30 Ocak 2018 Salı

Karaburunlular RES için ÇED toplantısı yaptırmadı


 30 Ocak 2018 14:10

     
Halk istemiyor, mahkeme iki kez iptal etti ama gel gör ki RES şirketinin kapasite artışını hiç bir şey durduramıyor.


Karaburunlular RES için ÇED toplantısı yaptırmadı

Özer AKDEMİR
İzmir
Karaburunlular yaşam alanlarındaki rüzgar enerjisi santrallerini (RES) istemediklerini dile getirdi. Yayla Köy'de Lodos Enerji adlı şirket tarafından işletilen RES'lerle ilgili Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Bilgilendirme Toplantısına, Karaburunlular katılmadı. Toplantı, tutanağa halkın bilgilenmek istemediği yazılarak yapılamadan sonlandırıldı. 
KARABURUN SAHİPSİZ DEĞİL
Karaburun Yayla Köy'ü çepeçevre saran ve evlerin neredeyse dibine kadar sokulan RES'lere karşı Karaburunlular ve köylüler yıllardır mücadele ediyor. RES'lere verilen ÇED izinlerini iki kez iptal ettirmelerine rağmen Bakanlığın mahkeme kararlarını hiçe sayarak 2009/7 Genelgesine dayanarak şirkete yeni ÇED izni vermesine karşı Karaburunlular mücadeleden vazgeçmedi. Şirketin mahkeme kararlarına rağmen kapasite artışı için 3. kez yapmak istediği ÇED toplantısı daha öncekiler gibi Karaburunluların protestolarına sahne oldu. Aralarında Karaburun Belediye başkanı Ahmet Çakır, CHP İzmir Milletvekili Tacettin Bayır, çeşitli siyasi parti temsilcileri, EGEÇEP, İZÇEP, Urla ve Seferihisar’dan yaşam savunucuları Yaylaköy'e geylerek Karaburun topraklarının sahipsiz olmadığını dile getirdi. 
YAYLA KÖY'E UYKU YASAK!
Askerlerin ilk kez uzun namlulu, dürbünlü tüfeklerle yoğun önlem aldığının görüldüğü ÇED toplantısı öncesi Karaburun Kent Konseyi ve yurttaşlar adına açıklama yapan Karaburun Kent Konseyinden Şule Baylan Lodos, Elektrik Üretim A.Ş.’ye ait Karaburun Rüzgar Enerji Santralinin, kurulu 50 türbine 47 türbin ilavesiyle kurulu gücün 223 mwe’ye çıkarılmasını öngören  Kapasite Artışı Projesinin ÇED Olumlu kararının, İzmir 6. İdare Mahkemesince oy birliğiyle iptal edildiğini aktardı. 
Baylan; “Karaburun RES Projesi için İzmir İdare Mahkemelerinde açılmış iki dava sürerken, 3. Kez kapasite artışı ve türbin sayısında değişikliğe gidilmesi kabul edilemez. Böylesi, doğaya, insana hoyrat bir uygulamayla ‘yenilebilir-temiz enerji’ adı altında bu nadir doğanın, yaban hayatının, tarım, mera ve turizm alanlarımızın  kısacası Karaburun’da yaşamın  yok edilmesine rıza göstermeyeceğiz” dedi. 
ŞİRKET İSTEDİ MUHTAR ŞERH DÜŞTÜ
Halkın yoğun protestoları nedeniyle kahvehanede yapılması planlanan toplantının yapılamadığına dair Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü yetkilileri ve diğer kurum temsilcileri tutanak tuttu. Tutanak imzalandıktan sonra şirket görevlilerinin talebi sonrası Yaylaköy Mahalle Muhtarı’nın tutanağa şerh düştüğü görüldü. Yapılamayan toplantının ardından uzun süre, Belediye Başkanı, milletvekili ve yurttaşlarla firma yetkilileri arasında tartışmalar devam etti. 
Son Düzenlenme Tarihi: 30 Ocak 2018 14:35

28 Ocak 2018 Pazar

Karaburunluların RES direnişi sürüyor




 28 Ocak 2018 16:55
   
Davalar sonucunda RES'ler iki kez iptal ettirilmişti, şirket 3. kez ÇED sürecini başlatınca Karaburunlular direnmeye devam edeceklerini açıkladı.


Karaburunluların RES direnişi sürüyor

Özer AKDEMİR
İzmir
KaraburunlularIn Rüzgar Enerji Santrallerine karşı verdiği mücadele hız kesmeden, inatla devam ediyor. Açılan davalar sonrası iki kez iptal ettirilen Lodos şirketinin RES’lerine karşı Karaburunlular üçüncü kez yollara dökülüyor. 
YARIMADANIN %70’İ RES’LERE TAHSİS
Karaburun yarımadası halkı, yarımadanın %70’ini RES şirketlerine tahsis eden Bakanlık kararlarına karşı açılan davaları birbiri ardı sıra kazanmalarına rağmen bu mahkeme kararlarının yok sayılması nedeniyle sürece her seferinde yeniden başlıyorlar. Bunun en  son örneği Lodos Elektrik Üretim A.Ş.’ne ait Karaburun Rüzgar Enerji Santrali ile ilgili hukuki süreç oldu. Şirketin mevcut 50 türbine 47 türbin ilavesiyle kurulu gücün 223 mwe’ye çıkarılmasını öngören  Kapasite Artışı Projesinin  “ÇED Olumlu” kararı, İzmir 6. İdare Mahkemesinin oy birliğiyle 15/12/2016 tarihinde iptal edilmişti. 
TRİBÜNLERİN YERİNİ DEĞİŞTİRDİ AMA 
Dava sürerken, Lodos firması 47 türbinin yerlerini  değiştirmek istemiş ve talebi  de Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığınca uygun görülmüştü. Şirket, bu değişikliği mahkemeye bildirmezken, ÇED Kararında 38 km² olan proje sahasını 104 km²’ye çıkarmış, türbinleri ise kilometrelerce uzağa taşımıştı. Projenin tümden değişikliği anlamına gelen bu durumu 6 ay boyunca gizleyen şirketin oyunu avukatların durumu mahkemeye aktarmasının ardından açığa çıkmıştı. Sonuçta mahkeme türbin koordinatlarının tümüyle değiştirilmiş olması, dolayısıyla da ÇED Olumlu kararı verilen RES sahası etki alanın değişmesi nedeniyle, ÇED Olumlu Kararını iptal etmiş ve ÇED sürecinin yeniden başlatılması gerektiği sonucuna varmıştı.
ŞİRKETİN İMDADINA BAKANLIK YETİŞTİ 
Mahkemenin bu kararı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın proje için 2009/7 Genelgesini uygulaması ile geçersiz kaldı. Proje alanı 3 kat artmasına rağmen Bakanlık Karaburun Yarımadasında, tarım/mera alanlarıyla, orman arazileriyle ve çok değerli doğasıyla 104 km²’yi,  Lodos firmasına tahsis ederek  bu projeye 2. kez ÇED Olumlu Kararı verdi. Bakanlığın verdiği bu 2. ÇED Olumlu Kararı da, Karaburun yurttaş davacılarınca 17/05/2017 tarihinde  yürütmesinin durdurularak iptali istemiyle tekrar yargıya taşınmıştı. Şirkete verilen 2. ÇED Raporunda olması gereken evrakların olmaması, iptal edilen eski ÇED’deki bilgi/belgelerin bu dosyaya konması gibi skandallarla devam eden süreçte Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Karaburun RES Projesi için 3. Kez ÇED sürecini başlattı. 
YAYLA KÖY’DE ÇED TOPLANTISI
Projeyle ilgili halkı bilgilendirmek, görüş ve öneri almak için Yaylaköy Mahallesi Köy Kahvehanesinde bugün ‘halkın katılımı toplantısı’ düzenlenecek. Karaburun Kent Konseyi RES Projesi için İzmir İdare Mahkemelerinde açılmış iki dava sürerken, 3. Kez kapasite artışı ve türbin sayısında değişikliğe gidilmesi kabul edilmeyeceğini belirtti. Kent Konseyi açıklamasında; “Böylesi, doğaya, insana hoyrat bir uygulamayla “yenilebilir-temiz enerji” adı altında bu nadir doğanın, yaban hayatının, tarım, mera ve turizm alanlarımızın  kısacası Karaburun’da yaşamın  yok edilmesine rıza göstermeyeceğiz” dedi. 
(Fotoğraf: Arşiv)
Son Düzenlenme Tarihi: 28 Ocak 2018 17:09

Zeytin ve zeybek_Pazar yazısı


 28 Ocak 2018 06:01

Zeytin ağacına elini dayadı. Ardı ardına kurşunlar mor cepkenini parçalayıp gövdesine saplandı. Kanı, güngörmüş zeytinin dibinde göllenmeye başlamıştı


Zeytin ve zeybek
Özer AKDEMİR
Sulusepken bir yağmur başladığında tepeden, belli belirsiz keçi yolundan aşağıya iniyordu. Atı, ilk kez geçtiği bu yolu sanki her gün tepiyormuşçasına kayıp gidiyordu. Tüfeğini namlusu aşağıya bakacak şekilde çaprazlama asmıştı boynuna. Mor cepkeninin yeleleri rüzgar vurdukça iki kanat gibi açılıyor, nar çiçeği renkli fesi ay ışığında parlıyordu. Fesin üzerine doladığı kefiyeyi yağmur başlamadan çıkarıp silahlarını ve fişeklerini örtecek şekilde boynundan aşağı doğru uzatmıştı. Kefiyenin ucundan ortası sarı papatya desenli oyalar sarkıyordu.
Çamların koyu gölgeleri arasından iri damlalar halinde inen yağmur hızını her geçen an arttırırken, gece yarısını çoktan geçmişti.
Yağmurun böylesine yağması, rüzgarın bu yağmura eşlik etmesi atlının keyfini yerine getirdi. Yola çıktığından beri üzerine sinen tedirginlik azalmıştı. Bu havada gözcülerin burunlarının dibini göremeyeceğini, pusuya yatmayacaklarını biliyordu.
Yine de dikkatli bir şekilde çıktı ormandan. Sık kızılçamların bittiği yerde durdu. Atından inerek önündeki açıklık arazide görünen küçük kulübeye doğru ilerledi. Belli belirsiz bir ışık sızıyordu kulübenin penceresinden. Bacasında da beyaz bir duman tütüyordu.
Atının yularını eline almış, yanında, gövdesini gövdesine yapıştırarak yürüyordu. Her ihtimali düşünmek durumundaydı, güvenliğini almalıydı. Kaygılandığı canı değil görevinin başarılı olamaması endişesiydi. İzmir’den gelen silah ve mermileri sakladığı yeri sadece kendisi biliyordu. Bu yeri ne pahasına olursa olsun efesine bildirmesi gerekiyordu. Görevi buydu.
Ulu bir defne ağacının altında yapılan törenle başladığı kızanlıkta yılları devirmişti. Oyalı mavi çakşırından görünün diz kapakları bronz renkte nasır bağlamıştı. O bir zeybekti artık. Sadece yeni katılan kızanların dizleri ak pak olurdu.
Kulübenin  penceresine yaklaştığında gözlendiğini anladı. Tedirgin bir şekilde elini kuşağına uzattı. Parmakları şal kuşağın arasındaki tabancasıyla buluştuğunda kulübeden yayılan ışığın üst üste üç kere kararıp yeniden yandığını gördü. Rahatladı. Parola buydu.
Evin kapısına vardığında, kızanlardan birisi çıkıp atın yularını elinden aldı. Kapıdan girerken yüzüne sıcak havayla birlikte sobada kavrulan kestanenin kokusu çarptı. İçeriden belli belirsiz bir sesle “gel hele zeybeğim, gel” denildi.
***

Uzun siyah saçlarını, ince parmaklarıyla geriye doğru tarayarak, “Dağlara müfreze çıkaracaklar. Çıkarsınlar, onların da, arkalarındaki ağaların da defterlerini düreceğiz” demişti İslamoğlu Mustafa Efe.
Kuru meşe kütüğünün tatlı çıtırtılarla yandığı sobanın üzerinden aldığı sıcacık kestaneleri avucuna koyarken, gözlerini gözlerine dikip şunları söylemişti; “Biz dağa neden çıktık? Beş on derebeyinin yüzünden. Halkı haraca bağlamışlar, ırz, namus tehlikede. Kimseye hesap vermez, savaş olur gitmezler. Giden, ölen hep zavallı halk. Onlara baklava, börek halka kuru ekmek! Böyle bir düzen hak mıdır, hem bu dünya da hem ötekinde?..”
Sazını eline alıp türküye başladığında kaytan bıyıklarının titrediğini gördü efenin. Gözlerini kapatmış, alnında da domur domur terler birikmişti. Sanki başka bir yerde idi, vücudu sazın nameleriyle titriyor, bükülüyordu.
Gecenin geç vaktine kadar efenin bağlama çalmasını, türkü söylemesini dinlemiş, söylediği her türkü içine işlemişti.
Gün ağarmadan çıktı evden. Yağmur durmuş, belli belirsiz incecik bir pus kaplamıştı her yanı. Tan vaktinin kızıllığı Gökbel Dağı’nın kayalıklarında yansıdı. Görevini tamamlamış olmanın huzuru vardı içinde. Bir an önce kızanlarının başına gitmeli ve kendisine verilen yeni görev için Karpuzlu ovalarına geçmeliydi.

***
Tam bunları düşünürken geldi ilk kurşun. Sol omzundan girip çıktı. Atından sırtüstü düşer düşmez kendini yaşlı zeytin ağacının dibine attı. Kocaman gövdesi boğlum boğlumdu zeytin ağacının. Belki de bin yaşındaydı.
Tabancasını kuşağının arasından çekerken acı hissetmiyordu. Sol yanından oluk oluk akan kanı sırmalı cepkenini, mavi beyaz mintanını kızıla boyamıştı bir anda. Elini omzuna attı, yarayı buldu. Göğsüne doladığı muskanın beş parmak üzerindeydi. Birden bire ter basmıştı sabahın serinliğinde. Terini silmek isterken elinin kanı bıyıklarına bulaştı.
Pusuya düşmüştü, güpegündüz hem de. Kızdı kendine, nasıl hissetmedim diye. Bir zeytin bahçesindeydi. Gelen seslere bakılırsa etrafı fena halde sarılmıştı. Sol omzundan akan kanın şorlayışından anladı durumunun hiç de iyi olmadığını.  
Sırtını yaşlı zeytin ağacına dayadı. Omzunun acısına aldırmadan çapraz tüfeğini çıkardı. Tabancasını da yanı başına koydu. Fişekliğindeki bütün fişekleri yavaş yavaş yaklaşanlara doğru yaktı.
Karşıdan gelen seslerden birilerini vurduğunu anlıyor, yanı başından vızıldayarak geçen kurşunlara aldırmadan ardı ardına silahını ateşliyordu. Tüfeğin mermisi bittiğinde tabancayı eline aldı. Bu arada vücuduna bir iki merminin daha dediğini hissetti. Gözleri kararmak üzereydi artık. Zeytin ağacına kanlı elini dayadı. Ardı ardına kurşunlar mor cepkenini parçalayıp gövdesine saplandı. Kanı, güngörmüş zeytinin dibinde göllenmeye başlamıştı...
***
Yatağan’dan Gökbel’e doğru uzanan kömür ocağını genişletmek için yapılan zeytinliklerin kesim/söküm işleri sırasında bir hareketlenme oldu. Kocaman kalın gövdeli yaşlı bir zeytin ağacını elindeki benzinli testere ile dibinden kesmeye başlayan işçinin birden testereyi atıp Turgut Köyüne doğru kaçtığı görüldü. Saatler sonra korkudan gözleri pörtlemiş işçiyi uzun yeşil otların arasında gizlenirken buldu arkadaşları. Ne olduğunu sordular, neden hortlak görmüş gibi kaçtığını. “Testereyi gövdesine dokundurduğumda ‘ahhh’ sesi geldi zeytinden. Rüzgarın sesi sandım, devam ettim. Tekrar ‘ahh’ etti zeytin ağacı. Kestiğim yerden kan sızıyordu!..”

İşçinin yorgunluk ve sıcaktan rahatsızlandığın düşünüp evine gönderdiler bir arkadaşıyla. Kesmeye çalıştığı zeytinin yanına vardıklarında ise hepsinin ağızları bir karış açık kaldı; Zeytinin dibinden kana benzer bir kırmızılık toprağa akıyordu! Ağacın kesildiği yerden, mor pulları gün vurdukça nar çiçeği rengine dönen bir yılanın, ikiye bölünmüş gövdesi sarkıyordu!

Son Düzenlenme Tarihi: 28 Ocak 2018 11:59
https://www.evrensel.net/haber/344301/zeytin-ve-zeybek

26 Ocak 2018 Cuma

Sinop nükleer santrali için ÇED süreci başladı


 26 Ocak 2018 12:55


Akkuyu'nun ardından Türkiye'nin ikinci nükleer santrali olarak planlanan, Sinop İnceburun'daki nükleer santral için ÇED süreci başladı.

Sinop nükleer santrali için ÇED süreci başladı

Özer AKDEMİR
İzmir
Sinop İnceburun'da yapımı planlana nükleer santralin ÇED süreci başladı. Projenin ÇED Başvuru Dosyası Sinop Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü sitesinde yayınlanırken, aynı duyuruda ÇED Halkın Katılım Toplantısının ise 6 Şubat 2018 tarihinde yapılacağı belirtildi. 
2025'DE DEVREYE GİRMESİ PLANLANIYOR
Akkuyu'nun ardından Türkiye'nin ikinci nükleer santrali olarak planlanan santralin ÇED Başvuru dosyasında santralin şu anki yapım bedelinin 20 milyar ABD Doları (74 milyar TL) bulacağı belirtiliyor. Elektrik Üretim Anonim Şirketi tarafından kurulmuş olan EUAS International ICC’nin de içinde yer alacağı Proje Şirketi tarafından yapımı planlanan santral, Sinop Abalı Köyü'nün İnceburun mevkiinde yer alıyor. Başvuru dosyasında santralin Japonya ile Türkiye arasında 3 Mayıs 2013 tarihinde imzalanan anlaşma gereği yapılacağı ve 4,560 MW kurulu gücünde olacağı dile getiriliyor. Bölgede dört adet reaktör inşa edileceği belirtilen başvuru dosyasında sahada kazı çalışmalarına 2019 senesinde başlanması ve ilk reaktörün 2025 senesinde devreye alınmasının planlandığı aktarıldı. Dosyada, inşa edilecek her bir reaktörün kullanım ömrünün işletmeye alınmasından itibaren 60 yıl olacağı ifade ediliyor.
BU NE YAMAN ÇELİŞKİ!
Santralin "enerji talebi hızla artan ülkemiz için kaynak çeşitliliği sağlayarak, ithal kaynaklara olan bağımlılığımızı azaltıp sürdürülebilir enerji arzına önemli katkı sağlayacağı" ileri sürülüyor. Ülkenin dört bir yanında onlarca ithal kömüre dayalı termik santral yapılırken nükleer santral projesinin ithal fosil yakıta bağımlılığı azaltacağı iddia ediliyor. Öte yandan, nükleer santralde kullanılacak olan nükleer yakıt da başvuru dosyasına göre yurtdışından alınacak! Dosyada kısmen zenginleştirilmiş uranyum dioksit (235UO2) olarak belirtilen nükleer yakıtın, Avustralya, Kuzey Amerika, Kazakistan, Rusya, Güney Afrika, Nijerya ve Namibya gibi ülkelerdeki tedarikçilerle yapılacak olan uzun dönem anlaşmalar ile temin edileceği ifade ediliyor. 
TAMAMI ORMANLIK ALANDA
Başvuru dosyasındaki bilgilere göre Proje alanının kaplayacağı toplam arazi, yaklaşık 1.010,4 hektar ve tamamı "Devlet Ormanı" olarak sınıflandırılmış bir alan. Bu alanın yaklaşık olarak 1.025.100 m²'sinin (102,5 ha) santral alanı olarak kullanılması planlanmakta. Alanda her biri Nükleer Ada, Türbin Adası, yardımcı tesisler ve diğer birimleri kapsayacak dört nükleer ünite oluşturulacak.
SİNOP NÜFUSUNUN %35'İ ETKİ ALANINDA
Başvuru dosyasına göre proje alanından itibaren 30 km yarıçaplı alan, yüz ölçümü bakımından Sinop Merkez İlçesi’nin neredeyse tamamını (%74,1), Erfelek İlçesi’nin büyük bir kısmını (%73,2), Ayancık İlçesi’nin bir bölümünü (%5,8) ve Gerze İlçesi’nin küçük bir kısmını (%2,4) kapsıyor. Sinop ilinin toplam nüfusunun %35,3’ü bu 30 km yarıçaplı alan içerisinde kalmakta.

EKOLOJİK ÖNLEMLER ÇED RAPORUNA ÖTELENMİŞ
Başvuru dosyasında ekolojik mevcut durum çalışmalarının 30 kilometre yarıçaplı bölgede ve proje alanında bulunan "Hamsilos Tabiat Parkı", "Sarıkum Tabiatı Koruma Alanı", "Aksaz-Karagöl Sulak Alanı" ve "Bozburun Yaban Hayatı Geliştirme Sahası"nda yapılacağı, bu alanlar ve ilgili türlerin çeşitliliği, ekolojik önemleri ve yasal koruma statüleri hakkındaki detaylı bilgilerin ise ÇED Raporu’nda verileceği ifade edildi. Dosyada 30 km'lik çalışma alanında altı (6) adet anıt ağaç bulunduğu da verilen bilgiler arasında. 
Toplam 279 sayfalık ÇED Başvuru Dosyasında ayrıca alanın genel jeolojik özellikleri, hidrojeolojisi, depremsellik, meteorolojik iklimsel özellikler, hava kalitesi, peyzaj özellikleri  gibi bilgilere yer verilirken, alınacak önlemlerle ilgili ise ÇED raporunda belirtileceği ifade ediliyor. 
NÜKLEER ATIKLAR NE OLACAK?
Dosyanın en ilginç bölümlerinden birisi ise proje ile ortaya çıkacak atıklar korusunda. Nükleer santraller için en önemli eleştiri konusu olan radyoaktif atıklarla ilgili ise dosyada şu bilgilere yer verildi; “Nükleer reaktörlerin işletilmesi sonucu bazı radyoaktif atıklar ortaya çıkacaktır. Ortaya çıkan atıklar oldukça düşük aktivitelidir ve içerdiği radyonüklitler düşük radyotoksisiteye ve genellikle kısa yarı ömre sahiptir.” Dosyada ayrıca nükleer tesisten 500 m ile 2 km’ye kadar olan alanda 16 noktada, 5 km ile 30 km’ye kadar olan alanda da yine 16 noktada olmak üzere toplam 32 ayrı noktada çevresel radyasyon oranları izleneceği ve takip edileceği ileri sürüldü. 
Dosyada nükleer santral tesisleri arasında belirtilen ve her iki ünite için bir adet yapılacağı belirtilen "Radyoaktif Atık İşleme Binası"nda da "Sıvı, gaz ve katı atıkların toplanmasına, depolanmasına ve arıtılmasına imkân sağlayan sistemleri ve ekipmanlar" olacağı ifade ediliyor. Burada da radyoaktif sıvı ve katı atıkların ne olacağına dair bir bilgiye rastlanmıyor. 







25 Ocak 2018 Perşembe

EGEÇEP: Zeytin barışın simgesidir, savaşın değil




 25 Ocak 2018 19:07

Afrin operasyonuna ilişkin basın açıklaması yapan Ege Çevre ve Kültür Platformu, 'Zeytin barışın simgesidir, savaşın değil' dedi.


 EGEÇEP: Zeytin barışın simgesidir, savaşın değil

 25 Ocak 2018 19:07
    
Afrin operasyonuna ilişkin basın açıklaması yapan Ege Çevre ve Kültür Platformu, 'Zeytin barışın simgesidir, savaşın değil' dedi.
Ege Çevre ve Kültür Platformu (EGEÇEP) Afrin'e yapılan askeri operasyona "Zeytin Dalı Operasyonu" adının verilmesine karşı yazılı bir basın açıklaması yaptı. "Zeytin barışın simgesidir savaşın değil" başlığını taşıyan EGEÇEP basın açıklamasında; zeytin ve zeytin dalının tarihten bugüne kadar temsil ettiği değerlerin hep barış, bereket, bolluk ve sevgi üstüne olduğunun altı çizilerek "Canlı yaşamı ve doğa tahribatı doğuracak bir savaşa bu ismin verilmesi kabul edilemez" ifadelerine yer verildi. 

ZEYTİN KARŞITI POLİTİKALARIN BİR ÜRÜNÜ
AKP iktidarının sürekli bir şekilde Zeytin Yasasını delme girişimlerine dikkat çekilen açıklamada, "Soma Yırca'da yandaş şirketin 6600 zeytini katletmesine göz yumulması, maden ve enerji yatırımları için zeytinliklerin ortadan kaldırılması gibi zeytin karşıtı politikalarını yıllardır biliyoruz. Şimdi de bir askeri harekata zeytin dalı adının verilmesini bu düşüncenin bir ürünü olarak değerlendiriyoruz" denildi. 

İSTİSMAR EDİLMEK İSTENİYOR
Zeytin ağacı ve zeytin dalı imgesinin insanlık kültürünün edebi eserlerinde ve kutsal kitaplarda edebi metinlerde de barış, bereket, bolluk olarak geçtiğinin örneklerle altının çizildiği basın açıklamasında şu görüşlere yer verildi:
"Biz yaşam savunucuları, savaşların olmadığı, tüm canlıların yaşam haklarının gözetildiği, insan emeği ve onurunun korunduğu, doğayla barışık bir yaşam mücadelemizi sürdürmekte kararlıyız. 
Böylesine önemli, 'kutsal', uzun ömrü nedeniyle 'ölmez ağaç' denilen bir bitkinin, tüm canlıların yaşam haklarını ortadan kaldıran, yoksulluk, göçler, sağlıksızlık kadar çevresel sorunların da en önemli nedenlerinden olan savaşa ad olarak konulmasını doğru bulmuyoruz. 
Doğanın bize bahşettiği en önemli değerlerimizden zeytin ağacının bu şekilde istismar edilmesine karşı "Zeytin barışın simgesidir savaşın değil" diyoruz." (İzmir/EVRENSEL)

Çeşme'de jeotermal endişesi


 25 Ocak 2018 14:23

   
Çeşmeliler yapılmak istenen jeotermal çalışmalarının enerji değil arazi rantı için olduğunu düşünüyor. 


Çeşme'de jeotermal endişesi
Özer AKDEMİR
İzmir
Ülkenin en önemli turizm beldelerinden Çeşme'de yapılmak istenen jeotermal sondajlarına karşı Çeşmeliler harekete geçti. Jeotermal çalışmalarının geri planında arazi rantı olduğunu ileri süren Çeşme Kent Konseyi ve çevre platformları önümüzdeki pazar günü jeotermal sondajlarının yapılmak istendiği Ovacık Köyünde bir araya gelecekler. 
9 ADET KUYU AÇILACAK
‘Geoid Mühendislik’ adlı şirket tarafından Çeşme Ovacık Mahallesine açılmak istenen 9 adet jeotermal kuyusu için ÇED süreci 9 Ocak’ta başladı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı İzmir İl Müdürlüğü internet sitesinde yayınlanan Proje Tanıtım Dosyası’na (PTD) göre sondaj çalışmaları 215,92 hektar büyüklüğündeki bir alanda gerçekleştirilecek. Çalışmalar sonrası gerekli jeotermal kaynak bulunursa burada Jeotermal Enerji tesisleri kurulacak. Sondaj için seçilen 85.812 m2'lik toplam alana sahip olan 9 farklı arazinin tamamının Milli Emlak Dairesine ait olması dikkat çekici bulunuyor.
GERÇEK AMAÇ ARAZİ RANTI
Jeotermal sondajlarına karşı çıkan Çeşmeliler burada yapılmak istenenin enerji üretmek olmadığını, gerçek amacın arazi rantı olduğunu ileri sürüyorlar. Çeşmeliler, bölgedeki arazi fiyatları göz önüne alındığında 920 bin TL'lik bir yatırımla  80–150 Milyon TL değerindeki arsalarını jeotermal alanı adı altında  ele geçirilmek istendiğini dile getiriyorlar.
Pazar günü konuya dair basın açıklaması yapacak olan Çeşmeliler projedeki çelişkileri maddeler halinde sıraladılar; 
PROJEDEKİ ÇELİŞKİLER
1. ÇED görüşü talep edilen lokasyonlar 1/100.000 Ölçekli Çevre Düzeni Planı uyarınca “Tarım Arazisi” ve “ 1. ve 3. derece Doğal Sit Alanı” olarak nitelendirilmektedir.
2. Tüm sondaj lokasyonları yaşam merkezlerinin çok yakınındadır. Konutlara 30-40 metre uzaklıkta çalışmalar yapılacak. Konutlara en uzak olan sondaj 380 metre uzaklıktadır. 
4. Ruhsat sahasının kuş uçuşu yaklaşık 5 km kuzeydoğusunda dünyaca ünlü Alaçatı Mahallesi, kuş uçuşu yaklaşık 6,5 km kuzeybatısında ise Çeşme İlçe merkezi yer almaktadır.
5. Su kaynaklarının çok kısıtlı veya hiç olmadığı Çeşme’de arama ruhsatı sahası içerisinden Azmak Deresi, Büyükdere ve İnlice Deresi bulunmaktadır. 
6.  Sondaj yapacak şirket, çalışma alanı ve çevresindeki dere yatakları ve her türlü müdahaleden kaçınacağını söylemektedir. Ancak daha önceki bu tür projelerde (RES) çevrenin ne kadar acı bir şekilde tahrip edildiği acı tecrübeler ile sabittir.
7. Proje alanında fauna ve havan türleri ile ilgili bilimsel bir literatür çalışması yapılmamıştır. Neticesinde sondaj sonrası bölgedeki hayvan türleri, fauna ve tarım zarar görecektir.
8. Jeotermal kaynakları elektrik ve ısı enerji üretimi için kullanabileceklerini söylüyorlar. Çeşme termal suyu maksimum 58 derece, bu derecede bir suyla, onların deyimiyle akışkanla ne konut ısıtılır, ne sera. Hele, hele, jeotermal santral kurup elektrik üretilemez.

Tramvay yolunda ağaçları betona gömdüler!

25 Ocak 2018 Perşembe

 Konak Gazi Bulvarı'nda tramvay yol yapım çalışmalarında dökülen beton nedeniyle ağaçlar kökleriyle birlikte beton altında kaldı.

Tramvay yolunda ağaçları betona gömdüler!
İZ GAZETE - İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin tramvay çalışmaları devam ediyor.
Konak Gazi Bulvarı'nda yapılan beton çalışması ağaçların kökleriyle birlikte betonun altında kalmasına neden oldu. Geçtiğimiz hafta yaşanan fırtına sonrası Kordon sular altında kalmış ve yerel yönetimlerin çevre uygulamaları eleştiri almıştı. Bugün sosyal medyada İzmirlilerin paylaştığı betona gömülen ağaç fotoğrafları büyük tepki çekti.
Çevre haberleri ile bilinen muhabir Özer Akdemir, Büyükşehir'in çalışması hakkında sosyal medya hesabından şu açıklamada bulundu.




https://www.izgazete.net/cevre/tramvay-yolunda-agaclari-betona-gomduler-h22055.html

EGEÇEP'ten "zeytindalı" çıkışı: Zeytin barışın simgesidir savaşın değil


25 Ocak 2018 Perşembe 
EGEÇEP'ten "zeytindalı" çıkışı: Zeytin barışın simgesidir savaşın değil 
Ege Çevre ve Kültür Platformu (EGEÇEP) yazılı olarak yaptığı açıklamada, Afrin Operasyonuna verilen "zeytindalı" ismine karşı çıkarak zeytinin ancak barışın simgesi olabileceği değerlendirmesinde bulundu.
EGEÇEP'ten "zeytindalı" çıkışı: Zeytin barışın simgesidir savaşın değil

EGEÇEP yaptığı açıklamada Türkiye'yi Afrin'de savaşa sokan hükümetin bugüne kadarki politikalarını eleştirdi. Zeytin ve zeytin dalının bugüne kadar, barış, bereket ve sevgi ile anıldığını ve AKP hükümetinin bir savaşa bu ismi vermesinin kabul edilemez olduğu belirtildi.
"İKTİDAR YILLARDIR ZEYTİN KARŞITI POLİTİKA İZLİYOR"
"İktidarın, sürekli bir şekilde Zeytin Yasasını delme girişimleri, Soma Yırca'da yandaş şirketin 6600 zeytini katletmesine göz yumulması, maden ve enerji yatırımları için zeytinliklerin ortadan kaldırılması gibi zeytin karşıtı politikalarını yıllardır biliyoruz. Şimdi de bir askeri harekata zeytin dalı adının verilmesini bu düşüncenin bir ürünü olarak değerlendiriyoruz." denilen açıklamada "ölmez ağaç" denilen bir bitkinin tüm canlıların yaşam haklarını ortadan kaldıran, yoksulluk, göçler, sağlıksızlık kadar çevresel sorunların da en önemli nedenlerinden olan savaşa ad olarak konulmasına karşı çıkıldı.
"ZEYTİN BARIŞIN BEREKETİN SEVGİNİN SİMGESİDİR SAVAŞIN DEĞİL" 
EGEÇEP'ten yapılan yazılı açıklamanın tam metni;
Zeytin ve zeytin dalının tarihten bugüne kadar temsil ettiği değerler hep barış, bereket, bolluk, sevgi üstüne olmuştur. Canlı yaşamı ve doğa tahribatı doğuracak bir savaşa bu ismin verilmesi kabul edilemez.
İktidarın, sürekli bir şekilde Zeytin Yasasını delme girişimleri, Soma Yırca'da yandaş şirketin 6600 zeytini katletmesine göz yumulması, maden ve enerji yatırımları için zeytinliklerin ortadan kaldırılması gibi zeytin karşıtı politikalarını yıllardır biliyoruz. Şimdi de bir askeri harekata zeytin dalı adının verilmesini bu düşüncenin bir ürünü olarak değerlendiriyoruz. 
Zeytin ağacı ve zeytin dalı kutsal kitaplarda, insanlık kültürünün ürettiği edebi metinlerde de barış, bereket, bolluk imgeleri üzerinden anılır.
Homeros zeytinyağına 'altın sıvı' der. Atinalı siyaset adamı Solon ise zeytin ağacını kesenleri ağır şekilde cezalandıran yasalar çıkarmıştır.

Mısır'da Firavun Ramses Tanrı Ra'ya zeytin dalı sunar. Ona; “Senin şehrin Heliopolis’i zeytin ağaçlarıyla süsledim" diye seslenir.
Kur'an'da tanrının üzerine yemin ettiği iki meyveden birisidir. Tin suresi; “Tin’e (incir) ve zeytuna hamdolsun...” diye başlar.
Tevrat’a göre Nuh Tufanından sonra gönderilen beyaz güvercin gagasında zeytin dalı ile döner.
İncil'e göre İsa Kudüs'te Zeytindağında göğe yükselmiştir ve o bahçedeki zeytin ağaçları bugün hala yaşamaktadır.
Biz yaşam savunucuları, savaşların olmadığı, tüm canlıların yaşam haklarının gözetildiği, insan emeği ve onurunun korunduğu, doğayla barışık bir yaşam mücadelemizi sürdürmekte kararlıyız.
Böylesine önemli, 'kutsal', uzun ömrü nedeniyle 'ölmez ağaç' denilen bir bitkinin, tüm canlıların yaşam haklarını ortadan kaldıran, yoksulluk, göçler, sağlıksızlık kadar çevresel sorunların da en önemli nedenlerinden olan savaşa ad olarak konulmasını doğru bulmuyoruz. Doğanın bize bahşettiği en önemli değerlerimizden zeytin ağacının bu şekilde istismar edilmesine karşı "Zeytin barışın simgesidir savaşın değil" diyoruz.

https://www.izgazete.net/cevre/egecep-ten-zeytindali-cikisi-zeytin-barisin-h22052.html

24 Ocak 2018 Çarşamba

Çaldağı'daki madenin bilirkişi keşfi tarihi belli oldu




 24 Ocak 2018 14:24

Turgutlu Çaldağı'da 'Cehennem çukuru' diye adlandırılan nikel madeninin yeni bilirkişi keşfi 19 Şubat'ta yapılacak.


Çaldağı'daki madenin bilirkişi keşfi tarihi belli oldu

Özer AKDEMİR
İzmir
Turgutlu Çaldağı'nda yapılmak istenen nikel madenciliğine verilen ÇED olumlu kararına karşı açılan davada yeni bilirkişi incelemesinin tarihi belli oldu. Manisa 2. İdare Mahkemesi'nde görülen davada mahkemenin ÇED Raporunu iptal ettiği karar Danıştay tarafından bozularak, yeni bilirkişi incelemesi yapılması kararlaştırılmıştı. 
YEREL MAHKEME ÇED RAPORUNU İPTAL ETMİŞTİ
Gediz Ovası’nın ortasındaki Çaldağı'da yapılmak istenen nikel madenciliğine karşı Turgutlu halkı yıllardır mücadele ediyor. Madene açılan davada yerel mahkemenin atadığı ilk bilirkişi madenciliğin yöre açısından çok önemli riskleri olacağını ortaya koyarak uygun olmadığı yönünde görüş bildirmişti. Manisa İdare mahkemesi bu bilirkişi görüşünü temel alarak ÇED Olumlu kararını iptal etmiş, şirketin temyizi sonrası Danıştay “bilirkişi raporunun hükme esas alınabilecek nitelikte ve yeterlikte olmadığı” gerekçesiyle bu kararı bozarak yeni bir bilirkişi keşfi yapılmasına hükmetmişti. 


YENİ BİLİRKİŞİ HEYETİ ŞU İSİMLERDEN OLUŞTU
Manisa 2. İdare Mahkemesi Danıştay kararının ardından yeni bilirkişi heyetini oluşturarak 19 Şubat 2018 tarihinde yeniden keşif yapılmasına karar verdi. Yeni bilirkişi heyeti şu isimlerden oluşuyor: Sefa Öztürk (Maden Mühendisliği alanında uzman), Nadi Gültekin (Jeoloji Mühendisliği alanında uzman), Mustafa Bulut (Orman Mühendisliği alanında uzman), Ali Uçan (Arkeoloji alanında uzman), Ramiz Çoban (Ziraat Mühendisliği alanında uzman), Murat Pakel (Kimya Mühendisliği alanında uzman), Servet Uzak (Hidrojeoloji Mühendisliği alanında uzman), Sadık Okutucu (Çevre Mühendisliği alanında uzman), Melek Meltem Sandıraz (Çevre Mühendisliği alanında uzman)
20 KONUDA YANIT İSTENDİ
Manisa 2. İdare Mahkemesi kararında bilirkişi keşfi sırasında gerekiyorsa projede belirlenen alandan veya yakın çevresindeki yerlerden yeterli sayıda numune alınarak deney yaptırılıp sonuçlarının değerlendirilmesini istedi. Ayrıca proje alanının niteliği, tarım alanları, su kaynakları ve duyarlı yörelere etkisinin de belirlenmesi ve gerekçeli olarak raporda yer almasını istedi. Mahkeme bilirkişi raporunda ayrıca ÇED olumlu kararı verilen proje sahasındaki somut durum ile raporda belirtilen hususlar arasında uyuşmazlık bulunup bulunmadığı, toprak yapısı, arazi durumu, bitki örtüsü, arkeolojik varlıklar, yerleşim yerine etkisi gibi konuların rapordaki haliyle örtüşüp örtüşmediğinin ortaya konmasını istedi. Öte yandan yapılacak nikel/kobalt/demir madenciliğinin nasıl bir işletme faaliyeti öngördüğünün belirlenmesi, bunun çevresel etkilerinin neler olabileceği, bu konuların ÇED Raporunda gerektiği şekilde değerlendirilip değerlendirilmediği gibi konuların da bilirkişi raporunda ortaya konması talep edildi. 



Suyun da sabrı taşar!




 24 Ocak 2018 05:02
   
İzmir'deki sel ve taşkınların nedenleri arasında derelerin yok edilmesi var. Körfeze dökülen 30’a yakın dereden, çoğu doldurulup yapılaşmaya açıldı.


Suyun da sabrı taşar!
Özer AKDEMİR
İzmir
İzmir, yoğun yağışlarda su baskınları ve sellerin yaşandığı kentlerden. Geçtiğimiz günlerde yağan yağmur ve şiddetli rüzgar sonrası 1. Kordon adeta denizle birleşirken, birçok işyeri ve sokaklar da sular altında kaldı. Altyapı yetersizliğinin yanı sıra doğaya yapılan plansız müdahalenin sonuçlarını İzmirli, nehirlere dönen caddeler, ev ve dükkanlarda meydana gelen su baskınları, taşkınlar olarak hemen her yıl yaşıyor. 
YAĞIŞ MİKTARI AZALIYOR AMA
8 – 10 Ocak 2009 tarihinde İzmir’de gerçekleştirilen İzmir Kent Sempozyumunda sunulan bir bildiri, eski bir çalışma olarak görülse de bu durumun nedenlerini ele alması ve günümüzde de sürecin pek değişmemesi nedeniyle önemli tespitleri barındırıyor. İnşaat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi’nden Ayşe Yarıcı’nın “Kentimizde Su baskınlarının Meydana Gelişi ve Çözümler” başlıklı sunumu yağmurlar sonrası meydana gelen sel ve su baskınlarına ışık tutuyor. Zaman içerisinde kente düşen yağmur miktarının yılda 700 km/m2’den 400-500 m2’ye düşmesine rağmen bu yağmurların kısa süreli ve şiddetli olduğunun ifade edildiği raporda genelde İzmir’de yağmursuyu probleminin nedenleri üç ana başlık altında toplanıyor.
1-Kapatılan dere ve göl yatakları,
2-Alansal çökmeler sebebiyle zemin kotlarının deniz seviyesine ve deniz seviyesi altına düşmesi sonucu yağmursuyu ve deniz suyu basmaları,
3-Atıksu ve yağmursuyu kanallarının denizin içerisine batık olması sebebiyle suların deşarj edilememesi sonucu yaşanan su baskınları.
İzmir sel 
DERELER NEDEN TAŞIYOR?
İzmir’in yaşama alanı olarak elverişli konumunun, yanlış yer seçimi, yanlış kent planlaması, çarpık kentleşme ve kaçak yapılaşma gibi nedenlerle elverişsiz duruma getirildiğini dile getiren Yarıcı, “Dere yataklarına bina yapılması, imar uygulamaları ile dere yataklarının daraltılması, üzerlerine, içlerine, ev-iş merkezi-akaryakıt istasyonu v.b. yapılar yapılması, yol yapılması, park yapılması ve hele üzerlerinin kapatılması derelerin taşmasına yol açmaktadır. Dere yatakların hafriyat deposu, çöp tenekesi olarak kullanılması, bütün bunlar yapıldıktan sonra da üzerlerine gelişigüzel köprülerin kurulması, kabloların geçirilmesi, yataklarına gelişigüzel kanal döşenmesi dereleri taşıran öteki nedenlerdir.” dedi. 
26-27 DERE DOLDURULDU!
Jeofizik Mühendisleri İzmir Şubesi’nin önceki dönem başkanı ve EGEÇEP Yürütme Kurulu üyesi Erhan İçöz’de İzmir’deki taşkın ve sel baskınları ile ilgili kapatılan derelere vurgu yaptı. İçöz, “Körfeze dökülen 26-27 dereden bugün 5-6 dere dışında hepsi doldurulup yapılaştı. Yerlerini bilen yok. Topografik haritalarda bu dereler görülüyor” dedi. 
DERE ISLAH ÇALIŞMALARI YETERSİZ KALDI
İzmir’e kısa sürede çok miktarda yağmur yağmasının ardından denizden kısa bir mesafeden itibaren yükselen topoğrafik yapı nedeniyle yağmursuyu kısa sürede denizden çok az yüksekte olan sahil kesiminde toplandığının ifade edildiği raporda, yağmur suyunu taşıyan geniş kanalların çıkış ağızları denizin içinde olması nedeniyle de sahil kesiminde toplanan suyun tahliyesi zorlaştığı, yağmurla beraber esen lodosun deniz seviyesini 30 ila 60 santimetre daha yükselttiği dile getirildi. Raporda sel ve taşkınlara karşı yapılan Büyük kanal Projesi ve dere ıslah çalışmalarının yetersizliği ifade edildi.

23 Ocak 2018 Salı

Suları kirleten maden ‘kazanılmış hak’ diye kapatılamıyor!

  
 20 Ocak 2018 05:59
    
Ayvalık’ta içme sularını arsenikle kirleten demir/bakır madeni, 'kazanılmış hak' gerekçesiyle kapatılamıyor.

Suları kirleten maden ‘kazanılmış hak’ diye kapatılamıyor!

Özer AKDEMİR
İzmir
Bir yılı aşkın bir süredir bilinmesine rağmen Ayvalık’ın bazı köyleri arsenikli su içmeye devam ediyor. Arsenik oranının yüksek olmasının nedeni olarak gösterilen demir/bakır madeni ise “kazanılmış hak” gerekçesiyle kapatılamıyor. 
BİRÇOK KÖY VE MAHALLE DE ARSENİK YÜKSEK
Ayvalık köylerindeki arsenik sorununu 2017 yılının son aylarında kaymakamlık tarafından yapılan bir toplantı sırasında Türközü köyü muhtarı gündeme getirmişti. Yapılan ölçümlerde Balıkesir Büyükşehir Belediyesi içerisinde yer alan çok sayıda mahalle ve köydeki içme suyunda, arsenik oranının yüksek çıktığı tespit edilirken, Ayvalık 9 kırsal mahallesi ile arsenik oranı yüksek bölgelerin başında yer almıştı. 2016 yılında bazı köy ve mahallelerde bu arsenik sorunun gidermek için çalışmalar yapılırken bazı yerlerde ise herhangi bir çalışma olmamıştı. 
SU HAVZASINDA DEMİR MADENİ
Konunun üzerine giden Ayvalık Tabiat Platformu BİMER üzerinden hem toplum sağlığı merkezine hem de Balıkesir Büyükşehir Belediyesine dilekçeler göndererek bu arsenik sorunu ile ilgili bir çalışmaları olup olmadığını sordu. Platform dilekçelerinde Ayvalık’ın su sorununu gidereceği ileri sürülen Madra Barajına yönelik bir tehdide de dikkat çekildi. Barajın su havzasında bulunan BİLFER Madencilik adlı bir şirket tarafından demir ve bakır cevheri çıkartıldığının altının çizildiği dilekçelerde, ayrıca aynı tesise ait olan ve yine su havzası içerisinde yer alan alanda demir ve bakır zenginleştirme tesisi ile posa ve atık döküm alanları bulunduğu ifade edildi. Cevher zenginleştirmenin su ile yapıldığının altının çizildiği dilekçede kullanılan bu suyun ise aynı havzada yer altına verildiği, atık sudaki ağır metallerin bu sulara karışması ihtimaline dikkat çekildi. Dilekçelerde Madra Barajının bu maden atıkları tarafından kirlenme olasılığı dile getirilerek baraj suyunda düzenli ölçüm yapılıp yapılmadığı da soruldu. 
‘KİRLİLİK KAYNAĞI MADEN AMA KAPATAMIYORUZ’
Her iki kurumdan da gelen yanıtlarda Beşiktepe, Mutlu, Murateli, Karaayıt, Çakmak, Yeniköy ve Türközü’de arsenik çilesinin devam ettiği ortaya çıktı. Kurumların yanıtında bu kirliliğin kaynağı olarak kabul edilen demir-bakır madeninin ise kapatılamadığı ifadeleri dikkat çekti. 
Oysa daha bu demir madeninin kuruluş aşamasında madenin yörede yaratacağı sağlık ve çevre sorunlarına dikkat çeken Ayvalık Tabiat Platformu, özellikle sularda kirlilik yaratabileceği uyarısında bulunmuştu. Madene karşı başlatılan hukuk mücadelesi sonrası şirkete 2008 yılında verilen “ÇED gerekli değildir” kararı iptal ettirilmiş, ancak şirket projede değişikliklere giderek yeni izinler alarak üretime geçmişti. Madenle ilgili açılan dava iç hukuk yolları tüketildiği için şu anda AİHM’ye taşınmış durumda. 
Arsenik sorunu ile ilgili dilekçeye yanıt veren Büyükşehir Belediyesinin kurumu BASKİ, Madra Barajı havzasında maden işletmesinin yarattığı su kirliliğini kabul etmekle birlikte, madenin kapatılması yönündeki girişimlerin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığınca bildirilen “müktesep hak” kapsamında başarısız olduğunu da itiraf etti. Bazı köylerde arsenik arıtma tesisi kuran kurum, benzer durumda olan Yeniköy ve Türközü köylerinde ise herhangi bir çalışma yapmadığı için bu köyler arsenikli su kullanmaya devam ediyor. Ayvalık İlçe Sağlık Müdürlüğü tarafından suların içilmemesi yönünde tebligat yapılan köylüler, 21. yüzyılda çaresiz bir şekilde ihtiyaçları olan temiz içme suyuna ulaşabilmenin yollarını arıyorlar. 
AYVALIK’IN SULARI MADENE KURBAN EDİLİYOR
Konuya dair bir açıklama yapan Ayvalık Tabiat Platformu Ayvalık köylerinin temiz su hakkının bir maden tesisine kurban edildiğini ifade etti. Ayvalık’ın su kesintileri ile boğuştuğunun altını çizen Platform, Madra Barajının sularından da kirlilik nedeniyle yararlanılamadığının altını çizdi. 
Ayvalık Tabiat Platformu yaptığı açıklamada şu taleplerin acil olarak yerine getirilmesini istedi;  
■ Diğer köylerde kurulan arıtma sistemi ve arıtıcı çeşmelerin acilen Türközü ve Yeniköy köylerinde de kurulmasını,
■ Köy halkından alınacak numunelerle arsenik zehirlenmesi yaşanıp yaşanmadığının tespit edilmesini,
■ Tüm bölge köylerinde tarımsal sulama ve hayvan sulaması amacıyla kullanılan tüm kuyu sularının ve çeşmelerin kirlilik tespitlerinin yapılmasını,
■ Yaşamın sağlıklı bir şekilde yürütülebilmesi için bölgedeki tek kirletici kaynak olan Bilfer demir madeni tesisinin derhal kapatılmasını istiyoruz.



22 Ocak 2018 Pazartesi

ENKA'nın Aliağa'daki termik santral macerası bitti


 22 Ocak 2018 13:56
     
ENKA tarafından Aliağa-Foça arasında yapılmak istenen termik santralin ÇED olumlu kararının ardından üretim lisansı da iptal edildi. 
ENKA'nın Aliağa'daki termik santral macerası bitti
Özer AKDEMİR
İzmir
ENKA Şirketi tarafından Aliağa ile Foça arasında yapılmak istenen termik santrale verilen üretim lisansı iptal edildi. Geçtiğimiz yıl da ÇED Raporu iptal edilen termik santral davası, şirketin 2013 yılında projeden vazgeçtiğini açıklamasına rağmen sürüyordu. Üretim lisansının da iptal edilmesi ile Aliağa'da 30 yıl aradan sonra gündeme getirilen ilk termik santral macerası bitmiş oldu. 
ÖNCE ÇED RAPORU İPTAL EDİLDİ
ENKA Şirketi tarafından Aliağa Çakmaklı Koyu yakınlarına yapılmak istenen termik santrale verilen ÇED olumlu kararına karşı ve şirkete verilen üretim lisansına TMMOB'a bağlı odalar, EGEÇEP, Foça Ziraat Odası Başkanlığı, Foça Zeytin Üreticileri Birliği, ÇHD gibi kurumların yanı sıra birçok yurttaş da dava açmıştı. İzmir 2. İdare Mahkemesi geçtiğimiz yıl “Aliağa Enerji Santrali”ne verilen  ÇED olumlu kararını gerek yer seçimi, gerek santralin bölgede yaratacağı çevresel kirlilik, deniz - yeraltı sularına, tarıma, yöredeki koruma altında bulunan kültür ve tabiat varlıklarına olumsuz etkileri gibi bir çok gerekçelerle iptal etmişti. Mahkeme sürecinde yapılan bilirkişi incelemesinde de yerleşim yerlerine çok yakın bir konumda, kentsel sit alanında bulunan termik santralle ilgili olumsuz görüş bildirilmişti. 
EPDK KENDİ KARARINI UNUTMUŞ!
ENKA'nın termik santral projesine Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK) tarafından 49 yılığına verilen üretim iznine karşı açılan dava da geçtiğimiz günlerde sonuçlandı.
Davada Aliağa ilçesinde kurulması planlanan ithal kömür yakıtlı termik santral projesine üretim lisansı verilmesinin EPDK’nin 2008 tarihli kararına aykırı olduğu dile getirilmişti. EPDK aynı bölgede yine ithal kömüre dayalı termik santralle ilgili açılan davada projenin çevreyi olumsuz şekilde etkileyeceği gerekçesiyle iptal kararları vermişti. 
DAYANAKTAN YOKSUN KALDI
Danıştay 14. Dairesi, tetkik hakim ve savcının da "iptal edilmeli" dediği üretim lisansını iptal etti. Danıştay, Anayasanın "Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir" içeriğindeki 56. Maddesine ve Çevre Kanunu'na da atıfta bulunduğu kararında ÇED olumlu kararı iptal edildiği için projeye verilen üretim lisansının da dayanaktan yoksun kaldığına hükmetti. Şirkete ÇED raporundan önce üretim lisansı verilmesinin doğru olmadığının altını çizen Danıştay, "projenin "çevreye uyumlu" olup olmadığının, çevre mevzuatı açısından zorunlu olan "ÇED olumlu kararı" veya "ÇED gerekli değildir kararı" alınmasına ilişkin yasal sürecin tamamlanmasının, üretim lisansı verilmeden önce bir "ön şart" olarak kabul edilmesi ve bu ön şartın lisans verilmeden önce aranması gereklidir" dedi. Danıştay, üretim lisansı verilmesinin ön şartı olan ''ÇED Olumlu Kararı'' veya ''ÇED Gerekli Değildir Kararı'' belgelerinden herhangi birine sahip olmayan ENKA şirketine ithal kömür yakıtlı termik santral için 49 yıl süreyle faaliyette bulunmak üzere üretim lisansı verilmesinin hukuka uygun olmadığına oy birliği ile karar verdi.
Son Düzenlenme Tarihi: 22 Ocak 2018 14:49

21 Ocak 2018 Pazar

Çoban yağmuru - Pazar yazısı


 21 Ocak 2018 07:09

‘Akşam muhtara haber vermeli’ deyip, tilkilerin yanından ayrılmadan önce, etrafa saçılmış zehirli etleri, elini değdirmeden iri taşların altına gömdü.


Çoban yağmuru

Yağmurdan hemen önce gelen serinliği içini ürpertmişti. Karşı tepelerin üzerindeki gökyüzünü kaplayan kara bulutları gördüğünde kepeneğine daha bir sıkı sarıldı. Koyunlar da anladılar gelen yağmuru. Başlarını kaldırıp Çatal Dağı’na doğru hüzünlü gözlerle baktılar uzun uzun.

Ot kalmamıştı gene bozkırda. Bağların çoğu bozulmuştu. Yine de arada tek tük kalanları vardı. Eli ağır köylülerine çok kızıyordu çoban. Onların yüzünden sararıp kızaran üzüm asmalarının arasına salamıyordu hayvanlarını. Sürü, bozkırın cılız otları arasında yayılırken çıkan sese boyunlarındaki çıngırakların sesleri karışıyordu.

Oturduğu meyveleri dökülmüş alıç ağacının altından kalktı. Yağmuru karşılamalıydı. Biraz ötede, yeşil, sarı, kızıl bir renk cümbüşü halinde uzanan bağlar vardı. Köyü ve daha ilerisindeki pus çökmüş ovayı göz alabildiğine gören yamaca doğru yürüdü.

Yamacın tatlı eğiminin başında bir tümsek yer alıyordu. Tümseğin hemen tepesinde bir kuşburnu çalısı, çalının dibinde ise ufacık bir oyuk bulunuyordu. İnsanlar, hayvanlar ve rüzgarlar tarafından meydana getirilen oyuk, çalının içine doğru sokulmuş, dikenli üst dallar bir çatı gibi üzerini kaplamıştı. Öyle pek derin değildi. Küçük bir çocuğun girip içinde oynayacağı kadar, bir tilkinin yavrularını sıcaktan koruyacağı büyüklükte ya da bir koyunun gelip altına uzanıp öğle uykusu çekebileceği genişlikte bir oyuktu bu. Bozkırın, dalga dalga uzayıp giden kırçıl tepelerinde dolaşan tüm canlıların geçici konaklama, soluklanma, dinlenme yeriydi burası.
Ne zaman köyün bu tarafına sürüsünü getirse kuşburnu çalısının dibindeki oyukta konaklardı. Keçesini altına alır, kıl heybesini çalının dallarına asar, hemen önündeki taşları kararmış ocakta ateş yakardı. Bazen yemeğini ısıtırdı bu ateşte, bazen çayını demlerdi. İlla da türkü söylerdi. Çalışırken de, yanının üstüne devrilip uzanırken de. Hep aynı türkü dolanırdı diline buraya geldiğinde;

“Keklik olsam çalı dibi eşerdim/Zengin olsam kız ardına düşerdim”

Çalının dibindeki oyuğa keçesini, heybesini bırakıp, eşeği bağladıktan sonra aşağıdaki suyu kurumuş derenin içine giderek, incecik sızan pınardan matarasını doldururdu. Yine öyle yaptı. Yağmur bastırmadan suyunu, odununu hazır etmeliydi.

Ne zaman kesileceği belli olmazdı bozkırda yağmurun. Sanki gök delinmişçesine yağardı bazen, saatlerce.  Çoğu zaman kıraçın tozlarını ıslatıp, şöyle bir değer geçerdi. Bazen ise ımıl ımıl, dalı çiçeği incitmeye korkar gibi, usuldan bir türkü fısıldarcasına, rüzgarın koluna girerek düşerdi küçücük damlalar halinde toprağa. Bu yağmuru çok severdi. Çoban yağmuru derdi ona. Bereketti, toprağın dibinde filizlenecek otların can suyuydu her damlası.

Belli ki Çatal Dağı’nı aşıp gelen de çoban yağmuruydu. Rüzgarı serin ama sakinceydi.
***

Çiçeği kurumuş dağ çaylarının, yaban kekiklerinin, tohuma kaçmış deve dikenlerinin arasından, çoban döşeklerine basarak indi dereye. Suyu kesilmeye yüz tutmuş derenin dip kısmında iri çakıl taşları, bağlara doğru uzanan yamaçlarında ise çölü andıran kumullar vardı. Alışkın adımlarla geldi pınarın başına. Bir ağaç oluk yapılmıştı tam suların damladığı yere. Su oradan serçe parmak kadar belki ondan bile daha ince akıyordu.

Matarasını doldururken derenin aşağısına doğru tuhaf bir cismin, yeşili çoktan solmuş yarpuzların arasında yattığını gördü. Matarayı oluğun kenarına koyup o tarafa yürüdü. Yanına yaklaştığında anladı yerde yatanın ne olduğunu. Kırmızı kuyruklu, sıska, ölü bir tilkiydi bu. Hemen yanı başında bir lokma et kalmıştı. Tilkiyi zehirlemişlerdi! Başka hayvan var mı diye baktı etrafa. Evet, biraz ötede daha küçük iki tilki yan yana yatıyordu. Kaçak avcılar su içmeye gelen bir tilki ailesini daha zehirleyerek yok etmişlerdi. İçi acıdı! Bu sene tanık olduğu ikinci tilki zehirlenmesiydi.

Kaçak avcılar, bozkırın içlerine dağılıyor, yasak masak dinlemeden zavallı tilkileri, çakalları siyanürlenmiş etlerle zehirliyorlardı. Kürkü çok para ediyordu evet ama bu hayvanlar da artık bitmek üzereydi buralarda. Ondan öte, yaşamak bu hayvanların da hakkıydı. Bozkır onların da eviydi. Hatta insanlardan çok önceleri buralar bu yaban hayvanlarına aitti. İnsanlar gelip bağlar diktiklerinde, yollar açtıklarında, sürülerini yaylıma çıkardıklarında mecburen tepelere, dağlara doğru çekilmişler, yine de canlarını kurtaramamışlardı!

Nice zamandır, eskisi kadar geceleri tilki sesi duymadığını düşündü. Dağlardaki tilki sesleri gittikçe azalıyor, azalıyordu.

‘Akşam muhtara haber vermeli’ deyip, tilkilerin yanından ayrılmadan önce, etrafa saçılmış zehirli etleri, elini değdirmeden iri taşların altına gömdü.

***

Oyuğun yanına geldiğinde az ötede otlayan sürüye baktı. Alışkın hareketlerle yayılmaya devam ediyorlardı. Sonra rüzgarın sesini dinledi. Ne severdi bu sesi! Ne kadar yorgun, üzgün olursa olsun dinlendirir, içindeki ağuyu alırdı rüzgar. Yağmur öncesi bulutların nemini taşırdı bu ses, koyunlarının otlarken ayaklarından çıkan tıpır tıpırları, boyunlarında çınlayan çanı, arada bir huysuzca havlayan sırım gibi vücuduyla sarı kangalı ve çok uzaklarda çakan şimşeklerin gümbürtüsünden ürküp anıran eşeği. Rüzgar, bozulmuş bağların, toplanmamış üzümlerin, çıplak kırmızı dallarıyla kalmış kayısı, elma ağaçlarının arasından geçip, kuşburnu çalısına geldiğinde, değdiği tüm bitkilerin seslerini de beraberinde getirirdi kulağına.

Doğanın en güzel müziğiydi bu sesler onun için.
Yaşamı buydu çobanın. Doğanın çocuğu sayıyordu kendini. Anası kadar saygı duyuyordu ona. Derenin dibinde yan yana yatan üç tilki ölüsü, işte o yüzden kardeşleri zehirlenmişçesine acıttı canını.

Hacıbektaş’ın üzerinde çakan şimşeklerin çok geçmeden sulu sepken bir yağmurla geleceğini biliyordu. Çalının dibinden topladığı kuru odunları tezeklerin üzerine koydu. Oyuğun önündeki ocağa kibrit çakıp otları tutuşturdu. İlk yağmur damlaları düşmeye başladığında kepeneğini geçirdi başına. Ateşini yakmış, içinde hoş kokulu dağ çaylarının bulunduğu isli koca demliğini üzerine koymuştu.

Çoban yağmuru başladı. Keder dolu türküsü uslu uslu yağan yağmurun sesine karıştı. “İki keklik bir kaya da ötüyor/Ötme keklik derdim bana yetiyor”

20 Ocak 2018 Cumartesi

Aydın’da Evrensel'le dayanışma yemeği yapıldı


 20 Ocak 2018 19:30
      Flip
Aydın'da Evrensel okurları ile sendika, siyasi parti ve demokratik kitle örgütleri temsilcilerinin katılımıyla dayanışma gecesi düzenlendi.

Aydın’da Evrensel'le dayanışma yemeği yapıldı

Aydın'da Evrensel okurları ile sendika, siyasi parti ve demokratik kitle örgütleri temsilcilerinin katılımıyla dayanışma gecesi düzenlendi.
Aydın'da gazetemizle dayanışma yemeği gerçekleştirildi. Gazetemiz okurları ile sendika, siyasi parti ve demokratik kitle örgütleri temsilcilerinin bir araya geldiği yemekte konuşan gazetemizin İzmir Muhabiri Özer Akdemir, “Halkın sesini duyurma ve haber alma hakkının tehdit altında olduğu koşullarda Evrensel gazetesine sahip çıkmak kendi sesinize sahip çıkmaktır” dedi.

Gazetemiz Evrensel’in insanca bir yaşam ve daha iyi bir dünya için mücadele eden işçi ve emekçilerin, kadınların ve gençlerin, ekoloji mücadelesi yürütenlerin, yaşam alanlarını savunan köylülerin gazetesi olduğuna dikkat çeken Özdemir, dayanışma için teşekkür etti.
Söz alan sendika ve demokratik kitle örgütü temsilcileri de gazetemizin yaptığı haberler ve köşe yazarlarının mücadelelerine yaptığı katkılardan örnekler vererek, dayanışmayı güçlendireceklerini belirtti. (Aydın/EVRENSEL)

14 Ocak 2018 Pazar

Peygamber devesi ve ölüm - Pazar yazısı

   
 14 Ocak 2018 05:57
      Flip
Ölümün kol gezdiği bir bölge, dumanlar savuran termik santral, demirçelik fabrikaları. Ve kendini kirliliğin ortasında bulan peygamber devesi...

Peygamber devesi ve ölüm

Üzerinde peribacaları resmi bulunan Nevşehir Karoser yazılı kamyon kasasından rüzgarın uçurduğu peygamber devesi böceği kendini bir anda yolun ortasında buldu. Arkadan gelen araçlar tarafından ezilmemesini, şansı kadar, ince uzun bacaklarının çevikliğine de borçluydu. Hızla yolun kenarındaki otların içerisine daldı. 
Bir günü geçkindir seyahat ettiği kamyon kasasından ani bir rüzgar tarafından savrulduğunda düştüğü bu yerin neresi olduğuna dair en küçük bir fikri yoktu.
Düne kadar bozkırın uçsuz bucaksız buğday tarlalarında yaşıyordu. Bir biçerdöverin biçip deste haline getirdiği otların arasında hapis kaldı. Oradan da üzerine branda gerilen bir kamyonun kasasına istiflendi. Ne kadar çabalasa da çıkamadı saman balyalarının arasından. Saatlerce süren çabası sonrası saman yığınının ucuna gelip, ışığın geldiği branda deliğinden kafasını uzattığında ise nasıl olduğunu anlamadan asfalt yolun ortasına yuvarlandı birdenbire.
Can havliyle içine girdiği otlar bozkırın otlarına benzemiyordu. Garip bir kokuları vardı. Havaya baktı, hava da bir garipti. Toza benzer bir pus, kirli beyaz bir örtü gibi sarı sıcağın altında incecikten buğulanıyordu. 
Yoldan biraz daha uzaklaşıp arabalar tarafından ezilme riskini atlattıktan sonra etrafını görmek için uzun bir çiriş otuna tırmandı. Çiriş otu da bir tuhaftı doğrusu. Gövdesi kupkuruydu. Üstelik bitkinin tepesindeki pembe yumrular sararıp boynunu eğmişti. Ayaklarına yapışan siyahlığın ne olduğunu anlamaya çalışırken etrafına göz gezdirdi. Baktığı tarafta, ovanın bir ucuna doğru iki uzun baca yükseliyordu. Epey uzakta olmalarına rağmen, dev gibi dikilen bacaların uçlarında kırmızı renkli kuşaklar fark ediliyordu. Etrafında kocaman gri binaların olduğu bacaların ağzından sarımtırak bir duman tütüyordu. Bunların gerisinde de, küçük bir tepenin üzerinde rüzgar santrallerinin kanatları dönüp duruyordu.
Peygamber Devesi 
Çiriş otunun üzerinden zıplayıp inen peygamber devesi az ötedeki ebegümecilere doğru yürüdü. Acıkmıştı. İncecik bacakları ile birkaç adımda ulaştı ebegümecilere ama aralarında bir türlü aradığı böceklerden bulamadı. Havadaki is kokusu bütün bitkilerin üzerine sinmişti.
Yemek için böcek aranırken çok yakınında bulunduğu yere doğru gelen başka bir peygamber devesi gördü. Kendisinin neredeyse yarı boyunda narin yapılı bir erkekti bu. Daha gelişinden kendisine kur yaptığını anladı. Başka zaman olsa sert tepki gösterirdi ama bu sefer ses çıkarmadı. Açtı çünkü! Yanına yaklaşan bu erkek peygamber devesi birazdan mutlu ama çiftleştiği dişisi tarafından yenmiş bir peygamber devesi olacaktı!
***
Peygamber develerinin siyah bir tozun içerisinde ölüm ve aşk arasındaki ince çizgide dolaştığı tarlayı uzaktan gören, yolun karşı kıyısındaki tepenin üzerinde bulunan köyde de birileri bu sarı dumanlar savuran bacalar hakkında konuşuyordu. Bir zamanlar Rumlarla Türklerin bir arada yaşadığı bir köydü Kozbeyli. Etrafı yemyeşil ayçiçeği, bamya, börülce, enginar tarlaları ile çevriliydi.
 Termik Santral
Denize çok uzak değildi, yirmi dakikayı bulmayan yürüyüşün sonunda toprak bir yoldan inilirdi sahile. Masmavi deniz dibinin çakılları suyun yüzeyinden sayılırdı. İçinde oynaşan balıklar görülürdü.
Denizin kıyısından Aliağa’ya doğru yürüdüğünüzde ya da bir Akdeniz fokunun ardı sıra Çandarlı tarafına yüzdüğünüzde antik Nemrut Limanının taşları ile karşılaşırdınız. Kıyıda ise Kyme antik kentinin kalıntıları size ‘merhaba’ derdi. Bir zamanlar bütün bu demir-çelik, gübre fabrikalarının, termik santral ve RES direklerinin olduğu yerler Kyme’nin sokakları, caddeleri, evleriydi. Şimdi ise avuç içi kadar bir alana sıkıştırılmış, unutulmuş, unutturulmuştu!
*** 
Şakirin Dibek Kahvesinde, koyu gölgeli bir çardağın altında yapılan çekimlerde Kozbeyli Köyü Muhtarı Hayrettin Günindi şunları söyledi: “Artık her taraf sanayi, her taraf fabrika, her yanda dumanlar tüten bir baca. Adım atacak yerimiz, soluk alacak havamız kalmadı. 30-40 yıl öncesine kadar çiftçilik yapan köylülerimiz bugün bu fabrikalara işçi oldular. Bazıları iyi de paralar kazandı, ama bu para hayır getirmedi kimseye. Kanserden kırılıyor köylümüz”
İki genç kardeşin hüzünlü öyküsünden bahsetti sonra; “Yirmilerinde iki genç kardeş. Küçük olanı evlenecekti. Evlilik için kan testi yaptırdığında kan değerlerinde sorun çıktı. Tekrar yaptırdı aynı sonuç. Sonra kardeşi de rahatsızlandı bu arada. Onun kan testlerinde de değerler kötüydü. İkisinin de kanser olduğu ortaya çıktı. İkisi de aynı demir çelik fabrikasında çalışıyordu. Ağabey şu anda hastanede tedavi görüyor. Küçük kardeşin durumu biraz daha iyi. O dalyan gibi delikanlıların durumunu gidip bir görseniz, ‘Bırakalım bu termik santrali, elektriği, mum ışığında yaşayalım’ dersiniz”
*** 
Ege Üniversitesi Hastanesi onkoloji servisine gidip gördük Çelikkol kardeşleri. Volkan Çelikkol, saçları dökülmüş, beti benzi sapsarı, teni adeta saydamlaşmış bir halde yatıyordu. Uzun süre yatmaktan yanları çürümeye başladığı için iki de bir acı ile vücudunu kıpırdatmak zorunda kalıyordu. Hastalanma öyküsünü şöyle anlattı: “HABAŞ Demir Çelik’te hurda sarıyordum. Hurda demir çelik. Tozlar havada uçuşuyordu ve bizim hiçbir koruyucu maskemiz, giysimiz yoktu. Sonra kan tükürmeye başladım. Kansermişim”

Volkan Çelikkol
Evlilik hazırlıkları yaparken kanser olduğunu öğrenen kardeşi Ahmet Çelikkol da ağabeyinin başındaydı. “Başka insanlar bunu görsün, bizim durumunuza düşmesin” dedi son söz olarak.
***
Volkan Çelikkol, kamera karşısında son sözlerinin yayımlandığı Çepeçevre Yaşam programını izleyemedi. Çekimlerden 15 gün sonra hastanede yaşama gözlerini kapattı. Öldüğünde 25 yaşındaydı! Kardeşi çok ağır ve uzun bir tedavinin ardından yendi kanseri.
Aliağa Foça arasındaki bölgede yer alan sanayi kuruluşları nedeniyle her yıl kaç kişinin kanser olduğu, kaç ineğin, koyunun anormal doğum yaptığı, kaç bitkinin kuruduğu ve kaç peygamber devesinin açlıktan erkeğini yediği bilinmiyor...


AKP Zeytin Yasası’nı KHK ile mi delecek?

  
 14 Ocak 2018 05:40
      
AKP tarafından TBMM’ye 8 kez getirilip geri çekilmek zorunda kalınan Zeytin Yasası’nın bu kez KHK ile ortadan kaldırılabileceği ileri sürüldü.
AKP Zeytin Yasası’nı KHK ile mi delecek?
Özer AKDEMİR
İzmir
Geçtiğimiz günlerde Ankara’da gerçekleştirilen bir toplantı hükümetin Zeytin Yasası’nı delmek için yeni yollar aradığı yorumlarına neden oldu.
AKP Hükümetleri tarafından TBMM’ye 8 kez getirilip geri çekilmek zorunda kalınan Zeytin Yasası’nın bu kez KHK ile ortadan kaldırılabileceği ileri sürüldü. Geçtiğimiz perşembe günü Ankara’da Sanayi ve Teknoloji Bakanlığında yapılan bir toplantıya zeytin sektörü temsilcileri, çeşitli dernekler, ithalatçılar, bakan müsteşarları ile Sanayi ve Teknoloji Bakanı Faruk Özlü katıldı.  
BAKAN ZEYTİNCİYİ NEDEN TOPLANTIYA ÇAĞIRDI?
Bakan Özlü toplantıda herhangi bir yasa çalışmalarının olmadığını belirterek “Zaten zeytin bizim konumuz değil, yapacak bir sürü işimiz var” dedi ve sadece görüş alışverişinde bulunulacağını söyledi.  Üreticiler ise,  Zeytin Yasası’nı zeytinlikleri sökmek için değiştirmek yerine ülkemizin zeytincilikte dünya ikinciliği hedefine uygun olarak geliştirilmesi gerektiğini ifade ettiler. Sektör temsilcileri, zeytin ağacı dikiminin teşvik edilerek 170 milyon olan ağaç sayısının 500 milyon hedefine çıkarılmasının planlanmasını önerdiler. Bakan Özlü ise, bir kez daha Zeytin Yasası’nın değiştirilmesi gerektiğini, bunun er geç gerçekleştirileceğini ileri sürdü. Özlü, Zeytin Yasası’nın değiştirilmesi çalışmasını da zeytincilerin yapması gerektiğini ifade etti. Bakan Özlü’nün bu sözleri ve bakanlık müsteşarlarının yaptıkları KHK vurguları toplantıya katılan zeytin sektörü temsilcilerinde rahatsızlığa neden oldu.  
Toplantı sonrası zeytin üreticilerinde, AKP’nin 2002 yılından bu yana Meclisten yasa ile geçiremediği değişikliği KHK ile geçirmek istediğine dair güçlü bir endişe oluştu. Kaynaklarımızdan aldığımız bilgiye göre; hükümetten çok yakın bir gelecekte KHK ile Zeytin Yasası’nı bertaraf edecek bir hamle gelebilir. 
KAMUOYU UYANIK OLMALI
2017 zeytin rekoltesi rakamlarının halen açıklanmadığına dikkat çeken kaynaklarımız bunu Zeytin Yasası’nı delme girişimine yönelik bir taban oluşturma politikası olduğunu ileri sürdüler. Bakanlıkta yapılan toplantıda ihracatçıların ve Marmara Birlik gibi kuruluşların hükümete yakın durmaları bir ‘iş birliği’ işareti olarak değerlendirilirken, zeytinciliğin korunması için kamuoyunun hareket halinde olması ve KHK hamlesine karşı dikkatli davranılması gerektiği ifade ediliyor. 
KHK İLE Mİ DEĞİŞTİRİLECEK?
Kamuoyunda Zeytin Yasası olarak bilinen 3573 sayılı “Zeytinliklerin Korunması ve Yabanilerin Aşılattırılması Hakkında Kanun”, zeytinlik alanlara 3 kilometre mesafede zeytinyağı fabrikası haricinde toz ve duman çıkaran, kimyevi atık bırakan herhangi bir tesisin yapılmasını yasaklıyor. Zeytin Yasası 2001 yılından bu yana AKP iktidarları tarafından 8 kez değiştirilmek istendi ve her seferinde de ülke çapında yükselen tepkiler sonucu değiştirilemedi. En son 2017 haziran ayında “Üretim Reform Yasa Tasarısı” ile değiştirilmek istenen yasa, kamuoyunun yanı sıra üreticisinden akademisyenine kadar geniş bir muhalefet sonrası tasarıdan çekilmişti. Yasada istedikleri değişiklikler yapamayan Sanayi ve Teknoloji Bakanı Faruk Özlü “7 değil 17 defa da gelse değişecek” açıklaması yapmıştı.  



Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...