılmaktadır?
Söz konusu altın madenini işleten TÜPRAG A.Ş. tarafından
kapasite artırımı yolunda yeni bir proje mi hazırlanmıştır?
Buna ilişkin MAPEG'den alınmış yeni arama ve/veya işletme
izin ve ruhsatı var mıdır?
Sondaj çalışmalarının çevresel etki değerlendirmesi (ÇED)
yapılmış mıdır?
Yapılan faaliyetin doğal ve kültürel varlıkların korunmasına
ilişkin kararlara uygunluğu denetlenmekte midir?
"TİCARİ SIR"A İTİRAZ
Başvuruya yanıt veren MAPEG ise sorulara "ticari
sır" gerekçesi ile yanıt vermedi. MAPEG'in bu tutumunun bilgi edinme
hakkını ortadan kaldırdığını dile getiren Cangı yanıtlara itiraz etti.
Soruların sağlıklı ve dengeli çevrede yaşama hakkına ilişkin
olduğuna dikkat çeken Cangı, "Anayasanın 56. Maddesi ile Çevre Kanunu’nun
30. Maddesine göre bu bilgilerin istenmeden duyurulması gerekmektedir. TÜPRAG
A.Ş.’nin kapasite artırımı projesi ya da yeni maden arama izni almasıyla
"ülkenin ekonomik çıkarları"nın ne ilgisi var? İstenen bilgilerden
hangisi, saklanması gereken bir ticari sırdır? Bu şekilde bilgi gizlenirse,
Anayasa’nın 125. Maddesi gereğince idarenin yapmış olduğu işlem ve eylemlerin
hukuksal denetimi nasıl yapılacaktır?" sorularını yöneltti.
Reklam
Reklam
AYM KARARI HATIRLATILDI
MAPEG'in yanıtının hizmet kusuru niteliğinde olduğunu
kaydeden Cangı, Anayasa Mahkemesi tarafından verilen bir karardaki “Çevresel
riskler konusunda ilgili idarelerin kamuyu bilgilendirme pozitif yükümlülüğü
bulunmaktadır. Özellikle çevresel bilgi edinme hakkı bağlamında yalnızca
kamusal makamların uhdesinde bulunan bilgilerin değil, ilgili faaliyeti yürüten
özel kişilerin elinde bulunan bilgilerin de erişime açılması gerekir"
bölümüne atıfta bulundu. Cangı, bilgi edinme hakkı başvurusundaki soruların
eksiksiz yanıtlanmasına karar verilmesini istedi.
İzmir Karaburun Küçükbahçe Mahallesi yakınlarında Özel Çevre
Koruma Bölgesi alanı içinde GES projesi için ÇED süreci başlatıldı. GES’ler
doğal yaşamı ve tarım-mera alanlarını tehdit ediyor.
Fotoğraf: Karaburun Yerel Fok Komitesi
Özer AKDEMİR
İzmir'in Karaburun İlçesi, Küçükbahçe Mahallesi yakınlarında
yapılmak istenen Güneş Enerji Santralleri doğal yaşımı ve köylülerin tarım-mera
alanlarını tehdit ediyor. Özel Çevre Koruma Bölgesi içinde planlanan GES'ler'in
olduğu alanlarda Uluslararası anlaşmalarla korunan türler bulunuyor.
Nano Yenilenebilir Enerji Yatırımları A.Ş tarafından toplam 24,46 ha'lık bir alanda
yapılması planlanan Karaburun DGES projesi ile ilgili ÇED süreci başlatıldı.
Projeye göre bölgeye 24 MWm /16 MWe ve Elektrik Depolama Tesisi (16MWe/16MWh)
tesisleri yapılacak.
Projeye karşı Küçükbahçe muhtarlığının yanı sıra Karaburun
Yerel Fok Komitesi de ilgili kurumlara itiraz dilekçeleri gönderdiler.
TARIM VE MERA ALANLARI OLUMSUZ ETKİLENECEK
Konuya dair Karaburun Yerel Fok Komitesi tarafından yapılan
açıklamada GES projesinin Karaburun-Ildırı Özel Çevre Koruma Bölgesi kararı
öncesi verilen yenilenebilir enerji lisans sahaları içerisinde olmadığı dile
getirildi.
Projeye ilişkin ön lisans kararının Özel Çevre Koruma
Bölgesi ilanından sonra verildiğine dikkat çekilen açıklamada projenin
Küçükbahçe’nin tarihine, kültürüne, merasına, tarım ve yaşam alanlarına zarar
vereceği, koruma bölgesinde binlerce yılda oluşan bitki örtüsü ve habitat
alanlarının tahribatına neden olacağı uyarısında bulunuldu.
Reklam
Reklam
KORUMA ALTINDAKİ TÜRLERE TEHDİT
Açıklamada proje ile ilgili dikkat çeken diğer maddeler
şunlar;
Proje Karaburun – Ildırı Körfezi Özel Çevre Koruma Bölgesi
(ÖÇKB) içindedir. Alanda varlığını devam ettirdiği bilinen uluslararası
anlaşmalarca (BERN, CITIES, IUCN gibi) korunan türler, flora ve fauna varlığı
mevcuttur. Avrupa Birliği ve IUCN çalışmalarına göre sadece koruma alanlarında
değil habitat direktifine dahil türlerin yaşadığı bölgelerde rüzgar ve güneş
enerji santrallerinin de dahil olduğu enerji yatırımlarından kaçınılması
şarttır.
Proje alanına en yakını 100 ve 110 mt olmak üzere, 1 ve 1.6 km uzaklıkta yerleşim
yerleri vardır. * Proje alanı ve çevresi mera ve tarım alanıdır.
Güneş enerji santrallerinin ışık yansıması ve termal
değişime sebep olması ile böcekler, sürüngenler ve özellikle göç eden kuşlar
üzerinde oluşturduğu olumsuz etkileri bilinmektedir.
Projenin yaratacağı habitat bölünmesi, termal ısı ve mikro
klima değişiklikleri gibi sebeplerle proje alanı ve çevresinde habitat
kayıpları yaşanacaktır.
GES projesi, biyoçeşitlilik ve karbon tutma kapasitesi
açısından önemli bir mera alanına ve bitki örtüsüne geri dönüşsüz zarar
verecektir.
ÖÇKB İLANINDAN SONRA 5 YILDA 15 ENERJİ PROJESİ
15.03.2019’da Karaburun – Ildır Körfezi Özel Çevre Koruma
Bölgesi ilanı sonrası geçen 5 yıl içinde 15 yatırım projesi’nin ÇED
süreci başlamış, bu projelerden Lodos A.Ş’nin Yaylaköy’deki Karaburun RES
(kapasite artışı) ve GES projesi nihai onay alarak “ ÇED Olumlu” kararı
verilmişti. Ancak bu karara ilişkin Yaylaköy’lü vatandaşların açtığı dava
süreci sonucu yürütmeyi durdurma kararı alınmıştı.
Karaburun – Ildır Özel Çevre Koruma Bölgesi ilanından sonra
önerilen 8 GES projesi, mera, tarım, zeytinlik ve orman alanların üzerinde yer
almakta.
Bölgenin doğal ve çevresel değerlerinin yanında sosyal ve
ekonomik yapısı üzerinde olumsuz etkiler yaratan bu projeler hayvancılık ile
uğraşan yöre halkının ortak kullanılan mera ve su kaynaklarına erişimine engel
olmakla eleştirliyor.
Film gösterimi ve forum etkinliklerimiz devam ediyor.
Bugün (20 Mart Çarşamba 19.00)
Yalnız Efe filmini izliyoruz.
Müze Gazhane / T atölye
#MüzeGazhane
İzmir’in Menderes ilçesindeki Efemçukuru köyünün olağan yaşamı 2008’de TÜPRAG altın madeni için çıkarılan acele kamulaştırma kararı ile değişir. Maden şirketine karşı köylüler hukuki mücadele başta olmak üzere tepkilerini büyütürler.
21 Mart Dünya Şiir Günü nedeniyle birçok ülkede olduğu gibi
Türkiye’de de çeşitli etkinlikler düzenleniyor. İzmir’deyse bu yıl çok farklı
bir kutlama gerçekleştirilecek. Türkiye Yazarlar Sendikası (TYS) ve İzmir
Büyükşehir Belediyesi (İBB) işbirliğiyle düzenlenen etkinlik, sanatseverleri
hem bir belgesel gösterimi, hem bir fotoğraf sergisi, hem de müzikle
buluşturacak.
“İzmir’den Şaire Şairden İzmir’e / Şiir Kentin Şairleri”
adlı etkinlik, 23 Mart Cumartesi günü, Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve
Müzesi’nde (APİKAM) gerçekleştirilecek. Saat 17.00’de başlayacak etkinlikte
önce İzmirli şairlerin, kentle ilgili şiirlerinin öykülerini anlattıkları “Bir Kente
Fısıldamak” belgeselinin ilk gösterimi yapılacak. Kokteyl ve açılış
konuşmalarının ardından uluslararası ödüllü genç müzisyen Adasu Akın’ın müzik
dinletisi gerçekleştirilecek. Sonra da “Şiir Kentin Şairleri” adlı fotoğraf
sergisi açılacak. Sergi, 30 Nisan’a dek görülebilecek.
İzmirli şair Neval Savak’ın projesi olan etkinlik için
fotoğraf ve belgesel çekimlerini TYS İzmir Temsilcisi Özer Akdemir, Cengiz
Arıkan ve Özgür Zeybek yaptı. Projede yer alan İzmirli şairilerse şunlar:
Proje koordinatörü Neval Savak, etkinlikle ilgili
açıklamasında şunları söyledi:
“İzmir’de yaşayan şairlerden oluşan bu projenin amacı hem
kent belleğini, hem de şair belleğini zamana sabitlemek. Şairin deyişiyle
‘Zamana gölge düşürmek.’ Hızla değişen dünyada kentlerin dokusu da hızla
değişiyor. Şairleri kentin önemli simgeleriyle birleştirerek hem mekânları, hem
şairleri fotoğraflarda hem de belgeselde bir araya getiriyor bu proje. Değişen,
dönüşen, yozlaşan her şeye karşı bir tavır aslında. Buna insan da dahil! Çünkü
insan, unutmaya ayarlı. Bu anlamda hem insanı, hem kentleri doğal platformunda
özüne döndürmeye çağrı yapıyor şairler.”
Latmos için verilen bilirkişi raporları umutlandırdı.
Bilirkişi heyetlerinin kuvars ve feldspat madenleri için yaptığı iki keşifte de
uzmanlar olumsuz görüş bildirdi.
Arşiv |
Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
Özer AKDEMİR
Aydın’ın Söke ilçesi yakınlarındaki Beşparmak (Latmos)
Dağında işletilen kuvars ve feldspat madenlerine karşı açılan davaların
bilirkişi raporları belli oldu. İki farklı davada da bilirkişiler Latmos
dağında yapılan bu madencilik faaliyetlerine olumsuz görüş bildirdiler.
MİLLİ PARK İLAN EDİLSİN DENİLEN DAĞ ADETA MADEN SAHASI OLDU
Uzun zamandır Milli Park ilan edilmesi için çaba gösterilen,
dünya üzerindeki ender jeolojik oluşumlardan birisi olarak kabul edilen, 8500
yıllık neolitik dönem kaya resimlerini de barındıran, bu özellikleri nedeniyle
eko turizme açılması istenilen, Latmos dağı yıllardır maden işletmeleri
tarafından yağmalanıyor. Kuvars, feldspat ve linyit işletmeleri tarafından
parsellenen Latmos’ta yapılan iki madencilik faaliyetine karşı yöre köylüleri
tarafından açılan davalarda bölgenin çevre düzeni planında “orman alanı”, “mera
alanı”, “tarım arazisi ve sulama alanı” gibi vasıflarla işaretlendiğini ayrıca
yörede 1. derece arkeolojik sit alanı ve etkileşim bölgesinin bulunduğu ileri
sürülüyordu.
İKİ MADENE İKİ DAVA AÇILMIŞTI
Davalardan birisi Söke İlçesi, Yesilköy Mahallesinde bulunan
Kale Maden AŞ tarafından yapılması planlanan Feldspat, Kuvars ve Kuvarsit Ocağı
Kapasite Artısı Projesine Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nca
verilen “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu” kararının iptali istemiyle
Çavdar köylülerinden İhsan Garügöz tarafından açılmıştı. Söke’nin
Karakaya/Çavdar Mahallesi, Kocakovanlık Mevkinde bulunan kuvarsit maden ocağı
kapasite artışı için verilen ÇED Gerekli Değildr kararı ile ilgiydi. Bu dava da
Çavdar köylülerinden İhsan Garagöz ve Hüseyin Bilir tarafından açılmıştı.
BİLİRKİŞİ RAPORLARI MAHKEMEYE SUNULDU
Davalarla ilgili aynı gün 08.01.2024 tarihinde yapılan
bilirkişi keşfinde bilirkişi heyetini oluşturan Jeolog-Hidrojeolog, Ziraat
Mühendisi, Çevre Mühendisi, Maden Mühendisi ve Orman Mühendisi uzmanlık
alanlarından bilim insanları ve uzmanların raporları Aydın 1. İdare Mahkemesine
sunuldu.
“ZEYTİN VE TOPRAK KORUMA KANUNUNA AYKIRI”
Bilirkişi heyeti Kale Maden A.Ş.’nin Feldspat,
Kuvars ve Kuvarsit Ocağı Kapasite Artışı projesi ile ilgili aşağıdaki
görüşlerin altını çizdiler
·Dava konusu etkinlikle ilgili önlemlerin alınması ve belirtilen
taahhütlere uyulması durumunda "Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu”
kararının Jeoloji Mühendisliği açısından uygun olduğu,
Ancak,
·Yapılacak açık ocak madencilik faaliyetinin toz çıkaran
faaliyetlerden olduğu, Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği Ek 5, 1-ı)
koşulunu sağlamadığı,
·Açık işletme ve pasa sahası şev stabilite analizlerinin olmaması
ve bu durumun açık ocak planlamasının güvenliği açısından risk yaratma
potansiyeli olduğu,
·Faaliyet alanı içerisinde yapılacak çalışma ile bitki örtüsünün
kaldırılacağı ve yeterli önlem alınmadığı takdirde, arazinin eğimli olması
nedeniyle erozyon tehlikesi ile karşı karşıya kalabileceği, bu durumun da
çevrede toprak ve su rejimine zarar verebileceği,
·Madencilik faaliyet alanı olarak izni talep edilen alan ve 3
km’lik çevresinde hem Zeytincilik yasası hem de Toprak Koruma Kanunu ile
çelişmesi ve her iki kanunu ilgilendiren mutlak korunması gereken dikili tarım
alanlarının ve bu bağlamda zeytinlik üretim alan kullanımının olması,
·Kesilecek ağaçların ve kaldırılacak orman örtüsü ve maki florasının
orman ekosistemine olası etkilerinin göz ardı edilmesi, bitkisel toprak
sıyrılması ve depolanması işleminin usulünde rüzgar ve su erozyonu riski için
tedbir öngörülmemesi, Orman Yangınlarıyla Mücadelede etkin bir planlama söz
konusu olmaması.
Bilirkişi jeoloji
mühendisi uzmanın olumlu görüşüne karşı diğer uzmanların yukarıdaki
değerlendirmeleri sonrası mahkemeye ÇED Olumlu kararının uygun olmadığı
görüşünü bildirdi.
KAMU
YARARI YOK!
Karakaya/Çavdar
Mahallesi, Kocakovanlık Mevkinde Kormat Madencilik AŞ’nin aynı bölgedeki
kuvarsit maden ocağı kapasite artışına verilen ÇED Gerekli Değildir kararına
karşı açılan davanın bilirkişi raporunda da özetle maddeler halinde şu görüşler
dile getirildi;
·Dava konusu etkinlik ile ilgili hazırlanmış olan PTD raporunda
açıklanan jeolojik ve hidrojeolojik değerlendirmelerin saha gerçekleriyle
kısmen uyumlu olmakla birlikte bazı önemli eksikler içerdiği ve projenin
çevresel etkilerinin açıklanması ile bu etkilerin en aza indirilmesi
yönlerinden yeterli olmadığı,
·Söz konusu etkinlikle sahadan sıyrılma, kazılma, delme, patlatma
yoluyla önemli miktarda malzeme alınarak yükleme ve taşıma etkinlikleri
yapılacağı ve birçok yerde pasa ve stok alanları oluşturulacağı için söz konusu
etkinliklerin yüzey ve yeraltı sularını olumsuz etkileme potansiyeli
bulunduğundan kamu yararına olmadığı,
·Yapılacak açık ocak madencilik faaliyetinin toz çıkaran
faaliyetlerden olduğu, Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği Ek 5, 1-ı)
koşulunu sağlamadığı,
·Proje Tanıtım Dosyasında açık ocak madencilik faaliyetlerinde
rezerv hesaplamalarının hatalı olması, Açık ocak üretim faaliyetlerinde büyük
önem arz eden ocak ve pasa şevleri stabilite analizlerinin olmaması,
KESİLECEK ORMANLARIN TELAFİSİ
MÜMKÜN DEĞİL
·Faaliyet alanı içerisinde yapılacak çalışma ile bitki örtüsünün
kaldırılacağı ve yeterli önlem alınmadığı takdirde, arazinin eğimli olması
nedeniyle erozyon tehlikesi ile karşı karşıya kalabileceği, bu durumun da çevre
de toprak ve su rejimine zarar verebileceği,
·Madencilik faaliyet alanı olarak izni talep edilen alanın 3 km’lik
çevresinde Zeytincilik yasası ve toprak koruma kanunu ile çelişmesi ve her iki
kanunu ilgilendiren mutlak korunması gereken dikili tarım alanlarının ve bu
bağlamda zeytinlik dikili tarım alan kullanımının olması nedeniyle,
·Kesilecek ağaçların ve kaldırılacak orman örtüsü ve maki ile
kızılçam ve fıstıkçamı florasından oluşan orman ekosistemine olası etkilerinin
göz ardı edilmesi, bitkisel toprak sıyrılması ve depolanması işleminin usulünde
rüzgâr ve su erozyonu riski için öngörülen tedbirlerin yeterli olmaması, söz
konusu izni talep edilen alanın ormancılık disiplini açısından telafisi mümkün
olmayan eksikleri barındırdığı.
Bilirkişiler bu gerekçelerle
“Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir” kararının uygun olmadığı
kanaatini mahkemeye bildirdiler.
AV. HİCRAN DANIŞMAN: RAPORLAR HAKLILIĞIMIZI ORTAYA KOYUYOR
Bilirkişi raporunu değerlendiren Avukat Hicran Danışman,
“Bizler, yani yaşam alanı mücadelesi verenler, memleket toprağının suyunun
yeraltı yerüstü kaynaklarının gelecek kuşaklara temiz pak yaşanabilir şekilde
devri için uğraşanlar; bu dönemde neredeyse rüzgara karşı yürüyoruz. Siyasi
iktidar tüm kurumlarıyla sermayeye hizmet etmekte. Böylesi bir ortamda bilim
insanlarının bizden yana, yani yaşamdan yana durması, sermayenin duymak
istediğini değil gerçekleri yazması çok kıymetli. Hâlâ gerçeği savunan onurlu
hocaların varlığı bizlere umut veriyor. Bu raporlar, isyanımızda ne kadar haklı
olduğumuzun kanıtı. Her zaman dediğimiz gibi halk, bilim, hukuk doğru bir
şekilde birlik olduğunda kazanılmayacak mücadele yoktur. Biz de bu davaları
kazanacağız. Beşparmak Dağlarını, Latmos'u kaybetmeyeceğiz” dedi.
2002 yılının 18 Aralık günü Ankara’daki evinin önünde
öldürülen Dr. Necip Hablemitoğlu suikastı ile ilgili yapılan duruşmaların bir
bölümü daha sona erdi. Bazı tanıkların dinlendiği, yeni bazı tanıkların
dinlenilmesi ve soruşturmanın genişlemesine dönük taleplerin kabul edildiği
duruşmalarda somut bir ilerleme kaydedildiğini söylemek mümkün değil. 16-18
Temmuz 2024 tarihlerine ertelenen suikast duruşmaları ile ilgili gelinen
noktayı suikasttan hemen sonra Hablemitoğlu ailesinin avukatlığını yapan ve
sonrasında ise azledilen Av. Hüseyin Buzoğlu’nun sözleri özetledi diyebiliriz;
“Mevcut iktidar gitmedikçe bu suikast aydınlatılamaz”!
BUZOĞLU’NA YÖNELİK CEVHERİ GÜVEN’İN İDDİALARI
Hablemitoğlu’nu ‘dostum’ diye anlatan, öldürülmesinin
ardından ailenin avukatlığını yapan Buzoğlu, Ergenekon davaları sürecinde
tutuklanmış, bir süre cezaevinde kalmıştı. Bildiğim kadarıyla tam bu süreçte
Buzoğlu Hablemitoğlu ailesi tarafından azledilmişti. AKP-Gülen Cemaati
koalisyonu bozulduktan sonra Nokta dergisi genel yayın yönetmeni iken
tutuklanan ve “İç savaş çıkarmaya çalışmak” suçlamasından yargılanarak 22 yıl
hapis cezası aldığı için yurt dışında yaşayan Gazeteci Cevheri Güven YouTube
kanalında Avukat Buzoğlu ile Hablemitoğlu arasındaki ilişkiye dair çok ilginç
ve önemli bir iddiayı gündemi getirmişti. 2011 yılında Evrensel Basım Yayın
tarafından yayımlanan “Kuyudaki Taş / Alman Vakıfları ve Bergama Gerçeği” adlı
kitabımızdaki iddiaları, adımı anmadan “Çevre direnişlerine destek veren solcu
bir gazeteci” diyerek aktaran Güven, yayınında Buzoğlu ile ilgili de ilginç
iddialar ortaya atmıştı.
“Kuyudaki Taş / Alman Vakıfları ve Bergama Gerçeği” kitabı
Bergama köylü hareketine karşı Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği kararı
ile ortaya konan psikolojik savaşı ve bu noktada Hablemitoğlu’nun yazdığı
“Bergama köylülerinin arkasında onları kışkırtan Alman Vakıfları/dış güçler
var” iddiasını ele alıyordu. Kitabımız Hablemitoğlu’nun yazdığı “Alman Vakıflan
ve Bergama Dosyası” adlı kitabın sahte bilgi -belgelerle yazdırıldığını ortaya
koyuyordu. Kuyudaki Taş’ta Hablemitoğlu’nun yazdığı kitabın en önemli belgesi
olan Alman Kalkınma Bakanlığının “Türkiye’nin altın konsepti” başlıklı
raporunun sahte olduğu resmi belgelerle kanıtlanırken, suikasttan sonra
yazdığımız birçok yazıda bu sahte belgeleri Hablemitoğlu’na kimin, kimlerin
verdiği ortaya çıkarılırsa suikastın da çözülebileceğini ileri sürmüştük.
CEVHERİ GÜVEN’İN UNUTTUKLARI
İşte C. Güven bahsettiğimiz yayınında Hablemitoğlu’na bu
belgeleri veren ismin avukatı/dostu Hüseyin Buzoğlu olduğunu iddia ediyordu. C.
Güven, Buzoğlu’nun MGK Toplumla İlişkiler Başkanlığının (TİB) “kitap işlerinden
sorumlu kişisi” olduğunu iddia ediyordu. Güven’in bu iddialarını ve Kuyudaki
Taş kitabımızı satır satır okuyup, adımı ve bazı başkaca iddiaları (Suikast ve
F. Gülen Cemaati ilişkisine dair olanları) unuttuğu yayınını ele aldığım
“Memlekette ne Cevheri’ler var!” başlıklı yazımda, Buzoğlu ile ilgili bu
iddiaları aktarmış, “teyide muhtaç” olduğuna da dikkat çekmiştim. Yazının
ardından Buzoğlu’nun bana, tüm bu iddiaları yalanlayan ama bunu hukukçu
kimliğine yakışmayan, içinde dayanaksız, saçma ithamların da bulunduğu bir
yalanlama gönderdiğini de ekleyelim.
ESKİ BAKAN İFADE VERMİYOR MU, VEREMİYOR MU?
İddianamede suikastı gerçekleştirdiği ileri sürülen “Levent
Göktaş suç örgütü” (eski özel kuvvetler komutanı ve emrindeki askerler) ile
FETÖ yöneticilerini tanıştırdığı ileri sürülen Eski Bakan Halil Şıvgın
mahkemeye “İfade veremeyecek kadar hasta” raporu göndererek ifade vermedi.
Duruşmalar sonunda Şıvgın’ın, nisan ayında mahkeme üyesi bir hakim ve bir grup
avukat eşliğinde evinde gidilip dinlenmesine karar verildi. Şıvgın, FETÖ
dosyasından aldığı ceza nedeniyle tutuklu yargılanan Eski MİT’çi Enver Altaylı
ve cemaatin üst düzey yöneticisi firari Mustafa Özcan’ın Hablemitoğlu ile
Fethullah Gülen aleyhine yazımını sürdürdüğü “Köstebek” kitabı ile ilgili
görüşmek istediklerini ileri sürüyor. Şıvgın önceki ifadelerinde N.
Hablemitoğlu’nun Eski AKP Milletvekili Ramazan Toprak’la kendi bürosuna
geldiğini ve E. Altaylı’nın da orada olduğunu ileri sürerken, hem Toprak, hem
de Altaylı bu görüşmeyi yalanlıyorlar. Toprak, iddianameye geçen ifadesinde
Hablemitoğlu’nun AKP’den milletvekili olmak istediğini ve kendilerine bazı
konularda yardımcı olduğunu da ileri sürüyordu.
HABLEMİTOĞLU’NUN ÖLDÜRÜLMEDEN BİR GÜN ÖNCE GAZETECİYE
SÖYLEDİKLERİ
Duruşmalarda en dikkat çekici ifadelerden birisi ise o dönem
Star gazetesinde çalışan Gazeteci Yasemin Güneri’nin öldürülmeden bir gün önce
Hablemitoğlu ile yaptığı söyleşi ile ilgili anlattıkları idi. Y. Güneri,
Fethullah Gülen’le ilgili yaptıkları bir söyleşinin ardından “Dost olduk”
dediği Hablemitoğlu’nun suikasttan bir gün önce Alman vakıflarıyla ilgili
konuşmak için gazetenin bürosuna geldiğini belirterek, burada kendisine “Ben
MİT müsteşarı oluyorum” dediğini anlattı.
Bu ifadede ilginç olan iki şey var; Birincisi;
Hablemitoğlu’nun durup dururken neden MİT müsteşarı olacağını, hem de bir
gazeteciye söylediği. Ki Güneri bu sözleri o zaman ciddiye almadığını anlattı
mahkemede. İkincisi ise Hablemitoğlu’nun ölümünden bir gün önce Alman Vakıfları
ile ilgili Y. Güneri ile görüşmesi. Güneri bu konuda bir şey anlatmadı
mahkemede ama Hablemitoğlu’nun öldürüldüğü gün bile Star Gazetesi Adliye
Muhabiri Cemal Doğan’a, “Alman vakıflarının Bergama köylülerine para verdiğinin
kanıtı” diye o zamanki para ile 189 milyon 500 bin liralık banka dekontunu
göndermesi (2002 yılında asgari ücret 163 milyon 563 bin 536 TL idi. Söz konusu
miktar çok uçuk bir rakam değil yani) ve gazeteciyi gün içerisinde bu konuda
telefonla arayarak sürekli bilgilendirmesi konunun ne olduğunu ortaya koyuyor.
Hablemitoğlu, son nefesine kadar sahte bilgi-belgelerle yazdığı kitaptaki
iddiaların peşinden gitmeyi sürdürmüştü!
HABLEMİTOĞLU’NA KİM MİT MÜSTEŞARLIĞI TEKLİF ETTİ?
Savcı, Güneri’nin ifadelerinden yola çıkarak
Hablemitoğlu’nun o gün kimle görüştüğünün peşine düşmüş görünüyor. Güneri
Hablemitoğlu’nun kıyafetinin ve tavırlarının kendisinde MİT müsteşarlığının o
gün teklif edilmiş olabileceği izlenimi doğurduğunu ifade etti duruşmada. Savcı
da bu ifadeden yola çıkarak o günlerdeki HTS kayıtlarını istedi. Bu kayıtlardan
Hablemitoğlu’na MİT müsteşarlığı teklifini götüren ‘epey üst düzey’ gizemli
kişinin kimliğinin ortaya çıkarılması umuluyor.
Mahkeme, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, AYM üyesi İrfan
Fidan, Eski Bakan Halil Şıvgın’ın tanık olarak dinlenmesini, Hablemitoğlu’nun
öldürülmeden önce Eskişehir’de katıldığı panelin görüntülerinin (Ki kayıp
olduğu ileri sürülüyordu) izlenmesini, suikast davasının açılmasının temeli
olan Eski ÖKK Yüzbaşısı Nuri Gökhan Bozkır’ın ifadelerinin işkence altında alındığı
iddialarının gerekçeli kararda tartışılmasını kararlaştırarak duruşmaları
temmuz ayına erteledi.
Dinlenecek yeni tanıklar, Hablemitoğlu’nun bulunabilirse 21
yıl önceki HTS kayıtları, savcının soruşturmanın genişletilmesi talebi bir
sonuç doğrucak mı yaşayıp göreceğiz. “İktidar değişmeden bu suikast
aydınlatılamaz” cümlesini temmuzdaki celselerin ardından tekrar anımsamak üzere
buraya bırakalım.
İliç’te faciaya yol açan madene ilişkin rapor yayımlayan CHP
Genel Başkan Yardımcısı Deniz Yavuzyılmaz, İliç’te yaşananın kaza değil,
cinayet olduğunu vurguladı.
Fo
toğraf: Deniz Yavuzyılmaz'ın kişisel arşivi
Özer AKDEMİR
İzmir
İliç’teki altın madeninin liç alanındaki kütlenin çökmesi
sonrası gözlerin çevrildiği madende birçok usulsüzlük ve hukuksuzluğun olduğu
ortaya çıktı. 9 işçinin halen göçük altında olduğu madende doğru düzgün arama
kurtarma çalışmaları yapılamıyor. CHP'nin Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanlığından sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Deniz Yavuzyılmaz'ın ortaya
çıkardığı belgeler facianın adeta göz göre göre geldiğini ortaya koyuyor.
Kamuoyuna İliç’teki durumla ilgili bir rapor da açıklayan Yavuzyılmaz İliç’teki
maden faciasını ve sonrasına dair sorularımızı yanıtladı.
AKP İLİÇ FACİASINDA AĞIR KUSURLU
İliç'teki faciadan sonra bir dizi belge ve bir rapor
açıkladınız kamuoyuna. Bu raporu, belgeleri ve önemini kısaca aktarır mısınız?
13 Şubat'ta yaşanan felaketin birçok sonucu var. Bu
sonuçlardan birisi, felaket sonrasındaki sürecin nasıl yönetileceği sorunudur.
Bir afet sonrası yönetim krizi doğdu. Bu krizin sebebi, AK Parti iktidarıdır.
Yığın liç sahasından kopan siyanür içerikli dev kütlenin nasıl yönetileceği
sorusu halen somut olarak yanıtlanmadı. Facianın üzerinden 1 ay geçti. Bakanlık
yetkilileri, göçük altında kalan 9 işçiyi arama kurtarma çalışmalarının nasıl
devam edeceğini açıklayamıyor. Siyanür ve diğer kimyasalları içeren bu kütlenin
içinde cevher var. Bu kütlenin akıbetinin ne olacağı hakkında kamuoyuna bilgi
verilmedi. Maden tesisinin kapatılıp kapatılmayacağı hakkında bir açıklama dahi
yapılmadı. Sahaya giden Bakanlar, şirkete hangi yaptırımların uygulanacağını
söylemedi. AK Parti iktidarı, İliç'teki faciada ağır kusur ve sorumluluk
sahibi. Bu yüzden, bütün soruları yanıtsız bırakarak, süreci uzatarak İliç'i
unutturmaya çalışıyor. TBMM'deki İliç Araştırma Komisyonu'nun çalışmalarını
başlatmasına dahi engel oldular. Biz de kendi sorularımızla, kendi araştırma
sürecimizi inşa ettik.
13 Şubat'ta yaşanan felaketin bir diğer önemli sonucu da
şuydu. Ortada bir iş cinayeti vardı ve bu cinayetin sorumlularını, kusurlarını
tespit edecek bir araştırmaya ihtiyacı vardı. Somut olayın maddi gerçekleri
ortaya çıkarılmalı, olayın gerçek sorumluları tespit edilmeliydi.
Tüm bu soruların karşısında, olayı ilk anı itibariyle büyük
bir gizlilik içerisinde yönetmeye çalışan AKP iktidarı ve şirket yetkilileri
vardı. İliç'teki maden tesisiyle ilgili felaket öncesinden süregelen yargı
süreçleri vardı. Oluşan felaket üzerine yürütülen cezai süreçler var. Yaratılan
gizlilik, bu yargılama süreçlerini de manipüle ediyordu.
Raporumuzda, bu süreci şeffaf hale getirilebilmek, hesap
verilebilir kılabilmek için, altın madeni tesisinde izin ve işletme aşamasında
ve felaket sonrasında gerçekleştirilen usulsüzlükleri, hukuksuzlukları, hak
ihlallerini deşifre etmeye çalıştık. Raporda, yaşananı bir iş cinayet olarak
ele aldık, kriminal olarak incelemek istedik. Doğalında bu riskleri besleyen
tesisin açılması bir yanlıştır.
İLİÇ KAZA DEĞİL CİNAYETTİR!
Uzmanların yıllar öncesi yaptığı uyarılara baktığımızda
lliç'e bir kaza denebilir mi? Nerdeyse göz göre göre gelen bu faciayı şirketin
ya da resmi kurumların görememesini nasıl yorumluyorsunuz?
Bunu raporumuzda açıkça dillendirdik. 13 Şubat'ta İliç'te
yaşanan kaza değil, cinayettir. Ancak, AK Parti iktidarı ve şirket yetkilileri
bunu kaza olarak dahi görmemekte, “toprak kayması, heyelan” gibi
nitelendirmeler yaparak doğal afet vurgusu yapmaktadır. Bu faaliyet kendi
doğalında zaten riskliydi, “elbette ki bu malzeme kayacaktı” yaklaşımları da
farkında olmadan bu doğal afet algısını beslemekte, “işin fıtratında var
söylemine meşru zemin oluşturmaktadır. Oysa ki, işin doğalındaki riski
öngörmesine rağmen riskin gerçekleşmesine yol açacak eylemlerde ısrar eden
kişiler bu cinayete sebep olmaktadır. Zaten yıkılma riski olan yığın liç
sahasını, 36 basamak ve 200
metre üzerinde tasarlamak, kapasitesinin üzerinde
yükleme yapmak, oluşan cinayetteki kast unsurunu artıran eylemlerdir.
Barındırdığı risklere rağmen bu tesisinin açılmasına izin veren, başvuru
aşamasındaki sulsüzlükleri görmezden gelen, işletme aşamasında denetim
görevlerini aksatan tamu görevliler de bu suçun ortağıdır. İştirak halinde
işlenmiş bir suç görüyoruz. Ancak, gerçek sorumluları halen soruşturmaya dahil
edilmedi.
SEÇİM SONUNU BEKLİYORLAR
İliç'teki maden kapatılacak mı? Madenin temelli
kapatılacağına dair şirketten ya da devlet kurumlarından şu ana kadar bir
açıklama gelmemesi ne anlama geliyor?
Şu an bir afet yönetim krizi doğmuş durumda. Öncelikle,
yönetemeyecekleri bir afete yol açacak bir faaliyete izin verdikleri anlamı
ortaya çıkıyor. Ancak, bundan bir ders çıkarılmadığını görüyoruz. İçinde cevher
bulunan bir kütlenin yönetiminin nasıl olacağı, akıbetinin ne olacağı, çevre
izin ve lisans belgesi iptali dışında Çöpler Kompleks Maden sahasının
madencilik faaliyetlerinin devam edip etmeyeceğine dair bir açıklama yapılmadı.
Yığın liç sahasından kayan ve geride kalan kütleler içerisindeki cevherin
tekrar işlenmesine yönelik planlamaların ve yer araştırmalarının yapıldığına,
bölgedeki bir mermer ocağında geçici olarak depolama yapılacağına dair duyumlar
alıyoruz. Tesisi kapatma gibi bir gündemleri olmadığı gibi çevre izin ve lisans
belgeleri iptal edildi ama geçici faaliyet belgesi alarak faaliyete başlamaları
hukuken mümkün. Süreci sündürerek, kamuoyunun İliç üzerindeki dikkatinin
dağılmasını ve tabi ki seçim sürecinin sonuçlanmasını bekliyorlar.
ADİL GEÇİŞ İLE MADEN KAPATILMALI
Fırat'a birkaç yüz metre uzaklıkta, böylesine zehirli
kimyasallarla yapılan madencilik faaliyeti sonrası bölgede oluşan zehirli
atıklar da göz önünde bulundurulduğunda İliç'in şu saatten sonra kapatılması
nasıl olabilir? İliç, o bölgede patlamaya hazır bir bomba gibi duracak mı?
Buna dair önerimizi raporumuzda dillendirdik. Adil geçiş
kapsamında, bu maden tesisinin kapatılmasını öneriyoruz. İliç'in bir madenci
kasabasına dönüştürüldüğünü görüyoruz. Sadece maden tesisini kapatmaktan söz
etmek, ekonomik geçimlerini bu maden üzerinden geçiren insanlarımızı cezalandırmak
anlamına gelir. Ancak, yaşanan felaket onların suçu değil. Maden tesislerinde
çalışan işçilerin ve bu tesislerin bulunduğu toplulukların ekonomik refahlarını
güvence altına almak için, işsizlik, güvencesizlik, ekonomik belirsizlikler,
sağlık sorunları gibi potansiyel risklerle başa çıkmak için kısa ve uzun vadeli
stratejik planlar oluşturulmalıdır. Bu planlar, maden tesisinin kapatılmasından
kaynaklanan ekonomik zorlukları hafifletmek ve toplulukların sürdürülebilir bir
şekilde yaşamlarını sürdürmelerini sağlamak için çeşitli istihdam fırsatlarını
öngörmelidir. Bu stratejik planlar, yerel ekonominin zayıflaması, dış göçün
yaşanması gibi olası sosyal ve ekonomik risklerle mücadele etmek için de,
hayati önem taşımaktadır.
Türkiye'deki diğer altın madenlerine İliç penceresinden
baktığımızda nasıl bir tablo var önümüzde? İliç, önümüzdeki süreçte bu altın
madenlerinde yaşanacak faciaların bir habercisi olabilir mi?
İliç üzerine, Türkiye'deki madencilik politikalarına,
uygulamalarına dair söylenebilecek, yazılabilecek çok şey vardı. Bu alanın
madenciliğe açıldığı aşamada temel çevre hukuku ilkesi olan ihtiyatlılık
(öntedbirlilik) ilkesi işletilseydi, bugün yaşanan cinayet o tarihte olası risk
olarak görülseydi bu tesise izin verilmezdi. İliç'te yaşanan felakette bu
gerçeği gördük.